Dünyalararasında kıyamet sonrası bir dünyanın mesafeli dili ve uzlaşmaz üslubuyla yazılmış kısa ama yoğun bir edebi-felsefi metin.
Yazarın Uzun Yürüyüş’ünü okumuş olanlara aşina gelecek bir coğrafyada geçiyor roman. Bu sert iklimde dondurularak muhafaza edilmiş bir an, yazının imkânları ile geriliyor, çekiliyor, doku ve boyut değiştiriyor: Soyut ve saydam bir hale gelirken içinde buzullaşmış, tortulaşmış, fosilleşmiş birtakım şeyler, anılar, kırımlar, hayatiyetler de açığa çıkıyor.
YAZAR HAKKINDA: Ayhan Geçgin 1970 İstanbul doğumlu. Ortadoğu Teknik Üniversitesi Felsefe Bölümü’nü bitirdi. 2003’te yayımladığımız ilk romanı Kenarda’yı, Gençlik Düşü (2006), Son Adım (2011), Uzun Yürüyüş (2015) ve 2020 Orhan Kemal Roman Armağanı’nı alan Bir Dava (2019) izledi. Behçet Çelik ve Barış Bıçakçı ile konuşmaları Kurbağalara İnanıyorum adıyla kitaplaştı (İletişim, 2016). Uzun Yürüyüş Fransızca ve İtalyancaya çevrildi. İstanbul’da yaşıyor.
**
s. 7-9
Gece, soğuk, bir kaya kovuğu.
Gece soğukta bir kaya kovuğuna sığınmışım. Öyle diyorum. Gözlerimi açıyorum, bakışlarım yıldızlarla parıl parıl gece göğüyle karşılaşıyor. Bir kuyunun dibinden bakar gibi bakıyorum, ters dönmüş bir uçurumun kenarından yukarıya bakıyorum. Parıltılara dönüşmüş sessizlik, uğulduyor. Kim bakıyor? Ben. Orada yatan, gözlerini ışıltılı göğe diken biri var, o zaman bu benim. Sonra, yoo diyorum, ben değilim, bakan ben değilim, tam tersine milyonlarca göz bebeği bana bakıyor. Bu dağların, kayaların, soğuktan çıtırdayan taşların, buza kesmiş kuru çalıların, hışırtıların, uzaklardan gelen ulumaların arasında kendimi görüyorum. Kim bu? Bu benim, bu ben değilim. Yoksa, diye aklımdan geçiyor, burada mı doğdum, bu kaya kovuğunun dibinde az önce mi doğdum? Birazdan mışıl mışıl yeniden uykuya dalacağım. Ben, hayır, o. Bir bebek gibi uyuyacak. Mışıl mışıl değil, tetikte. Hiçbir şey bilmiyorum artık, gerçekten bir bebek gibiyim. Dahası, sanki her an yeniden doğuyorum. Nereye? Bu gövdeye. Bu yetişkin gövdesine, bu yara bere içindeki iki büklüm, kemikleri çıkmış gövdeye. Bir adım var mı? Ne zamandır buradayım, niçin buradayım, bilmiyorum. Burası deyip duruyorum ama burası neresi? Düşünüyorum, bu bir dünya mı, dünya hâlâ var mı? Adlar var: gece göğü, dağ, kaya, soğuk, uluma, hırıltı, inleme. Sözcükler hâlâ var, kafamdalar. Gözlerim açık ya da kapalı, bir şeye bakayım bakmayayım, bir sözcük birden bir ampul gibi kafamda yanıyor. Ama cızırdayan bir ampul, parlak değil, yanıp sönüyor, titreşiyor. Işığı kendinden başka hiçbir şeyi aydınlatmıyor. Adını söylediğim, eğer ağzımdan dökülmüyorsa kafamda cızırdayarak yanan, yanlış bir şeyin adı olabilir. Gece göğü dediğim çöl mü, taş dediğim yoksa bir bitki mi? Her şeyi belki yanlış adlandırıyorum. Uluma sesleri. Öyle mi? Bir canlı, yaşayan bir can kaldı mı? Kalmıştır kalmıştır, sen ne diyorsun, dünya eskisinden daha kalabalık. Gök aysız, hiç yıldız yok. Neredeyse tümden karanlık. Daha demin ışıl ışıl değil miydi? Demek değildi. Gözkapaklarım açılıp kapanıyor. Orada burada koyu parlaklıklar gözlerimin önünde ya da içinde çakıp sönüyor. Görmeyen gözlerimi hissediyorum. Gözlerime neredeyse acıyacağım. Yazık gözlerim. Yüzümü toprağa gömeceğim, iyice gömeceğim, gözyaşlarımla toprağı ıslatacağım. Neler gördün gözlerim, ağlama gözlerim. Neler? Hiçbir şey. Uluma sesleri yaklaşıyor, biçim değiştiriyor. Kulak kesiliyorum. Bunlar uluma değil, bunlar kahkaha, bu çoraklıkta biri gülüyor, biri kahkaha atıyor. Benden başkası olmadığına göre kahkahalar atan benim. Hiç nedensiz kahkahalar atıyorum. Gerçekten bir bebek gibiyim, nasıl yürüyebiliyorum, şaşırıyorum. Adım atmayı, yürümeyi bana kim öğretmiş olabilir? Acaba bir annem var mıydı? Yoksa bir bitki, bir ot gibi bu kayanın dibinden, topraktan mı doğdum? Bitkiler insanlar gibi doğmadıklarına göre bittim. Bitmek? Belki de kendimi terk edilmiş bir bebek saymalıyım. Terk edilmiş? Peki ne tarafından? Ne zaman? Ayrıca neden? Terk edilmeme yol açan olay, eğer gerçekten olmuşsa, unutmuşum. Hafızam olayla birlikte yitmiş. Bu durumda bir geçmiş yok. Peki ya gelecek? Gelecek de yok, şaşırtıcı gerçekten, sanki o da çok uzun süre önce yitmiş. Öyleyse ben şimdi benden sonra kalan neyse oyum. Ama benden sonra ne kaldı, bu et, bu kemik torbası kaldı. Kemikleri bir torbaya koymuşlar, demişler al. Hayır, uluma değil, kahkaha değil, hırıltı ya da mırıltı da değil, başka bir ses. Benim sesim değil, başkasının. Benden başkası olmadığına göre hangi başkasının? Sanki hiç susmuyor, yine de gerçekten onu işitiyor muyum, bilmiyorum. Bir ses değil bu, hayır hiç ses yok. Aysız bir gece, sessiz bir gece. Yaktığım ateş çoktan sönmüş. Çıt yok. Zaten söylediği bir şey yok, varsa bile ben anlamıyorum. Tek bildiğim acı veriyor, duyar duymaz elektriğe tutulmuşçasına acıyla kıvranıyorum. O zaman bu sesin, sese benzeyen bu sessiz mi sesli mi belirsiz sesin hep var olduğunu, hiç durmadan konuşup durduğunu anlıyorum.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıDünyalar Arasında
- Sayfa Sayısı104
- YazarAyhan Geçgin
- ISBN9786053163060
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- 05.45 İstanbul ~ Gökçe Bilgin
05.45 İstanbul
Gökçe Bilgin
“Ben bir katilim, o bir tutsak. Benzeyen ve benzemeyen yönlerimiz var. İkimiz de zamanın içine hapsolmuş, zamanın önümüze çıkardığı seçeneklere körlemesine dalıp duruyoruz. Plana,...
- Yeşil Gölge ~ Kemal Bilbaşar
Yeşil Gölge
Kemal Bilbaşar
“Hacı Raif’le Paşa İsmail bir zaman daha, yaklaşan umutlu günlerden konuştular, keyiflendiler. Paşa İsmail geç vakit kalktı. Hacı Raif onu kapıya kadar geçirdi. Evin...
- Yavaş Tren ~ Atilla Atalay
Yavaş Tren
Atilla Atalay
Sıdıka, Sıkılhan, Lezzet Lalesi, Sarı Dobra, Bilim Güncesi ve Yavaş Tren öyküleri… “Yavaş trenin penceresinden son kareler bunlar: Demir tozuyla işlenmiş sarı istasyon binaları,...