Selçuklu İmparatorluğu hususunda alanında otorite sayılan isimlerin başında gelen Prof. Dr. İbrahim Kafesoğlu, Sultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu başlıklı çalışmasında Malazgirt Zaferi’nden sonra Anadolu’da artık siyasî, iktisadî ve içtimaî açıdan kök salan Türklüğün Kafkaslardan Yemen’e kadar uzanan tarihî serüvenini Sultan Melikşah’ın şahsında ve güttüğü siyasette tetkik etmiştir.
Selçuklu İmparatorluğu’nun artık neredeyse tabiî sınırlarına ulaştığı bu dönemde, Türk tarihine adını altın harflerle yazdıran Nizâm ül-Mülk de on yedi sene vezirlik yaparak vefatına kadar devletin idaresindeki faal görevini sürdürmüştür. Prof. Kafesoğlu bütün diğer kitaplarında olduğu gibi, bu eserinde de Selçukluların kültür hayatına temas etmiş ve medeniyetimiz içinde sahip oldukları önemi muhtelif yönleriyle okuyucunun dikkatine sunmuştur.
İÇİNDEKİLER
TRANSKRİPSİYON VE KISALTMALAR………………………………………………..8
SUNUŞ………………………………………………………………………………………………9
ÖNSÖZ ……………………………………………………………………………………………11
KAYNAKLAR HAKKINDA İZAHLAR …………………………………………………15
1- Arabca ve Farsça kaynaklar ………………………………………………………….15
a) Hususî vekayinâmeler: …………………………………………………………….15
c) Umûmî vekayinâmeler: ……………………………………………………………19
2- Diğer Kaynaklar………………………………………………………………………….22
a) Bizans kronikleri:…………………………………………………………………….22
b) Ermeni ve Gürcü kaynakları:…………………………………………………….23
c) Süryanî kaynakları: ………………………………………………………………….24
3- Coğrafya ve Tarihî Coğrafya eserleri ……………………………………………..25
4- İdarî ve askerî teşkilâta dâir eserler……………………………………………….25
5- Kültür hareketlerinden bahseden kaynaklar …………………………………..26
6- Kitabeler ve sikkeler……………………………………………………………………27
7- Tedkikler …………………………………………………………………………………..28
GİRİŞ……………………………………………………………………………………………….31
– I –
MELÎKŞAH’IN ÇOCUKLUĞU
VE VELÎAHDLİĞİ
Çocukluğu ve İlk İştirak Ettiği Muharebeler ………………………………………39
Velîahdliği ve Evlenmesi …………………………………………………………………41
– II –
İÇ KAVGALARI YATIŞTIRMA
VE SINIRLARI MÜDAFAA SAFHASI
Karahanlılar ve Gaznelilerle Mücadele ………………………………………………49
Kavurd Bey İsyanı …………………………………………………………………………..51
Melikşah Zamanında Kirmân Selçukluları …………………………………………54
Sınırlarda Mukabil Harekât ……………………………………………………………..56
– III –
İMPARATORLUĞUN GENİŞLEMESİ
1- Suriye fütuhatı: Dimışċ’ın zaptı ve Mısır seferi ………………………………63
2- Doğu Arabistan fütuhatı: AÊsa bölgesinin ve Bahreyn adalarının
itaate alınması……………………………………………………………………………68
3- Musul, Harran, Haleb vukuatı, Diyâr-ı Bekr’in fethi……………………….69
4- Antakya’nın zabtına kadar Anadolu fütuhatı………………………………….85
5- Antakya’nın zaptından sonra: Elcezire ve Suriye …………………………..105
8- Antakya’nın zaptından sonra: Anadolu………………………………………..118
7- Kafkasya harekâtı: Doğu Karadeniz bölgesinin tâbiiyete alınması…..126
8- Sîstân vukuatı…………………………………………………………………………..130
9- Mâveraünnehir’in fethi, Kâşgar’ın tâbiiyeti ………………………………….131
10- Hicaz meseleleri ve Yemen’in tâbiiyete alınması…………………………134
11- Íasan-ı Şabbâh ve Bâtınîlerle mücadele …………………………………….138
– IV –
SULTAN MELİKŞAH ZAMANINDA
TEŞKİLÂT VE KÜLTÜR HAREKETLERİ
1- Toplu bir bakış …………………………………………………………………………147
2- İdare Teşkilatı…………………………………………………………………………..152
3- Ordu ……………………………………………………………………………………….162
4- Toprak ve halk:…………………………………………………………………………168
5- Kültür hareketleri……………………………………………………………………..170
b- İlim adamları: ……………………………………………………………………….186
c- Şâirler ve edîbler: …………………………………………………………………..189
– V –
NİZÂM ÜL-MÜLK’ÜN KATLİ
VE MELİKŞAH’IN VEFATI
195
SON SÖZ
213
BİBLİYOGRAFYA
215
İNDEKS
I
Şahıs, Devlet ve Kabile Adları
219
İNDEKS
II
Yer Adları, Unvan ve Tâbirler
231
ÖNSÖZ
Malazgird meydan muharebesinin (26 Ağustos 1071) gerek Türk tarihi gerekse dünya tarihi bakımından hâiz olduğu büyük ehemmiyet artık anlaşılmış bulunuyor. Muhteşem Bizans imparatorluğunu temellerinden sarsan ilk büyük darbe olan bu savaş, milletimize yeni, fakat ebedî bir vatan sağlayan büyük zafer; Anadolu’da, Afrika sahillerinde, Balkanlar’da, Avrupa’da sayısız galibiyetlerimizin müjdecisi; İslâm-Türk fütuhatının birinci derecede muazzam başarısı olmuştur. Bu zafer neticesinde Türkleşen Anadolu, Türk milletinin mukadder tarihî rolünü oynaması hususunda icap eden siyasî, içtimaî ve kültürel cehidlere tükenmez bir kaynak teşkil etmiş ve MüslümanTürk hamlelerinin ihtiyaç gösterdiği iradenin nâzımı olan millî ve mukaddes toprak haline gelmiştir. Bütün Türk tarihinin seyrini Malazgird savaşı hatt-ı fasıl olmak üzere ikiye ayırmak mümkündür. Bu savaştan evvel olup, mevcut yazılı vesikaların şehadetine göre, Milâddan önce dördüncü asra kadar giden kısımda, umumî durumu ile, istep kültüründe bulunan Türkler idarî ve askerî teşkilât sahalarında Atlı İstep Kültürünün en tipik mensuplarından biri olarak görünürler. Bu devredeki fiiliyat manzumesinin karakteri sadece “yaşama endişesi” ibaresiyle hülâsa edilebilir. Ancak Türkler basit bir formülle ifadelendirdiğimiz bu safhada aynı kültür çerçevesindeki diğer kavimlerden çok daha yüksek kabiliyet ve istidat göstermişlerdir. Bozkır kavimlerinden hiç biri tarihleri boyunca bir veya ikiden fazla içtimaî birlik kuramamış olmalarına mukabil, Türkler, Asya Hun’larından itibaren Kuman’lara kadar en aşağı on iki devlet te’sisine muvaffak olmuşlar ve böylece, isimler değişmekle beraber, aynı Türk unsurunun devam etmesi suretiyle on yedi asır gibi uzun bir müddet varlıklarını ve mensup oldukları kültürü muhafaza etmişlerdir. Yazı, musiki, tezyinî san’atlar ve sair alanlarda bu devrin mahsulü olarak Türklerin meydana getirdikleri örnekler bugün “tarihî” olmaktan başka bir kıymet taşımıyorsa da, örflerinden ve idareye müteallik geleneklerinden bazıları Selçuklu’larda görülmekte olduğu gibi, bilhassa ordu teşkilâtında vaz’ettikleri nizamlar zamanımızda bile yaşamakta devam ediyor.
Türkler bu devrede şamandırlar. Tabiat hâdiselerine karşı duyulan derin incizap ve korkunun insanlara telkin ettiği bir inanç olan şamanlık, Türkler arasında, cemiyeti umumî heyeti ile kucaklayan manevî kuvvet halinde XIIXIII. asırlara kadar devam etmiştir. Keza burada da ecdadımızın aynı kültür dairesindeki başka kavimlere nazaran üstünlük gösterdiklerini müşahede ediyoruz: vaktiyle ta’zim edegeldikleri toprak, su vesâir maddelerden zamanla sıyrılarak mücerred bir Tanrı mefhumuna kadar yükseldiklerini görüyoruz. Musevîlik, Hıristiyanlık, İslâmiyet gibi üç büyük dinde merkez rolü oynayan “Allah” fikri, “Türk Tanrısı” şeklinde VIII. asırda meydana çıkıyor. Bununla beraber “Türk Tanrısı” ifadesinden anlaşılıyor ki, bu her şeye hâkim kudret, burada yalnız Türk kavmini himaye ile iktifa eden bir varlık telâkki edilmekte, binaenaleyh semavî dinlerde olduğu gibi bütün beşeriyete ve kâinata hükmeden âlî ve âdil bir Allah mefhumunu hâiz bulunmamaktadır. Her ne olursa olsun, böyle bir inancın mevcudiyeti Türklerin musevî, hıristiyan veya müslüman dinlerini fazla yadırgamaksızın benimsemelerini temin etmiştir. Güney Rusya yolu ile Avrupa’ya akın eden Türk kabileleri Hıristiyan olmuşlar, İran üzerinden Ön Asya’ya gelenler ise İslâmiyeti kabul etmişlerdir. Fakat bir kaynaktan çıkıp iki ayrı istikamette seyreden bu kolların tâlii birbirine tamamiyle zıd neticelere bağlanmıştır. Garbdekiler, bilhassa Frank kralı Büyük Karl’dan itibaren her şeyi hıristiyanlık zaviyesinden görmeye başlayan Avrupa camiasında sür’atle eriyip kaybolurlarken, Yakın Şarka göç edenler bilâkis İslâmiyetin, sırasiyle, taraftarı, müdafii, kurtarıcısı ve bayrakdarı oldular. Görünüşe göre Türkler müslümanlıkta daha müsait bir gelişme imkânına ermiş bulunuyorlar; o kadar ki, bu dinin kurucusu ve yayıcısı olan Araplar kılıcı çoktan bıraktıkları ve manevî faaliyet sahasını daha ziyade İranlı’lara terk ettikleri hâlde, Türkler bir taraftan silâh kudretiyle İslâmlığı ihya etmişler, diğer taraftan, Abbasî hilâfetinin başlangıcından itibaren kültür bakımından İslâmiyetin yerleştirilmesi vazifesini taahhüt eden İranlı unsuru himaye ederek bu dinin sâir ülkelerde intişarını sağlamışlardır. İşte tarihimizin ikinci kısmının ana hususiyeti budur. Dünyevî hâkimiyetle kültürel himayenin paralel olarak inkişâf ettirilmesi sayesindedir ki İslâmlık tekrar canlanmış, yeni kıt’alarda bütün beşerî faaliyetin mihrak noktası hâline gelerek milletlerin hayatında idare edici mevkie yükselmiştir. Türkler bu andan itibaren artık müslümanlığın ayrılmaz bir cüzü olmuşlar, ondan aldıkları kuvvet sayesinde, daha büyük hamlelerle, insanlık için çalışmışlar ve bu imanın ilham ettiği şevk ve heyecanla daima muvaffak ve muzaffer olmuşlardır. Türklerin bu sahada ilk faal zümresini teşkil eden Selçuklu’lar müslümanlığı X. asır sonlarında kabul etmişlerdi. Mâveraünnehir temasları, Gazneli’lerle mücadeleleri tafsilâtiyle malûmdur. Onlara istiklâl sağlayan Dandânakan meydan muharebesi(1040) nden sonra Tuğrul Bey parlak başarılariyle ihraz ettiği bütün İslâm memleketlerinin sultanı olmak şerefine hakkıyle lâyık olduğunu gösterdi. Bunları gözönüne alan bazı tetkikçiler tarihimizin ikinci devresini bu hâdiselerden başlatmak temayülünde olabilirler. Hakikaten büyük Malazgirt zaferinin köklerini Tuğrul Bey’in kazandığı fütuhat silsilesinde aramak doğru olur. İran’ın zaptı, Bağdad’ın işgali ve Abbasî halifesinin Selçuklu sultanını “Şarkın ve Garbın hükümdarı” olarak tanıması olmasaydı, ihtimâl ta Malazgirt ovasında bir Îslâm-Türk/Hıristiyan-Grek mücadelesi vuku’ bulmazdı. Fakat 1071’e kadar elde edilen muvaffakiyetlerin kat’- îlik ve değişmezliğinin bu zaferle temin edilmiş olduğunu unutmak hakikati görmemek olur. Malazgirt muharebesi, müslüman Türklerin İslâm memleketlerinde hükümran olmak bahsinde yetmiş yıldan fazla süren uzun, yorucu mücadele ve başarılarını çerçeveleyen muhkem bir mahfaza, üç neslin kanı pahasına ulaşılan gayelere nihaî çehresini veren bir hamaset destanı olmuş, bir kitabın bütün muhteviyatını aksettiren son sahifesi gibi, baştan beri Selçuklu Türklerinin ibraz ettiği gayret ve hamiyetin ruh ve mânasını reel vakıa hâlinde ifadelendiren bir hatimesini teşkil etmiştir. Demek ki, Malazgirt savaşı ma’kûs netice vermiş olsaydı buna tekaddüm eden cehidlerin taşıdığı mâna ve şümul derhâl zail olabilir, sarfedilen emek küçük, alelade ve pek muvakkat bir takım harekât olmaktan ileri geçemez, dökülen Türk kanı beyhude yere harcanmış olmak mevkiine düşebilirdi. Bu itibarla biz Alp Arslan’dan evvelki Selçuklu devrine sadece bir mukaddime gözüyle bakmayı ve ikinci devrenin hakikî başlangıcı olarak Malazgirt savaşını almayı daha isabetli buluyoruz.
Türk tarihinin dönüm noktasını teşkil eden Malazgirt meydan muharebesi milletimize Sultan Alp Arslan’ın paha biçilmez bir hediyesi idi. Fakat bu zafere gerçek değerini veren, onun oğlu Sultan Melikşah oldu. Dünya tarihince müsellem şecaatine İslâmiyetin şevk ve heyecanı da inzimam etmiş zinde bir orduya mâlik olarak, bu yeni dinin ulvî ilhamlariyle mücehhez Türk kütlesinin hâkim olduğu Selçuklu İmparatorluğu tahtına oturan Melikşah, genç yaşının verdiği atılganlık, cesaret ve kahramanlığı sayesinde Alp Arslan’a lâyık evlâd olduğunu isbat etmiş ve babasının kazandığı bu meydan muharebesini dünya tarihine veçhe veren bir vakıa hâline ifrağa muvaffak olmuştur. Elcezire’nin, Diyâr-ı Bekr, Diyâr-ı Mu˝ar bölgelerinin fethi, Suriye’nin işgali bu zaferden sonra, fakat, Melikşah’ın o galibiyetin meyvelerini toplamayı bilmesi sebebiyle imkân içine girdiği gibi, Anadolu’nun hâlis bir Türk yurdu hâline gelişi de o zaferin neticesi, fakat yine Sultan Melikşah’ın reddedilmez emir ve fermanlarının, engel tanımaz irâdesinin tecellisi olmuştur. Anadolu fâtihi Süleyman Şah’ın arkasında Büyük Sultan Melikşah’ın dâima mevcut bulunduğunu Bizans İmparatorları bir an hatırdan çıkarmamışlardı. Denebilir ki, bir sürü fetih ve gazalariyle Malazgirt zaferini besleyen, bu zaferin beklenen neticelerini tahakkuk ettiren Melikşah ile, bu gaye uğrunda bütün enerjisini son demine kadar harcamaktan çekinmeyen vezir Ni@âm ül-Mülk hâlâ sayesinden faydalandığımız âbidenin hakikî mimarları oldular. Bu iki büyük sima Malazgirt nüvesi etrafında öyle sarsılmaz bir temel atmışlardır ki, bu temeli terkib eden müslümanlık ruhu ile Türk gücü karşısında hiçbir kuvvet tahammül edememiştir. Ne bütün Hıristiyan âlemini ayağa kaldıran Haçlı seferleri, ne Moğol istilâsı ne de zaman zaman uğradığımız iç fetret dalgaları Müslüman-Türk hamlelerini durduramamış, fakat dâima daha büyük bir hızla fışkıran enerji karşısında her türlü engel ortadan kalkmış ve mukavemete yeltenen her mania yıkılmaya mahkûm olmuştur.
Binaenaleyh yazılı vesikalar bakımından 2500 yıla çıkardığımız tarihimizin ikinci bölümünün başlangıcı olarak aldığımız Malazgirt savaşı da ancak Sultan Melikşah’ın yirmi senelik saltanatında görülen pek mânâlı faaliyet neticesinde hakikî hüviyetini bulmuş oluyor. İşte biz bu tetkikimizde bu faaliyetin cereyan tarzını göstermeye gayret edeceğiz. Melikşah devrinin gerek siyasî gerek kültürel sahada tetkikine hasredilen bu eser, 1948’de Doktora tezi olarak hazırlanmıştı. O zaman elde mevcut bilumum kaynakları kullanmış ve muahhar araştırmalardan istifade etmiştik. 948’denberi yapılan mahdut miktardaki neşriyattan da mümkün mertebe faydalanmak suretiyle, Selçuklu İmparatorluğunun bu en parlak çağını ve sıklet merkezini bir kitap halinde, topluca ortaya koymaya çalıştık. Bu vesile ile, mesâimde büyük muavenet ve teşviklerini gördüğüm muhterem hocam Prof. Mükrimin H. Yınanç’a, yardımlarını benden asla esirgememiş olan sayın Prof. Ahmet Ateş’e ve nümizmat İbrahim Artuk’a teşekkürlerimi sunarım.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih
- Kitap AdıSultan Melikşah Devrinde Büyük Selçuklu İmparatorluğu
- Sayfa Sayısı239
- Yazarİbrahim Kafesoğlu
- ISBN9786051551951
- Boyutlar, Kapak13,5 cm x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2023