Psikiyatri üzerine yazdığı çok sevilen kitaplarından sonra, art arda yayımladığı romanları ile edebiyat okurlarının sevgisini kazanan Engin Geçtan, dört yıl aradan ve Türkiye’de yaşanan süreçlere uzmanlık alanının perspektifinden bakan Zamane kitabından sonra, yeni romanı Mesela Saat Onda ile edebiyata döndü.
Engin Geçtan yine keskin bir zekâ, mizahi ama sert bir eleştirellik ve her şeye rağmen koruduğu bir iyimserlikle bu kez İstanbul’un muhtelif semtleri, zamanları, kuşakları ve yaşamları arasında geziyor, Beyhude’nin, Hamasettin’in, Hükümet’in, Karamela’nın, Karanfil’in, Macun’un, Muhtelif Rivayet’in, Otuz’un, Ömrügüzel’in, Reçel’in, Takiye’nin, Tango’nun… hikâyeleri üzerinden bize yine kendi hikâyemizi anlatıyor.
**
s. 7-9.
Gün ağarmak üzere. Genç adam kırmızı çarşafların arasından sessizce sıyrılıp yataktan çıktı. Biraz ötedeki yeşil koltuğun üzerine atılmış duran külotunu ve pantolonunu ayağına geçirip kalçasına yerleştirdi, tişörtünü de üstüne. Çoraplarını giyip ayakkabılarını eline aldıktan sonra usulca kapıya yöneldi. Çıkmadan önce dönüp yatakta yatan hayli geçkin, tombulca ve sarı boyalı saçlı kadına baktı. Koyu kırmızı kadife perdelerin aralarından gelen loş ışık yüzüne vurmuş, derin uykuda gibi. Kahvaltıya kalmamalıydı. Bu, sahiplenme taleplerini de birlikte getirebilirdi. Tecrübe öyle diyordu. Üstelik yetişmesi gereken bir işi vardı. Gıcırdayarak açılan kapının sesini duyduğu an yüzünü buruşturdu, içinden sessizce gelen “Eyvah!” çığlığıyla. Evde başka kimse olmadığı halde yatak odasının kapısını neden kapatmıştı ki bu kadın.
Kendini bir an önce dışarı atma telaşıyla, kapı gıcırdadığında kadının gözlerini araladığını fark edememişti. Salondan hızla geçti. Dairenin dış kapısı kilitliydi ama anahtar üzerindeydi. Neyse ki açılırken kilit fazla ses çıkarmadı. Hole çıktığında önce asansöre yöneldi, ama sabahın sessizliğinde bu iyi bir fikir gibi görünmedi, ayakkabıları elinde karanlık merdivene yöneldi. Beşinci kattan neredeyse üçüncü kata kadar tırabzana tutunarak inmişti ki birden ışıklar yandı, ardından asansörün sesi duyuldu. Paniğe kapılıp inmeye devam etti ve üçüncü kata ulaştığında, asansör kapısının önünde bavuluyla bekleyen orta yaşlı bir kadının kendisine dehşetle baktığını gördü. Başında renkli desenli eşarp, yaz gününe rağmen üzerinde ince bir pardösü olan kadın hafif bir çığlık attı. Birbirlerine baktılar, ikisinin de yüzünde korku, şaşkınlık. Genç adam hızla aşağıya yöneldi, basamakları atlarcasına inerek. Birinci katta duraksadı, asansör aşağı iniyordu, devam ederse kadınla tekrar karşılaşabilirdi. Beklemeye başladı, bir süre sonra apartmanın giriş kapısının kapanma sesi duyuldu. Birinci katta ne kadar beklediğini kestiremedi, ama yeterince zaman geçmiş gibiydi. Ayakkabılarını giyip usulca zemin kata indi. İçeriden bakıldığında binanın önünde kimseyi göremedi, kadın gitmiş olmalıydı.
Demir işlemeli giriş kapısını yavaşça açıp adımını dışarı attığında hemen oracıkta beklemekte olan kadınla tekrar karşılaştı. Kadın, artık dış mekânda olmanın güveniyle ona meydan okurcasına bakıyordu. Önce tabana kuvvet kaçmak istedi, ama kadın çığlık atıp erken uyanmış insanları sokağa çekebilirdi. Loş sokağa şöyle bir bakıp kimselerin olmadığından emin olduktan sonra en iyi bildiği şeyi yaptı. Birden kadına yaklaşıp onu kollarıyla sarmalayarak öpmeye çalıştı, direnen kadın tekme atıyor, elini ısırmaya çalışıyordu. Ama sonunda dudakları genç adamın dudaklarına mühürlendi ve sesini çıkaramadı ya da çıkarmadı. Bir süre sonra pelteleşip gözleri kapalı, kendini genç adamın kollarına bıraktı.
Rahmetli Zifirullah Bey onu hiç böyle öpmemişti, hatta hiç öpmedi bile sayılır. Geceliklerini ve pijamalarını çıkarmadan sevişirlerdi, daha doğrusu çiftleşirlerdi, gerekli kısımları birazcık aşağıya sıyırıp. Yıllar böyle geçmişti, ama sinemalarda gösterilen filmlerdeki aşk sahneleri artık farklıydı, sıradan filmlerde bile. Utanmazlaşmış bu dünyaya gözlerini kapayıp, farklılığın farkında olmamaya çalışmak giderek zorlaşmışken, Allah’ın işi bu ya, o gün gelivermişti kendiliğinden. Zifirullah Bey’in evraklarını muhafaza ettiği dolabın tozunu alırken, klasörlerin ardına büyük sarı bir zarfın gizlenmek istercesine yerleştirilmiş olduğunu fark etmişti. Eskimiş evrakların ardındaki bu zarf yepyeni ve diriydi. Merakına direnemeyip zarfı açmıştı. Genç erkek fotoğraflarının olduğu bir dergiydi içindeki, hepsi hayli çıplak. Sonra da sayfaların arasından fettan bakışlı esmer bir gencin fotoğrafı çıkmıştı, üzerinde el yazısı: “Aşkımızı hatırlatması için.” Altında bir erkeğin ismi. Her ne idiyse.
Bir süre donakalmıştı, zihninde olup biteni bir düzene koymaya çalışarak. Tuhaftır ama yürek burukluğu yaşamamıştı, bunları aslında sezip de kendini sezmediğine inandırdığından olmalı. O gencin fotoğrafına baktı bir süre, bula bula bu salağı mı bulmuştu Zifirullah? Oysa dergideki gençler bayağı hoştu, hele de sürmeli gözlü olanı. Sonra, farkına varmaksızın bacak arasına götürmüş olduğu elini hızla çekti, ona yakışmazdı bu. Yine de zihnine, bir türlü uzaklaştıramadığı o sözcük musallat oluvermişti artık. Şehvet! İçinden bu sözcüğü tekrar ettikçe daha da tahrik oluyordu, gözü dergideki sürmelinin belli belirsiz görünen mahrem yerlerinde.
Şehvet onu bulmuştu sonunda, hayli gecikmiş de olsa. Üstelik evinin önündeki kaldırımda, gün yeni ağarmışken, ele güne karşı bir halde. Şehevi zevkin eriyiğinde kendinden geçmiş halde genç adamın kollarında kıvranırken keskin bir klakson sesiyle irkildi. Hemen yanında, yolda bir taksi duruyordu, çağırdığı araba olmalıydı bu, tombul ve gür bıyıklı sürücüsüyle. Daha güneş yükselmeden terlemiş bir yüz ve şaşkın bakışlar. Bu ani buluşmanın üstesinden gelememişken boynunun arkasına kaymış eşarbının açık bıraktığı saçının sırılsıklam olduğunu fark edip neye uğradığını anlamaz bir halde başını kaldırdı. En üst kat pencerelerinden birinden içeri alınan sarı plastik kovanın sadece kenarını görebildi. Konsomatris geçmişi olduğu söylenen yaşlı kanaryanın penceresiydi bu. Karşısındaki şehvet tanrısının binada ne aradığı anlaşılmıştı. Bavuluna uzanmak için eğildiğinde her yanından su damlayan genç adam hızla bavulun sapını kavradı, taksinin bagajını açıp yerleştirdi. Sonra hâlâ şaşkın bir halde bakınan kadını önce yanaklarından öptü, ardından elini öpüp saygıyla başına götürdü ve ona taksinin kapısını açtı. Araba uzaklaşırken elini dudaklarına götürüp kadına bir öpücük yolladı. Öpücük içten ve sıcaktı, ama kadın bunu göremedi. Sadece, dikiz aynasından olup biteni izleyen şoförün kafası biraz daha karıştı.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap AdıMesela Saat Onda
- Sayfa Sayısı280
- YazarEngin Geçtan
- ISBN9789753428675
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviMetis Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kumsal’ın Çizgili Dünyası ~ Hanzade Servi
Kumsal’ın Çizgili Dünyası
Hanzade Servi
Bu kitabı sekiz kez okumak isteyebilirsiniz. Hayatın getirdiklerine mizahla karşılık veren ödüllü yazar Hanzade Servi’nin kaleme aldığı Kumsal’ın Çizgili Dünyası, takıntılarından kurtulmaya çalışan on üç...
- Narla İncire Gazel ~ Bilge Karasu
Narla İncire Gazel
Bilge Karasu
“Nar kentinde bir incir buldum Narı da inciri de, övmek isterim. Anam her kışın en karanlık noktasında, eve gererken bir nar atardı yere, bütün...
- Babam Hz. Muhammed (Asm) ~ Nuriye Çeleğen
Babam Hz. Muhammed (Asm)
Nuriye Çeleğen
“Üzüntüye uğrayan beni hatırlasın!” buyurmuştu Babam. Üzüntüde Muhammedî (asm) sır vardı. İnsana en çok üzüntü anında uzanırdı Muhammed’in (asm) eli… Babamın parçasıyım… Hayatımın hepsine...