Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Katlanılmaz Sığırtmaç
Katlanılmaz Sığırtmaç

Katlanılmaz Sığırtmaç

Roberto Bolaño

Latin Amerika Avrupa’nın akıl hastanesi, Birleşik Devletler ise fabrikasıydı. Fabrika şimdi ustabaşıların elinde ve işgüçleri akıl hastanesinden kaçan deliler. Akıl hastanesi, en aşağı altmış…

Latin Amerika Avrupa’nın akıl hastanesi, Birleşik Devletler ise fabrikasıydı. Fabrika şimdi ustabaşıların elinde ve işgüçleri akıl hastanesinden kaçan deliler. Akıl hastanesi, en aşağı altmış yıldır, kendi yağıyla kavruluyor, kendi yağlarını yakıyor.Katlanılmaz Sığırtmaç’ı meydana getiren beş öykü ve iki deneme Arjantin kırsalından Paris’in arka sokaklarına, lağımlarda gezinen fare polislerden Latin Amerika edebiyatının idollerine uzanır.Roberto Bolaño’nun ölmeden haftalar önce yayıncısına teslim ettiği ve ölümünden sonra yayımlanan ilk kitabı Katlanılmaz Sığırtmaç, Şilili yazarın kıvrak üslubunu, referans noktalarını ve zengin düşünce dünyasını sergileyen bir anlatı bütünü.“Bolaño size değiştiğinizi hissettirir; dünyaya bakış açınızla oynar.”The Guardian

İÇİNDEKİLER

Jim ………………………………………………………………………… 15
Katlanılmaz Sığırtmaç ………………………………………………. 18
Farelerin Polisi …………………………………………………………. 49
Álvaro Rousselot’nun Seyahati …………………………………… 77
İki Katolik Öykü …………………………………………………….. 99
Edebiyat + Hastalık = Hastalık …………………………………. 116
Cthulhu Mitleri ……………………………………………………… 137

Jim

Yıllar önce Jim adında bir arkadaşım vardı; hayatımda hiç onun kadar mahzun bir Kuzey Amerikalı görmedim. Çaresiz olan pek çoklarını gördüm. Ne ki işte Jim gibi mahzununu görmedim. Bir seferinde sözde en aşağı altı aylığına Peru’ya gitti, gelgelelim kısa bir süre sonra onu yeniden gördüm. “Şiir neyden yapılır Jim?” diye sorarlardı Meksika’daki sokak çocukları. Jim onları bulutlara bakarak dinler, sonra kusardı. “Söz dağarcığı, belagat, hakikat arayışı. Epifani. Hani Meryem Ana’nın kişiye göründüğü an gibi.” Orta Amerika’da birkaç defa saldırıya uğradı; deniz piyadeliği yapmış ve Vietnam’da savaşmış biri için sıra dışı bir durumdu bu. “Daha fazla kavga yok,” derdi Jim. “Artık şairim; alelade ve yaygın sözcüklerle ifade etmek üzere sıra dışı olanı arıyorum.” “Sence alelade ve yaygın sözcükler var mı yani?” “Bence var,” derdi Jim. Karısı, Amerika’da yaşayan Meksikalı göçmen bir şairdi ve arada sırada Jim’i terk etmekle tehdit ederdi. Jim bana karısının bir fotoğrafını gösterdi. Çok güzel bir kadın olduğunu söyleyemeyeceğim. Yüzünden dert akıyordu ve o derdin ardında öfke yatıyordu. Onu San Francisco’daki bir dairede ya da Los Angeles’taki bir evde, camları kapamış, perdeleri açmış, masa başında dilimlenmiş ekmek yer ve yeşil bir çorba içerken hayal ettim. Göründüğü kadarıyla Jim esmer kadınları beğeniyordu, “Tarihin gizli kadınları,” derdi pek de bir açıklama yapmadan. Bense tam tersine sarışınlardan hoşlanırdım. Bir seferinde onu Meksiko’nun sokaklarında ateş yutanları izlerken gördüm. Arkadan gördüm ve selam vermedim ama onun Jim olduğuna şüphe yoktu. Kötü kesilmiş saçlar, beyaz ve kirli bir gömlek, sanki sırt çantasının ağırlığını hâlâ hissediyormuşçasına hafif kambur bir sırt. Kırmızı boyun, bir şekilde insanın aklına taşradaki, reklam panolarının, benzin istasyonlarının ışıklarının olmadığı siyah beyaz taşradaki, bir linci getiren bir boyun; neyse o olan bir taşra veya olması gerektiği şekliyle taşra: uçsuz bucaksız boş araziler, kaçtığımız ve dönüşümüzü bekleyen tuğla tuğla örülmüş veya demir kaplı odalar. Jim’in elleri cebindeydi. Ateş yutan, meşalesini sallıyor ve zalimce gülüyordu. Kararmış yüzü otuz beşinde de on beşinde de olabileceğini duyuruyordu. Gömlek giymiyordu ve göbeğinden göğsüne kadar dikey bir yara izi uzanıyordu. Ara ara ağzını yanıcı sıvıyla dolduruyor ve sonra uzun bir ateş yılanı tükürüyordu. İnsanlar ona bakıyor, sanatını takdir ediyor ve yollarına devam ediyordu; Jim hariç, Jim sanki ateş yutandan daha başka bir şey, temel olan dokuzunu çözümlemiş de onuncu işareti bekliyormuşçasına veya o isli simada eski bir arkadaşının yahut öldürdüğü birinin yüzünü görmüşçesine kaldırımın kenarında kıpırtısız duruyordu. Uzun bir süre baktım ona. O zamanlar on sekizon dokuz yaşlarındaydım ve ölümsüz olduğuma inanıyordum. Ölümsüz olmadığımı bilseydim şayet, arkamı dönüp giderdim oradan. Bir süre sonra Jim’in sırtına ve ateş yutanın çarpıttığı suratına bakmaktan sıkıldım. Dolayısıyla yanına gidip ona seslendim. Jim beni duymamış gibiydi. Döndüğünde yüzünün terden sırılsıklam olduğunu gördüm. Ateşi varmış gibi görünüyordu ve kim olduğumu çıkarması zaman aldı: Başıyla selamladı beni ve sonra ateş yutanı izlemeye devam etti. Yanına geçtiğimde ağlamakta olduğunu fark ettim. Muhtemelen ateşi de vardı. O esnada beni şimdi bu satırları yazarken olduğundan daha az şaşırtan bir şey daha fark ettim: Ateş yutan, sanki Meksiko’nun o köşesindeki biz diğer yayalar namevcutmuşuz gibi sadece onun için püskürtüyordu alevlerini. Bazen alevler durduğumuz yerin bir metre ötesinde can veriyordu. “Ne o,” dedim, “sokak ortasında ızgara yapılmak mı istiyorsun?” Düşünmeden yapılmış aptalca bir şakaydı işte ve birden Jim’in tam da bunu istediğini fark ettim. Hatırladığım kadarıyla o sene birtakım kokuşmuş mekânlarda durmaksızın çalan ve nakaratı Mahvolmuş, efsunlanmış / Mahvolmuş, efsunlanmış olan bir şarkı vardı. Mahvolmuş ve efsunlanmış görünüyordu Jim. Meksika’nın büyüsü altındaydı ve şimdi doğrudan yüzlerine bakıyordu hayaletlerinin. “Gel, gidelim buradan,” dedim. Ayrıca uyuşturucunun etkisinde olup olmadığını, kendisini kötü hissedip hissetmediğini sordum. Başını sallayarak öyle olmadığını belirtti. Ateş yutan bize baktı. Sonra rüzgâr tanrısı Aiolos misali şişirdiği yanaklarıyla bize yaklaştı. Bir anda yüzümüze çarpacak olanın rüzgâr olmadığını anladım. “Gidelim,” dedim ve bir hamlede onu o meşum kaldırımın köşesinden uzaklaştırdım. Sokaktan aşağı, Reforma’ya doğru yürüdük ve çok geçmeden ayrıldık. Jim tüm bu süre zarfında ağzını açmadı. Onu bir daha hiç görmedim.

Katlanılmaz Sığırtmaç

Rodrigo Fresán için

Kendisini yakinen tanıyanlar için Héctor Pereda’nın öne çıkan iki erdemi vardı: İlgili ve şefkatli bir aile babası ve dürüstlüğün hiç de gözde olmadığı bir ülkede ve dönemde dürüstlüğü ispatlanmış kusursuz bir avukattı. Birinci erdeminin somut birer örneği olan, mutlu bir çocukluk ve ergenlik dönemi geçiren çocukları Bebe ve Cuca Pereda sonradan pratik meselelerdeki beceriksizliği konusunda serzenişte bulunarak hayatın yalın gerçeklerini kendilerinden gizlemiş olduğunu Pereda’nın yüzüne vurdular. Meslek hayatı hakkındaysa pek az şey söylenebilir. İyi para kazandı ve düşmandan çok arkadaş edindi, ki bu hiç de azımsanacak şey değildi ve yargıç olabilecek yahut bir partiden milletvekili olarak adaylığını koyabilecekken, kuşkusuz siyasi mecralarda kazanabileceğinden çok daha azını kazanacağı kesin olan avukatlığı hiç tereddütsüz seçti. Gelgelelim üç yılın sonunda yargı erki nedeniyle hayal kırıklığına uğrayarak sosyal hayattan elini ayağını çekti ve kendini, en azından bir süreliğine ya da belki de birkaç yıllığına, okumaya ve seyahate verdi. Elbette bir de Bayan Pereda vardı; kızlık soyadı Hirschman idi ve söylenene göre avukat ona delicesine âşıktı. O döneme ait birtakım fotoğraflar bu söylentinin doğruluğunu kanıtlıyor: Birinde siyah yelek, siyah ceket ve siyah pantolondan oluşan bir takım giyen Pereda neredeyse platin sarısı saçları olan bir kadınla tango yapıyor; kadın objektife bakarak gülümsüyor, avukatın gözleriyse bir uyurgezerin yahut koyunun gözleri misali kadının üzerinde. Maalesef Bayan Pereda, Cuca beş, Bebe yedi yaşındayken aniden öldü. Genç yaşta dul kalan avukat bir daha hiç evlenmedi, ne ki sosyal çevresinde yeni Bayan Pereda’lara dönüşmek için gereken her türlü özelliğe sahip hayli göz alıcı kadın arkadaşları (asla sevgilileri değil) mevcuttu. İki-üç yakın arkadaşı ona ne zaman bu konu hakkında soru yöneltecek olsa her defasında evlatlarının omuzlarına üvey annenin (kendi deyimiyle dayanılmaz) yükünü bindirmek istemediğini söylerdi. Pereda’ya kalırsa Arjantin’in, o yılların Arjantin’inin, esas sorunu tam da bu üvey anne meselesiydi. “Biz Arjantinliler”, derdi, “annesizdik yahut görünmezdi bizim annemiz veya bizi yetimhanenin kapısında terk etti gitti. Buna karşın, başta o Perón yanlısı büyük üvey anne olmak üzere, her türden ve renkten bir dolu üvey annemiz vardı.” Ve, “Üvey anne konusunda Latin Amerika’daki herhangi bir ulustan çok daha fazla bilgiliyiz,” diye tamamlardı sözlerini. Hayatı, her şeye rağmen, mutlu bir hayattı. Paris ve Berlin’in kusursuz bir karışımı olan Buenos Aires’te mutlu olmamanın zor olduğunu söylerdi, gerçi yakından bakıldığında daha çok Lyon ve Prag’ın kusursuz bir karışımıydı Buenos Aires. Her sabah çocuklarıyla aynı saatte kalkar, onlarla kahvaltı eder ve sonrasında onları okula bırakırdı. Sabahın geri kalanını gazete okuyarak geçirirdi; mutlaka en az iki gazete okurdu ve saat on birde bir şey-

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Anı - Anlatı
  • Kitap AdıKatlanılmaz Sığırtmaç
  • Sayfa Sayısı152
  • YazarRoberto Bolano
  • ISBN9789750756269
  • Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
  • YayıneviCan Yayınları / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Gerçek Bir Polisin Çilesi ~ Roberto BolanoGerçek Bir Polisin Çilesi

    Gerçek Bir Polisin Çilesi

    Roberto Bolano

    Edebiyatın verdiği ilk dersin cesaret olduğunu öğrenmişlerdi –tuhaf bir cesaretti bu– göller, sazlıklar arasında taştan bir kuyunun cesaretini, bir aynanın ya da bir girdabın...

  2. Uzak Yıldız ~ Roberto BolanoUzak Yıldız

    Uzak Yıldız

    Roberto Bolano

    Wieder uçuş pistinden uzakta, Santiago’nun kenar mahallelerinden birinde çıktı ortaya. İlk dizesini orada yazdı: Ölüm dostluktur. Sonra demiryollarına ait bazı depoların ve terk edilmiş...

  3. Tılsım ~ Roberto BolanoTılsım

    Tılsım

    Roberto Bolano

    Bu bir korku hikâyesi. Bir tür polisiye, Fransızların “kara roman” dedikleri türden, hatta bir dehşet hikâyesi. Ama öyle görünmeyecek gözüne, çünkü bu hikâyenin anlatıcısı...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Nasıl Oldu da Agnès Varda’yla Tanışamadım ~ Ece GerNasıl Oldu da Agnès Varda’yla Tanışamadım

    Nasıl Oldu da Agnès Varda’yla Tanışamadım

    Ece Ger

    Bir sinema öğrencisinin başına gelebilecek en güzel şey Agnès Varda’nın arka sokağına taşınmak olabilirdi. Tabii eğer bunun farkındaysa. Başlangıç ve bitiş noktası Paris olan...

  2. Cezaevi Arkadaşım Yılmaz Güney – Çirkin Kral’la Ulucanlar’da ~ Avni BektaşCezaevi Arkadaşım Yılmaz Güney – Çirkin Kral’la Ulucanlar’da

    Cezaevi Arkadaşım Yılmaz Güney – Çirkin Kral’la Ulucanlar’da

    Avni Bektaş

    “Avni Bektaş giyindi. Küçük masanın üzerinde, gece yatarken gelişigüzel bıraktığı pembe pelür kâğıtlarını, kurşunkalemlerini, silgisini, kalem açacağını, zımpara kâğıdını toparladı; ranzasının başucuna koydu. Anılarını...

  3. Özgür: Her Şey Parçalanırken Büyümek ~ Lea YpiÖzgür: Her Şey Parçalanırken Büyümek

    Özgür: Her Şey Parçalanırken Büyümek

    Lea Ypi

    Lea Ypi her şeyin kurallarla belli olduğu, kimsenin izin almadan bir şey yapamadığı bir ülkede büyüdü. Yuva dediği bir ülkede. İnsanların eşit olduğu, birbirlerine...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur