Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Tan Kızıllığı –Ahlaki Önyargılar Üzerine Düşünceler-
Tan Kızıllığı –Ahlaki Önyargılar Üzerine Düşünceler-

Tan Kızıllığı –Ahlaki Önyargılar Üzerine Düşünceler-

Friedrich Nietzsche

Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900): Geleneksel din, ahlak ve felsefe anlayışlarını kendine özgü yoğun ve çarpıcı bir dille eleştiren en etkili çağdaş felsefecilerdendir. Bonn Üniversitesi’nde…

Friedrich Wilhelm Nietzsche (1844-1900): Geleneksel din, ahlak ve felsefe anlayışlarını kendine özgü yoğun ve çarpıcı bir dille eleştiren en etkili çağdaş felsefecilerdendir.

Bonn Üniversitesi’nde teoloji okumaya başlayan Nietzsche daha sonra filolojiye yöneldi. Leipzig Üniversitesi’nde öğrenimini sürdürdü, henüz öğrenci iken Basel Üniversitesi filoloji profesörlüğüne aday gösterildi. 1869’da sınav ve tez koşulu aranmadan, yalnızca yazılarına dayanarak doktor unvanı verilen Nietzsche profesörlüğü sırasında klasik filoloji çalışmalarından uzaklaştı ve felsefeyle uğraşmaya başladı. Tragedyanın Doğuşu, Zamana Aykırı Bakışlar, İnsanca Pek İnsanca (Karışık Kanılar ve Özdeyişler, Gezgin ve Gölgesi), Tan Kızıllığı, Şen Bilim, Böyle Söyledi Zerdüşt, İyinin ve Kötünün Ötesinde, Ahlakın Soykütüğü, Ecce Homo, Wagner Olayı, Dionysos Dithyrambosları, Putların Alacakaranlığı, Deccal, Nietzsche Wagner’e Karşı başlıca büyük eserleri arasında yer almaktadır.

 

Öndeyi

1

Bu kitapta “yeraltındaki” birini işbaşında buluyoruz; çukur kazan, tünel açan, temelleri sarsan birini. Böyle derinlerdeki bir çalışmayı görecek gözleri olan görür onu; ışığa ve havaya uzun süre maruz kalmanın beraberinde getirdiği sıkıntıyı pek de belli etmeden nasıl da yavaş yavaş, temkinli, yumuşak bir amansızlıkla ilerlediğini, bu karanlık çalışmasında bile memnun olduğu söylenebilir. Herhangi bir inanç onu yönlendiriyor, bir avuntu zararını telafi eder gibi görünmüyor mu? Belki de kendi uzun zifiri karanlığına, anlaşılmaz, gizli, bilmecemsi karanlığına sahip olmak istiyor gibi, neye ulaşacağını da bildiği için: kendi sabahına, kendi kurtuluşuna, kendi tan kızıllığına?.. Elbette, geri dönecek: Sormayın ona aşağıda ne aradığını, kendisi zaten söyleyecek; bu apaçık Trophonios1 ve yeraltı varlığı, ancak yeniden “insan olduğunda”. Onun gibi uzun bir süre köstebek olunduğunda, yalnız olunduğunda, temelden unutur insan susmayı——

 

2

Aslında, sabırlı dostlarım, aşağıda ne istediğimi, burada bu geç öndeyide söylemek istiyorum size, ki ölen birinin ardından yapılan son konuşmaya, bir mezar konuşmasına kolaylıkla dönüşebilirdi bu öndeyi: Çünkü ben geri döndüm ve ölümden döndüm. Sizi de aynı gözü pekliğe davet edeceğimi sanmayın! Hatta sadece aynı bir başınalığa bile! Çünkü böyle kendi yollarında yürüyenin karşısına hiç kimse çıkmaz: “Kendi yolları” beraberinde getirir bunu; bu sırada onun yardımına hiç kimse koşmaz; karşısına tehlike, tesadüf, kötülük ve kötü hava şartları adına çıkan her şeyi yalnız başına alt etmesi gerekir. Çünkü işte, kendi yolu, kendisi için vardır ve uygun düştüğü gibi, bu “kendisi için❞e duyduğu burukluğunun, kırgınlığının olması ne kadar da bayağıdır: Örneğin bunun içinde arkadaşlarının bile onun nerede olduğunu, nereye gittiğini bilememeleri, ara sıra kendi kendilerine, “Nasıl? Yürüyor mu ki? Var mı hâlâ bir yolu?” diye sormaları da vardır. O zamanlar, herkesin harcı olamayacak bir işe giriştim: Derinlere indim, toprağı kazdım, biz filozofların birkaç bin yıldır en sağlam zeminde -şimdiye kadar her bina çöktüğü halde hep yenideninşa edegeldiğimiz eski bir güveni incelemeye ve eşelemeye başladım: Ahlaka duyduğumuz güvenin altını kazmaya başladım. Ama beni anlamıyor musunuz?

3

Şimdiye kadar iyi ve kötü üzerinde çok özensiz düşünülmüştür: Bu her zaman tehlikeli bir konuydu. Vicdan, iyi bir ün, cehennem ve hatta koşullara göre polis bile tarafsızlığa izin vermedi ve vermiyor; ahlakın huzurunda, tıpkı her otoritenin karşısında olduğu gibi düşünmek de, konuşmak da caiz değildir: Burada itaat edilir! Dünya var olduğundan beri henüz hiçbir otorite, eleştirinin nesnesi olmaya istek duymamıştır; hele

ki ahlakı eleştirmek, ahlaki bir sorun, bir sorunsal olarak almak: Nasıl? Bu -ahlaka aykırı değil miydi, değil midir? Ne ki ahlak, eleştiren elleri ve işkence aletlerini bedeninden uzak tutmak için her türlü korkutma aracını kullanmakla kalmaz: Güvenliğini daha da fazla, çok iyi anladığı belirli bir büyüleme sanatıyla sağlar, – “heyecanlandırmayı” bilir. Eleştirel istenci çoğu kez tek bir bakışla felç etmeyi, hatta kendine çekmeyi başarır; dahası, eleştirel istencin kendi kendisine karşı çıkmasını, sonra da bir akrep gibi iğnesini kendi bedenine batırmasını sağladığı örnekler vardır. Ahlak ezelden beri ikna sanatının her türlü şeytanlığından anlar: Bugün bile ondan yardım almayan bir hatip yoktur (örneğin bizzat anarşistlerimizin konuşmalarına kulak verelim: Nasıl da ahlaki konuşuyorlar ikna etmek için! Nihayet kendilerini hâlâ “iyiler ve adiller” diye adlandırıyorlar). Zaten ahlak ezelden beri, dünyada konuşma ve ikna etme var olduğundan bu yana, en büyük ayartma ustası ve biz filozofları ilgilendiren yönüyle, filozofların asıl Kirke’si2 olduğunu kanıtlamıştır. Platon’dan itibaren Avrupa’daki tüm felsefi inşaat ustalarının boş yere inşa etmiş olmaları nereden kaynaklanıyor? Bizzat kendilerinin samimiyetle ve ciddiyetle a ere perennius3 kabul ettikleri her şeyin yıkılmaya yüz tutmuş ya da halen enkaz haline gelmiş olması neye dayanıyor? Ah, şimdi bile, bu soruya vermek için hazırda tutulan “Çünkü hepsinde de temelin sınanması, toplam aklın eleştirisi koşulu ihmal edilmişti,” yanıtı ne kadar yanlıştır Kant’ın biz modern filozofları gerçekten daha sağlam ve daha az aldatıcı bir zemine çekmediği o vahim yanıtı! (-Ve ayrıca sorarsak, bir aletten kendi uygunluğunu ve işe yararlığını eleştirmesini istemek biraz tuhaf değil miydi? Zihnin bizzat kendi değerini, kendi kuvvetini, kendi sınırlarını “idrak etmesini” istemek? Hatta biraz saçma değil miydi?-) Belki de doğru yanıt daha ziyade, Kant dahil tüm filozofların ahlakın ayartmasıyla inşa ettikleriydi; “o yüce ahlaki yapının zeminini düz ve inşaatı kaldırır hale getirmeyi” kendisinin “çok gösterişli olmasa da, o kadar değersiz de olmayan” görevi ve çalışması olarak belirleyen Kant’ın (Kritik der reinen Vernunft II, s. 257) masum dilini bir kez daha kullanacak olursak: Görünüşte kesinlikle “hakikat”i ama aslında “y üce ahlaki yapı “yı amaçladıkları için Ah, Kant bunu başaramadı, -bugün söylenmesi gerektiği gibi– tam aksine! Kant böyle coşkun bir niyetle, başka her şeyden çok bir coşkunluk yüzyılı olarak adlandırılabilecek yüzyılının tam da doğru çocuğuydu: Aynı zamanda, ne iyi oldu da o yüzyılın daha değerli yanları bağlamında da (örneğin kendi bilgi teorisine aldığı o güzel duyusalcılık parçasıyla) öyle kaldı. Ahlak tarantulası Rousseau onu da sokmuştu, onun da ruhunun temelinde ahlaki fanatizm düşüncesi bulunuyordu; bu düşünceyi hayata geçiren kişi, yani Robespierre ise kendini Rousseau’nun başka bir çömezi olarak duyumsamış ve ilan etmişti, “de fonder sur la tere l’empire de la sagesse, de la justice et de la vertus (7 Haziran 1794 tarihli konuşma). Diğer yandan, kalbinde böyle bir Fransız fanatizmi varken, Kant’ın yaptığından daha Fransız-olmayanı, daha derini, daha esaslısı, daha Alman’ı -bu anlamda “Alman” sözcüğünü kullanmaya bugün hâlâ izin varsa yapılamazdı: Kendi “ahlaki ülkesine” yer açabilmek adına, kanıtlanamaz bir dünyanın – mantıksal bir “öbür dünya”nın varlığını kabul etmek gereğini duydu, – saf aklın eleştirisini yapmak tam da bu nedenle gerekliydi onun için! Başka bir deyişle: Kant için “ahlaki ülkeyi❞ akıl tarafından saldırılamaz, daha da iyisi dokunulamaz kılmak her şeyden daha önemli olmasaydı, böyle bir eleştiriye gereklilik duymazdı Kant tam da şeylerin ahlaki bir düzeninin aklın saldırısına açık olduğunu çok yoğun duyumsamıştı! Çünkü Kant doğa ve tarih karşısında, doğa ve tarihin temelden ahlaka aykırılığı karşısında, her büyük Alman’ın ezelden beri olduğu gibi bir kötümserdi; ahlaka doğa ve tarihle kanıtlandığı için değil, aksine buna rağmen, doğa ve tarih aracılığıyla sürekli onlara karşı çıkıldığı için inanıyordu. Belki de,

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Etik-Ahlak Felsefe
  • Kitap AdıTan Kızıllığı –Ahlaki Önyargılar Üzerine Düşünceler-
  • Sayfa Sayısı312
  • YazarFriedrich Nietzsche
  • ISBN9786254299518
  • Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2024

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Putların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Felsefe Yapmanın Yolları ~ Friedrich NietzschePutların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Felsefe Yapmanın Yolları

    Putların Alacakaranlığı ya da Çekiçle Felsefe Yapmanın Yolları

    Friedrich Nietzsche

    “Ahlaksal olgu diye bir şey yoktur. Ahlaksal yargı ile dinsel yargının ortak yönü, ikisinin de aslında olmayan gerçekliklere inanmasıdır. Ahlak, belli olayların bir yorumudur,...

  2. Neden Bu Kadar Akıllıyım? ~ Friedrich NietzscheNeden Bu Kadar Akıllıyım?

    Neden Bu Kadar Akıllıyım?

    Friedrich Nietzsche

    Neden Bu Kadar Akıllıyım?, Alman filozof Friedrich Nietzsche’nin otobiyografik nitelikte kurguladığı Ecce Homo’dan bir kesittir. Nietzsche’nin Ekim 1888’den buhran geçirdiği Aralık 1889’a dek üzerinde...

  3. Sevgi ve Nefret Üzerine Aforizmalar ~ Friedrich NietzscheSevgi ve Nefret Üzerine Aforizmalar

    Sevgi ve Nefret Üzerine Aforizmalar

    Friedrich Nietzsche

    İnsan eylemleri için söz verebilir ama duyguları için veremez; çünkü bunlar istem dışıdır. Kim ki birini sonsuza dek seveceğine ya da ondan nefret edeceğine...

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur