Zor zamanlardan geçmiştik hep beraber. Anneler, babalar, kardeşler, eşler ve çocuklar dışarıda, bizler içeride, zor zamanlardan geçmiştik. ‘Ölümden kalıma’ bir hayattı söz konusu olan. Üç yıl boyunca, askeri hastanenin morguna, cezaevinden ölü inşan bedenleri taşınıp durmuştu.Gerçekler ve rivayetler birbirine karışıyordu çoğu kez. Bu dönemlerde görüşe çıkmadığımız zamanlarda, dışarıdakilerin aklına ölümden başka bir şey gelmiyordu.
Ölüm cok kolay gerçekleşiyordu çünkü ve bizden biri hakkında haber alınamayınca, bu kişinin ölmüş olabileceğine dair bir rivayet, bir söylenti cezaevinin kapısında bekleşen kalabalıkların arasında hızla yayılabiliyordu.
Direniş zamanlarında, dışarıdakiler cezaevinin kapısında merak ve endişe içinde bir haber alabilmek için saatlerce, günlerce bekliyorlardı.
Askeri hastanenin morgu ve cezaevi arasında yaşanan korkunç bir bekleyişti bu.
“Sabah sizlerle uyanmayı ve sizlerle beraber kahvaltı sofrasına oturmayı özlemişim. Bir geceyi sabaha kadar okuyarak geçirmeyi ve sabah saatlerinde namaza kalkan annemi böylece hayrete düşürmeyi özlemişim. Güne yeni başladığınız sabahın ilk saatlerinde gidip akşama kadar uyumayı özlemişim. Sarhoş olmayı, sonra da bu sarhoşluk içinde seni kahkahalardan kırıp geçirmeyi özlemişim. Zil zurna sarhoş birini saatlerce dinlemeye kendimi mahkûm etmeyi özlemişim…
Hasretini çektiğim ve özlediğim daha çok şey var tabii. Bir deniz kıyısında sabahları kuş sesleriyle uyanmayı özledim. Diyarbakır’ın sokaklarında turladıktan sonra tatlı bir yorgunluk içinde oturacağım bir kadayıfçıda peynirli kadayıf yemeyi özledim. Dilan Sineması’nın yazlığında film seyretmeyi, Sino’da rakı içmeyi, Dörtyol’da Doşo’dan gazete almayı, alırken onunla hayran olduğu Bülent Ecevit’i konuşmayı özledim… yeni yılda depreşen bu heyecanlarla doluyum şimdi. Bedenim burada, kalbim dışarıda… Burada kendimi misafir gibi görüyorum artık. Bundan sonrası ya başka bir cezaevi olacak ya da özgür kalacağım.”
‘ŞİFRELİ ÇANTA’DA SAKLANAN MEKTUPLAR…
Ölümden Kalıma, 1983 yılı ve sonrasında, Diyarbakır Cezaevi’nden dışarıya yazdığım mektuplardan oluşuyor.
1983 yılının sonuna geldiğimizde olan olmuştu artık ve bu yıla kadar ne mektup yazacak halimiz vardı, ne de böyle bir özgürlüğe sahiptik.
İnsanlığa karşı ağır suçların işlendiği bu mekânda, iki yılın bilançosu dehşet vericiydi ve doğrusu, tutukluların bedenlerini ve ruhlarını çürütmek için başvurulan yöntemler, çok çeşitliydi.
Bu cezaevini hatırladığımda toplama kamplarında Naziler’in Yahudilerin boynuna astıkları levhadaki kelimeler gelir aklıma: leh bin nichts! (Ben bir hiçim!)
Diyarbakır Cezaevi’nde herkes bir hiçti, daha doğrusu bir hiç olmaya ve bir hiç gibi davranmaya zorlanıyor, bir hiç gibi de muamele görüyordu.
Yazmak, bu çürümeye ve hiç olmaya karsı direnişin bir biçimiydi belki.
Sonuçta, üstünde ‘görülmüştür’ damgası basılacak olan mektuplar yazmanın bile, insanı bu çürümeye karşı koymanın gerekliliğine inandıran rahatlatıcı bir yanı vardı çünkü.
Çürümemek, onurumu, insanlığımı zalimlerin elinden çekip almak için. ben de uzun bir donem yazıya, yani mektuplara sığındım ve fırcat buldukça, izin verildikçe dışa n ya mektup yazdım.
Kitapta yer alan «in mektupta do okuyacağınız gibi tahliyeme çok az bir şiire kula, aldığım bir disiplin cezası nedeniyle ‘mektup yasaklısı’ oldum ve bu tarihten sonra yazmayı bıraktım.
Mektup yazma özgürlüğü başlayıncaya kadar, üç yıl boyunca kâğıda kaleme dokunamamış, gazete ve kitap okuyamamıştık.
Gardiyanların görünürde ‘hakkımız olduğu için’ satın alıp koğuşa getirdikleri günlük gazeteler, koğuşun kapısına yakın duran bir masanın üstüne bırakırlardı.
Cebimizden çıkan parayla satın alınan bu gazeteler bir gün ve bir gece boyunca, koğuşumuza misafir olur ve sonra da bu misafir gazeteler’ sabah olunca. yeni gelen gazete tomarıyla yer değiştirirdi.
Değil okumak, onlara dokunamazdık bile.
Bir gazetenin sessizlik dolu bir yerde, sayfalan birer birer çevrildiğinde duyulan o hoş ve güzel sesi duyamadan. gazeteler, hüzünlü bakışlarımız arasında sabah olunca, gardiyana teslim
Kısacası bu cezaevinde, her şey, hayatın her anını zulmün bir parçası haline getirmek için tasarlanmıştı.
Ve doğrusunu söylemek gerekirse, hayat burada, insana, bilmez tükenmez soğuk bir kış mevsimini hatırlatıyordu.
İçimizi kanatan, yüreğimizi burkan, bizi iliklerimize kadar donduran bir kış mevsimi…
Ama hiçbir kış sonsuza kadar sürmez ve türkülerin de anlattığı gibi, kışın sonu ne de olsa bahardır,,,
Mektup yazmak, kâğıda kaleme dokunmak, kitap, gazete okumak; cezaevinde uzun sürmüş; bir kıştan bahara uyanmak gibi bir şeydi tabii.
Mapus yatanlar iyi bilir, bu yasaklar kalktığında, yazmaktan ve okumaktan hoşlananlar için, cezaevindeki hayat daha yaşanılır hale gelir.
Görüşmecinizin getirdiği yeni bir kitabın kokusunu duymanın, insana huzur ve mutluluk veren bir yanı vardır.
Dışardan gelen birkaç romanı okumak, insana hayatın o unutulan inceliklerini, ayrıntılarını ve anlamını yeniden hatırlatabilir; aynı şekilde dışarıya bir tek mektup yazmak bile, tutsaklıktan özgürlüğe uzanan yolda, insanın yüreğini kıpır kıpır duygularla ve yeni bir umutla doldurabilir.
Yalnız olmadığınızın farkına varırsınız birden.
Diyarbakır Cezaevi’nde 1983 Eylül direnişinden sonra, böylesi bir dönem benim açımdan, dört yıl kadar sürdü.
1983’ten 1987’ye kadar.
Ara dönemler olmadı değil, oldu tabii.
Ve bu ara dönemlerin, yani her şeyin eski haline döndüğü dönemlerin en unutulmazı da 1984 Ocak direnişi oldu.
Bu tarihte, koğuşlar basıldı, tutuklulara zorla tek tip elbise giydirildi, insanlar hayatlarını ölüm oruçlarında kaybetti. Kendini asanlar oldu. Yeni gelenlere, ‘geleneksel eğitim programlan’ uygulandı ve eskiye dönüşün bütün emareleri endişe verici bir biçimde yeniden belirmeye başladı.
Henüz yazılmayı bekleyen Diyarbakır Beş No’lu Cezaevi tarihinde, 1984 Ocak direnişi; yol açtığı sonuçlarıyla, meydana gelen ölümlerle ve direniş sırasında uygulanan işkencelerle, bu cezaevinde yaratılan toplumsal hafızanın önemli bir parçasıdır.
Kuşkusuz bu kitapta okuyacağınız mektuplarda, cezaevinde o yıllarda yaşananlar, işkenceler, ölümler, zulmedenler ve zulme uğrayanlar yok.
Bütün bunların yazılıp mektuplarla dışarıya aktarılması imkânsızdı zaten.
Oysa bunu yapabilmek ne müthiş bir şey olurdu!
…
“Ölümden Kalıma & Diyarbakır Cezaevi’nden Mektuplar” için 2 yanıt
Bir yanıt yazın
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı - Anlatı Mektup
- Kitap AdıÖlümden Kalıma & Diyarbakır Cezaevi'nden Mektuplar
- Sayfa Sayısı220
- YazarOrhan Miroğlu
- ISBN9752897717
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviEverest Yayınları / 2010
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Yarim Haziran ~ Can Dündar
Yarim Haziran
Can Dündar
Katran karası bir geceyi haziran bulutlarının arasından yırtarak, avuçlarında kıpır kıpır yıldızlarla odamın penceresini tıklattı dolunay… “Sana samanyolu getirdim” dedi ve bütün gökkubbeyi yeryüzüne...
- Hep Genç Kalacağım ~ Sabahattin Ali
Hep Genç Kalacağım
Sabahattin Ali
İhtiyarlığımda çekilmez bir adam olacağım hakkındaki iltifatına teşekkür ederim. Ama bu tahminin doğru çıkmayacak sanırım. Çünkü ihtiyarlayacağımı kim söyledi. Hep genç kalacağım. Kitapta,...
- Theo’ya Mektuplar ~ Vincent Van Gogh
Theo’ya Mektuplar
Vincent Van Gogh
Vicent Van Gogh, Paris’te bir galeri yöneticisi olan kardeşi Theo’yla dertleştiği mektuplarında, renk tutkusuyla dolu bir ressamın yaşam savaşına ve yaratıcılık uğruna gösterdiği özverilere...
pkk’nın ve kürt sorunun oluşumunu tam olarak kavrayabilmek için okunması gereken bir kitap.
aynen katılıyorum sana biri