Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Şeytan’ın Günlüğü
Şeytan’ın Günlüğü

Şeytan’ın Günlüğü

Leonid Nikolayeviç Andreyev

Rusların Edgar Allan Poe’su olarak anılan Leonid Andreyev, insana dair sınırsız hayal kırıklığını, 21. yüzyılda insanlık adına kaybettiklerimizle beraber Şeytan’ın Günlüğü’ne kaydetmiş adeta. Şeytan,…

Rusların Edgar Allan Poe’su olarak anılan Leonid Andreyev, insana dair sınırsız hayal kırıklığını, 21. yüzyılda insanlık adına kaybettiklerimizle beraber Şeytan’ın Günlüğü’ne kaydetmiş adeta.

Şeytan, cehennemde canı sıkıldığı için yalanlar söylemek ve oyunlar oynamak üzere Amerikalı bir milyoner görünümünde dünyayı ziyaret eder. İnsan suretine bürünme konusunda deneyimli sadık uşağıyla Roma’ya uzanan yolculuklarında talihsiz bir kaza sonucu yolları esrarengiz insanlarla kesişir.

Şeytan’ın insana dönüşme serüveniyle elde ettiği deneyimler, insanların iç yüzüne dair gözlemleri, tanık olduğu günahlar, hainlikler, ikiyüzlülükler kendi sınırlarını bile aştığında artık saf ve acınası bir varlık haline gelmiştir, kötülüğün doğası ve insanlık durumu karşısında şaşkınlığa uğrayan Şeytan bu kez de dünyadan kaçış yollarını arayacaktır.

I

18 Ocak 1914
Atlantik gemisinde

İnsan kılığına girip yeryüzünde yaşamaya başlayalı bugün tam on gün oldu. Çok yalnızım. Dosta, arkadaşa gerek duymasam da kendimden söz etmeye ihtiyacım var ama konuşacak kimsem yok. Düşünceler tek başına yeterli değildir, onları söze dökmediğin sürece pek de açık, net ve doğru olmazlar: Düşünceleri asker ya da telgraf direkleri gibi sıraya dizmek, demiryolu gibi döşeyip uzatmak, bu yolun köprülerini ve viyadüklerini, toprak dolgularını ve dönemeçlerini inşa etmek, belli yerlerde duraklarını yapmak gerekir ancak o zaman her şey açıklık kazanır. Onlar, yani insanlar, çok zahmetli bir mühendislik çalışması isteyen bu yola mantık ve tutarlılık diyorlar sanırım, akıllı olmak isteyenler için de zorunlu bir şey; diğerleri için bu yol zorunlu değil, onlar istedikleri gibi ortalıkta dolanabilirler. Her şeyi tek solukta… yani ne demeliyim, bunu nasıl ifade etmeliyim bilmiyorum, her şeyi tek solukta anlamaya, her şeyi tek solukta söze dökmeye alışkın biri için yavaş ilerleyen, zor ve berbat bir iş. İnsanlar, düşünürlere boş yere bu kadar saygı göstermiyor, bu zavallı, bahtsız düşünürlerin ise, dürüst davranıp sıradan mühendisler gibi inşaat sırasında hile yapmadıklarında tımarhaneye düşmeleri boşuna değil. Hepi topu birkaç gündür yeryüzündeyim ama tımarhanenin sarı duvarları ve güler yüzle açılmış kapısı birkaç kez karşımda belirdi Benim de. Evet, son derece zor bir durum ve “sinirler”i hoplatıyor (iyi bir şey bir yandan da!). İnsanların sözlerinin ve mantığının yetersizliğiyle ilgili küçük ve sıradan bir düşünceyi ifade etmek için biraz önce geminin o güzelim kâğıtlarından kim bilir kaçıncısını israf etmek zorunda kaldım… Ya bir de büyük ve sıra dışı bir şeyi ifade etmem gerekseydi? Meraklı ağzını çok fazla açmaman için senin o homurdanan dilinde sıra dışı bir şeyi ifade etmenin mümkün olmadığını peşinen söyleyeyim, ey Dünyalı okurum! Eğer bana inanmıyorsan, en yakın tımarhaneye git ve oradakilere kulak ver: Hepsinin kavradığı, anladığı bir şey vardır ve bunu dile getirmek istemişlerdir… Sense bu devrilmiş lokomotiflerin tekerleklerini havada nasıl cızırdatarak döndürüp durduğunu işitirsin, bu insanların şaşırmış, bozguna uğramış yüzlerinde sağa sola kaçışan çizgileri nasıl zorlukla yerinde tutmaya çalıştıklarını fark edersin. Görüyorum, insan kılığında Şeytan olduğumu öğrenince hemen soru yağmuruna tutmaya hazırsın Beni: Çok ilginç bir şey tabii! Nereden geldim? Cehennemde nasıl bir düzenimiz var? Ölümsüzlük var mı, hatta cehennem piyasasında taşkömürü fiyatları ne durumda? Ne kadar istesem de bu haklı merakını ne yazık ki gideremem değerli okurum. O kıt hayal gücüne pek bir hoş görünen boynuzlu ve tüylü şeytanlarla ilgili o gülünç hikâyelerden birini uydurabilirdim sana ama bu hikâyelerden elinde zaten yeterince vardır ve Ben sana bu kadar kaba, bu kadar bayağı bir şekilde yalan söylemek istemem. Hiç beklemediğin başka bir yerde sana yalan söyleyeceğim ve bu, her ikimiz için de daha ilginç olacak. Peki ya gerçek? Benim adım daha senin dilinde ifade dahi edilemezken gerçeği nasıl söyleyeceğim? Bana Şeytan adını veren sensin ve Ben bu takma adı, başka herhangi bir adı nasıl kabul ediyorsam aynen öyle kabul ediyorum: Varsın, Ben Şeytan olayım. Ancak gerçek adımın tamamen başka bir tınısı var, bambaşka! Gerçek adım sıra dışı bir ses verir ve ben bu sesi senin o dar kulağına, beyninle birlikte kulağını paramparça etmeden sokamam: Varsın Ben Şeytan olayım, konu kapansın. Bundan bizzat sen suçlusun dostum: Zihnindeki kavramlar niye bu kadar az? Zihnin, içi sadece kuru ekmekle dolu dilenci torbası gibi, oysa sana gereken ekmekten daha fazlası. Var olmakla ilgili iki kavrama sahipsin yalnızca: Yaşam ve ölüm. Üçüncüsünü Ben sana nasıl açıklayayım? Sırf sen bu üçüncü kavrama sahip olmadığın için varlığın bütünüyle önemsiz, saçma bir şey oluyor, ayrıca Ben bu kavramı nereden bulup alayım? Artık Ben de senin gibi bir insanım, kafamın içinde senin beynin var, senin köşeli sözcüklerin ağzımın içinde ağır aksak sağa sola çarpıyor, köşeleri batıyor ve Ben, sana Olağandışı’nı anlatamıyorum. Eğer Ben, şeytan diye bir şey yok desem seni kandırmış olurum. Ama Ben, şeytan var desem de seni yine kandırmış olurum… Ne kadar zor, ne kadar saçma bir şey olduğunu görüyorsun dostum! Hatta bundan on gün önce başlayan insanlaşma sürecimle ilgili olarak da sana anlamlı gelecek pek az şey söyleyebilirim. Öncelikle ağzından ateş püskürten, çanak çömlek parçalarını altına, yaşlı adamları yakışıklı delikanlılara dönüştüren ve bütün bunları yaptıktan, bir yığın saçma sapan söz söyledikten sonra yer yarılıp içine giren o sevdiğin kıllı, boynuzlu ve kanatlı şeytanları unut ve senin dünyana geçmek istediğimizde insan kılığına girmek zorunda olduğumuzu aklına yaz. Bunun neden böyle olduğunu öldükten sonra anlayacaksın, şimdilik şunu unutma: Ben şu anda senin gibi bir insanım, Benden iğrenç bir teke kokusu değil, hiç de fena sayılmayacak parfüm kokuları yayılıyor, tırnaklarımın çizeceğinden hiç korkmadan elimi rahatça sıkabilirsin: Tırnaklarımı tıpkı senin gibi kesiyorum Ben de. Peki, bu nasıl mı oldu? Çok… çok basit. Yeryüzüne gelmek istediğimde yerleşmeye uygun bir yer olarak otuz sekiz yaşında milyarder bir Amerikalı olan Mister Henry Wondergood’u buldum ve onu öldürdüm… Pek tabii ki geceleyin ve hiç kimse görmeden. Suçumu itiraf etmiş olsam bile Beni mahkemeye veremezsin çünkü Amerikalı, hâlâ sağ ve seni şu anda saygıyla eğilerek selamlayanlar da ikimiziz, yani Ben ve Wondergood. O Bana sadece ve sadece içine girebileceğim boş bir yer verdi, anladın mı, her şeyi değil yani, lanet olsun! Ne yazık ki, Ben de ancak seni de özgürlüğe götürecek o kapıdan, yani ölüm kapısından geçerek geri dönebilirim. İşte önemli olan bu. Neyse, ileride sen de bir şeyler anlayabilirsin, gerçi bu konularda senin sözcüklerinle konuşmak, koca bir dağı yelek cebine sokmaya ya da Niagara’nın suyunu yüksükle boşaltmaya kalkmak gibi bir şey! Ey sen, Benim sevgili doğa hükümdarım, karıncalara yakın olmak istediğini ve mucizeyle ya da sihir gücüyle bir karıncaya dönüştüğünü, bir yumurta parçasını çeke çeke götüren mini minnacık gerçek bir karınca olduğunu hayal et, işte o zaman birazcık hissedersin eski Benle şimdiki Beni ayıran o uçurumu… hayır, daha da kötü! Sen bir sestin ama kâğıt üzerinde bir nota oldun… Hayır, daha da kötü, daha da kötü, dibini henüz Benim de görmediğim o korkunç uçurumu hiçbir karşılaştırma anlatamayacaktır sana. Belki de bu uçurumun dibi hiç yoktur, ha? Düşünsene, New York’tan yola çıktıktan sonra iki gün boyunca deniz tuttu Beni! Senin gibi kendi pisliğinde sürünmeye alışkın biri için gülünç bir şey bu, öyle değil mi? Pekâlâ, Bana gelince, Ben de süründüm ama bu hiç de gülünç değildi. Sadece bir kez, o da bunun Ben değil, Wondergood olduğunu düşündüğümde gülümsedim ve, “Sallan, Wondergood, sallan bakalım!” dedim. Senin yanıt beklediğin bir soru daha var: Neden yeryüzüne geldim ve böyle elverişsiz bir değişime karar verip her şeye kadir, ölümsüz, hâkim ve hükümdar Şeytan’dan… sana dönüştüm? Olmayan sözcükleri aramaktan yoruldum ve sana İngilizce, Fransızca, İtalyanca ve Almanca, ikimizin de iyi anladığı dillerde yanıt vereyim: Cehennemde… evet cehennemde canım sıkıldı ve yalan söylemek, oyun oynamak için yeryüzüne geldim. Can sıkıntısı nasıl bir şeydir, bilirsin. Yalanın ne olduğunu da iyi bilirsin, tiyatrolarından ve ünlü aktörlerinden yola çıkarak oyun konusunda da bir yargıya varabilirsin. Belki parlamentoda, evde ya da kilisede sen de bazı ufak tefek oyunlar oynuyorsundur, ne dersin? O zaman oyundan alınan hazzı da az çok anlarsın. Bir de eğer çarpım tablosunu biliyorsan, bu oyunun heyecanını ve keyfini herhangi çok basamaklı bir sayıyla çarp, işte o zaman aldığım haz, oynadığım oyun anlaşılır. Yoo, daha da fazla! Sonsuza dek oyun oynayacak ve sadece bu oyunun içinde yaşayacak bir okyanus dalgası olduğunu hayal et, işte, şu an camın ardında gördüğüm ve bizim Atlantik’i havaya kaldırmak isteyen şu okyanus dalgası… Bu arada Ben hâlâ sözcükler ve kıyaslamalar arıyorum! Sadece oyun oynamak istiyorum. Şu anda Ben, henüz tanınmayan bir artist, ilk rolünü oynayan biriyim ama istediğim rolü oynadığım zaman en az senin şu Garrick1 ya da Aldridge2 kadar ünlü olacağımı umuyorum. Ben gururlu, onurlu, hatta belki de şöhret düşkünü biriyim… Bir aptaldan bile olsa övgü ve alkış almak isteyeceğin şöhret düşkünlüğünün ne demek olduğunu bilirsin sen de. Dahası, bütün arsızlığımla Ben bir dâhiyim diye düşünüyorum, Şeytan arsızlığıyla bilinir malum, bütün bu kıllı ve boynuzlu düzenbazların oyun oynama ve yalan söyleme konusunda Benden daha kötü olmadıkları cehennemden bıktığımı, epeyce düşük düzeyde kalan pohpohlama ve düpedüz dar görüşlülük saydığım cehennemdeki defne çelenklerinin Benim için yeterli olmadığını düşün. Seninle ilgili olarak da, Dünyalı dostum, akıllı olduğunu, yeterince şerefli olduğunu, gerektiği kadar kuşkucu, sonsuz sanatın sorunlarına karşı duyarlı olduğunu ve bir başkasının oyununu takdir edebilecek kadar iğrenç bir şekilde rol yaptığını ve yalan söylediğini duyardım: Zaten elindeki oyuncu sayısının bu kadar fazla olması da boşuna değildir! İşte Ben de bu yüzden geldim… Anladın mı şimdi? Dünya oyun alanım olacak, en yakın sahnem ise şu anda gittiğim Roma olacak, insanların sonsuzluk ve diğer basit şeyleri ifade ederken derin bir kavram olarak kullandıkları adla bu “ebedî” kent olacak. Henüz belirli bir tiyatro topluluğum yok (Peki sen, sen bu topluluğa katılmak istemez misin?) ama artık dünyanızdaki her şey gibi Benim de tabi olduğum Kader ya da Rastlantı’nın, hiçbir kişisel çıkara sahip olmayan niyetlerimin değerini anlayıp karşıma doğru ortaklar çıkaracağına inanıyorum… Yaşlı Avrupa yetenek açısından ne kadar zengindir! Suratımı boyayarak karşılarına çıktığıma ve yumuşacık cehennem ayakkabılarımın yerine yüksek tabanlı, ağır sahne ayakkabılarını giydiğime değecek yeterince duyarlı izleyiciyi bu yaşlı Avrupa’da bulacağıma da inanıyorum. İtiraf etmeliyim, bazı… evet bazı vatandaşlarımın hiç de başarısız sayılmayacak çalışmalar yaptıkları Doğu’ya gitmeyi düşünürdüm eskiden, fakat Doğu, son derece saftır ve zehre olduğu kadar baleye de eğilimlidir, tanrıları çirkindir, dahası kokarcaları pis kokular salar, karanlığı ve ışıkları, Benim gibi böyle incelikli bir sanatçının bu iğrenç kokulu, daracık, derme çatma panayır tiyatrosuna gitmesine değmeyecek kadar kaba ve parlaktır. Ah dostum, Ben aslında o kadar kibirliyim ki bu Günlük’e de seni hayran bırakma… hatta ve hatta bir sözcük ve kıyaslama Arayıcısı olarak yetersizliğimle bile hayran bırakma niyetimi gizlemeden başlıyorum. Umarım, açık yürekliliğimden faydalanmaz ve Bana inanmaktan vazgeçmezsin. Başka soruların var mı? Ben de oyunu pek bilmiyorum, oyuncuları bir araya getirecek emprezaryo, yani Kader yazacak bu oyunu, başlangıç için Benim mütevazı rolüm ise her şeyini, ruhunu da parasını da vermek isteyecek kadar başkalarını seven bir insan rolü olacak. Bir milyarder olduğumu unutmadın elbette? Benim 3 milyarım var. Çok gösterişli bir temsil için yeterlidir, ne dersin? Bu sayfayı bitirmek için bir ayrıntı kalıyor geriye. Siyah redingotu ve silindir şapkasıyla, ham armudu andıran sarkık burnu ve tıraşlı Protestan papazı suratıyla son derece saygıdeğer bir şahıs olan sekreterim Irwin Toppi de Benimle birlikte seyahat ediyor ve Benim kaderimi paylaşıyor. Cebinden seyahat tipi bir dua kitabı çıkarsa hiç şaşırmam. Benim Toppi de yeryüzüne oradan, yani cehennemden, Benimle aynı şekilde geldi: O da insan kılığına girdi, galiba oldukça da başarılı oldu, alçak herif sallantıdan hiç etkilenmiyor. Bu arada deniz tutması için birazcık da olsa insanda akıl bulunmalı, Benim Toppi ise yeryüzü için bile aptalın dik alasıdır. Ayrıca da kabadır, akıl öğretip durur. Zengin kaynağımızdan neden daha iyi bir hayvan seçmedim kendime diye birazcık pişmanım şu anda ama Beni çeken, onun dürüstlüğü ve dünyayla az da olsa tanışık olmasıydı: Bu yola görmüş geçirmiş bir arkadaşla çıkmak daha hoş olacaktı. Toppi, bir zamanlar, yani epey zaman önce insan suretine bürünmüş ve dinsel düşüncelerle o kadar haşır neşir olmuştu ki Fransisken rahiplerin1 manastırına girmiş, düşünsene! Orada ak saçlı bir ihtiyar olana kadar yaşamış ve Keşiş Vincent adıyla huzur içinde ruhunu teslim etmişti. Külleri inananlar için bir saygı nesnesi haline gelmişti. Aptal bir Şeytan için hiç de fena sayılmayacak bir kariyer! Şimdi Benimle birlikte tekrar geldi ve tütsü kokusu aldığı her yeri kokluyor: İflah olmaz bir alışkanlık! Sen seversin muhtemelen onu. Şimdilik bu kadar yeter. Hadi git, dostum. Yalnız kalmak istiyorum. Sahneye çağırdığım şu dümdüz, tatsız yansıman Beni kızdırıyor ve Ben yalnız kalmak istiyorum ya da sadece Bana bedenini veren ve Beni bir şekilde dolandıran şu Wondergood’la baş başa kalmak istiyorum. Deniz sakin, lanet olası önceki günlerde olduğu gibi midem bulanmıyor artık ama yine de korktuğum bir şey var. Ben, korkuyorum! Beni korkutan şey, adına gece dedikleri ve okyanusun üzerinde uzanan şu karanlık sanırım: Burası küçük lambaların sayesinde hâlâ aydınlık ama geminin incecik bordasının ötesinde gözlerimin tamamen güçsüz kaldığı zifirî bir karanlık uzanıyor. Bunlar, yani sadece yansıtmayı beceren ama karanlıkta bu acınası becerilerini de yitiren bu aptal aynalar beş para etmez şeyler. Kuşkusuz karanlığa da alışacağım, pek çok şeye alıştım artık ama şu anda iyi değilim ve sadece bir anahtarın dönmesiyle birlikte sonsuza kadar hazır bekleyen bu kör karanlığın çevremi saracağını düşünmek Beni huzursuz ediyor ve korkutuyor. Nereden çıkıp geliyor bu karanlık? İnsanlar, o donuk, küçük aynalarıyla ne kadar da cesurlar, hiçbir şey görmüyorlar ve sadece, “Burası karanlık, ışıkları yakalım!” diyorlar! Sonra ışığı kendi elleriyle söndürüp uyuyorlar. Bu cesur insanları biraz hayretle, doğrusu soğuk bir hayretle inceliyorum ve… hayran kalıyorum. Yoksa korkmak için Benimki gibi çok büyük bir zekâ mı gerekiyor? Bu kadar korkak olan sen değilsin zaten, Wondergood, sen sağlam, görmüş geçirmiş biri olarak bilinirdin hep! İnsan kılığına büründüğüm o ilk dakikayı, kalbimin atışını duyduğum o ilk ânı dehşete kapılmadan hatırlayamıyorum. Bu belirgin, sürekli sayı sayan, ölüm kadar yaşamdan da söz eden yüksek ses, Beni daha önce duymadığım bir korkuyla ve heyecanla şaşkına çevirmişti. Tamam her yere sayaç koyuyorlar da yaşamın saniyelerini bir hokkabazın el çabukluğuyla uğurlayan bu sayacı göğüslerinin içinde nasıl taşıyabiliyorlar? İlk anda bağırmak ve yaşamaya daha alışmadan hemen aşağıya, yeraltına inmek istedim ama Toppi’ye bir göz attım: Bu yeni doğmuş salak, redingotunun koluyla sakin sakin silindir şapkasını siliyordu, kahkahayla gülmeye başladım ve: “Toppi! Fırça!” diye bağırdım. İkimiz de üstümüzü temizledik, göğsümdeki sayaçsa bunun ne kadar sürdüğünü sayıp galiba biraz da ekledi üzerine. Sonra, sayacın sırnaşık tıkırtısını dinlerken, “Yetişemeyeceğim!” diye düşünmeye başladım. Neye yetişemeyecektim? Bunu kendim de bilmiyordum fakat…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıŞeytan’ın Günlüğü
  • Sayfa Sayısı208
  • YazarLeonid Nikolayeviç Andreyev
  • ISBN9789750765162
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2025

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kızıl Kahkaha ~ Leonid Nikolayeviç AndreyevKızıl Kahkaha

    Kızıl Kahkaha

    Leonid Nikolayeviç Andreyev

    Rus dışavurumculuğunun öncülerinden Leonid Andreyev, Kızıl Kahkaha’da savaşın dehşet vericiliğini içeriden bir gözle, derin etki bırakacak bir kesit sunarak ifade eder. İçeriğine ustalıkla uydurulmuş...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Romanov Komplosu ~ Glenn MeadeRomanov Komplosu

    Romanov Komplosu

    Glenn Meade

    BAZI SIRLAR ASLA ÇÖZÜLEMEZ… Dr. Laura Pavlov, 20. yüzyılın en büyük muammalarından birine ışık tutacak bir gizemi çözmek üzeredir. Rusya’nın Yekaterinburg şehrinde yapılan bir...

  2. Altın Kurtlar ~ Roshani ChokshiAltın Kurtlar

    Altın Kurtlar

    Roshani Chokshi

    Yıl 1889. En ihtişamlı günlerini yaşayan Paris birkaç hafta içinde, Avrupa’nın güçlerini ve yeni yüzyılın öncüsü icatları kutlayan devasa bir dünya fuarına, 1889 Exposition...

  3. Eş ~ Jenny OffillEş

    Jenny Offill

    Başlangıçta yeterince genç, yeterince sersemdirler; kendilerinden ve birbirlerine olan aşklarından emin. Belirsizlikler bile heyecan vericidir. Evlenirler, çocukları olur ve aile hayatının olağan afetleri onları...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur