Ona göre dünyaya ilk gelişim değildi bu, daha önceki gelişlerimde hayatıma karışan insanları görüyordum. Hemen küçük bir test yapmıştı: Rüyamda uçtuğumu görüyor muydum? Görüyor ama kollarımı kanat gibi çırpmıyordum, kuşlarınkine benzer bir uçma değildi bu. Önce koşup hız kazanıyor, sonra sıçrayıp dizlerimi büküyor ve havadayken her iki ayağımı bileklerimden tutarak, bir biçimde boşlukta dizüstü durarak, yerden çok da yükselmeden uçuyordum. Tamam işte, demişti, sen daha önce birkaç kez dünyaya gelmişsin, ama bu son, bir daha gelmeyeceksin. Gülmüştüm tabii. İnanmadığımı anlayınca o da gülmüştü. Uyumadan önce kitap okuma alışkanlığını bıraksam iyi olacak.
Karanlığın Rengi, hayata bambaşka bir perspektiften bakanların, yorulanların, usananların, düşle gerçeği karıştıranların öykülerini gün yüzüne çıkarıyor. Öykünün çok da uzakta olmadığını, her şeyin hemen yanı başımızda olup bittiğini gözler önüne seren Cemil Kavukçu, okuru yine bir anda o tanıdık, yalın ve heyecanlı dünyaya ortak ediyor.
*
“İnsan hayatı garip bir yarıştır: Varılacak yer pistin
sonunda değil ortasındadır. Koşarsın ve hedefi
zamanında fark etmeden, bilmeden, belki çoktan
geçmiş olursun ve onu bir daha asla göremezsin.
O zaman, koşmaya devam edersin.”
Milorad Pavi´c
“Kendini kaybetmenin verdiği sevinç coşku dolu
bir sevinçtir. Kendini kaybetmek kendini
bulmanın tehlikeli bir yoludur.”
Clarice Lispector
İçindekiler
SIRDAŞLAR
Sabah ve Kedi ……………………………………………………… 17
Büyük Sarı Virgül ………………………………………………… 27
Sırdaş…………………………………………………………………. 35
SÜBSİDANS
Karanlığın Rengi ………………………………………………….. 47
Gökkuşağı…………………………………………………………… 55
Köpek ………………………………………………………………… 67
Taş…………………………………………………………………….. 77
Askıda………………………………………………………………… 85
Zehirci……………………………………………………………….. 93
Sırdaşlar
SABAH VE KEDİ
Her sabah, ortalık henüz aydınlanmadan kalkıyorum; yaz kış değişmiyor bu. Mutfaktaki duvar takviminin önüne gidip ispirtolu kalemle bir önceki günün üzerini, “Yaşanmıştır” kaşesi vurur gibi çarpı işareti koyarak çiziyor ve yeni günün tarihine bakarak, işte bir daha yaşanmayacak bir gün başladı, diyorum. Bitenleri takvimin üzerinde ve kafamın içinde siliyorum. Artık anı biriktirmek yok. Eskilerini silemesem de onları uzaklaştırmaya yönelik geliştirdiğim yöntemleri uyguluyorum. Her zaman başarılı olduğumu söyleyemem tabii. Rüyalara yapacak bir şey yok. Başlayan gün içinse akşamdan belirlediğim bir programım olmuyor. Birisine söylesem (kime söyleyeceğim, o da var ya), her sabah yeni başlayan güne “bir daha yaşanmayacak” dediğim için karamsar damgasını yerim hemen. Oysa her şey ortada, zaman akıyor ve o yılın o ayının o günü yirmi dört saat sonra mazi oluyor. Oraya bakarsan saatin yelkovanı da zamanı silerek dönüyor. Gençliğimde böyle şeyler düşünmezdim, yaşla ilgili olmalı. Yine de yılın son iki ayı çocukluğumdan beri sevimsiz gelmiştir; özellikle de kasım, babamın yüzünü ekşiterek dediği gibi, teşrin-i sani. Nedenini bilmezdim ama söyleyiş biçiminden anlayabildiğim kadarıyla babam da sevmezdi bu ayı. “Teşrin” bana hep “teneşir”i çağrıştırırdı, sevdiğim birinin ölüm haberini alacakmışım gibi ayın sonunu zor ederdim. Teşrin-i evvelle bir alıp veremediğim yoktu ama “evvel” sözcüğü de bir felakete hazırlayan ön haberci gibi gelirdi; köprüden önce son çıkış gibi. Teşrin-i sani, canımı fena sıkardı yani. Kasım da kasvet sözcüğünden mi türemiş, ne? Ortaokuldayken sınıfımızda Kasım adında bir çocuk vardı ama ona seslenirken “a” harfini uzatarak, peşine de “ğ” koyarak Kağsım dediğimizden hiç kasvetli gelmezdi.
Gün ağarmaya başlamış olmalıydı ama hava kapalı olduğundan ortalık alacakaranlık. Yağmur yağacak gibi, belki az sonra başlar; ya da yağmaz gökyüzündeki grilik akşama kadar sürüklenir. Kasım ayında böyle kararsız bir güne iç huzuruyla başlamak hiç de kolay değil. Yağmurun sesiyle uyansaydım hemen yataktan çıkmazdım. İçim de bu kadar daralmazdı belki. Aslında yine daralırdı, teşrin-i sani sonuçta. Mutfak penceresinin önünde dikilmiş boş sokağa bakıyorum. Öğrenciler için de işlerine gidecekler için de erken henüz.
Aşağıda bir kedi, karnını yere yapıştırmış, dikkat kesilmiş ve sürünürcesine, çok ağır, benim göremediğim avına doğru yaklaşıyor. Belki ortada av da yok; kurguladığı bir oyunu oynuyor, avcılık yetilerini köreltmemek için bir tür sabah egzersizi. Çok ciddi. Oyun da olmayabilir. Kedilerin asla avlayamayacakları hedefler için bile aynı ciddiyetle dikkat kesilip kıpırdamadan tetikte bekledikleri bir gerçek. Oyunların günlük yaşamlarının bir parçası olduğuna eminim çünkü kaç kez buna tanık oldum ve durup işin nereye varacağını görmek için bekledim. Sonuçta neye dikkat kesildilerse onu avlamak için harekete bile geçmiyorlar. Gözleyen varsa onlarla, yoksa kendileriyle dalga geçiyorlar. Aşağıdaki kedi de böyle sevimsiz ve kararsız bir sabahta kurmuş oyununu. Dış koşulları umursamıyor; teşrin-i evvelmiş, saniymiş fark etmiyor onun için, diğer sabahlardan farkı yok. Belki umursuyor da umursamıyormuş görünmek için oyun oynuyor. Birden pozisyon değiştirdi ve avcılık oyununa son vererek karşı kaldırıma geçti. Adımları çok ciddi, az önceki kedi değil sanki. Pencerenin başında onu izlediğimi fark etmişti de bana bir mesaj mı gönderiyordu? Oyun bitti, herkes işine mi demek istiyordu; yoksa, gizli gizli onu izlediğimi, oyununa burnumu soktuğumu fark etmiş de onun için mi bırakmıştı? Kendini beğenmiş hali tahminlerime bir yanıt gibiydi.
Bu soğuk, puslu kasım sabahında kargalar kedi gibi şakacı değiller, henüz inşaatçıların gazabına uğramamış boş arsadaki ağacın çıplak dallarında toplaşmış, çözümü güç bir sorun için kendi aralarında tartışıyor gibiler. Kim bilir ne zaman uyandılar? Türlerinin en belirgin özelliği de müzmin huzursuzlukları; sürekli kafaları karışık ve birbirleriyle iletişimleri bile kavga eder gibi. Çok ciddiler. Böyle insanlar da var, hatta karga yuvası evler. Yani seninki gibi. Evet, yani benimki gibi. Bir karga yuvasında doğup büyüdüm. Komşular buna alışmıştı da evimizin önünden geçen yabancılar kavga ettiğimizi düşünürdü kesin. Oysa başka türlü konuşmayı bilmezdik, hepsi o. Belki de babamın doğuştan gelen işitme kaybından kaynaklanıyordu bu durum. İyi ki apartman dairesinde değil de bahçe içinde bir evde yaşıyorduk. Anılarımı silmeye başlamadan önce, beni çocukluğuma götürdükleri için severdim kargaları, huzursuzluğu ve gürültüyü anımsattıkları için de sevmezdim. Şimdiyse saygıyla izliyorum onları. Bu hayvanların en sakin oldukları zaman, gün biterken topluca yuvalarına döndükleri saatler olmalı. O zaman bile akılları bir karış havada; kargaları anlamak zor. Böylesi huzursuz ve gerilimli olmalarına karşın uzun yıllar stres altında yaşamaları –dolayısıyla yaşamamız– doğanın bir şakası olmalı. Bir karga, kısacık ama mutlu
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıKaranlığın Rengi
- Sayfa Sayısı104
- YazarCemil Kavukçu
- ISBN9789750765100
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2025
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kız Kardeşler ~ Louisa May Alcott
Kız Kardeşler
Louisa May Alcott
Alcott’un Amerikan Bağımsızlık Savaşı’nın ikinci yarısında yazdığı büyük eseri Küçük Kadınlar’dan derlenen Kız Kardeşler, savaş nedeniyle maddi sıkıntılara düşen ve savaşa katılan babalarından ayrı...
- Benim Babam Sihirbaz ~ Aytül Akal
Benim Babam Sihirbaz
Aytül Akal
Aytül Akal’ın “küçük” aksilikler karşısında bile şakayı bir kenara bırakmayan, kendine özgü yaratıcı yöntemleriyle işleri yoluna sokan, capcanlı ve renkli karakterleri yine karşımızda. Kimin...
- Ustanın Dersi ~ Henry James
Ustanın Dersi
Henry James
Genç yazar Paul Overt, davet edildiği bir kır malikânesinde uzaktan uzağa hayranı olduğu ünlü romancı Henry St. George’la ve ilk görüşte âşık olduğu Miss...