Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Ben Küçük Bir Çocukken
Ben Küçük Bir Çocukken

Ben Küçük Bir Çocukken

Erich Kastner

“Bu kitapta çocuklara, çocukluğumdan bazı kesitler anlatmak istiyorum. Bütün çocukluğumu değil, sadece bazı kesitleri. Yoksa o hiç hoşlanmadığım tuğla gibi ağır kitaplardan olurdu bu…

“Bu kitapta çocuklara, çocukluğumdan bazı kesitler anlatmak istiyorum. Bütün çocukluğumu değil, sadece bazı kesitleri. Yoksa o hiç hoşlanmadığım tuğla gibi ağır kitaplardan olurdu bu kitap; oysa çalışma masam tuğla üretim yeri değil.” Erich Kästner

İçindekiler
Önsözsüz Kitap Olmaz, 7
Kästnerler ve Augustinler, 19
Küçük İda ile Erkek Kardeşleri, 30
Annemle Babam Tanışıyor, 46
Bavullar, Bel Kuşakları ve Sarışın Lüleler, 59
Königsbrücker Caddesi ve Ben, 72
Öğretmen, Öğretmen, Her Yer Öğretmen, 86
Jimnastik ve Şeker Külahı, 100
Yaklaşık Sekiz Yaşındaki Çocuğun Bir Günü
Yaklaşık Böyle Geçiyordu, 116
Hayatın Çarpım Tablosu Hakkında, 132
Tehlikeli Sonuçlar Doğurabilecek İki Düğün, 146
Dertli Bir Çocuk, 158
Franz Dayım Milyoner Oluyor, 177
Albert Meydanı’ndaki Villa, 195
İki Farklı Bay Lehmann, 213
Annem, Suda ve Karada, 226
1914 Yılı, 243
Sonsöz, 255

ÖNSÖZSÜZ KİTAP OLMAZ

Sevgili çocuklar ve çocuk olmayanlar!

Arkadaşlarım uzun süredir benimle dalga geçiyorlar; önsözsüz yayımlanan tek bir kitabım bile yokmuş. Evet, ben iki, hatta üç önsözlü kitaplar bile yazdım! Konu önsözse yorulmak nedir bilmem. Bu, kötü bir alışkanlık olsa da vazgeçebileceğimi sanmıyorum. Birincisi, kötü alışkanlıklardan kurtulmak çok zordur. İkincisi, bunu kötü bir alışkanlık olarak görmüyorum.

Kitap için önsöz, evlerimizin ön bahçeleri kadar önemli ve güzeldir. Elbette ki önünde küçük de olsa bahçesi olmayan evler ve önsözcüğü, pardon önsözü olmayan kitaplar da var. Ama ben ön bahçesi, hayır önsözü olan kitapları yeğliyorum; konukların çat kapı evin içine dalmalarından yana değilim. Böyle bir giriş ne konuklar ne ev ne de kapı için iyidir.

Rengârenk hercai menekşelerle dolu çiçek tarhlarıyla çevrili kısa bir yoldan geçip üç basamaklı merdiveni çıkarak eve ulaştığınızı düşünün. Böyle bir ön bahçe neden kötü alışkanlık olsun? Apartman blokları, hatta yetmiş katlı gökdelenler, zamanla gerekli hale geldi. Elbette tuğla ağırlığında kalın kitaplar da. Ama ben, eskiden olduğu gibi bugün de ön bahçesinde hercai menekşelerin ve yıldızçiçeklerinin açtığı küçük, huzurlu evleri seviyorum. Tabii önsözlü, ince, kullanışlı kitapları da. Belki de bunun nedeni apartman bloklarında, ön bahçesiz evlerde büyümüş olmamdır. Benim ön bahçem arka avluydu, ıhlamur ağacımsa halı asma demiri. Bugün bunun için gözyaşı dökmemiz gerekmiyor elbette, o zaman da gerekmiyordu. Avlular da, halı asma demirleri de aslında güzeldir. Zaten ben de çocukken az ağlar, çok gülerdim. Ama leylaklar ve mürver ağaçları başka türlü güzeldir, daha güzel şekilde güzeldir. Ben küçük bir çocukken bile biliyordum bunu. Bugünse çok daha iyi biliyorum. Çünkü artık bir ön bahçeye ve evimin arkasında güller, menekşeler, laleler, kardelenler, nergisler, düğünçiçekleri, lobelyalar, çançiçekleri, unutmabeniler ve yaz rüzgârının okşadığı metre yüksekliğinde çiçeklenmiş otlarla kaplı bir çimenliğe sahibim. Akdikenler, leylaklar, iki kocaman dişbudak ağacı ve yaşlı, çürümüş bir gürgen ağacı süslüyor bahçemi. Hatta mavi baştankaralarım, baştankaralarım, keten kuşlarım, sıvacı kuşlarım, şakrakkuşlarım, karatavuklarım, alaca ağaçkakanlarım ve saksağanlarım var. Bazen kendi kendimi kıskanasım geliyor!

Bu kitapta çocuklara çocukluğumdan bazı kesitler anlatmak istiyorum. Bütün çocukluğumu değil, sadece bazı kesitleri. Yoksa o hiç hoşlanmadığım tuğla gibi ağır kitaplardan biri olurdu bu kitap; oysa çalışma masam tuğla üretim yeri değil. Ayrıca şu da var: Çocukların yaşadığı her şeyin çocuklar tarafından okunması uygun olmayabilir! Biraz tuhaf gelebilir. Ama doğru. Ben inanıyorum doğru olduğuna.

Çocukluk yıllarımın üzerinden elli yıl geçti; elli yıl, ne de olsa yarım yüzyıl demektir. (Umarım hesap hatası yapmamışımdır!) Ve günlerden güzel bir gün, yarım yüzyıl önce küçük bir çocuğun nasıl yaşadığı ilginizi çekebilir diye düşündüm. (Umarım bu konuda da hesap hatası yapmamışımdır.) O zamanlar birçok şey bugünkünden farklıydı! Örneğin ben, atlı tramvaylara bindim. Rayların üzerinde hareket eden vagonu bir at çekiyordu. Aynı zamanda arabacı olan kondoktör, ara sıra kırbacını şaklatırdı havada. “Elektrikli” tramvay hayatımıza girdiğinde, alt tarafı çok dar etekler moda olmuştu. Çok uzun, çok dar etekler giyen kadınlar, küçük adımlar atarak yürüyebiliyorlardı. Tramvaya binmeleri olanaksızdı; kondüktörler ve diğer güçlü kuvvetli erkekler tarafından, kahkahalar arasında çıkarılırlardı platforma. Bu arada başlarını yana yatırmak zorundalardı çünkü üzerinde kocaman tüyler, upuzun iğneler ve polisin zorunlu kıldığı şapka iğnesi koruyucuları bulunan araba tekerleği büyüklüğünde şapkalar takıyorlardı.

O yıllarda Almanya hâlâ imparator tarafından yönetiliyordu. Yüzünün ortasında, yukarı doğru kıvrılmış bıyığı olan biriydi imparator. Berlinli saray kuaförü, gazete ve dergilere, imparatorun tercih ettiği bıyık bandajının reklamını vermişti. Bu yüzden Alman erkekleri, sabahları tıraştan sonra, ağızlarının üstüne geniş bir bıyık bandajı bağlarlardı. Bu halleriyle aptal gibi görünmeleri bir yana, yarım saat boyunca da ağızlarını açamazlardı. Saksonya’da da bir kralımız vardı. İmparatorun onuruna her yıl askeri manevra ve kralın doğum günü nedeniyle de resmi geçit yapılırdı. Bombacı birliklerle piyade erlerinin ama özellikle de süvari alaylarının rengârenk üniformaları harikaydı. Dresden’in Alaun Meydanı’nda, muhafız alayı süvarileri zırhlı kasklarıyla, hafif süvariler şeritlerle süslü üniformaları ve kahverengi kürk başlıklarıyla, mızraklı süvariler özel üniforma ve şapkalarıyla, atlı avcılar at sırtında, kılıçlarını çekmiş, mızraklarını havaya kaldırmış olarak kraliyet tribününün önünden geçerken herkes coşku içinde, “Yaşa!” diye bağırır, trompetler öter, ziller hiç durmadan çalardı. Davulcular, tokmaklarını kocaman davullarına vurarak yeri göğü inletirlerdi. Bu resmi geçitler hayatımda gördüğüm en görkemli, en pahalı revüler ve operetlerdi.

Doğum günü böylesine renkli ve gürültülü kutlanan son Saksonya kralının adı, Friedrich August’tu. O günlerde, son kral olduğunu kendi de bilmiyordu elbette. Bazen çocuklarını yanına alıp kentte arabayla dolaştığı görülürdü; başında pırıl prıl parlayan tüylü şapkasıyla koruma görevlisi, arabacının yanında kollarını kavuşturmuş otururdu. Küçük prenslerle prensesler, açık arabadan biz çocuklara el sallarlardı. Kral da elini sallar, dostça gülümserdi. Biz de el sallayarak karşılık verirken ona birazcık acırdık. Çünkü karısının yani Saksonya kraliçesinin onu bırakıp kaçtığını bütün dünya gibi biz de biliyorduk. İtalyan kemancı Signore Toselli’yle kaçmıştı kraliçe! Böylece kral, komik duruma düşmüş, prenseslerle prensler de annesiz kalmışlardı.

Noel zamanı, bazen diğer subaylar gibi paltosunun yakasını kaldırarak akşamları pırıl pırıl parlayan Prag Caddesi’nde tek başına dolaşan kral, ışıltılı vitrinlerin önünde dururdu; hep düşünceli bir hali vardı. En çok çocuk giysileri ve oyuncaklarla ilgilenirdi. Kar yağar, mağazaların içinde Noel ağaçları parıldardı. Yayalar birbirlerini dürtüp, “Kral!” diye fısıldaşır, sonra onu rahatsız etmemek için hızla yollarına devam ederlerdi. Yalnızdı. Çocuklarını seviyordu. O yüzden de halk onu seviyordu. Örneğin et ürünleri satan bir dükkâna girip tezgâhtar kadınlardan birine, “Bir çift sosis, bol hardallı, hemen yemek için!” dese, eminim kadın diz çöküp, “Bu bizim için büyük bir onurdur, Majesteleri!” demez, “Ekmek arası mı olsun?” diye sormakla yetinirdi. Hepimiz bu arada annemle ben de onun iştahını kaçırmamak için başımızı öte tarafa çevirirdik. Ama sanırım cesaret edemiyordu. Herhangi bir dükkâna girmez, See Caddesi boyunca yürür, güzel bir şarküteri olan Lehmann&Leichsenring önünde bir süre durduktan sonra Altmarkt’tan geçer, Schloss Caddesi’nden aşağı yavaş yavaş yürür, Zeuner’in vitrininde savaş formasyonuna göre yerleştirilmiş kurşun askerleri dikkatle süzer, sonra Noel gezintisi sonlanmış olurdu! Çünkü saray yolun karşı tarafındaydı. Geldiği fark edilir, nöbetçiler hemen dışarı fırlar, komutlar duyulur, silahlı askerler selam dururlardı. Saksonya’nın son kralı, elini kasketine götürür, fazlasıyla büyük evine girip gözden kaybolurdu.

Evet, yarım yüzyıl uzun bir süre. Ama bazen bana sanki dünmüş gibi geliyor. O zamandan bu yana neler olmadı ki! Savaşlar ve elektrik ışığı, devrimler ve enflasyonlar, güdümlü zeplinler ve Milletler Cemiyeti, çivi yazısının deşifre edilmesi ve sesten hızlı uçaklar! Mevsimler ve ev ödevlerine gelince onlar her zaman vardı, bugün de var. O zamanlar annem, anne babasına, “siz” demek zorundaydı ama anne babalarla çocuklar arasındaki sevgi hiç değişmedi. Babamın okul yıllarında ekmek ve kapı gibi bazı sözcükler bugünkünden farklı yazılıyordu. Ama nasıl yazılırsa yazılsın, ekmek her zaman sevilen bir gıda maddesiydi, şimdi de öyle. Ve kapı olmadan eve o zaman da girilemiyordu, bugün de girilemiyor. Hemen hemen her şey değişti ve hemen hemen her şey aynı kaldı.

Tüten gaz lambasının altında aritmetik ödevlerimi yaptığım daha dün gibi, yoksa aradan gerçekten yarım yüzyıl mı geçti? Lamba şişesinin hafif bir “çıt” sesiyle çatlamasının, elimizi yakmasın diye çatlayan şişeyi bezle tutup yenisiyle değiştirmemizin üzerinden yarım yüzyıl mı geçti? Bugün sigorta atıyor, karanlıkta kibrit çakıp yenisini buluyor ve takıyoruz. Aradaki fark çok mu büyük? Eh evet, ışık bugün o zamankinden daha parlak ve elektrik akımını, gaz bidonuyla satın almak gerekmiyor. Bazı şeyler daha rahat hale geldi. Ama daha mı güzel oldu? Tam olarak bilemiyorum. Belki. Belki de değil.

Ben küçük bir çocukken sabahları okuldan önce, bir koşu Grenadier Caddesi’ndeki Tüketici Kooperatifi’ne giderdim. “Bir buçuk litre gaz ve iki kiloluk taze ekmek, ikinci kalite,” derdim satıcı kadına. Sonra para üstünü ve indirim kuponlarını cebime koyar, bir elimde ekmek, öteki elimde çalkalanan bidonla koşmaya devam ederdim. Sokaklarda, göz kırpan gaz fenerlerinin önünde kar tanecikleri dans ederdi. Şiddetli soğuk ince iğne darbeleriyle kapardı burun deliklerimi. Kiesling’in kasap dükkânına geçerdim sonra. “Yüz yirmi beş gram ev yapımı kan sosisi ve ezme karaciğer sosisi, lütfen yarı yarıya olsun!” Oradan da manav Bayan Kletsch’e, “Bir parça tereyağıyla üç kilo patates. Annemin selamı var, son aldığım patateslerin don yemiş olduğunu söyledi!” Şimdi eve! Ekmek, gaz, sosis, tereyağı ve patates! Nefesim ağzımdan, Elbe nehri üzerindeki buharlı gemilerin dumanı gibi fışkırıyor; bembeyaz. Koltuğumun altındaki iki kiloluk ekmek kayıyor, bozuk paralar şıngırdıyor cebimde, bidonun içinde gaz çalkalanıyor, patates filesi dizime çarpıyor durmaksızın. Gıcırdayan sokak kapısı… Merdiven basamaklarını üçer üçer çıkıyorum. Üçüncü kattayım; iki elim de dolu olduğu için zili çalamıyorum. Ayakkabımın ucuyla vuruyorum kapıya. Kapı açılıyor.

“Zili çalamaz mısın?” diyor annem.

“Hayır, anneciğim, nasıl çalayım?” diye yanıtlıyorum. Annem gülüyor. “Bir şey unutmadın, değil mi?” sorusuna yanıtım hazır, “Elbette unutmadım!” “Öyleyse masaya yaklaşın, genç adam!”

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
  • Kitap AdıBen Küçük Bir Çocukken
  • Sayfa Sayısı264
  • YazarErich Kastner
  • ISBN9789750715068
  • Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviCan Çocuk / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Küçük Hafiyeler – Emil ve Akrobatlar ~ Erich KastnerKüçük Hafiyeler – Emil ve Akrobatlar

    Küçük Hafiyeler – Emil ve Akrobatlar

    Erich Kastner

    Hafiyeler görev başına!Emil ve arkadaşları, tatili geçirmek üzere Baltık Denizikıyısındaki bir evde tekrar bir araya gelir. Birlikte güzel ve sakin zaman geçirirlerken yeni maceraları...

  2. Uçan Sınıf ~ Erich KastnerUçan Sınıf

    Uçan Sınıf

    Erich Kastner

    Bolca mizah, bitmeyen eğlence… Bir kez okumak yetmeyecek! Bu romanın kahramanları, yatılı bir okulun çocukları… Yılbaşına az bir zaman kalmıştır. Çocuklar, “Uçan Sınıf” adında...

  3. Noktacık ile Anton ~ Erich KastnerNoktacık ile Anton

    Noktacık ile Anton

    Erich Kastner

    Küçük afacanlar iş başında! Kahramanımız Noktacık, anne ve babasından gizli, bakıcısı Bayan Andacht ile birlikte dilenci kılığına girip sokaklarda kibrit satar. Elbette bu, Noktacık...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar – Türk Musikisinin 75 Yıllık Hikayesi ~ Radi DikiciCumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar – Türk Musikisinin 75 Yıllık Hikayesi

    Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar – Türk Musikisinin 75 Yıllık Hikayesi

    Radi Dikici

    Cumhuriyet’in Divası Müzeyyen Senar kitabının bu baskısı farklıdır. Önceki baskılarda Müzeyyen Senar’ın 2004 yılına kadar olan biyografisine, bu defa 2010 yılına kadar olan altı...

  2. Ahmet Samim – 2. Meşrutiyet’te Muhalif Bir Gazeteci ~ Mehmet T. HastaşAhmet Samim – 2. Meşrutiyet’te Muhalif Bir Gazeteci

    Ahmet Samim – 2. Meşrutiyet’te Muhalif Bir Gazeteci

    Mehmet T. Hastaş

    “Beyefendi, dalgın bir insan ayağının idam sehpasına takıldığı bir memlekette hiç gazetecilik yapılabilir mi, gazete çıkarılır mı?” Cumhuriyet döneminin erken bir safhasında dile getirilen...

  3. Hrant ~ Tuba ÇandarHrant

    Hrant

    Tuba Çandar

    Türkiyeliyim… Ermeni’yim… İliklerime kadar da Anadoluluyum. Bir gün dahi olsa, ülkemi terk edip geleceğimi “Batı” denilen o “hazır özgürlükler cenneti”nde kurmayı, başkalarının bedeller ödeyerek...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur