“Sevgilim! (…) Cıgara içmekten vazgeçilebilir mi? Hikâye yazmaktan da, körolası, vazgeçemiyoruz. İşte bir müddettir ben de, elimde cıgara, adam arıyor gibiyim. Ne kadar üstü başı düzgünler, suratı ciddiler, hali azametliler içinde kalmışım ki bir türlü hikâyeme yanaşamıyorum.”
“Dört Zait” adlı hikâyesinden
“Onun dünya nimetlerine dört elle sarılan yaşamak hırsını, şu dünyanın toprağını, suyunu, yemişini ve güneşini yudum yudum tadarken duyduğu yaşama sevincini düşünüyorum da, Sait Faik’siz edebiyat bana kasvetli geliyor.” Sabri Esat Siyavuşgil
Sait Faik Abasıyanık’ın ilk kez 1950’de yayımlanan hikâye kitabı “Mahalle Kahvesi” yeniden gözden geçirilerek yayına hazırlandı.
*
Yazın bu küçük mahalle kahvesinin bahçesine sık sık gittiğim için, karayelin, tipinin çılgınca savrulduğu akşam, içeriye girdiğim zaman yadırganmadım. Kahve sapa bir yerde idi.
Yapraklarını dökmüş iki söğüt ağacı ile üzerinde hâlâ üç dört kuru yaprak sallanan bir asmayı kar öyle işlemişti ki bahar akşamları, yaz geceleri pek sevimli olan bahçenin mora kaçan beyaz bir ışıkla dibinden aydınlık haldeki güzelliğine, girerken şöyle bir göz attığım halde camın kenarına yerleşip de buğuları silince uzun zaman daldım, hem sevdalandım. Bu mor ışık o kadar çabuk koyulaştı ki kahve daha ışıkları bile yakmamıştı. İnce belli çay bardaklarının en güzelini önüme bırakıp giden kahveci:
— Kışın da güzel değil mi, bahçe? dedi. Bahçedeki mavi boyalı kasımpatlarının üzerine birikmiş karları gösterdi.
— Morukların söylenmeyeceğini bilsem ışıkları daha yakmazdım ya, dedi, neredeyse homurdanmaya başlarlar. Kahve ışıklarını yakınca dışarıdaki karın ışığı söndü. İçeriye göz attım. Sekiz kişi ya var, ya yoktu. Küçük kapağının içinden alevler atarak yanan sac sobanın sağ tarafının neredeyse kıpkırmızı kızaracağını biliyor, bekliyordum. Yanımda tavla oynayanlar vardı. Bir zaman onlara daldım. Ara sıra camı silerek alnımı camlara yapıştırıp dışarıyı seyrettim. Evimden çıkınca ortalığın sessizliğini, bu sessizliğe lapa lapa kar yağdığını görmüş, yürümek hevesine kapılmış; ana caddeleri, arkadaş tesadüflerini, malum kalabalık yolları bırakmış, karın daha tez, daha temiz biriktiği, insanların az geçtiği bir semte gitmek üzere tenha tramvaya atlamış, buraya gelmiştim. Ama ben gelirken yarım saat içinde hava değişmiş, karayel kudurmuş, lapa lapa yağan kar, küçücük küçücük soğuk darı taneleri halinde kaynaşmaya başlamıştı. Kahveciye:
— Bugünkü gazete var mı? diye sordum. Elime bir gazete tutuşturdu. Bir taraftan kafamdaki havadislere dalmaya çalışıyor, öte yandan kahveyi dinliyordum. Maişet derdi münakaşalarından öte insanlar bir şey konuşmuyorlardı. Bir ara kahvenin kapısı rüzgârla, bir adamla beraber açılıyor, avuçlarını üfleyerek o adam içeriye dalıyor, sobanın önünde karnını, göbeğini, göğsünü, dizini iyice ısıttıktan sonra bir tarafa ilişiyor, ya kendi kendine hulyaya dalıyor, yahut da bir tavla partisinin iki kişilik eğlencesine, oyuncuların itirazına rağmen, bir üçüncü olarak katılıyordu.
Sedirde oturan ihtiyarların yanına da orta yaşlı, ciddi adamlar gelip oturdu. Benden uzakta idiler. Ne konuştuklarını duyamıyordum ama yüzlerinde hüzünlü bir şeyler vardı. Uzun uzun susuyorlardı. Artık epey bir zamandır kahveye insan gelmediğini fark ettim. Küçücük yuvarlak saat kahveciden yana dönük olduğu için saatin kaç olduğunu kestiremiyordum. Epey bir zaman geçti. Birçok insanlar gitti. Kahveci nihayet saatini benden yana çevirdi. On buçuktu. Öyle bir uyuşukluk içinde idim ki kalkıp gidemiyordum. Gitmek ister gibi kımıldandığımı sezen kahveci:
— Eviniz yakınsa acele etmeyin, dedi. Biz bire kadar açığız. Buradan iyi yer mi bulacaksın?
— Ya? dedim. Bana bir çay daha yap öyleyse…
Bir dilim de limon. Tam bu sırada içeriye birisi girdi. Kaşına kirpiğine kar dolmuş, üstüne beyaz bir ceket giymişti sanki. Gelen adam sobaya doğru yürüdü. Üstünü başını süpürdü. Bir sandalyeye çöktü. Genç, çok genç bir adamdı. Yüzündeki karlar eriyince beyaz, yuvarlak bir yüz meydana çıkmıştı. Kahvede o gelmeden evvel konuşmalar oluyorken o girince herkes susmuştu.
Kenarda tavla oynayanlar da tavlalarını şakırtı ile kapatıp çıkıp gittikten sonra bu sükût büsbütün arttı, uzadı. Genç adama baktım. Bir sandalyenin üzerinde oturmuş, önüne bakıyordu. İhtiyarlar sakin, ciddi, adeta haindiler. Kahveci başını iki eli arasına almış kahve ocağında oturuyordu. On dakika bir mecliste insanların susması korkunç bir şeydir: Dehşetli sükût uzuyordu.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıMahalle Kahvesi
- Sayfa Sayısı104
- YazarSait Faik Abasıyanık
- ISBN9789750804899
- Boyutlar, Kapak 13,5x21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2002
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Menekşe Kokulu Hikayeler ~ Ender Haluk Derince
Menekşe Kokulu Hikayeler
Ender Haluk Derince
“Menekşe Kokulu Kitap!” Hayata Bir Bardak Çay Molası Sevinçlerini Sakın Erteleme Her Yemekten Sonra Şükret Biri Seni Kucakladığında İlk Bırakan Sen Olma… Okurken içinizi...
- Kara Yarısı ~ Mahir Ünsal Eriş
Kara Yarısı
Mahir Ünsal Eriş
Burada bir sokak var. Uzun, ağaçsız ve derin derin uyuyan arabalarla dolu karanlık bir sokak. Birazdan gün, süt mavi örtüsünü sokağın üzerine serecek, evler...
- Tanrı Korkusu ~ Fleur Jaeggy
Tanrı Korkusu
Fleur Jaeggy
“Çiçeklerin sonu insanlardan farklı değildir, çürümekten kurtulamazlar.“ Susan Sontag’ın “harikulade, göz kamaştırıcı, yabani” olarak nitelendirdiği Fleur Jaeggy, Tanrı Korkusu’nda okurun karşısına birbirinden tekinsiz yedi öyküyle...