Darbeler, sürgünler, ölen arkadaşlar, gurbetteki oğlu için her Allah’ın günü Babıâli Yokuşu’nu tırmanan bir anne, yazar olma serüveninin her anını annesiyle paylaşan oğul, ikisini birleştiren ve ayıran şehirler, yün örgüsü kazaklarla paketlenen dergiler, kitaplar, Babıâli dedikoduları, Paris’in sökülen kaldırımları, grevler, sıkılan yumruklar ve aşklar…
Nedim Gürsel’in annesine yazdığı mektuplarda, yalnızca bir yazarın yetişme sürecine değil, 1960’lardan 80’lerin ortalarına kadar Türkiye’nin toplumsal tarihine de tanıklık edeceksiniz.
Bu mektuplar posta kutunuza gelmişçesine “sizin” olan mektuplar…
“Sevgili anneciğim,
Birden sizlere yazmak istedim. Odamda sabaha karşı yalnızım. Çalışıyorum. İstanbul’da, kitaplar, izmaritler, yazılmamış beyaz kâğıtlar, müsveddelerle dolu odamdayken, dışarıda sabah olurdu. Bu şehirde yaşadığım sıcak bir geçmişi yeniden kurmak gittikçe güçleşiyor. Türkiye’de 1971 yılında genç olmamın sorumluluğunu devrimci dostlarımla paylaşamadım. Öyküler yazıyordum, belki iyi, değişik bir başlangıç yapmıştım ama yazarlık serüvenim de yarım kaldı. Sanki yıllardır burada, Paris’teki odamın, üstüme yıkılacakmış gibi duran renksiz duvarları arasında yalnız yaşıyorum. Arada bir içimden anlatılması güç, güzel bir coşku geçiyor. Uzun, yeni bir öyküye başladığımı düşünüyorum.”
*
ANAMA MEKTUP
“Canım anacığım, işte sis iniyor,
setlere çarpa çarpa akıyor Naviglio,
ağaçlar şişiyor sulardan, kardan yanıyor;
üzgün değilim Kuzey’de: kendimle
uzlaşmış değilim, beni bağışlamasını
beklemiyorum kimsenin, pek çokları
gözyaşı borçlu bana,
insan nasıl borçlanırsa insana.
Biliyorum iyi olmadığını, anaları gibi
bütün ozanların yoksul, uzaklardaki oğullarına
duydukları sevgice doğru yaşadığını.
Bugün benim sana yazan.”
Çok şükür, diyeceksin, iki satır olsun yazmış
sırtında kısacık ceketi, cebinde birkaç şiir,
gece yarısı kaçıp giden o bizim deli oğlan.
Zavallıcık, öyle temiz ki yüreği,
belki de bir yerlerde öldürüverecekler bir gün.
“Unutmadım elbette, nasıl çıktığımı yola,
saksağan, okaliptüs, tuzla dolu ırmağın,
Imera’nın ağzında, portakal, badem yüklü
o yavaş tirenlerin külrengi istasyonundan.
Sağlığını diliyorum şimdi yürekten,
kendi yumuşak alaycılığını
iliştirdiğin için dudaklarıma.
Acıdan, ağlamaktan o gülüş korudu beni.
Ne çıkar şimdi senin için, senin gibi bilmeden
bekliyen herkes için
dökecek birkaç damla yaşım varsa gözümde.
Ah iyi yürekli ölüm, ne olur dokunma sakın
mutfağın duvarında işleyen saatimize,
bütün çocukluğum geçti yüzünün minesinde,
boyalı çiçeklerinde: dokunma yaşlıların
ellerine, yüreklerine. Belki karşılık verir biri.
Ey utancın ölümü, acımanın ölümü.
Hoşçakal, canım, hoşçakal, benim canım
anacığım.”
Salvatore Quasimodo (1901-1968)
Çeviren: Cevat Çapan,
Çin’den Peru’ya Dünya Şiiri,
İstanbul: Sözcükler, 2018.
27 Mart 1960, Çarşamba
Sevgili anneciğim,
Mektubunu aldım. Çok sevindim, sene sonu yaklaştı, çok çalışıyorum, hele matematikle geometri en sevdiğim ders. Tabii öbür derslerime de çok çalışıyorum. Derslerim dolayısıyla Akhisar’a bir türlü mektup gönderemedim. Benden yazdığım bazı şiir ve hikâyelerimi yollamamı istemişsin. Sınıfta beğenilen ve hayvanları koruma cemiyetine gönderilen hikâyem öbür sayfada. Fakat onu yazmak için de epeyce uğraştım. Gönderdiğim temize çekilmiş şekli. Altta da en son yazdığım şiiri gönderiyorum.
BARBAROS
Dalgalanırken albayrak mavi göklerde
Dolaşır Barbaros enginlerde
Dizilmiş kıpkızıl ufuklara bir donanma
Vermiyor aman Andrea Dorya’ya
✽✽✽
Türk milletinin şanı şerefi
Albayrağın dalgalandığı iki yüz parça gemi
En öndeki almış içine Hayrettin’i
Beliriyordu Preveze ufkunda.
✽✽✽
Pupa yelken almış yolunu
İlerliyor Preveze’ye doğru
Kahraman leventlerin gür sesi bulutlu semalardan yükseliyor
Allah’a doğru
Dalgaların çiçekli bir bahar havasına kavuştuğu sırada.
Canlanır gözümün önünde acı bir hatıra
Barbaros’un türbesi üstünde
Albayrağımız dalgalanır şerefle şanla.
KARABAŞ
Rüzgârın yüzümü hafif hafif okşadığı sabahlar, pencereden baktığım zaman rüzgârda son sıvası da sallanan bir kulübe gözüme çarpar.
Bu köhne, iki üç tuğlanın bence önemi çok büyüktür. Çünkü, bu yıkık kulübede hazin bakışlarımın arasında bir hayal canlanır. Bu hayal fedakâr ve sadık köpeğim Karabaş’ın hayalidir. Ondan yadigâr kalan bu tuğlaları, iki gözüm gibi saklar ve korurum. Karabaş’ı bulduğum günü unutamam. Güneşin, mavi gökte parladığı bir ilkbahar sabahı idi. Çiğ taneleri yeşil çimenler üzerinde inci gibi parlıyordu. Çarşıdan dönüyordum. Bu sırada, biraz ilerde, çocukların bağırmalarını duydum. Merak edip o tarafa doğru yürüdüğüm zaman, acı bir manzara ile karşılaştım. Islak çimenlerin üzerine uzanmış ufak, siyah başlı bir köpek yavrusu gördüm. Adeta deri ve kemikten ibaretti. Kuyruğunu bacaklarının arasına almış, gözlerinin feri sönmüş, solumaktan yorulmuş bir vaziyetteydi. Kulak ve başında nokta nokta keneler görülüyordu. Çocuklar taş atıyorlar, kuyruğundan çekiyorlar, hayvancağıza nasıl eziyet edeceklerini bilemiyorlardı. Nihayet dayanamayarak, elimdeki fileyi bıraktım ve köpeğin üzerine atıldım. Avazım çıktığı kadar “Yapmayın çocuklar, acıyın bu zavallıya!” diye bağırıyordum. Onlar gülerek, “Bu uyuz köpeği ne yapacaksın” diye alay ederlerken, ben köpeği elime almış, koşar adımlarla oradan uzaklaşmaya çalışıyordum.
Karabaş’ı eve getirdiğim zaman bütün ev halkı şaşırmıştı. Küçük kardeşim, bu tontonu nereden buldun diye bana soruyor, seviniyordu. Anneme ve babama köpeği nasıl bulduğumu anlattım. Onları köpeğin evde kalmasına razı ettim. Ertesi gün kardeşimle, Karabaş’a bir kulübe yaptık. Aradan birçok günler geçmiş, Karabaş büyümüş, bize alışmıştı. Eve bir tek yabancı sokmuyordu. Hepimiz ondan memnunduk. Boş zamanlarımızda onunla oynardık. Fakat Karabaş’tan acı bir günde ebediyen ayrıldık. Yine Karabaş’ı bulduğum gün gibi bir gündü. Beraber kır gezintisine çıkmıştık. Yeşil çimenler üzerinde şakalaşarak oynaya oynaya ilerliyorduk. Bu sırada bazı havlamalarla ikimiz de irkildik. Karşıya baktığımız zaman bir köpeğin, bir kız çocuğunu altına almak üzere olduğunu gördük. Karabaş’a tut dediğim zaman Karabaş köpeğin üzerine çoktan atılmıştı bile. Aralarındaki kısa bir boğuşmadan sonra köpek kaçmıştı. Karabaş da çok yorulmuştu. Burnundan kan geliyordu. Aradan günler geçtikten sonra Karabaş’ta bazı acayip haller görülüyordu. Bizi bazen ısırmaya kalkıyor, evden kaçıyordu. Ben yavaş yavaş o köpekten Karabaş’a kuduz geçtiğinden şüpheleniyordum. Bir gün bizim haberimiz yokken evden yine kaçmış. Biz akşamleyin farkına vardık. O gece rahat bir uyku uyuyamadım. İçimden bir his bana Karabaş’ın kaybolduğunu söylüyordu sanki. Ertesi sabah belediyeye gidince acı haberi aldık. Karabaş kuduz olduğundan zehirlenmişti. O zamandan beri belediye memurlarına karşı içimde bir kin beslerim. Ama belki de onlar haklıydılar. Fakat Karabaş’ın acısını unutamam. Ne zaman bir belediye memuru veya küçük bir köpek yavrusu görsem Karabaş’ın hayali gözümün önünde canlanır, onu hazin bir şekilde anarım.
Anne kusura bakma biraz aceleye geldi. Okumakta zorluk çekeceksin.
Ben Balıkesir’deki Kerem’le mektuplaşıyorum. Belki tanırsın. Göz doktoru Niyazi Çalışkan’ın oğlu Kerem Çalışkan.
30 Ekim 1961
Sevgili anneciğim,
Sana çoktandır mektup yazamadığım için üzgünüm. Anne, ben burada çok iyiyim, Balıkesir’den geldiğimden beri iki kilo almışım, sen orada nasılsın, orada kaldığın otel nasıl, manzarası güzel mi, oradan bana çok çok mektup yaz. Herhalde Paris’ten çok memnunsundur. Benim burada notlarım çok iyi gidiyor. Her pazar babam beni ve kardeşimi alarak gezdiriyor, ben burada hayatımdan çok memnunum. Oradan bana yazacağın mektupları benim adresime gönder, arada sırada da Paris’in kartlarını gönder. Orada hiç para biriktirebiliyor musun? Bir defaya mahsus olarak bana Türkiye’de olmayan bir Fransız peyniri gönder. Burada mektubuma son verirken ellerinden öperim.
✽✽✽
Çok sevgili anneciğim ve Sabahat Teyzeciğim, ben siz gittikten sonra öğlene kadar uyudum, öğlenleyin sade şeftali yedim ve ayağa kalktım. Kendimi çok iyi hissediyordum ama biraz başım
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme
- Kitap AdıKavuşmak Hayal Oldu - Anneme Mektuplar
- Sayfa Sayısı512
- YazarNedim Gürsel
- ISBN9786256162921
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar ~ Küçük İskender
Kırık Kadeh Sineması İftiharla Sunar
Küçük İskender
Biz de bir gün büyüyecek ve üst kata çıkacaktık. O kalabalık içersinde masamıza oturacak, çevremizde edebiyatçılara, sanat kokanlara, sanatçı gibi içen, içkiye sanat tadı...
- Hepsi Hikâye ~ Gaye Boralıoğlu
Hepsi Hikâye
Gaye Boralıoğlu
Bir dizi hikâye… Bir dizi-hikâye… Hayatla başa çıkmak denen, gittikçe imkânsızlaşan mesleği… Temel bir insan hali olarak, ebedi ergen şaşkınlığı… Yanlış anlaşılmanın, kendini anlatamamanın...
- Monröpo Sığınağı ~ Saltıkov-Şçedrin
Monröpo Sığınağı
Saltıkov-Şçedrin
Usta hicivci Saltıkov-Şçedrin’in 1879’da Otoçestvennaya Zapiski’de (Anavatan Notları) yayımlanan yazılardan oluşan bu eseri, 19. yüzyıl Rusya’sının toplumsal yapısına dair önemli ipuçları sunar. Saltıkov- Şçedrin...