Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz, Atsız’ın, Büyük Doğu dergilerinin 6 Mart 1959 – 16 Ekim 1959 tarihleri arasında haftalık olarak 33 sayı neşredilen “IX. Dönem”inde tefrika edilmiş hatıratıdır. Askerî Tıbbiye yıllarından (1922-1925) Orhun dergisinin “II. Dönem”inin başına, yani Ekim 1943’e, kadar olan hatıralarını; ibretâmiz hâdiselerin içinde ve yakın tarihin mühim isimlerinin önünde cereyan eden hayat sergüzeştini, akıcı ve eşine az rastlanır bir mizah diliyle yazan Büyük Atsız, tek parti yıllarının çetin mücadele ortamında nasıl gadre uğradığının salt kişisel bir anlatısını değil, ayrıca cumhuriyetin erken dönemlerinde Türk milliyetçiliği tarihinin öncü kuşakları olarak ortaya çıkan insanların seciyelerinin yoğrulduğu vasatı aydınlatan birincil bir kaynağı da ortaya koymuştur.
Ne yazık ki Büyük Doğu’nun 33. sayısından sonra kapanmasıyla akim kalıp, Atsız’ın “dram” olarak nitelendirdiği esas konusunu teşkîl edecek Irkçılık-Turancılık Davası’nın safahatına giremese de, hatıra serisinin söz konusu niteliği, bu tamamlanmamış haliyle dahi haleldâr olmamaktadır. Türkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz, bir neslin en büyük temsilcilerinden birinin kaleminden dökülmüş özgün bir metin olarak, ilk defa bu baskıda kitaba ilave edilen söyleşilerle birlikte, hâlâ tarihî kıymetini korumaktadır.
İÇİNDEKİLER
Önsöz ……………………………………………………………………………………….. 11
Tanımalar ve Tanışmalar………………………………………………………………. 15
Halk Partisi’nin Polisi………………………………………………………………….. 23
Sıkıyönetimle Tanışıyorum ………………………………………………………….. 33
Sabahattin Ali le Tanışma …………………………………………………………… 48
Hasan Âli le Tanışıyorum……………………………………………………………. 54
Reha Oğuz’la Tanışma…………………………………………………………………. 65
smet nönü’yü Tanıyorum…………………………………………………………… 83
Kendimi Tanıtıyorum ………………………………………………………………… 101
Chp’nin Türkçülere ve Komünistlere Karşı 1944’ten Evvel Tutumu .. 157
Komünizmle lk Çarpışmam………………………………………………………. 172
Bir Alıklık Şaheseri……………………………………………………………………. 179
kinci Cihan Savaşı’nda……………………………………………………………… 183
Türkiye’nin Savaşa Girmesi htimalleri ……………………………………….. 192
Türkler Ve Devşirmeler……………………………………………………………… 204
Orhun’un Yeniden Çıkmağa Başlaması ……………………………………….. 210
SöyleşIler
1. Muallim Nihal Atsız Söylüyor: ……………………………………………….. 219
2. Atsız’la Konuştum………………………………………………………………… 223
3. Nihal Atsız …………………………………………………………………………… 230
4. Çeşitli Konular Üzerine Atsız’ın Fikirleri …………………………………. 235
5. Atsız, Dr. Rıza Nur’u Anlatıyor ………………………………………………. 240
6. Büyük Türkçü Atsız Beğ’in “Son Kale”ye Özel Beyanatı…………….. 247
Dizin……………………………………………………………………………………….. 259
Halk Partisi’ni Tanıyorum
1930’da Edebiyat Fakültesi’ni bitirdikten sonra Türkiyat Enstitüsü’ne asistan olmuştum. Halk Partisi’ni bu sırada tanıdım. Şöyle ki: 1932 Temmuz’unda Ankara’da toplanan Birinci Tarih Kongresi aklın ve ilmin asla kabul edemeyeceği bir hava içinde bocalar, Bayan Afet’in Köprülü Fuat gibi tanınmış bir profesöre ders vermesi gibi hârikalara şahit olur ve sözüm ona yeni yeni ilim ufukları açıp yeni keşifler yaparken bir Halk Partili, ünlü Profesör Zeki Velidi’yi hiçbir şey bilmemekle suçlandırdı ve: “Zeki Velidi Bey’in Darülfünun’daki kürsüsü önünde talebe olarak bulunmadığıma çok şükrediyorum”3 dedi.
Türk tarihi üzerindeki otoritesi bütün dünyada tanınmış olan Zeki Velidi’yi techil eden bu nevzuhur bilgin, Doktor Reşit Galip’di. Kırkından sonra saz çalmağa başlayanların notaya ve usule pek aldırış etmeyecekleri muhakkak olmakla beraber doktor fazla ileri gitmiş, beni ve Zeki Velidi’nin diğer talebelerini, hatta talebesi olmayanları öfkelendirmişti.4 Diğer yedi kişiyle birlikte ona derhal bir telgraf çektim: “Biz ise Zeki Velidi’nin talebesi olmakta iftihar ederiz.” Bir de Zeki Velidi’ye yolladık: “Tebrik ederiz.” Reşit Galib’e çekilen telgraf, kongrede bulunanların tabirince bomba gibi patladı. Belliydi ki Halk Partisi küçük sesleri bomba gürültüsü sanacak kadar ödlekti. Kongre ve telgraf temmuz ayında olmuştu. Bizim bomba uğurlu gelmiş olacak ki, 19 Eylül 1932’de Reşit Galib Maarif Vekilliğine getirildi. Devrimci olduğunu göstermeliydi. 13 Ağustos 1933 tarihine kadar süren vekilliği sırasındaki en mühim icraatı, hiç şüphesiz inkılâbı korumak kaygısı ile, beni asistanlıktan alarak Malatya Ortaokulu’na Türkçe öğretmeni diye tayin etmesi oldu (13 Mart 1933). Halk Partisi ile tanışmağa başlıyordum. Nazik bir eda ile silindir şapkasını çıkararak elini uzatmış ve kendisini takdim etmişti: – “Bendeniz Halk Partisi…” Ben de nezakette ondan aşağı değildim.
– “Teşerrüf ettim efendim…”
* * *
8 Nisan 1933’te Malatya’da vazifeye başladım. Ömür bir yerdi. Devletin kâğıt parasına pek itibar yoktu. Liraları, daha eksiğine çil Osmanlı kuruşlarıyla değiştiriyor, kahvelerde bu çilleri harcıyorduk. Kahve deyip de geçmemeli… Okuldan çıkan öğretmenler soluğu kahvelerde alır, hararetli tavla maçları yapılırdı. Garsonlar, tıkalı yoldan geçmek istedikleri zaman “Pardon” diye müsaade almasını biliyorlardı. Halk Partisi’nin tedbirli ve feyizli idaresi sınıflarda da gözüküyordu. Trahomlu talebeler dershanelerin arka tarafındaki ayrı sıralarda otururlardı. Fakat biz ödev kâğıtlarını toplarken hepsini birbirine karıştırmak ihtiyatsızlığını yapardık. Çocukların da ayrılığa pek aldırış ettikleri yoktu. Birbirlerinin sıralarına geçerlerdi. Öğrencileri trahomlu, trahomsuz diye ikiye ayırmak, milleti ikiye bölmek, belki de bir nevi ırkçılık olsa gerekti. Demokrat millet buna tahammül etmemekte haklıydı. mtiyazsız, sınıfsız, kaynaşmış bir millet değil miydik? Trahom meselesinde de talebe birbiriyle, biz de talebeyle kaynaşıp gitmiştik. Bir defa trahomla savaş doktoruna gittimdi. Gözlerim kanlanmıştı. O zaman hükûmet pek müsamahakârmış… 1944’te olsaydı gözü kanlı, katil, faşist diye adamı tevkif ederlerdi. Doktor rint bir adamdı. “Trahom bulaşıcı bir hastalıktır diye tedavi ediyoruz ama aldırma. Bulaşıcı olsa şimdiye kadar hepimize geçerdi.” diye kestirip attı. Türkiye’de mikrop olmadığı hakkındaki nazariye doğru çıkıyordu. Anlaşılan, mikrop denen hayvancağız güllük, gülistanlık yerlerden hoşlanıyordu; çöplük, çöpistanlıklara iltifat buyurmuyordu. Yahut da doktor zzeddin Şadan’ın5 dediği gibi mikrop Pasteur’ün ve Koch’un uydurmasıydı. Kim görmüştü ki? Tanrının yaptığı gözle görülmeyen bu yaratık, insanın yaptığı mikroskopla mı görülecekti? Malatya’da dört ay kadar kaldım. Edirne Lisesi edebiyat öğretmenliğine tayinim şüphesiz bir yükselişti. Ekselans Halk Partisi bana:
Yüksel ki yerin bu yer değildir,
Öğretmen oluş hüner değildir.
diyordu.
11 Eylül 1933’te Edirne’de işe başladım. Doğrusu Malatya’dan ayrılmak pek kolay değildi. Orada çok orijinal öğretmenler vardı. Ortaokulun Rıza adında bir müdür yardımcısı vardı ki üç ay önceki gazeteleri okur ve bazı makaleleri deftere kopya ederdi. Günü gününe kopya etmeğe yetiştiremediği için o zaman üç aylık bir geri kalış olmuştu. Allah selâmet versin, hâlâ aynı metodla gidiyorsa şimdi kinci Cihan Savaşı’na başlamış olmalıdır. Bir tabiiye öğretmeni “Saraç Amca” vardı ki akşamları iki kadeh içince tek başına “müteaddit ordulara karşı” harp ettiğinden bahsederdi. Fakat Edirne, Malatya’yı hiç aratmadı. Boru değil, Osmanlılara başkentlik etmiş şehirdi. Yahudilerle çingeneler nüfusun yarısını teşkil ettiği, bakımsız olduğu halde yine de gösterişli bir Türk şehriydi. Ya o camiler ya o Selimiye? Akşamları gönlüm uhreviyetle dolardı. Erkek Lisesi, Erkek Öğretmen Okulu, Kız Öğretmen Okulu birbirine pek yakın, âdeta bir sacayaktı, öğrenciler uyanık, öğretmenler kalabalık ve çoğu hiç olmazsa insanın iyi gününde iyi kimselerdi. Ucuzluğa da diyecek yoktu. Şimdi masal gibi gelecek ama, 20-25 kuruşa mükemmel şekilde, âdeta sefahet yaparak bir öğün yemek kâbildi. Hiç unutmam: Bir öğle vakti lokantada iki çatalla birden yemek yiyen bir adam görmüştüm. Yanlış anlaşılmasın, iki çatalla yemek yiyordu. Görülmeğe değer manzaraydı. O gövdeye göre dört çatalla da yese olurdu ama ben yine yadırgamıştım. Adamcağız 100 kuruştan fazla para ödeyip çıkmış, benim gibi 20 kuruşluk hovardaları şaşkına çevirmişti. Lokanta sahibinden öğrendik, meb’usmuş, yani saylav. Doğrusu, Halk Partisi’ne teşekkür etmeliydik. Ya bu adamın saylaviyetini alıp da büyükelçi diye bir yere gönderseydi?.. Malatya’da olduğu gibi Edirne’de de öğretmenlerin çoğu kendilerini içkiye vermişlerdi. Yalnızlık duygusu benliğimizi sarardı. Herhangi bir şarkı insanı duygulandırmağa yeterdi.
* * *
Edirne’nin Kapalıçarşı’sından ilk geçişimde şaşırmıştım. Dükkâncılar stanbul Kapalıçarşı’sında olduğu gibi bağırıp çağırmıyor, müşteri kızıştırmıyorlardı. Meğer bütün dükkân sahipleri Türk’müş… Demek hâlâ lonca zamanının ahlâkını yaşatıyorlardı. Bir gün ortaklaşa bir duygunun dürtüşüyle bir toplantı yapıp milliyetçi bir dergi çıkarmak için konuştuk. Üç okulun hocalarından çoğu hazırdı. Derginin adı üzerinde tartışıldı. Bir iki kişi “Meriç” dedi. Lise müdürü Suut Kemal “çten” olsun diye orijinal bir fikir attı. Bazıları da “Düşünce”yi beğendiler. Erkek Öğretmen Okulu müdürü Reşat Tardu işi şakaya vurdu: “Meriç kenarında içten bir düşünce olmaz mı?” Eh, serde Irkçılık, Turancılık var. Turancı bir teklif de benden: Orhun! Ve arkasından şatafatlı bir savunma… Toplantımız o zamanki Millet Meclisivâri bir davranışla bitti: ttifakla kabul. Derginin sahibi ben olacaktım. Para işlerine Erkek Öğretmen Okulu hocalarından Ali Oğuz bakacak, stanbul’da bastırılacaktı. Suut Kemal, Reşat Tardu, Ali Oğuz… Bu isimleri yazmak galiba ifşa kabîlinden bir şey oldu. Ya 1962’de Halk Partisi iktidara gelir de faşist Atsız’la işbirliği yapanları sorguya çekerse… Bir defa yazmış bulunduğum için de artık geriye dönemem. Dönmenin her türlüsünden iğrenirim. O halde bu üç arkadaşa kendilerini kollamak kalıyor. Orhun’un ilk sayısı 5 Kasım 1933’te çıktı. 6En eski Türk tarihi hakkında epey zamandır topladığım notları “Türk tarihi üzerinde toplamalar” başlığı altında yayınlamağa başladım. Bunun önsözünde de o zaman liselerde okutulan mahut dört ciltlik tarihi tenkit ettim. Bu da ikinci bomba oldu. Doğrusunu isterseniz ben edebiyat değil, atom fiziği ve kimya tahsil etmeliymişim… Suut Kemal’le Reşat Tardu’da şafak attı. Birincisi lisenin, ikincisi erkek öğretmen okulunun müdürü idiler. Müdür yani Halk Partisi’nin bir zamanki deyimi ile çevirgen… Çevirgenler, doğru dürüst çevirdikleri okullarını bir hidrojen bombasıyla darmadağınık edemezlerdi. O zaman atom ve hidrojen bombaları yoktu ama dinamit vardı. Dinamiti patlatan da kendilerinin ortak oldukları derginin sahibi idi.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Anı-Biyoğrafi Tarih
- Kitap AdıTürkçülüğe Karşı Haçlı Seferi ve Çektiklerimiz
- Sayfa Sayısı263
- YazarHüseyin Nihal Atsız
- ISBN9786051556925
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2023