Tudor masalı Kraliçenin Soytarısı ile devam ediyor… Boleyn Kızı’nı, bir kralın aşkı için birbiriyle savaşan iki kızkardeşin gerçek masalını çok sevmiştiniz. Kraliçenin Soytarısı’ında ise ‘bakire’ Elizabeth’in kraliçe olma ihtirası ve bu yolda ‘kanlı’ Mary’ ile giriştiği entrika savaşı sizi tamamen ele geçirecek. Tüm bu hanedan mücadelesinin ise tek bir tanığı var. Engizisyondan kaçan Yahudi bir genç kız.Mary’nin sarayındaki soytarı. Bir casus.
Yaz 1548
Genç kız heyecanla ve kıkırdayarak güneşli bahçede koşuyordu; üvey babasından kaçıyordu ama yakalayamayacağı bir hızda değil. Rosamund güllerinin goncalarıyla bezeli çardakta oturan üvey annesinin gözü on dört yaşındaki kıza ve dümdüz çimlerin üzerindeki kocaman ağaç gövdeleri arasında onu kovalayan yakışıklı adama takıldı; ikisinin de sadece en iyi tarafını görmeye kararlı bir tavırla gülümsedi, yetiştirdiği kızı ve yıllardır sevdiği erkeği seyrediyordu.
Adam kızın savrulan elbisesini yakalayıp bir anda onu kendine çekti. “Ceza!” derken esmer yüzü kızın kızanın yüzünün dibindeydi.
Her ikisi de cezanın ne olacağını biliyordu. Kız cıva gibi hemen adamın elinden kurtulup geriye, geniş yuvarlak haznesi olan süslenıeli çeşmenin arkasına kaçtı. Besili sazanlar suda tembel tembel yüzüyordu; Klizabelh sataşmak için tekrar adama uzandığında heyecanlı yüzü suyun üzerinde belirdi.
“Yakalayamaz ki!”
“Kim demiş!”
Elizabeth kare yakalı elbisesinin içindeki minik göğüslerini gösterebilmek için iyice eğildi. Adamın gözlerini üzerinde hissettiğinde yanaktan daha da kızardı. Boynu pembelesirken babası da bir yandan eğlenip bir yandan tahrik olarak onu izledi.
‘Seni istediğim an yakalayabilirim.” dedi, aklından seksi ve oyunun yatakla sona erdiğini geçirerek.
Haydi o zaman!” dedi kız. onu neye davet ettiğini pek de bilmeden. Ama adamın ayaklarının eteklerinin arkasındaki otları çiğnediğini duymayı, ellerinin onu yakalamak için uzandığını sezmeyi istiyordu ve hepsinden çok. kollarının bedenine dolandığını, onu kendi bedeninin büyüleyici hadanna doğru çektiğini, yeleğinin kaşındıran işemelerini yanağında, baldırlarının gücünü bacaklarında hissetmeyi istiyordu.
Hafif bir çığlık atıp yeniden porsuk ağaçlarıyla dolu fundalığa, Chelsea bahçesinin nehre doğru inen yamacına koştu. Kraliçe gülümseyerek başını dikişinden kaldırdı, sevgili üvey kızının, ağaçların arasında koşturduğunu, yakışıklı kocasının da onun birkaç adım gerisinde olduğunu gördü. Başını yeniden dikişine çevirdi ve kocasının Elizabeth’i yakalayışını, onu çevirip sinini porsuk ağacının incecik kırmızı kabuğuna yaslayısını ve eliyle kızın yarı açık ağzını kapayışını görmedi.
Elizabeth in gözleri heyecanla simsiyah parladı ve bedeni bu kez cırpınmadı. Kral onun çığlık atmayacağını anlayınca elini kızın ağzından çekip bunun yerine başını eğdi.
Elizabeth adamın bıyıklarının yavaşça dudaklarını yaladığını hissetti, saçlarının ve teninin erkeksi kokusunu duydu. Gözlerini kapattı, başını geriye atarak dudaklarını, boynunu ve göğüslerini o dudakların emrine sundu Keskin dişlerin hafif” hafif tenini ısırdığını fark ettiğinde kıkırdayan o kız çocuğu gitlit yerine şehvetle ilk kez tanışan genç bir kadın geldi.
Adam Elizabeth’in belini yavaşça bırakıp elini boynundaki aralığa, parmağını kumaşın arasından göğsüne kaydırabileceği sımsıkı bağlanmış korseye daldırdı. Kızın göğüs ucu dipdiriydi, tahrik olmuştu; parmağını sürttüğündeyse kız hafifçe inledi. Kadınların bu bilindik tepkisi onu güldürdü, gırtlağının gerisinden hafif bir kahkaha patlattı,
Elizabeth kendini onun vücuduna bastırdı, karşılığında adamın baldırı bacaklarının arasına yaslandı. İçinde bastıramayacağı, hevese bennzer bir his duydu kız. Bîr sonraki adımın ne olabileceğini çok merak ediyordu.
Adam sanki onu serbest bırakırmış gibi geri çekildiğinde kollarını arkadan adama dolayıp onu tekrar kendine çekti Elizabeth. Tom Seymour’ın onun bu kabahatine zevkle gülümsediğini görmese de bunu hissedebiliyordu, adamın dudakları tekrar dudaklarını buldu ve dili. bir kedi gibi özenle, dudaklarının etrafını yaladı. Bu tuhaf hisle birlikte tiksinti ve şehvet arasında bocalarken Elizabeth de onunkiyle buluşması için dilini adamın ağzına kaydırdı ve yetişkin bir erkeğin izinsiz öpücüğünün o korkunç mahremiyetiyle yüzleşti.
Bu kadarı bir anda ona fazla gelmişti, kendini geriye Çekti ama adam kızın fazlasıyla hoppa bir tavırla başlattığı bu dansın ritmini ve bu ritmin artık kızın her bir damarında ağını biliyordu, Izamp sırmalı elbisesinin eteğini yakaladı ve ona ulaşana dek eteği çekti, çekti, ardından tecrübeli ellerini baldırlarına, iç etekliğinin arasına soktu. Kız
içgüdüyle bacaklarını ona kapadı, tabii adam deneyimin verdiği yumuşaklıkla elinin tersini onun saklı mahremiyetine sürtmeye başlayana dek. Parmakların uyaran temasıyla birlikle kız kendini bıraktı; kızın, ellerinin altında çözüldüğünü hissedebiliyordu. Belini iyice kavramamış olsa düşebilirdi. Tom Seymour o an Kral’ın öz be öz kızına. Prenses Elizabethe, Kraliçenin bahçesindeki bir ağacın önünde sahip olabileceğini anladı. Prenses bakire olmasıyla ün salmıştı. Oysaki aslında fahişeden sadece bir gömlek iyiydi.
Patikadan gelen hafif bir ayak sesiyle Elîzabeth’in elbisesini bırakıp onu arkasına, görüş alanının dışına iterek hemen dondu. Kızın yüzündeki şehvet dolu esrime kimsenin gözünden kaçmazdı; arzuyla kendinden geçmişti işte. Gelenin, her gün burnunun dibinde vesayetindekı kızı baştan çıkartarak sevgisine hakaret ettiği kraliçe, yani karısı, üvey kızı Prensesin emanet edildiği kraliçe, yani VIII. Henry’nin olüm döşeğinin başında otururken Tom Seymour’u arzu eden Kraliçe Katherine olmasından korkmuştu.
fakat önündeki patikada duran kişi Kraliçe değildi. Küçük bir kızdı, kocaman, ciddi koyu gözleri, çenesinin altında düğümlenmiş beyaz İspanyol başlığıyla dokuz yaşlarında küçük bir kız. Elinde kitapçının kurdelesiyle bağlı iki kitap vardı ve adama sakın, tarafsız bir ilgiyle bakıyordu, sanki her şeyi görmüş ve anlıyormuş gibi
Sen miydin canım?” diye haykırdı Tom Seymour yapmacık bir neşeyle, “Beni irkilttin. Seni aniden arkamda beliren bir peri sandım
Kız bu hızlı ve gereğinden fazla yüksek sesle gelen karşılığa kaşlarını çattı, sonra kuvvetli bir ispanyol aksanıyla alçak sesle cevap verdi, “Bağışlayın, efendim. Babam bu kitapları Tom Seymoura götürmemi rica etti ve sizin bahçede olduğunuzu söylediler.
Kitapları adama uzattı, Tom Seymour mecburen bir adım öne alıp kitapları kızın elinden aldı. “Sen kitapçının kızısın,” dedi neşeyle. “İspanyol kitapçının kızı.”
Kız onu onaylayarak basını eğdi ama sorgulayan koyu gözlerini adamın yüzünden ayırmadı.
“Neye bakıyorsun öyle, evladım?” diye sordu adam. arkasında telaşla elbisesini düzelten Elizabeth’in varlığını bilerek.
“Size bakıyordum, efendim ama arkanızda feci bir şey gördüm.”
Ne gibi?” diye sordu. Bir an kızın, onu İngiltere Prensesini sıradan bir orospu gibi ağaca yapıştırdığını, eteğini yukarı sıyırıp parmaklarını Prenses’in mücevherine sürttüğünü gördüğünü söyleyecek sandı.
“Arkanızda idam sehpası gördüm,” dedi şaşkın çocuk. sonra döndü ve sanki görevini ifa edip bitirmiş, güneşli bahçede yapacağı başka bir iş kalmamış gibi uzaklaştı.
Tom Seymour hızla zevkten hâlâ titreyen parmaklarıyla saçlarını düzeltmeye çabalayan Elizabethe döndü. Kız hemen kaldıkları yerden devam etmek İsteyerek kollarını ona
uzattı.
Ne dedi duydun mu?”
Elizabeth’in gözleri incecik siyah bir çizgi gibiydi. “Hayır.” dedi yumuşacık bır sesle. “Bir şeyim şöyledir.
Evet, sadece arkamda bir idam .sehpası gördüğünü söyledi! Dişli vurdu çok daha fazla sarsılmıştı Bir kahkaha patlatarak geçiştirmek istediyse de ağzından bir korku Çığlığı fırladı
İdam sehpası lafıyla hiçlikle Elizabeth kulak kesildi Ne? dedi hemen “Neden böyle bir şey. Söylesin?”
“Tanrı bilir.” dedi adam. “Küçük soytarı. Büyük olasılıkla yanlış kelime söyledi, zaten İngiliz değil. Büyük olasılıkla taht demek istedi! Büyük olasılıkla arkamda taht gördü!”
Ancak bu esprisi de diğer martavallarından daha başarılı değildi zira Elizabeth IV ün zihninde tahtla darağacı her zaman yakın komşuydu. Korkudan bembeyaz oldu. yüzünün kanı çekildi.
“Kimdi ki o?” Sesi. gerginliği nedeniyle tiz çıkıyordu. “Kim için çalışıyor?”
Adam çocuğu görmek üzere döndü fakat fundalık bomboştu. Ta ötede karısının yavaş adımlarla onlara doğru yürüdüğü gördü, hamile bedeninin ağırlığıyla sırtı geriye doğru bir kavis çiziyordu.
Tek kelime bile etme sakın,” diyerek çabucak yanındaki genç kıza döndü. “Bununla ilgili tek kelime etmeyeceksin, tatlım. Üvey anneni üzmek istemezsin, değil mi?”
Tom Seymour’ın kızı uyarmasına hiç gerek yoktu. İlk tehlike işaretiyle birlikte Elizabeth toparlanmaya başlamıştı bile, elbisesini düzeltiyordu. Bitmeyen bir oyunun sahnesinde olduğunun, hayatta kalması gerekltiğinin farkındaydı. Tom Seymour kızın ikiyüzlülüğüne her zaman güvenebilirdi Henüz on dört yaşında olabilirdi ama annesinin ölümünden itibaren her gün yalan dolanların içinde büyümüş, tam on iki sene boyunca dalaverelere çıraklık etmişti, Elizabeth bir yalancının kızıydı, hatta iki yalancının, diye geçirdi adam içinden öfkeyle. Kızın arzuları olabilirdi ama şehvete kıyasla, tehlike ya da ihtiraslara karşı her zaman ilaha Klikteydi. Soğuk elini tutup onu fundalığa, karısı Katherine’e doğru götürdü. Yüzüne neşeli bir gülümseme yerleştirdi. Sonunda onu yakaladım,” diye bağırdı.
Etrafına bakındı, küçük çocuğu göremedi. “İnanılmaz bir kovalamacaydı diye haykırdı.
O çocuk bendim ve bu da. Prenses Elizâbeth’i ilk görüşümdü: Arzuyla sırılsıklam, şehvetten nefes nefese, başka bir kadının kocasına kedi gibi sürünürken. Ancak Tom seymour’u ilk ve son görüşüm oldu. Bir seneye kalmadan ihanetle yargılanıp idam sehpasında can verdi ve Elizaheith onunla sıradan bir tanışıklığın ötesinde bir şey paylaşmış olduğunu üç kez inkâr etti.
Kış 1553
Burayı hatırlıyorum.” dedim babama teknede, Thames Nehri’nin yukarısına ilerlerken parmaklıktan ona dönerek. “Baba! Burayı hatırlıyorum! Suya açılan bu bahçeleri, kocaman evleri, Lord’a, İngiliz Lordu’na bazı kitapları götürmemi istediğin günü ve onu bir bahçede Prensesle birlikteyken bulduğumu hatırlıyorum.”
Uzun yolculuğumuz onu çok yormuş olsa da bana gülümsedi. “Öyle mi. çocuğum?” dedi alçak sesle. “O yaz bizim için güzel bir yazdı. Demişti ki…” Durdu. Annemin ismini asla ağzına almazdı, ikimiz baş başayken bile. Önceleri bunu, bizi onu öldürenlerden ve peşimizden gelecek olanlardan korumak için yapıyordu ama şimdi Engizisyondan olduğu kadar hüzünden de korunmak içindi. Ve hüzün peşimizden hiç ayrılmıyordu.
“Burada mı yasayacağız’ diye sordum umutla, nehrin kenarındaki saraylara ve dümdüz bahçelere bakarak. Yıllarca oradan oraya dolandıktan sonra artık bir evimiz olsun istiyordum.
……………
“Kraliçenin Soytarısı” için 4 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap Adı Kraliçenin Soytarısı
- Sayfa Sayısı689
- YazarPhilippa Gregory
- ISBN9944485838
- Boyutlar, Kapak13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviArtemis Yayınları / 2009
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Öldürme Tutkusu ~ Sandra Brown
Öldürme Tutkusu
Sandra Brown
Atlantalı ünlü bir işadamı silahlı soygun sırasında kaza kurşunuyla can verince yanlış zamanda, yanlış yerde bulunduğuna karar verilir. Ama maktulün yakın dostu Julie Rutledge,...
- Gecenin Çobanları ~ Jorge Amado
Gecenin Çobanları
Jorge Amado
“Sınırsız otlağımızda susuzluğu ve açlığı, yalvarışlarla hıçkırıkları, acıların tortusunu ve umudun goncalarını, aşk çığlıklarını ve acı çekenlerin anlaşılmaz sözlerini devşirerek ilerliyoruz ve bunlardan kan...
- Her Şey Senin Uğruna ~ Mary Wine
Her Şey Senin Uğruna
Mary Wine
TOPRAKLARI İÇİN ÖLMEYE HAZIR, ÖFKELİ BİR KUZEY İSKOÇYALI… TORİN MCLEREN BABASININ SEVGİSİNİ HİSSEDEMEDEN BÜYÜMÜŞ BİR GENÇ KADIN… SHANNON MCBOYD Halkına yapılan saldırının intikamım almak...
sonunda mutlu olacağınız bir kitap
Kraliçenin soytarısı kitabının 367. sayfası bikaç satır eksik ”anne diye başlayan satır var sonrası yok acaba bana yazabilir misiniz ?
“Anne”, diye hıçkırığıma boguldum, ardından çenemi sıktım. Buz gibi bir sessizlik oldu içinde Hampton Court’a yol aldik ve muhafizıyla gelen iki mahkûm gibi karşılandık.
Sanki bizi karşılamaya utanıyormuş gibi apar topar arka kapıdan içeri soktular…