Türk tarihi henüz tedvin edilmemiştir. Bu kadar büyük ve mühim bir milletin tarihi için “henüz tedvin edilmemiştir” demek ilk bakışta insana imkânsız gibi görünse de bu, bir gerçektir. Bunun başlıca üç sebebi vardır: Birincisi, Türk tarihinin başka milletlerle asla ölçüştürülemeyecek kadar geniş bir coğrafya sahasında geçmesi; ikincisi Türk tarihçilerinin devletten çok hanedanlara değer vermesi; üçüncüsü de Türk milletinin tarihi yapan, fakat yazmayan bir millet karakterinde olmasıdır.
Bu sebeple Türk tarihinin en çok bilinen şahısları ve olayları üzerinde bile bazen derin fikir ayrılıkları göze çarpmaktadır. Bu kitap, bu fikir ayrılıklarından doğan meselelerin bir bölümünü ele alarak tartışmak, bir sonuca varmak için yazılmıştır. Türk tarihinin meseleleri şüphesiz, yalnız burada ele alınanlardan ibaret değildir. Maksat, bu meselelerden birkaçını göstererek aydınların, özellikle tarihçilerin dikkatini bu konular üzerine çekmek, ihtilâflı noktalarda fikir birliğine varmak için gerekli toplantıların ve tartışmaların yapılmasına yol açmaktır. Bunlar yapılabilirse tarihimiz tedvin olunmak yoluna girecektir.
İÇİNDEKİLER
Önünç……………………………………………………………………………………….. 7
Türk Tarihine Bakışımız Nasıl Olmalıdır? ……………………………………… 9
Türk Tarihinin Meseleleri ………………………………………………………….. 17
a) Türk Tarihinin Başlangıcı Meselesi:………………………………………. 18
b) Türk Tarihinin Kadrosu Meselesi: ………………………………………… 19
c) Türk Tarihinin Çağları Meselesi: ………………………………………….. 20
ç) Adların İmlâsı Meselesi:………………………………………………………. 21
Türkiye Tarihinin Meseleleri………………………………………………………. 23
a) Türkiye Tarihinin Başlangıcı Meselesi: ………………………………….. 23
b) Türkiye Tarihinde Hegemonyalar Meselesi: …………………………… 26
c) Osmanlı Padişahlarının Sayısı Meselesi:………………………………… 27
ç) Osmanlı Tarihindeki Terimlerle Özel Adların İmlâsı Meselesi: … 29
Devletimizin Kuruluşu………………………………………………………………. 30
Devletimizin Kuruluşunu Sağlayan Savaş …………………………………….. 41
Turancılık ………………………………………………………………………………… 49
Çağrı Beğ …………………………………………………………………………………. 54
16 Devlet Masalı ve Uydurma Bayraklar………………………………………. 62
Malazgirt Savaşı………………………………………………………………………… 69
Malazgirt Zaferinin 900’üncü Yıldönümü…………………………………….. 74
Malazgird’in 900’üncü Yıl Dönümü ve Millî Kültür ………………………. 78
Millî Bayram…………………………………………………………………………….. 86
Büyük Günler …………………………………………………………………………… 90
Cengiz Han ve Aksak Temir Bek Hakkında ………………………………….. 93
Varna Meydan Savaşı ………………………………………………………………. 100
Abdülhamid Han (= Gök Sultan) ……………………………………………… 108
Osmanlı Padişahları ………………………………………………………………… 115
Türk Kara Ordusu Ne Zaman Kuruldu? …………………………………….. 138
30 Ağustos ve Türk Ordusu ……………………………………………………… 141
Türk Destanı Üzerinde İncelemeler: I………………………………………… 146
Türk Destanı ……………………………………………………………………….. 146
Türk Destanı Üzerinde İncelemeler: 2 ……………………………………….. 151
Türk Destanı Üzerinde Çalışanlar…………………………………………… 151
Türk Destanı Üzerinde İncelemeler: 3 ……………………………………….. 156
Türk Destanını Sınıflandırmak Tecrübesi ………………………………… 156
Türk Destanı Üzerinde İncelemeler: 4 ……………………………………….. 162
Türk Destanını Nazma Çekme Teşebbüsü……………………………….. 162
a) Oğuz Kağan Destanı …………………………………………………………. 162
Türk Destanı Üzerinde İncelemeler: 5 ……………………………………….. 168
Türk Destanını Nazma Çekme Teşebbüsü……………………………….. 168
b) Kopuzlama ve Oğuzlama …………………………………………………… 168
Kim Millî Kahramandır?…………………………………………………………… 174
Namık Kemal …………………………………………………………………………. 177
Türkiye ve Kıbrıs …………………………………………………………………….. 18
Önünç
TÜRK TARİHİNDE MESELELER adını taşıyan bu kitabın bazı yazıları «Türk Ülküsü»nün ilk basımında yayınlanmıştı. Yapılan düzeltmelerle ve başka yazıların da eklenmesiyle bu eser meydana geldi.
Türk Tarihinde Meseleler tarih ve kültürümüze ait bazı konuların Türkçü görüşüyle yeni bir açıdan ele alınmasıdır.
Fizik, kimya, matematik gibi kesin hükümlü bilimlerin dışında kalan ve sosyal bilimler çerçevesine giren bütün bilimlerin daima belirli bir açıdan mütalâa olunduğu herkesçe bilinen bir gerçektir. Milletler sosyal alanda, kendi çıkarlarına elverişli olan bakımdan hareket ederler ve kendilerine yarayacak olan teoriyi kabul ederler. Millî çıkarı arkaya atıp da tarafsız davranmaya kalkmak, gerçekte tarafsız olmak değil, karşı tarafların yanında yer almak demektir. Aydınların bu türlü gafletlerini milletler çok acı şekilde çeker.
Bu sebeple bu kitaptaki tezler millî çıkar yönünden ele alınıp tartışılmalı ve ders kitaplarına geçirilmelidir.
Meselâ tarihçiler arasında bile yaygın bir düşünce olan «Türkiye’nin 1071 Malazgirt Savaşı ile kurulmuş olması» tezinin ne kadar yanlış, çürük ve millî ülkü bakımından zararlı olduğu bu kitapta delilleriyle belirtilmiş, fakat gerçekleri kabul ettirmenin güçlüğü dolayısıyla «yanlışlık» devam etmiştir.
Daha çok yarın için kaleme alınmış olan bu yazılardaki tezlerin, yarının Türkçü tarih bilginlerince tartışılıp kabul olunacağını umuyorum.
Ümit en sonra terkolunan şeydir.
Maltepe (İstanbul), 4 Ekim 1966
Atsız
Türk Tarihine Bakışımız
Nasıl Olmalıdır?
XV. YÜZYıLDA, bizde, belirli bir tarih görüşü vardı: Türk tarihinin en eski çağları olarak Oğuz Han destanından bahsolunur, sonra pek kısa bir Selçuk tarihi anlatılarak Osmanlılara geçilirdi. Böylece eski tarihçiler Osmanlıları daha mühim ve üstün tutmakla beraber, Türk tarihini bir bütün halinde gözden geçirirlerdi. Fakat bu tarih görüşü köklenmeden baltalandı. Hele, Hoca Sadeddin gibi bir müverrihin, eserine doğrudan doğruya Osmanlılarla başlamasından sonra, bizim için Türk tarihi sadece «Osmanlı tarihi» olarak kaldı. Ve daha önceki Türklerden, az veya çok, yabancı milletler gibi bahsedilmeye başlandı. XIX. Yüzyılda Müşir Süleyman Paşa ile başlayan tepki, bu yanlış görüşü sarsmaya başladı. Varlık ve başlangıcımızın Osmanlılardan daha ilerde olduğu anlaşıldı. Eski Türklerden bahseden bölümler okul kitaplarına kadar girmekle beraber, Türk tarihi, sıralanmış bir bütün haline konulmadı. Çünkü çeşitli hükümdar sülâlelerinin zamanları ayrı ayrı devletlermiş gibi ele alınıyor ve Türkler birçok yerlerde birçok devletler kurup bunlardan hiç birisini uzun müddet yaşatamamış bir millet gibi gösteriliyordu. Halbuki gerçek hiç de böyle değildir. Çünkü Türk tarihi aralıksız bir bütündür. Mesele, onu sistemleştirmekten ibarettir.
* * *
Türk tarihine bakışımız nasıl olmalıdır? Bu, pek mühim bir meseledir. Çünkü Türk tarihi; İngiliz, Alman veya Fransız milletlerinin tarihi gibi ele alınamaz. Bunun sebebi, Türk tarihinin, o milletlerin tarihi kadar basit olmayışıdır. Bugün, dünyadaki belli başlı milletlerin nasıl meydana geldiğini biliyoruz. Çünkü bu, tarihin gözleri önünde olmuştur. Halbuki Türk milleti tarih başladığı zaman teşekkül etmiş bulunuyordu. Bundan başka bu milletlerin tarihi, hemen hemen, hep aynı dar bir alanda geçtiği için, onların tarihlerini sıraya koymak kolaydır. Fakat, Türk tarihi için bu, mümkün müdür? Bazan Çin’de, bazan Mısır’da, bazan Avrupa’da gördüğümüz Türklerin tarihini bir çerçeveye sığdırmak güç bir iş gibi gözükür. Bundan dolayıdır ki şimdiye kadar Türkler, kırk yerde kırk devlet kuran bir millet sayılmış ve Türk tarihini kronolojik bir düzene sokmak teşebbüsü görülmemiştir. Eskiden, tarihin destanlarla karışık olduğu zamanlarda, Türklerin kafasında daha sistemli bir tarih görüşü vardı. Bugün, birçok bilinmeyen gerçekler meydana çıktığı için, artık, o eski görüş ile yetinmek mümkün değildir. Bunun için bir yeni tarih sistemi bulmak zorundayız. Milliyetçi olduğumuz ve büyük Türk birliğine inandığımız için de, tarihimize vereceğimiz sistem, dileklerimize uygun olmalı ve bu sistem, bize yalnız geçmişimizi en parlak şekilde göstermekle kalmamalı, aynı zamanda ilerisi için de yol çizmelidir.
* * *
Birçok milletler için tarih, bir vatan tarihidir. Meselâ Fransızlar için vatan tarihinden başka bir tarih usulü gütmek mümkün değildir. Bundan dolayı da Fransızlar için millet, o vatan içinde oturan ve birbirine karışan insanların topluluğundan doğan varlık demektir. Çünkü Fransızlar ne Gol, ne Lâtin, ne de German olduklarını iddia edebilirler. Bu unsurların hepsinin aynı vatanda karışmasından doğan bir millet oldukları için, vatan tarihini esas olarak almaya mecburdurlar. Araplar için tarih, bir millet tarihidir. Çünkü, vatanlarının sınırları değişik kalmakla beraber, bu millet, uzun asırlar devletini kaybetmiş, fakat millî varlığını saklamıştır. İngilizler içinse tarih, bir devlet tarihidir. Çünkü, vatan dışına çıkınca kültür bakımından İngiliz kalmakla beraber İngiliz’den başka bir isim taşıyan İngilizler esas varlıklarını ana devletlerinde korumuşlardır. Bununla beraber bu hükümler kesin sayılamaz. Fransızlar için vatan-devlet, İngilizler için devlet-vatan esasının varlığı da söylenebilir. Kesin olan şudur ki, tarihî kuruluşları başka olan milletler için, tarih sistemi de başka başkadır. Bize gelince: Bizim şimdiye kadar sahip olduğumuz «tarihî görüş»ümüz yanlıştır. Çünkü bizim için milletdevlet esasını kabul etmek millî menfaatlarımız için daha uygun olduğu halde, biz, millet tarihi şöyle dursun, devlet ve vatan tarihini bile bir yana bırakarak, yalnız sülâl ve rejim tarihini esas olarak kabul ettik. Her sülâleyi bir devlet sayarak, şimdiye kadar, sülâleler sayısınca devlet kurduğumuzu ileri sürdük. Fakat düşünmedik ki okadar devlet kurduksa, bunların hiç birisini de yaşatamamış olduk! Halbuki elimizde, her zaman bir Türk devleti vardı. Çünkü gerçekte bu kadar devlet kurmuş değil, bu kadar sülâle değiştirmiş bulunuyorduk. Tarihî hayatları uzun olan bütün milletlerde olduğu gibi, bizde de bir takım hükümdar sülâleleri gelmişti. Başka milletler onları hükümdar sülâleleri diye saydıkları halde, biz, ayrı devletler diye kabul ettik. Bu çeşit hükümdar sülâlelerinin zamanlarını ayrı devletler olarak kabul etmek elbette ki yanlıştır. İngiltere’de, Fransa’da sülâleler nasıl birbirlerinin ardından gelmişse ve Fransa’da Kapet Burbon, Orlean, Napoleon; Almanya’da Saksonya, Frankonya, Baviyera, Hasburg; İngiltere’de Anju, Tudor, Stuard devletleri yoksa ve bunlar sadece hanedanlar ise; bunun gibi, Türkelinde de Kun, Gök Türk, Uygur, Selçuk, Osmanlı devletleri yok, sülâleleri vardır. Bazan iki veya daha çok sülâle idaresinde iki veya daha çok siyasî Türk zümresinin bulunması ve bunların birbirleriyle çarpışmaları bu kuralı bozamaz. Nasıl ki Almanya’da düne kadar aynı zamanda hâkim olan bir çok sülâleler bazan birbirleriyle çarpıştıkları, hattâ bunlardan bazıları Fransızlar ile birleşerek öteki Almanlara karşı yürüdükleri halde Alman devleti bir devlet sayılıyor idiyse, bizde de aynı şekilde bir devlet olmak gerekir. Eğer bütün milletler tarihlerini bizdeki gibi değerlendirselerdi, o zaman, meselâ İngiltere’de İki Gül savaşında iki devlet bulunduğunu kabul etmek lâzım gelirdi. Yine Fransa’da, kontlukların kuvvetlenip kıral nüfuzunun gücünü kaybettiği zamanlarda, birkaç devlet bulunduğunu kabul etmek gerekirdi. Hele XVIII. ve XIX. yüz yıllar Almanyası, içinden çıkılmaz bir hal alır, belki de Almanya denilen varlığın inkâr edilmesi lüzumu başgösterirdi. Bizim tarihlerimizin, böyle aykırı bir şekilde yazılmasında hanedancılık zihniyeti büyük rol oynamıştır. Hanedanın kutsal bir varlık sayılması, onun düşmesiyle devletin yok olduğu düşüncesini doğurmuştur. Halbuki, bu gibi hallerde değişen şey, zamanımızın kabine değişmeleri ile kıyaslanacak kadar basittir. Meselâ Doğu Türkelinde Gök Türk hanedanının düşüp Dokuz Oğuz hanedanının kurulması yeni bir devlet doğması gibi sayılır. Gerçekte ise aynı devlette hanedan değişmiştir. Halkı, sınırları, toprağı, teşkilâtı, dili, geleneği aynı olan bu iki devre arasındaki ayrılık, yalnız başlarındaki hanedanın ayrı oluşundadır. Onun için Gök Türkler ile Dokuz Oğuzlara, nasıl ayrı iki devlet diye bakabiliriz? Düşünmeli ki, Dokuz Oğuz devresi Gök Türk devresinin tekâmülünden başka bir şey değildir. Ve nihayet, eğer, bizdeki hanedan değişmeleri başka milletlerdeki hanedan değişmeleriyle aynı şartlar içinde olmuyorsa, bunun sebeplerini milletlerin ruhî farklarında aramalıdır. Şu halde, hanedanları ayrı devlet saymak, hanedancılık zihniyeti ile hareket etmek değil midir? Bir de günümüzün tarihinden örnek alalım: Bizde hâkim olan yanlış tarih telâkkisine göre, Osmanlı devleti yıkılmış, onun yerine Türkiye Cumhuriyeti gelmiştir. Bu düşünüş de yanlıştır. Çünkü, bir Osmanlı devleti yoktu ki yıkılmış olsun. Sadece Osmanlı hanedanı vardı. Yıkılan odur. Yâni devlette rejim değişmiştir. İşte okadar… Sonra şunu da unutmamak gerek ki, eğer biz, yıkılan sülâleleri devletler gibi gösterirsek, bundan, Türklerin siyasî hayatta istikrara sahip olmadıkları, devletlerini uzun zaman yaşatamadıkları sonucu da çıkar. Milletlerin ruhiyatı yüzyıllar içinde değişmediğine veya pek az değiştiğine göre bu, Türkiye Cumhuriyetini de uzun müddet yaşatamayacağımız gibi bir düşünceye yol açabilir. Bundan kazanacak olan da elbette biz olamayız. Milletlerin hayatında iç savaşlar ve karışıklıklar görülür. Fakat bundan, hiçbir zaman o devletin ikiye ayrıldığı mânâsı çıkmaz. Eğer, böyle olursa, merkeziyetçi olmayan eski Türk idare şekline göre, milletimizin, pek dağınık bir hayat yaşadığı, birleşip devlet kuramadığı gibi bir mânâ da çıkabilir. Yine, bazı iç karışıklık ve ayrılıkların uzun sürdüğü de olur. Anadolu’daki beğlikler devri gibi. Bu beğliklerin hepsini birer devlet sayabilir miyiz? Bu, büyük bir yanlış olur. Çünkü gerçekte olan şey, batı Türklerinin başsız kalmalarından ibarettir. Nitekim 1806-1871 arasında Almanya da başsız kalmış, fakat kimse Prusya, Baviyera, Saksonya, Vurtemberg vesaireyi ayrı birer devlet saymamıştır. Tarih yine Almanya tarihi olarak sayılmış ve okunmuştur. Halbuki biz hâlâ, her sülâleyi ayrı devlet sayıyor ve Türkiye tarihi deyince, tek tek, Osmanlı hanedanı ve cumhuriyet devrini anlıyoruz.
* * *
O halde, bu yanlış görüşü nasıl doğrultmalıyız? Türk tarihini, ancak, kendi şartlarımıza göre gereken değişiklikleri göz önünde tutarak, başka milletlerin kendi tarihlerini ele aldıkları usul gibi bir usulle değerlendirmek suretiyle bir düzene sokabiliriz. Bu yolda yürüyünce, Türk tarihini ilk önce ikiye ayıracağız:
1 — Anayurttaki Türk tarihi,
2 — Yabancı illerdeki Türk tarihi
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Araştırma/İnceleme Tarih
- Kitap AdıTürk Tarihinde Meseleler
- Sayfa Sayısı189
- YazarHüseyin Nihal Atsız
- ISBN9789754378054
- Boyutlar, Kapak13,5 X 21,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2024