Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Kara Panter – 2
Kara Panter – 2

Kara Panter – 2

Okay Tiryakioğlu

Ailesi ve halkıyla birlikte memleketinden koparılan Kondo’nun özgürlük mücadelesi, köle olarak satılmak üzere Batı’ya götürüldüğü gemide devam ediyor. Ten renginden dolayı hor görülen Kondo’nun,…

Ailesi ve halkıyla birlikte memleketinden koparılan Kondo’nun özgürlük mücadelesi, köle olarak satılmak üzere Batı’ya götürüldüğü gemide devam ediyor.

Ten renginden dolayı hor görülen Kondo’nun, gemiye saldıran korsanlara karşı cesaretle ortaya koyduğu kahramanlık, geminin kaptanının ve kumandanının Afrika halkına bakışını değiştirir. Fakat cesur yürekli Kondo, nihayet özgür bırakılacaklarına inansa da bu o kadar da kolay olmayabilir.

Okay Tiryakioğlu’nun kaleme aldığı, akıllardan uzun süre çıkmayacak bu insanlık hikâyesinde ırkçılık, cesaret ve dayanışma nefes kesen bir deniz macerasıyla harmanlanıyor.

I

“İnsanın hayattaki görevi, ruhunu kurtarmaktır…”
Lev Nikolayeviç Tolstoy (İtiraflarım)

Mayıs 1532…

Unutmak ihanettir!

Tüm mazime, aileme ve halkıma yapılabilecek en büyük kalleşlik. Rengi soluk yeşildir ihanetin… Fırtına öncesi, okyanus yüzeyinde kırılan kederli ışığın rengidir. Buruk bir sihirle yürür damarlarında insanın. İçli bir sesi, ıslak bir teması vardır. Oysa geceleri zincirlerimin şakırtısını işitiyorum hâlâ ben. Peşimden sürünen, yaralı bir hayvan gibi acındıran, inleyen zincirlerin. Bugün bile adımlarımı ağırlaştırıyor, canımı yakıyor, soluğumu kesiyor. Soğuk prangalar ve paslı bukağının açtığı yaralardan, etrafıma saçılan güneş rengi umudu anımsıyorum bir de… Bal rengi, düş rengi, kan rengi bir umudu… Gemiler iki yana ağır ağır salınırdı. Hiç durmadan, durmadan, durmadan salınır; mor bir gökyüzüne yaslanırdı direklerimiz. Ahşap aksamlar gıcırdar, rüzgâr lombar ağızlarında usul usul uğuldardı. Sefil uykularımın arasından apansız dirilen, ürpertici bir intikam arzusuyla aralanırdı gözlerim. ‘Kanatlı evler’ dediğimiz gemilerin sımsıkı omurgalarından, kendi omurgama akan gücü hissederdim. Karanlığa bakar, sonsuzluğun kasvetli nasihatlerini dinler, alacağım öcün hayalleriyle sakinleşirdim.

Kızıl akşamüzerlerinde, soydaşlarımın yüzlerini perde perde solduran ıstırabı da hatırlıyorum. Birbirine uzanan ve sonsuza kadar kenetlenen ellerimizdeki sıcaklık yüreğime işliyor… Avuçlarımda o aynı sıcaklıkla dokunuyorum şimdi maziye. Düşlerimde Afrika, elime, yabancı bir soydaşımın parmakları dolanmış yine. Korku, güven ve çaresizlikle sarılmış, neredeyse kemiklerimi kıran, uzun, düzgün, kara parmaklar. Rüyalarımız acılarımızla yoğrulmuş, uykuyla uyanıklık arasındaki tuhaf, çok renkli baygınlığın içinde sürükleniyoruz… Sallantıyı hissetmiyor musunuz? İnsan ifrazatının havasını boğduğu daracık ambarlar… İki büklüm tıkıldığımız tavuk kümesleri… Şamar ve hakaret… İffetlerimizin, onurlarımızın ve nihayet birbirimize olan saygımızın kırılması… Tüm bunlara rağmen, aklımıza gelen ufacık, önemsiz bir şeye dahi gülebildiğimiz kimi anların meçhul neşesini biriktirmişim içimde, bakın; hissediyor musunuz? Gölgeleriz biz… Yalnızca birer gölge… Süt rengi sislerle, tuzlu dalgaların arasında ebediyen unutulmuş hayaletler… Mezarımın yaklaşan aydınlığına taşıyacağım onca hatıra varlığımı elle tutulur kılıyor. Yaşım ilerledikçe daha da belirginleşen hatıralarla bir diriliyor, bir ölüyorum… Ömrümün altmışıncı yazından itibaren kaç yıl geçtiğini anımsamıyorum artık. Kimi zaman en önemliden en basitine kadar yapmak zorunda olduğum onca şeyi unutuyor; bir saat evvel ne yediğimi bile hatırlayamadığımı kederle fark ediyorum.

Oysa Dersaadet’te, dünyanın merkezinde, Kanuni Sultan Süleyman Han’ın torunu, III. Murat Han Hazretleri’nin sadık bendelerindenim. Afrika ile ilgili pek çok protokolden sorumluyum. Rical ufak tefek unutkanlıklarımı hoş görüyor şimdilik, ama bu ne kadar daha devam eder, bilmiyorum. Bununla birlikte, geçmişin puslu ovalarından istilacı ordular gibi çıkıp gelen hatıralarla savaşacak iradem yerli yerinde. Bir hesabım var benim kardeşim… Dün bitmeyen, bugün azalmayan, mezarıma uzandığımda dahi ötelere taşıyacağım kapanmayacak bir hesap… Şşş düşün… Düşün… Buz gibi soğuk ışığı anımsıyorsun… Duvar gibi sis bulutlarının koyulttuğu yalnızlığı anımsıyorsun… Yanı başında ağlarken, başını omzuna koymak isteyen isimsiz bir kardeşinin acısıyla çöküyor, köklerinden fışkıran kıpkızıl öfkenle diriliyorsun. Henüz on bir yaşında küçücük bir çocukken, üç gün boyunca aç, susuz ve çıplak hâlde sallandırıldığın cıvadra direğinde geçen saatler, yaralarını tedavi eden meleklerin su buharının gerisinde şekillenen dost simalarını gösteriyor hâlâ sana… Ama öfkene çare olamıyorlar. Saldırgansın, çünkü lider ruhlusun. Lider ruhlusun, çünkü yaşamak ve yaşatmak istiyorsun. Teslim olmuyorsun, zira teslim olmanın kişisel bir yenilgiden çok daha ötede, fazlasıyla karanlık bir anlama geldiğini biliyorsun. Çünkü beyaz adama uysallık göstermek, kardeşlerine kötü örnek olmak, düşmanı da cesaretlendirmek demek. Şimdi bu satırları okuyan kişi! Ya tüm kalbinle anlamaya çalış bu ihtiyarı, ya da hemen şimdi çek git buradan! Hayalperestlerin duymak isteyeceği şeyler değil söyleyeceklerim…

***

Batı Gine’deki tüm obaların tabii lideri konumundaki Dogon Klanı hâkimi Dedem Dakarai Niru’nun hâlen güçlü itibarıyla, cıvadra direğinde ölüme terk edilmekten kurtulmuştum. Önceki gece çıkan şiddetli çatışma esnasında kaybettiğimiz elliden fazla kardeşimizi, sabahın ilk ışıklarıyla peşimizdeki köpekbalıklarına atan tayfalar, aynı şekilde kendi ölü silah arkadaşlarını da koca dalgaların karanlığına gömdüler. Kolay zaferlerinin peşi sıra o kadar çok içmişlerdi ki birkaçı dengesini kaybederek, kardeşlerimizin cesetleriyle birlikte köpekbalıklarının yanında aldı soluğu. Kimse aldırmadı onlara. Ne biz ne kendi arkadaşları. Geminin yarım mil çapı, bir parça insan eti için birbirlerini parçalayan köpekbalıkları yüzünden kısa sürede kızıla kesmişti. Kimsenin bir diğerini kurtaracak mecali ve cesareti yoktu o an. Gemiyi geceleri esirlerle mürettebat arasında ikiye bölen barikatlar, çatışmanın korkunç izlerini taşıyordu. Bu barikatları düzeltmeye de yeltenmemişlerdi henüz. Ancak ambarlarla güverte arasında mekik dokuyan bazı kıdemsiz deniz işçilerinin engelleri berkitecekleri anlaşılıyordu. Mevcut durum, geminin işleyişinde kısmi aksaklıklara yol açmıştı kuşkusuz, ancak kol nizamında, neredeyse borda bordaya ilerleyen diğer üç kalyonun sıkı gözetimi ve yardımıyla süratimiz değişmemişti. Hâlen kuzeye doğru ilerliyorduk. Beyaz adamın tüm vahşetinin yanında, kendi aralarındaki sarsılmaz hiyerarşi ve görev bilincini takdir etmemek mümkün değildi. O yüzden kaos anlarında toparlanmaları sanıldığı kadar güç olmuyordu. Refakatçi gemilerden yedek askerler almış, şiddetin mutlak sonuç veren dilini tek hâkim kılmışlardı. Aynı sabah, filonun sahibi General Richard de Robillard ve Kaptan Peter Antonin, beyaz peruklarını takıp, kara cüppelerini giyerek liderlerimizi yargılamaya başladılar. Köpekbalıklarına katılma sırası yaşayanlardaydı anlaşılan. Yorgun ve kederli dedemin çabalarının bu noktada işe yaramayacağı açıktı. Melun köpekbalıkları, olacakları biliyormuşçasına gövde ve sırt yüzgeçlerini geminin su kesimine vuruyor, sürecin hızlanması için iki ayaklı kardeşlerini adeta teşvik ediyorlardı.

II

O sabah, kalyonun birinci süvarisi ve ikinci Kaptan Jean Pierre Blason’un sağ kolu Yüzbaşı Nathaniel Colbert, henüz bilincim açıkken, geminin burnuna gelip bana seslendi. Çelik mavisi bir dünyaya aralandı gözlerim. Colbert’in şişman bedeni ve yuvarlak, kirli sakallı yüzündeki o arsız mutluluğu anımsıyorum. Kirden keçeleşmiş kumral saçlarını karıştırarak, “Rahat mısın orada Kondo?” diye seslendi. Istırabını, zihnimin gerisinde bir yerlerde duyduğum bedenimin şöyle bir kımıldandığını duyumsadım. Tüm ağırlığımın bindiği omuz ve kol eklemlerimin çatırdamalarını işittim. Kalyonun, burnuyla yardığı köpük köpük yeşil dalgaların hizasında, küpeşteye yaslanmış halde dikiliyordu Yüzbaşı. Kendimde olduğumu görünce gülümsedi, “Güçlüsün çocuk. Kurnaz olduğun kadar kuvvetlisin de. Beni yere sermek, isyanda bir kurt gibi dövüşmek ve o direkte, denize neredeyse paralel halde bağlanmak kolay iş değildir. Madenindeki sertlik, nadir görünen cinsten. Ama Kondo, ne haltlar karıştırdığını gayet iyi biliyoruz. Geminin bacalarında ve sintinelerinde nasıl gezindiğini sözgelimi…” Acı bir kahkaha attı, “Hak ettiğin yerdesin dert etme. Deden olmasa, çoktan deniz canavarlarının birer parçasıydın. Senin gibi nadide bir köle Ancona, Roma, Marsilya ve Paris pazarlarında bir servet kazandırır adama. Bir tek kusurun var, o da fazlaca dik başlı olman.” Sesini kıstı biraz ve ellerini ağzının iki yanına getirerek güya fısıldadı, “Fakat hayatta köle olmak ve canavarlara yem olmaktan daha beter şeyler var Kondo… Senin gibi erkenden büyüyen çocuklardanım ben de… Soylulara ait kilise yetimhanelerde başıma neler geldiğini bilemezsin. Takdir etmediğimi sanma seni çocuk. Daima makul olmaya çalıştım sana. Ne var ki ablan Adisa için giriştiğin mücadele, deden Dakarai, baban Takama, annen Lilium ve ağabeylerin Abatanos ve Rastaparu ve tüm soydaşların için birer felakete dönüştü bak. Niru hanedanının sonu işte böyle geldi.” Gözlerinde anlayışlı, biraz da acıyan bir ifade belirmişti sanki, “Sana ömrünün bu ilk ve en önemli dersinden kalan ana fikir nedir Kondo? Orada düşünecek uzun zamanın olacak gerçi ama bırak da hiç değilse şimdi yardımcı olayım sana çocuk. İyi dinle Kondo, yalnızca uzlaşanlar hayatta kalır! İşte hayatın sırrı budur. Dostlarınla uzlaşırsın, düşmanlarınla uzlaşırsın, toprakla, denizle, gökle, hayatla uzlaşırsın kısacası. “Ablan Adissa benim, annen de ikinci Kaptan Blason’un kölesi oldu. Oysa uzlaşabilir ve en başından karşılıklı kazanabilirdik Kondo. Sen dedeni ve babanı ikna ederdin, ben de seni ve ablanı korurdum. İtibarınız, sizin kozunuzdu ve deden bunun farkındaydı, baban da öyle. Ama siz gençlerin tesirinde kaldılar.” Daracık lacivert subay ceketinin yakalarını şöyle bir çekiştirdi.

“Böyle daha iyi mi oldu sanki Kondo? Mücadele edemeyeceğin bir güçle karşılaştığın zaman, elindekileri korumaktan daha akıllıca bir davranış yoktur. Olur da hayatta kalırsan eğer, bu sözlerim küpe olsun kulağına. Şimdi tüm Gine düşmüş sayılır. Müslüman Mali Songay Krallığı da pek yakında teslim olacak. Timbuktu camilerine Katolik haçını diktiğimiz zaman gör sen bizi. Kader bu Kondo, biz sizden öndeyiz, çünkü teknik, coğrafya ve dil bilgimiz var. Bunlar yüksek akıl ve muhakeme yeteneği gerektirir. “Sizde ise masallar, hayaller ve saçma bir gururdan başkası yok çocuk!.. Sırf bu gurur, koca Gine ülkesinin doğusunu Malililere, gerisini de bize kaptırmanıza sebep oldu! Neden peki? Çünkü gururun fazlası beladır! Ayrılık getirir, yıkım getirir, acı getirir, bir direğin ucunda böyle sallanır kalırsın!..” “Ben yerimden memnunum,” dedim gıcırtılı, yabancı bir sesle. “Buradan çektiğim acı, boyun eğmenin vereceğinin yanında nedir ki?.. Ama öyle ya, sen bunu nereden bileceksin ki?” Güldü ve bir süre daha bir şeyler zırvaladı ama aklımda kalan sözleri bunlar olmuş. Kimi noktalarda haksız sayılmazdı aslında, ama umurumda değildi. Bu adamlarla aramızda olanlar benim için kişiseldi artık. Sadece bizim için değil, yemin ediyorum ki onlar için de güzel günlerin sonuydu bu yaşananlar. Ayrılmadan önce, kısa sürede olağanüstü bir hızla kaptığım kırık dökük Fransızcamla seslenerek şaşırttım onu, “Yüzbaşı Colbert!”

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıKara Panter -2
  • Sayfa Sayısı160
  • YazarOkay Tiryakioğlu
  • ISBN9786050838060
  • Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
  • YayıneviGenç Timaş / 2023

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Kara Panter – 3 ~ Okay TiryakioğluKara Panter – 3

    Kara Panter – 3

    Okay Tiryakioğlu

    Kondo ve ailesi, Türklerin Fransızlara karşı kurduğu üstünlükle tutsaklıktan kurtulmuştur. Kondo, Türklerin de saydığı bir lider konumundadır. Türklere ve onların adaletine duyduğu hayranlığı gizlemeyen...

  2. Kara Panter ~ Okay TiryakioğluKara Panter

    Kara Panter

    Okay Tiryakioğlu

    Kondo ailesiyle birlikte bir Gine kabilesinde yaşayan küçük bir çocuktur. Hayatına mutlu mesut devam ederken bir gün kutsal saydıkları “Cennet Çayırı”nda bir aslanın belirmesiyle...

  3. Yıldırım Bayezid – İhanet Çemberi ve Yükseliş ~ Okay TiryakioğluYıldırım Bayezid – İhanet Çemberi ve Yükseliş

    Yıldırım Bayezid – İhanet Çemberi ve Yükseliş

    Okay Tiryakioğlu

    “Yıldırım” lakaplı Şehzade Bayezid, alazlanıp yanan bir entrika çemberinin içinde tahtta geçti. En yakınında bulunan Alkan Boğa’nın, kardeşi Yakup’u da yanına katarak ettiği ihaneti...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ergenekon ~ Yakup Kadri KaraosmanoğluErgenekon

    Ergenekon

    Yakup Kadri Karaosmanoğlu

    Yirminci yüzyılın ilk yarısında büyük bir üretkenlikle dergilere yazdığı şiir, öykü, makale ve eleştri türü yazılarla Türk edebiyatı sahnesine adımını atan Yakup Kadri Karaosmanoğlu,...

  2. Gaip ~ Muammer YükselGaip

    Gaip

    Muammer Yüksel

    “Çok uzaklarda bir yerlerde ise bir kadın yüzünde büyük bir mutlulukla yatıyordu. İpek dantellerin arasında uzanmıştı, yanında bir kundağa sımsıkı sarılmış bir bebek vardı....

  3. Hocalı Katliamı Günlerinde Aşk ~ Ferhat AtikHocalı Katliamı Günlerinde Aşk

    Hocalı Katliamı Günlerinde Aşk

    Ferhat Atik

    “Daha, çok anlatacaklarım var. Daha çok bilinmesi gerekenler var.” “Bir katliamın ortasındaki aşkı unutmamam lazım. Aygül’ü unutmamam lazım. Hocalı katliamını unutmamam lazım. Aslında gördüklerimi,...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur