İlk kitabı Kenarda ile tanışmıştık Ayhan Geçgin’in hiç de “tipik olmayan” evreni ile. Yerini bilen, kendini açmayan, kararlı ve şaşırtıcı bir ilk kitaptı. Gençlik Düşü ile devam ediyoruz:
Hem bu yanımda taşıyıp durduğum felaket duygusu da nereden çıkıyordu? Evet, korkuyordum. Nereye baksam az sonra gerçekleşecek korkunç bir şeyi görüyordum, telafi edilmez bir yıkım, geri dönülmez bir felaket? Ama zaten gördüğüm bir felaket sonrasının kalıntıları değil miydi? Yoksa kendi yıkımımın ön sezisi miydi bu, gerçekten geçilmemesi gereken bir sınırı geçmek üzere miydim? Zorunlu muydu bu, kaçınmak olanaklı değil miydi? Yoksa şimdi yaşadığım, bu sürüp giden, boyuna yinelenen… felaketin ta kendisi bu muydu? Olmuş, olup duran, ama olup durmasına rağmen başa hiç gelmeyen: yavan felaket, yavanlaşmış felaket.
**
sayfa 9-11
Seni masanın başında görüyoruz. Masanın üstü bir kâğıt yığınıyla tıka basa dolu. Masanın yanına bitiştirdiğin küçük sehpada da içi yazılı kâğıtlarla dolu iki plastik dosyayla notlar aldığın, yürürken yanında taşıdığın renkli karton kapaklı, bitmiş birkaç küçük defter var. Soluk öğle sonrası kış güneşi içeriyi cılızca aydınlatıyor. Işınlar sanki kalan son güçlerini de bunun için harcamış, ardından dar pencerenin önüne, parlak kül tozlarına dönüşerek yığılıp kalmış. Kasımın sonları. Soğuklar bastırıyor. Bir süredir kaloriferi sabaha doğru yatarken söndürüyor, karın gelmeden önce akşam açıyorsun. Bu küçük oda diğerlerine göre soğuk, ısınmıyor. Hem çok üşüyen biri olduğun, hem de saatlerce masa başında kımıltısız kaldığın için bir süre sonra kendini buz tutmuş gibi duyumsuyorsun. En çok da ellerinle ayakların. Kazağının üstüne fermuarlı, yer tezgâhından alınma kalın bir hırka giymişsin, bacaklarının üstüne de bir örtü örtmüşsün. Kimi zaman sabırsızca kımıldadığında örtü kayıp düşüyor, bacakların iyice üşüyünceye kadar örtüyü yerden almıyorsun. Bu halinle bir yazardan çok –tabii sana yazar diyebilirsek, çünkü ortada kitap yok, yalnızca işte bu darmadağınık tomarlar var– yıl sonu hesaplarını denkleştirmeye çalışıp da işin içinden bir türlü çıkamayan bir muhasebeciye benziyorsun. İyice seyrelmiş saçların, tependeki çıplak yuvarlak, hafifçe çıkmış kamburun, cılız gövdenle, evet, daha çok bir muhasebeci gibisin. Bakalım hesapların içinden çıkabilecek misin?
Sonbahardan beri böyle, masanın başından kalktığın yok. Kovalanıyormuşçasına –ne ya da kim tarafından, hangi nedenle, bilmiyorsun– aralıksız çalışıyor, yazdıklarını düzenliyor, kesip biçiyor, çıkarıp ekliyor, yeniden yazıyorsun. Sabaha karşı yatağa girdiğinde estirdiğin soğukla uyanan karın nasıl gitti diye soruyor –iyi diyorsun, bitirmek üzereyim– sonra hemen yeniden uykuya dalıyor (sabahları erken kalkması gerek). Gerçekten bitirebilecek misin? Karın çalışıyor, lisede öğretmen. Resim öğretmeni. Aynı zamanda hocası olmadığı için hep boş olan İngilizce derslerine giriyor (eskiden desenler yapardı, sen de beğenirdin, ama uzun süredir elini sürdüğü yok). Sen çalışmıyorsun, en son çalıştığın yerden iki yıl önce ayrıldın. Karının maaşının yarısı bu iki odası, bir küçük salonu olan evin kirasına gidiyor. Harcamalarınızda hep dikkatli olmanız gerekiyor. Çoğu işi karın yapıyor, alışverişi, yemeği… Sen yalnız evin temizliğini yapıyor, ara sıra da bulaşıkları yıkıyorsun. Yemekten sonra çoğunlukla tek başına dışarı çıkıyor, yürüye yürüye Samatya sahiline iniyorsun. Sahile iniyor, neredeyse boş sahilde –yalnızca birkaç serseri, ayyaşlar ya da bir-iki genç çift– ileri geri yürüyor –ama çok yürüyemiyorsun, çünkü çabuk yoruluyorsun, birkaç defa daha ileri geri gitsen eve dönünce kolunu kımıldatacak halin kalmıyor– sıralardan birinde soğuk elverdiği sürece oturuyor, karanlık gece denizine, üzerinde hayalet gemilermişçesine kımıltısız duran kara dev tankerlere, yük gemilerine, uzakta yavaş yavaş yol alan ışıklı birkaç tekneye, yukarıda denizin üstüne atılmışçasına gergin bir ağ gibi duran, bulutların oluşturduğu, orasından burasından yamulmuş, yer yer delinmiş, incelmiş, kimi yerde dalgalı bir biçime bürünmüş kalın bir lehva gibi yayılan gece göğüne bakıyor, iyice üşümeye başlayınca kalkıp bir-iki zıplıyor, olduğu yerde bir-iki koşar gibi yapıyor, ardından eve dönüyorsun. Bir süre karınla birlikte televizyona bakıyor, sonra yeniden içeriye kapanıyorsun.
Kimi zaman umutsuzluğa kapılıyor –ama hep umutsuzsun, öyleyse daha doğrusu– sinirlerin bozuluyor, öfkeleniyor, ötekine kızmamak için –şu sıra bir kavga kopmasını hiç istemezsin, zaten ikiniz de kavgalardan usanmış durumdasınız (kavga: söylenmemesi gereken şeyler söylenir, bu yüzden sonsuza dek yinelenebilir)– dudaklarını ısırıyor, masayı yumrukluyor, her şeyin yerine geçmek üzere toptan parasızlığa sövüyorsun. Sinir bozucu kâğıt yığınına bakıyor, zaten diyorsun, bu lanet şey fakir işi. Bunu unutma, not et. Gençlere öğüt: Yoksul musun, nereden bulaşmışsa sanatçı mı olmak istiyorsun? O zaman yazar ol, masrafı azdır. Tabii, diye içinden ekliyorsun, bu arada ne hale gelirsin, bilemem.
Şimdi sana biraz daha yaklaşıyoruz, elindeki kâğıtları görebilecek kadar. Seninle birlikte onlara bakıyoruz. İşte başlangıç bölümünü yeniden eline aldın. Elinin hemen yanında düzeltmeler için kırmızı bir kalem var. Şimdiye kadar en az on defa okumuş, farklı zamanlarda da üç defa yeniden yazmışsındır. Bunun son olmasını, bir sorun çıkmamasını umuyorsun. Okumaya başlıyorsun.
(…)
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıGençlik Düşü
- Sayfa Sayısı248
- YazarAyhan Geçgin
- ISBN9789753425742
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Efsun ~ Selahattin Demirtaş
Efsun
Selahattin Demirtaş
Dupduru, yer yer hüzünlü, yer yer coşkulu ama hep çağıldayan, insana kendini iyi hissettiren bir anlatım… Olanca ışıltılarıyla ilginç karakterler… Acının mizahla harmanlanışı… Üç...
- Aydaki Kadın ~ Ahmet Hamdi Tanpınar
Aydaki Kadın
Ahmet Hamdi Tanpınar
«Uyandım. Uyanıyorum. Zihnin oyunu bitti. Şimdi kendi kapımdayım. Biraz sonra içeriye, oradan dünyaya gireceğim.» Gözleri hâlâ kapalıydı; sanki bir lâhza evvel ayrıldığı hayallerle beraber, onlar tarafından yedilerek kendi içine ve günlük hayata girmek istiyordu. Fakat sahne bomboştu. Son ışıklar sönmüş, son etekler de kaybolmuştu.
- Sonsuzluk Kütüphanesi ~ Mavisel Yener
Sonsuzluk Kütüphanesi
Mavisel Yener
“Karşılaştığın her şey sonsuzluğa açılan bir penceredir…” Eserleriyle yüz binlerce okuru kucaklayan Mavisel Yener, bireysel ve toplumsal yazgılarımızda kitapların gücünü hissettirdiği yeni romanı Sonsuzluk Kütüphanesi’nde,...