Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Görünmez Adam
Görünmez Adam

Görünmez Adam

H.G. Wells

Görünmez Adam, yeni bir yüzyılın eşiğinde bilimsel gelişmelerin insanların hayatlarında ve inanç sistemlerinde büyük değişimlere yol açtığı 1897 yılında yayımlandı. Baştan ayağa sarınıp sarmalanmış…

Görünmez Adam, yeni bir yüzyılın eşiğinde bilimsel gelişmelerin insanların hayatlarında ve inanç sistemlerinde büyük değişimlere yol açtığı 1897 yılında yayımlandı. Baştan ayağa sarınıp sarmalanmış garip bir adam, İngiliz taşrasında bir hana yerleşir ve yöre halkında büyük bir merak uyandıran gizli deneylerine başlar. Ancak bu parlak bilim insanının çalışmaları geriye dönüşü olmayan sonuçlar doğuracaktır. Wells, insanda içkin olan yozlaşma potansiyeline; bilimin kontrolden çıkmasının ve insanın eylemlerinin sorumluluğunu üstlenmek zorunda kalmamasının yol açabileceği tehlikelere işaret eder.

I

Garip Adamın Gelişi

Yabancı, şubatın başlarında, alçaklara yılın son karının yağdığı buz gibi bir kış günü, içe işleyen bir rüzgâr ve dur durak bilmeyen bir karın içinden, anlaşıldığı kadarıyla Bramblehurst1 tren istasyonunun oradan, kalın eldivenli elinde küçük siyah bir valizle yürüyerek çıkageldi. Baştan ayağa sarınıp sarmalanmıştı, yumuşak fötr şapkasının siperi burnunun parlak ucu dışında yüzünü bütünüyle gizliyordu; kar omuzlarını ve göğsünü kaplamış, elindeki valizin üstüne de beyaz bir külah kondurmuştu. Sendeleyerek Coach and Horses’tan2 içeri girdi, bitkin görünüyordu, valizini yere fırlattı. “İnsaniyet namına bir ateş!” diye bağırdı. “Bir oda ve bir ateş!” Barın orada ayaklarını hızla yere vurarak üstündeki karları silkeledikten sonra Bayan Hall’u izleyerek pazarlık etmek üzere konuk odasına geçti. Böyle bir girizgâhın ardından anlaşmaya varmak hiç de zor olmadı, masanın üstüne hızla birkaç altın fırlatıldı ve handaki odasını tutmuş oldu.

Bayan Hall ateşi yaktıktan sonra yemeği kendi elleriyle hazırlamak için onu orada bırakıp gitti. Kışın Iping’e3 bir konuğun gelmesi, üstelik “pazarlıkçının teki” olmaması, insanın başına devlet kuşu konması gibi bir şeydi, o yüzden Bayan Hall böylesi bir talihliliğin hakkını vermek için elinden geleni yapmakta kararlıydı.

Domuz pastırmasını ocağa attıktan ve miskin yardımcısı Millie’yi titizce seçilmiş sözlerle azarlayarak gayrete getirdikten sonra örtüyü, tabakları ve bardakları konuk odasına taşıdı ve şatafatlı bir sofra kurmaya koyuldu. Ona arkasını dönmüş, pencereden avluya yağmakta olan karı seyreden konuğunun, ateşin gürül gürül yanmasına karşın şapkası ve paltosunu hâlâ çıkarmamış olmasına çok şaşırdı.

Adam eldivenli ellerini arkasında kavuşturmuştu, dalıp gitmiş gibiydi. Bayan Hall, hâlâ adamın omuzlarını kaplayan karın eriyerek halısına damladığını fark etti.

“Şapkanızı ve paltonuzu alabilir miyim, efendim?” dedi. “Mutfağa bırakayım da bir güzel kurusunlar.”

Adam, arkasına dönmeden “İstemez,” dedi.

Bayan Hall iyice duyamadığı için sorusunu tekrarlayacaktı ki, adam başını çevirip omzunun üstünden ona baktı ve üstüne basa basa “Çıkarmasam daha iyi,” dedi. Tam o sırada kadın adamın gözünde yanları kapalı kocaman mavi bir gözlük olduğunu, paltosunun yanaklarını ve yüzünü tümüyle gizleyen yakalarından da çalı gibi favorilerin fışkırdığını fark etti.

“Pekâlâ, beyim,” dedi. “Siz bilirsiniz. Oda birazdan ısınır zaten.”

Adamın hiçbir şey demeden başını çevirdiğini görünce de daha fazla üstelememek gerektiğini anlayıp alelacele sofrayı kurdu ve odadan hızla çıktı. Geri döndüğünde adam biraz kamburu çıkık, paltosunun yakaları kalkık, orada hâlâ heykel gibi duruyordu; yüzünü ve kulaklarını tümüyle gizleyen şapkasının aşağıya eğilmiş kenarlarından sular damlıyordu. Bayan Hall yumurtalı domuz pastırmasını göstere göstere masaya bıraktıktan sonra, “Yemeğiniz hazır, beyim,” diye seslendi.

Adam o anda “Teşekkür ederim,” dediyse de kadın kapıyı arkasından kapatıncaya kadar yerinden kımıldamadı. Sonra birden dönüp çabucak masanın başına gitti.

Bayan Hall bar tezgâhının arkasına geçip mutfağa girince düzenli aralıklarla yinelenen bir ses duydu. Çırp, çırp, çırp diye bir kâsenin içinde kaşıkla hızlı hızlı bir şey çırpılıyordu. “Ah, şu

kız yok mu!” dedi kadın. “Benim de tamamen aklımdan çıkmış işte. Bir işi de zamanında yapsa bari!” Kaşığı kaptığı gibi hardalı kendisi karıştırmaya başlarken bir yandan da miskinliğinden ötürü Millie’ye verip veriştirmekten geri kalmadı. Yumurtalı domuz pastırmasını kendisi pişirmiş, sofrayı kendisi kurmuş, her şeyi kendisi yapmış; Millie ise yardımcı olacağı yerde hardalı geciktirmekten başka bir işe yaramamıştı. Hem de handa kalmak isteyen yeni bir konuk gelmişken! Hardalı bir çanağa doldurdu, âlâyıvâlâ ile sarılı siyahlı bir çay tepsisine koydu, içerki odaya götürdü.

Kapıyı hafifçe vurup hiç beklemeden içeriye girdi. Tam o anda konuğu o kadar hızlı bir harekette bulundu ki, kadın masanın ardında gözden kaybolan beyaz bir şeyi göz ucuyla görebildi. Adam sanki yerden bir şey alıyordu. Bayan Hall hardal çanağını usulca masaya bıraktıktan sonra adamın paltosunu ve şapkasını çıkarmış, ateşin önündeki bir iskemleye bırakmış olduğunu fark etti; hemen oraya bırakılmış ıslak botların şöminenin alçak parmaklığını paslandırabileceği korkusuna kapıldı. Kararlılıkla oraya gidip, karşı koyulmasına fırsat tanımayan bir sesle “Onları alıp kurutsam iyi olacak galiba,” dedi.

Konuk, boğuk bir sesle “Şapka kalsın,” dedi; kadın arkasına döndüğünde adamın eğildiği yerden kalktığını gördü, oturmuş ona bakıyordu.

Bir an adama bakakaldı, şaşkınlıktan nutku tutulmuştu.

Adam yüzünün alt bölümünü beyaz bir bezle -yanında getirdiği bir peçete olsa gerekti― örtüyor, ağzı ve çenesi hiç görünmüyordu; sesinin boğuk çıkmasının nedeni buydu. Ama Bayan Hall’u şaşkına çeviren bu değildi. Onu asıl şaşırtan, alnının mavi gözlüğünün üstünde kalan bölümüne beyaz bir sargı sarılmış olmasıydı; kulakları da başka bir sargıyla sarılıydı; pembe, sivri burnu dışında yüzünün hiçbir yeri görünmüyordu. Burnu handan içeri girdiği sırada olduğu gibi parlak, pembe ve pırıl pırıldı. Sırtında koyu kahverengi kadife bir ceket vardı, ceketinin siyah keten astarlı yakasını kaldırarak boynunu kapatmıştı. Çapraz sargıların altından ve arasından dışarıya fırlamış gür siyah saçlar garip birer kuyruk ya da boynuz gibi duruyor, ona ibretin kudreti bir görünüş veriyordu. Bu sımsıkı sargılanmış kafa kadının umduğundan o kadar farklıydı ki, kadıncağız bir an şaşkınlık içinde bakakaldı.

Yabancı, peçeteyi yüzünden çekmedi, Bayan Hall’un yeni ayırdına vardığı kahverengi eldivenli eliyle yüzünde tuttu ve gizemli mavi gözlüğünün ardından kadına bakarak “Şapka kalsin,” dedi beyaz bezin içinden kararlı bir sesle.

Kadın yaşadığı şaşkınlıktan kendine gelir gibi olunca şapkayı yeniden ateşin önündeki iskemleye bıraktı. “Bilmiyordum beyim…” diyecek olduysa da çok utandığı için sözünü bitiremedi. Adam bir kapıya, bir kadına baktıktan sonra, “Teşekkür ederim,” dedi soğuk bir sesle.

Kadının, “Bunları hemencecik bir güzel kuruturum beyim,” demesiyle giysileri kaptığı gibi odadan çıkması bir oldu. Ama kapıdan çıkarken adamın beyaz sargılar içindeki kafasına ve mavi gözlüğüne bakmadan da edemedi; adam peçeteyi hâlâ yüzünden çekmemişti. Kadın kapıyı arkasından kapatırken hafifçe ürperdi, şaşkınlık ve telaşı yüzünden okunuyordu. “Bir yaşıma daha girdim,” diye mırıldandı. “Vay anam!” Usulca mutfağa gitti, kafası o kadar karışmıştı ki Minnie’ye ne işler karıştırdığını sormak aklına bile gelmedi.

Konuk oturduğu yerden kadının uzaklaşan ayak seslerine kulak verdi. Pencereye kuşkulu bir bakış attıktan sonra peçeteyi yüzünden çekti ve yemeğe kaldığı yerden devam etti. Bir lokma alıp pencereye bir kez daha kuşkuyla baktı, ağzına bir lokma daha attıktan sonra peçeteyi eline alıp yerinden kalktı, pencereye gidip panjuru camın alt tarafını örten tül perdenin üstüne kadar indirdi. Oda yarı karanlığa gömülünce içi rahat etti, yeniden masanın başına, yemeğine döndü.

“Zavallıcık bir kaza ya da bir ameliyat geçirmiş herhalde ya da öyle bir şey,” dedi Bayan Hall. “Ama o sargılar ödümü patlattı doğrusu, olur şey değil!”

Ocağa biraz daha kömür attı, çamaşır kurutma askısını açıp yolcunun paltosunu üstüne serdi. “Ya o gözündeki acayip göz-

lüğe ne demeli! Yüce Tanrım! Sanki kafasına dalgıç başlığı geçirmiş!” Adamın kaşkolunu da askılığın ucuna astı. “O mendili de ağzının üstünden ayırmıyor. Mendili ağzına tutarak konuşuyor!.. Belki ağzından da yaralanmıştır… ne bileyim ben.”

Birden bir şey hatırlamış gibi döndü, lakırdıyı değiştirerek “Üstüme iyilik sağlık!” dedi. “Şu pattesleri soymadın mı hâlâ, Millie?”

Bayan Hall, sofrayı toplamaya gittiğinde, adamın geçirdiği bir kazada ağzının yaralanmış ya da çarpılmış olabileceği düşüncesi güçlendi; çünkü o sırada piposunu içmekte olan adam, kadın odada kaldığı süre boyunca yüzünün alt tarafını örtecek biçimde boynuna doladığı ipek kaşkolu piponun sapını ağzına götürmek için hiç indirmedi. Ama unutkanlıktan değildi bu, çünkü kadın onun için için yanan pipoya baktığını gördü. Sırtını panjura verip oturmuş, yiyip içip, biraz da ısındığından rahatladığı için olsa gerek, yine kısa kısa konuşsa da eski sertliği kalmamıştı. Şimdi ateşin yansımalarından o kocaman gözlüğüne oynak bir kızıllık vuruyordu.

“Bramblehurst istasyonunda birkaç valizim var,” dedikten sonra kadına nasıl aldırtabileceklerini sordu. Bayan Hall yanıt verirken sargılı kafasını kibarca öne eğerek “Yarın mı?” dedi. “Daha çabuk getirtemez miyiz?” Kadının “Hayır” yanıtı karşısında epeyce düş kırıklığına uğramış gibiydi. Emin miydi? Bir arabayla gidip getirecek biri yok muydu?

Bayan Hall yabancının sorularını büyük bir memnuniyetle yanıtlamakla kalmadı, sohbeti koyultmaya da kalktı. Araba isteğiyle ilgili soruyu “Oralarda yol çok dikleşiyor, beyim,” diye yanıtladıktan sonra laf arabadan açılmışken, “Bir yıldan fazla olmuştur herhalde, o yolda bir fayton devrildi,” dedi. “Bir beyefendiyle arabacısı oracıkta can verdi. Kaza geliyorum demiyor, beyim, öyle değil mi?”

Ne ki, konuğun ağzı kilitliydi sanki. Arkası görünmeyen gözlüğünün ardından kadına sessizce baktıktan sonra kaşkolunun arasından “Öyle,” demekle yetindi.

“Ama insan kolay kolay iyileşmiyor, beyim, öyle değil mi?.. Kız kardeşimin oğlu Tom tırpanla ot biçerken tirpanın üstüne düşüp kolunu kesmişti de kolu üç ay sargıda kalmıştı beyim, iki gözüm önüme aksın! İster inanın, ister inanmayın beyim, o gün bugün ne zaman tırpan görsem yüreğim yerinden oynar.”

Adam “Anlıyorum,” dedi.

“O kadar kötüydü ki, bir ara kolunu amaliyat etmek zorunda kalcaklarından bile korkmuştu, beyim.”

Adam birden kahkahayı patlatacak gibi olduysa da dudaklarını ısırarak kendini tuttu. “Ya, demek öyle!” demekle yetindi.

“Öyle, efendim. Ona bakmak zorunda olanlar için hiç de gülünecek bir durum yoktu. Kız kardeşim çocuklarından başını alamadığı için her şey benim üstüme kaldı beyim. Sargıları sar, sargıları çıkar, kolay iş mi? Haddimi aştımsa kusura kalmayın, beyim…”

Yabancı damdan düşercesine, “Bana birkaç kibrit bulsana,” dedi. “Pipom söndü.”

Bayan Hall öyle kaldı. Kendisine bir şey anlatılırken adamın bu yaptığı kabalıktan başka bir şey değildi. Kadın bir an şaşkınlık içinde öyle kaldı, ama aklına o iki altın gelince gitti, kibritleri getirdi.

Kibritleri masaya bırakırken, adam “Eyvallah,” diye kestirip attı ve arkasını dönüp yeniden pencereden dışarıya bakmaya başladı. İnsanın tadını fazlasıyla kaçıran bir durumdu. Adam belli ki ameliyatlar ve sargılar konusunda duyarlıydı. Yoksa Bayan Hall “haddini aşmış” değildi. Ama adamın küçük düşürücü tavrı kadının canını sıkmış, Minnie de böylece bütün öğleden sonra bunun sefasını sürmüştü.

Konuk saat dörde kadar odadan çıkmamış, bu süre boyunca kimse içeriye girmeye cesaret edememişti. Adam uzun süre sessizce oturmuş, anlaşılan gittikçe karanlığa gömülen odada ateşin karşısında piposunu tüttürmüş, belki biraz kestirmişti.

Merak edip de kulak verenler bir iki kez şöminedeki korları karıştırdığını duymuşlardı, beş dakika kadar da odayı arşınladığı duyulmuştu. Arada sırada kendi kendine konuşuyordu sanki. Sonra da koltuğun gıcırdadığına bakılırsa yeniden yerine oturmuştu.

II

Bay Teddy Henfrey’nin İlk İzlenimleri

Saat dörtte hava iyice kararmıştı; Bayan Hall odaya girip konuğuna çay isteyip istemediğini sormak için bütün cesaretini toplamaya çalışıyordu ki saatçi Teddy Henfrey bardan içeri girdi.

“Şu halime bakın, Bayan Hall!” dedi. “Bu feci havada incecik botlarla perişan oluyor insan!” Dışarıda kar iyice azıtmıştı.

Bayan Hall ona hak verdi, ama çantasının yanında olduğunu görünce, “İyi ki geldiniz Bay Teddy,” dedi, “konuk odasındaki eski saate bir göz atarsanız çok sevinirim. Çalışmasına çalışıyor, kuş gibi de şakıyor; ama akrep altıda takılıp kaldı.” Henfrey’nin önüne düştü, konuk odasının önüne gelip kapıyı tıklattı ve girdi.

Kapıyı açtığında konuğunun ateşin karşısındaki koltukta oturduğunu gördü; uyukluyor gibiydi, sargılı başı yana düşmüştü. Odanın içindeki tek ışık şömineden gelen kızıl parıltıydı; adamın gözlerini karşıdan gelen demiryolu sinyalleri gibi aydınlatıyor, ama yüzünün alt tarafını karanlıkta bırakıyordu; solmaya yüz tutmuş gün ışığı da açık kapıdan içeriye vuruyordu. Yarı karanlıkta odadaki her şey kızıla çalıyor, bardaki lambayı az önce yaktığı için gözleri kamaştığından Bayan Hall’a belli belirsiz görünüyordu. Ama bir an için kadına karşısındaki adamın ardına kadar açılmış kocaman bir ağzı -sanki yüzünün alt tarafını olduğu gibi yutmuş, faraş kadar, akla zarar bir ağzı— varmış gibi geldi. O beyazlara sarılı kafa, o ürkünç gözlük ve gözlüğün altındaki o dipsiz boşluk karşısında bir an böyle bir hisse kapıldı. Tam o sırada yabancı kımıldadı, koltuğunda doğrulup elini kaldırdı. Kadın oda biraz daha ışık alsın diye kapıyı ardına kadar açınca adamı daha iyi görebildi; daha önce peçeteyle örttüğü yüzünü bu kez kaşkolla kapatmıştı. Odaya vuran gölgelerin kendisini yanıltıyor olabileceğini geçirdi aklından.

O bir anlık şaşkınlıktan sıyrıldıktan sonra “Beyim,” dedi, “izniniz olursa bu adam bi gelse de şu saate bi göz atsa.” Adam elini ağzına tutarak uykulu bir sesle “Saate bir göz mü atacak?” dedikten sonra uykusu biraz açılmış gibi, “Tabii ki,” diye ekledi.

Bayan Hall bir lamba getirmeye gidince adam yerinden kalkıp gerindi. Lambanın gelmesiyle içeriye giren Bay Teddy sargilar içindeki adamla karşılaşınca, kendi deyimiyle “apışıp kaldı”. Yabancı, o kopkoyu gözlüğünün ardından, Bay Henfrey’nin o çok çarpıcı deyimiyle “istakoz gibi” bakarak, “Tünaydın,” dedi.

“Umarım sizi rahatsız etmiyoruzdur,” dedi Bay Henfrey.

“Yok efendim,” dedi yabancı. Sonra da Bayan Hall’a dönerek. “Ama yine de bu odanın özel olarak bana ayrıldığını sanıyorum,” dedi.

Kadın, “Beyim, düşündüm de, siz de saatin…” diyordu ki, yabancı, “Tabii ki, tabii ki,” diye sözünü kesti, “yine de çoğunlukla yalnız kalsam ve ikide bir rahatsız edilmesem iyi olur.”

Bay Henfrey’nin biraz duraksadığını görünce de, “Ama saate göz atacak olmanıza doğrusu sevindim,” dedi. “Hem de çok sevindim.” Aslında Bay Henfrey gerçekten de özür dileyip odadan çıkmaya niyetlenmişti, ama adamın bu olumlu tutumu yüreğine su serpti. Yabancı sırtını şömineye verip ellerini arkasında kavuşturdu. “Saat tamir edildikten sonra bir çay içsem iyi olacak,” dedi. “Ama tamir bitmeden gelmesin.”

Bayan Hall, Bay Henfrey’nin önünde küçük düşmek istemediği için bu sefer konuşmayı uzatmadan odadan ayrılıyor-

du ki, konuğu Bramblehurst’teki bavullarını getirtmek için bir girişimde bulunup bulunmadığını sordu. Kadın konuyu postacıya açtığını, posta arabasının bavulları ertesi sabah getireceğini söyledi. “Daha erken getiremeyeceklerinden emin misin?” dedi adam.

Bayan Hall, bu kez kayıtsızlığını çok belli ederek emin olduğunu söyledi.

“Geldiğimde gerçekten çok üşümüş ve bitkin düşmüştüm, o yüzden deneysel bir araştırmacı olduğumu söylemedim,” diye ekledi yabancı.

Bundan çok etkilenmiş görünen Bayan Hall “Ya, sahi mi, beyim?” demekten kendini alamadı.

“Aygıtlar, araçlar bavulumda kaldı.”

“Hiç şüphem yok, çok yararlı aletlerdir beyim,” dedi Bayan Hall.

“Pek tabii araştırmalarıma bir an önce yeniden başlamak için sabırsızlanıyorum.”

“Tabii, beyim.”

Adam biraz düşüp taşındıktan sonra, “Iping’e gelmemin nedeni yalnız kalmak istemem,” diye devam etti. “Çalışırken rahatsız edilmek istemiyorum. Çalışmalarımın yanı sıra bir de kaza geçirdim…”

Bayan Hall “Tahmin ettiğim gibi,” dedi içinden.

“…o yüzden bir köşeye çekilmem gerekiyor. Gözlerim bazen o kadar zayıf düşüyor, o kadar ağrıyor ki kendimi bir odaya kapatıp saatlerce karanlıkta kalmam gerekiyor. Her dakika değil tabii, bazen. Şu anda öyle bir durum yok. Ama öyle durumlarda en küçük bir rahatsızlık, birinin odaya girmesi bile beni mahvediyor, sinirlerimi ayağa kaldırıyor. Bunun bilinmesinde fayda var.”

“Merak etmeyin efendim,” dedi Bayan Hall. “Ama haddimi aşmak gibi olmazsa bir şey soracaktım…”

“Bence burada bırakalım,” dedi yabancı sesini yükseltmeden kesip atarak. Bayan Hall böylece sorusunu da, adamın duygularını paylaşmayı da daha uygun bir zamana bıraktı.

Bay Henfrey’nin dediğine bakılırsa, Bayan Hall odadan çıktıktan sonra adam şöminenin önünde durup saat tamirini izlemeye başladı. Bay Henfrey akreple yelkovanı çıkarmakla kalmamış, saatin aksamını da sökmüştü; elinden geldiğince yavaş, sessiz, gürültü etmeden çalışmaya özen gösteriyordu. Lambayı yanına çekmişti; yeşil abajurdan ellerine, saatin çerçevesine, dişlileriyle çarklarına parlak bir ışık vuruyor, odanın geri kalan bölümü gölgede kalıyordu. Başını kaldırıp baktığında gözlerinde renkli yansılar geziniyordu. Çok titiz biri olduğundan hiç gerekmediği halde saatin bütün aksamını sökmüştü, ama asıl niyeti odada daha uzun kalmak, belki de yabancıyla sohbet etmekti. Oysa yabancı orada hiç konuşmadan put gibi duruyor, bu da Henfrey’yi illet ediyordu. Kendini odanın içinde yapayalnız hissetti, başını çevirip baktı, yarı karanlığın ortasında o sarılıp sarmalanmış kafayı gördü; adam önünde puslu yeşil beneklerin uçuştuğu o kocaman mavi merceklerin arkasından dosdoğru kendisine bakıyordu. Henfrey çok tedirgin olmuştu, bir dakika kadar boş gözlerle birbirlerine baktılar. Çok geçmeden Henfrey yeniden başını önüne eğdi. Çok zor bir durumdu! İnsan bir şey söyleme gereğini duyuyordu. Havanın mevsime göre çok soğuk olduğunu mu söyleseydi acaba?

Sanki sözü hedefini bulsun diye başını kaldırıp yukarıya bakarak, “Hava da…” diyecek oldu.

“Bitir işini de çık git,” dedi kaskatı duran karaltı; besbelli öfkesini güç bela bastırıyordu. “Tek yapacağın şu akrebi miline oturtmak. Uzattıkça uzatıyorsun işi…”

Bay Henfrey, “Tabii, efendim; az kaldı. Kusura bakmayın…” dedi ve işini bitirip odadan çıktı.

Ama oradan ayrılırken öfkesi burnundaydı. Eriyen karların arasından köyüne doğru bata çıka ilerlerken, “Lanet olsun!” diye söyleniyordu. “Biri de arada sırada el atmalı bu saate, değil mi ama.”

Kendini tutamadı: “Surat değil mahkeme duvarı! Adam umacı gibi!”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Ay’da İlk İnsanlar ~ H.G. WellsAy’da İlk İnsanlar

    Ay’da İlk İnsanlar

    H.G. Wells

    H. G. Wells, bugün bir “bilimkurgu klasiği” olarak kabul edilen 1901 tarihli Ay’da İlk İnsanlar’da, iki İngilizin Ay yolculuğunu anlatırken, emperyalizmi hedef alır. Meteliksiz...

  2. Görünmez Adam ~ H.G. WellsGörünmez Adam

    Görünmez Adam

    H.G. Wells

    “Bu çılgın deneyi yapmadan önce binlerce avantaja sahip olacağımı hayal etmiştim. O akşamüstü hepsi hayal kırıklığına dönüşmüş gibiydi. Bir insanın arzulayabileceği şeylerin en iyilerini...

  3. Doktor Moreau’nun Adası ~ H.G. WellsDoktor Moreau’nun Adası

    Doktor Moreau’nun Adası

    H.G. Wells

    Wells’in öncü niteliğindeki bilimkurgu klasiği Doktor Moreau’nun Adası yayımlandığı günden beri “sarsıcı” etkisinden hiçbir şey yitirmedi. Bilimsel yöntemlerinin doğuracağı sonuçlar konusunda hiçbir sorumluluk hissetmeyen...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Ripley Karanlıkta ~ Patricia HighsmithRipley Karanlıkta

    Ripley Karanlıkta

    Patricia Highsmith

    “Tom, bir şey yapılacaksa burada yapılması gerek, diye düşündü. Yeterince planlamamıştı oysa; hiçbir şey tasarlamamıştı. Kımılda, dedi kendi kendine, davran hadi! Yine de, ağır...

  2. Seçilmiş Şampiyon – Girdap Günlükleri İkinci Kitap ~ Elise KovaSeçilmiş Şampiyon – Girdap Günlükleri İkinci Kitap

    Seçilmiş Şampiyon – Girdap Günlükleri İkinci Kitap

    Elise Kova

    Kaderine Koşan Bir Prenses Herkesi Tehdit Eden Bir Karanlık Zamanını Bekleyen Düşmanlar Vi Solaris, hayatı boyunca hasretini çektiği ne varsa elde etmek üzereydi. Ailesine,...

  3. Bir Soru Bir Aşk ~ David NichollsBir Soru Bir Aşk

    Bir Soru Bir Aşk

    David Nicholls

    BİR KADIN BİR ERKEKTE ASLINDA NE ARAR? Brian Jackson üniversiteye büyük umutlar, hedefler ve gizli bir de arzuyla gelmiştir: Üniversiteler Düellosu‘na katılmak. Şimdi bu...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur