İstanbul’da Yeni Mecmua adıyla biri Mehmet Talat, diğeri A. Cemal tarafından iki ayrı dergi çıkarılmıştır. Bunlardan ilki, Ziya Gökalp’ın öncülüğünde İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin maddî desteğiyle 12 Temmuz 1917’de haftalık olarak yayımlanmaya başlanmıştır. Sahibi ve sorumlu müdürü İttihat ve Terakki’nin önde gelenlerinden Mehmet Talat (Talat Paşa) olarak görünse de parti derginin yayınına doğrudan müdahale etmemiştir.
Yayın periyoduna büyük oranda uyularak altmış altı sayı çıkarılan dergi, I. Dünya Savaşı’ndan başarısızlıkla çıkan İttihat ve Terakki’nin düşüşü ve Mondros Mütarekesi’nin ardından 26 Ekim 1918’de kapanmış, derginin yönetimini üstlenen Ziya Gökalp tutuklanarak Malta’ya sürülmüştür. 1 Ocak 1923’te Falih Rıfkı’nın yönetiminde 67. sayıdan itibaren on beş günlük periyotlarla tekrar yayın hayatına dönen dergi uzun ömürlü olamamış ve 20 Aralık 1923’teki 90. sayısıyla yayın hayatına son vermiştir. Türkçülük ve milliyetçilik görüşüne bağlı olan dergi devrin ilim, fikir ve edebiyat adamlarını etrafında toplamış, başlığının altında yer alan “ilim, sanat ve ahlâka dair haftalık mecmua” ibaresi doğrultusunda seviyeli bir yayıncılık ortaya koymuştur. Ziya Gökalp’ın da arzusuyla ilmî konular herkesin anlayabileceği bir dil ve üslûpla kaleme alınmaya çalışılmıştır. Sosyoloji, edebiyat, tarih gibi alanlarda yazılarına sıkça rastlanan Ziya Gökalp başta olmak üzere Köprülüzade Mehmet Fuat, Ahmet Refik, Necmettin Sadık gibi isimler derginin yayın politikasının belirlenmesinde de etkili olmuştur. Yahya Kemal daha hazırlık aşamasından itibaren Gökalp’ı desteklemiş, dergiye “mecmua” adını o teklif etmiş, Gökalp bu ada “yeni” sıfatını eklemiştir. Geniş bir yazar kadrosu bulunan dergide “Hafta Musahabesi”, “İçtimaiyat”, “Edebiyat Musahabesi”, “Tarih”, “Fikir Hayatı”, “Edebiyat Tarihi”, “Tarih-i Sanat”, “Musiki”, “Mimari” gibi bölümler yer almıştır. Daha çok “İçtimaiyat” başlığı altında yazılar yazan Gökalp, dergiye Türkçü bir görüşle Türk kültür ve medeniyetinin dününü ve bugününü ele alan çok sayıda yazı yazmıştır. Daha sonra Türkçülüğün Esasları’nı oluşturacak fikirlerinin bir bölümü de ilk defa bu yazılarda ortaya konmuştur.
İçindekiler
Sunuş………………………………………………………………………………………… 9
“Yeni Mecmua” Yazıları Üzerine …………………………………………………. 13
İÇTİMAİYAT
Ferdiyet ve Şahsiyet…………………………………………………………………….. 27
İhtilat ve İçtima………………………………………………………………………….. 31
Taife ve Zümre …………………………………………………………………………… 37
Ahlâk Buhranı ……………………………………………………………………………. 44
Zümreler Arasında İhtilat ve İçtima ……………………………………………… 52
Şahsiyetin Muhtelif Şekilleri………………………………………………………… 57
Şahsî Ahlâk ……………………………………………………………………………….. 65
Cinsî Ahlâk………………………………………………………………………………… 79
Aile Ahlâkı: 1 Semiyye ………………………………………………………………… 99
Aile Ahlâkı: 2 Ocak …………………………………………………………………… 113
Aile Ahlâkı: 3 Konak …………………………………………………………………. 125
Aile Ahlâkı: 3 Konak …………………………………………………………………. 133
Aile Ahlâkı: 3 Konak …………………………………………………………………. 146
Aile Ahlâkı: 3 Konak …………………………………………………………………. 159
Aile Ahlâkı: 3 Konak …………………………………………………………………. 171
Aile Ahlâkı: 4 “Konak”tan “Yuva”ya……………………………………………. 182
Aile Ahlâkı: 4 Gevşek Yuva ………………………………………………………… 191
Aile Ahlâkı: Şövalye Aşkı ve Feminizm ……………………………………….. 199
Aile Ahlâkı: Asrî Aile ve Millî Aile………………………………………………. 208
Aile Ahlâkı: Düğün Âdetleri ………………………………………………………. 216
Aile Ahlâkı: Türk Ailesinin Temelleri ………………………………………….. 222
Türk Ailesinin Bünyesi 1 …………………………………………………………… 231
Türkçülük Nedir 1…………………………………………………………………….. 241
Türkçülük Nedir 2…………………………………………………………………….. 252
Türkçülük Nedir 3…………………………………………………………………….. 260
Turan Nedir? ……………………………………………………………………………. 268
Halkçılık ………………………………………………………………………………….. 279
Milletçilik ………………………………………………………………………………… 290
Milliyetçilik ve Beynelmileliyyetçilik …………………………………………… 298
Milliyetçilik ve Cemaatçilik………………………………………………………… 307
Türkçülük Nasıl Doğdu?……………………………………………………………. 311
Para ve Tesanüt…………………………………………………………………………. 319
Eski Türkçülük Yeni Türkçülük ………………………………………………….. 324
Münteşir ve Müteazzî Müeyyideler……………………………………………… 333
İktisadî Vatanperverlik………………………………………………………………. 341
Muhtelif İlim Telakkileri ……………………………………………………………. 345
Eski Türklerde Din 1…………………………………………………………………. 359
Eski Türklerde Din 2…………………………………………………………………. 373
Eski Türklerde Din 3…………………………………………………………………. 389
Eski Türklerde Din 4…………………………………………………………………. 409
Türkçülük ve Türkiyecilik………………………………………………………….. 427
Maarif ve Hars………………………………………………………………………….. 432
İçtihat ve Mücahede ………………………………………………………………….. 438
Hars ve Siyaset…………………………………………………………………………. 447
Hars ve Medeniyet ……………………………………………………………………. 456
Harsla Medeniyetin Münasebetleri……………………………………………… 465
Hars ve Irk……………………………………………………………………………….. 475
Hilafetin İstiklali ………………………………………………………………………. 488
Millî Meseleler: Medeniyetimiz 1………………………………………………… 491
Millî Meseleler: Medeniyetimiz 2………………………………………………… 499
İçtimaiyatın Amelî Tatbikatı……………………………………………………….. 507
Hafta Musahabesi……………………………………………………………………… 513
Musahabe ………………………………………………………………………………… 517
Bediî Türkçülük………………………………………………………………………… 524
Türkçülüğün Tarihi …………………………………………………………………… 534
Terbiye Meselesi……………………………………………………………………….. 544
Mükâfat ve Mücazat Meselesine Dair Birkaç Söz ………………………….. 551
Mükâfat ve Mücazat Meselesine Dair Yine Birkaç Söz …………………… 555
Mükâfat ve Mücazat Meselesine Dair Birkaç Söz Daha………………….. 567
TARİH
En Eski Türk Devleti…………………………………………………………………. 585
Türklerin İlk Kahramanı …………………………………………………………… 596
Türk İttihadı ……………………………………………………………………………. 607
Kayı Sülalesinin Eskiliği ve Şerefi ………………………………………………. 615
Rusya’daki Türkler Ne Yapmalı?…………………………………………………. 621
ŞİİR
Dede Korkut Masallarından: Deli Dumrul……………………………………. 635
Dede Korkut Masallarından: Tepegöz ………………………………………….. 639
Dede Korkut Masallarından: Boğa İle Boğaç…………………………………. 660
Yaradılış: [Türk Kozmogonisi]……………………………………………………. 668
Anadolu’nun Sesi …………………………………………………………………….. 677
Ortaç ………………………………………………………………………………………. 678
Meslek Kadını …………………………………………………………………………. 680
Çanakkale ……………………………………………………………………………….. 683
Kavramlar ve İsimler Sözlüğü …………………………………………………….. 686
“YENİ MECMUA” YAZILARI ÜZERİNE
1909 sonbaharında İttihat ve Terakki Kongresi’ne Diyarbakır temsilcisi olarak çağrılmasıyla hayatında yeni bir dönem başlayan ve Selanik’e yerleşen Ziya Gökalp, Heyd’in ifadesiyle Osmanlı İmparatorluğu’nun bu batı sınırında ilerici Türk ve Avrupalı çevrelerle yakın ilişki kurar.1 Ziya Gökalp, Selanik’te etkin bir kalem olarak çeşitli gazetelerde makale ve şiirlerini yayımlarken, diğer taraftan Türk milletinin sosyolojisini incelemek için sarf ettiği çabanın ürünlerini yazılı olarak ortaya koyma konusunda da teşvik görür. 1913’te Selanik’ten İstanbul’a dönen ve Genç Kalemler’deki yazı arkadaşlarıyla buluşan Ziya Gökalp, Selanik’te başlayan yazma mesaisine çok daha yoğun bir şekilde burada da devam eder. Ona asıl kimliğini kazandıran bu yazılar, Ülken’in ifadesiyle hem Türk Ocağı’nda hem de İttihat ve Terakki içinde nüfuzunu arttırır.2 İstanbul’da yoğun bir çalışma temposuna giren Ziya Gökalp, uzun yılların birikimini pek çok dergi ve gazetede okuyucularıyla paylaşmaya başlar. Ancak bu gazete ve dergilerin içinde: “Gökalp’ın en tesirli kişiliği Yeni Mecmua’da doğmuştur. Özellikle Yeni Mecmua safhasında Gökalp, çok daha açık bir biçimde Durkheim’cıdır.”3 Yeni Mecmua, yayımlandığı dönemin sosyal, siyasal, kültürel, ekonomik şartları düşünüldüğünde özellikle Türk basın tarihi için önemli bir yere sahiptir. Ahmet Hamdi Tanpınar, 1917 senesinde biraz da resmî imkânların yardımıyla kurulan Yeni Mecmua’nın yeni edebiyatımızda çok önemli bir rol oynadığından söz ederken, bu büyük edebiyat organının sırasıyla Servet-i Fünun, Genç Kalemler, Türk Yurdu mecmualarından sonra edebiyatımızda büyük tesir bırakan organlarından biri olduğunun altını çizer ve şu tespiti yapar: “Edebiyatımızda büyük tesir bırakan organlardan biri de hemen hemen o devir Türk elitini toparlayan ve Ziya Bey’in başyazıları dışında hiçbir ideolojik gaye güder görünmeyen bu mecmuadır.”4 Yahya Kemal Beyatlı, “Siyasî ve Edebî Portreler” adlı kitabında insanlara ateş vermek istediği için Kaf Dağları’na zincirlenmiş Promete gibi kafasıyla ilme zincirlenmiş bir insan olarak tarif ettiği Ziya Gökalp’tan bahsederken Ziya Gökalp’ın maddî hayata ne derece bigâne olduğunu, Yeni Mecmua’nın çıkış hikâyesinden yola çıkarak anlatır. İçinde yaşadığı kapalı çevreden çıkamayan Ziya Gökalp’ı yazları geçirdiği Büyükada’ya gelmeye razı eden Yahya Kemal Beyatlı, bahçeli bir köşk tutulmasına ön ayak olarak Ziya Gökalp’ın ailesiyle birlikte adaya gelişini sağlar. Cuma günleri İstanbul’dan arkadaşları Ağaoğlu Ahmet, Hamdullah Suphi, Celal Sahir, Köprülüzade Fuat, Necmeddin Sadık ve Halim Sabit de onlara katılmaktadır. Adadaki bu muhitte bir mecmua çıkarmak arzusu doğar. Ziya Gökalp bu mecmuanın ismini Yahya Kemal Beyatlı’dan ister. Yahya Kemal Beyatlı “Mecmua” adını koyar. Ziya Gökalp, bu ismin başına “Yeni” kelimesini getirir. Böylece mecmuanın adı belirlenmiş olur. Yahya Kemal Beyatlı, Ziya Gökalp’ın dergiyi bağımsız olarak, hükümet parası almadan çıkarmak istediğini ve bunun için de kendilerinden beşer kâğıt sermaye olarak para topladığını belirtir. Ancak daha ilk nüshalarda kendisini gösteren maddî imkânsızlık ve Talat Bey’in müdahalesi bu bağımsızlığı ortadan kaldırır:
“Ziya Bey her türlü siyaset tesirlerinden azade, hür, müstağni bir mecmuayı idare edebileceğimiz kanaatinde hala musırdı. Lakin maddî imkânsızlık daha ilk nüshalarda baş gösterdi. O aralık merkez-i umumi azasından Talat (Muşkara) Bey müdahale etti. Mecmuanın maddî işlerini deruhte ederek yazı ve fikir cihetinde bizi tamamıyla müstakil bırakmak teklifinde bulundu. Yeni Mecmua’nın idaresini eline aldı. Bizim ilk içtihadımızın zıddına olarak, hükümetin muaveneti ile mecmuayı çıkarmağa başladı, büyüttü, güzelleştirdi, bu suretle Türk edebiyatına hizmet etti. Lakin biz de, hars ve irfan bahislerine siyaset karıştırmayalım derken, Yeni Mecmua’nın merkez-i umumi altındaki idarehanesinde buluşmaya başladık.”
Yahya Kemal Beyatlı’ya göre, derginin başarısını sağlayan en önemli sebep memleketin en taze ve en yeni edebiyatını bir araya toplaması ve muntazam çıkmasıdır. Enver Behnan Şapolyo da Yeni Mecmua’nın başarısını, Ziya Gökalp’ın memleketin en kıymetli kalemlerini ve fikir adamlarını dergide bir araya getirmesine bağlar: “Mecmuanın gayesi Türkçülük idi. Bu mihver etrafında memleketin en değerli edipleri, mütefekkirleri toplanmış oldular. Ziya Gökalp da en yüksek sanat eserlerini ve içtimaiyata ait, bilhassa millî içtimaiyata ait eserlerini bu mecmuada vermiştir.”6 Açıkçası, İstanbul’da, hayat mücadelesinin heyecanlı gürültülerinden bıkmış olan Ziya Gökalp, ruhunu dinlendirecek bir istirahat köşesi, kalbine teselli verecek bir gönül arkadaşı aramaktadır. Bu arayışlarının sonunda nihayet, yeşil çamlar arasında bir huzur köşesi, bir Çınaraltı bulur. Burası, dünyanın karmaşasından kaçanlardan başka kimsenin uğramadığı bir yerdir. İş dünyasının zihin yorucu uğultularından uzaktır. Bir gün, buraya uğrayan münzevilerden birisiyle arkadaş olur. Ziya Gökalp, Çınaraltı’nın nerede olduğunu ve bu arkadaşının özelliklerini okuyucusuna şöyle anlatır:
“Bu arkadaş bana hiç nefretlerden bahsetmezdi, yalnız sevgilerini anlatırdı. Bana hiç çirkinlikleri, fenalıkları göstermezdi. Her şeyde benim henüz sezemediğim gizli güzellikleri, meçhul iyilikleri meydana çıkarırdı. Azıcık yeisi olsa bile gizlerdi: Ben onu daima ümitvar görürdüm. Azıcık bedbinlik olsa bile saklardı: Ben onu her sabah daha çok nikbin bulurdum. Sevdiği güzellikler ekseriyetle vatanımızın güzellikleriydi. Yabancılara mensup bedialardan ancak birûnî (egzotik) bir zevk ile hoşlanırdı. Tebcîl ettiği iyilikler bilhassa ümmetimizin faziletleriydi. Ecnebilere ait meziyetlere de, sahiplerinin beynelmilel ahlâklarına göre kıymet biçerdi. Camilerimizin kubbeleriyle minarelerini, evlerimizin saçaklarıyla cumbalarını, çeşmelerimizin çinileriyle kitabelerini anlatmaya doyamazdı. Halk dilinin güzelliğine, halk masallarının inceliğine, halk şiiriyle musikisinin rübabîliğine âşıktı.”
İşte, Küçük Mecmua’da yayımlanan “Çınaraltı” adlı bu makalesinde “Ruhunu dinlendirecek bir çınaraltı bulduğundan” söz eden Ziya Gökalp, Çınaraltı’na sembolik bir anlam yükleyerek, bu adın “Yeni Mecmua” adlı dergiyi sembolize ettiğini ve Çınaraltı’nda sohbet ettiği arkadaşının da bu derginin kişisel ihtiraslarından temizlenmiş ruhu olduğunu ifade etmiştir:
“Şimdi belki, bu “Çınaraltı”nın nerede olduğunu, bu gönül arkadaşının kim olduğunu soracaksınız, söyleyeyim: Çınaraltı, “Yeni Mecmua” adlı bir haftalıktı: Gönül arkadaşım da bu mecmuanın ferdî ihtiraslardan nezih olan ruhuydu. Bu gün de şu mecmuacığın küçük yaprakları altında bir sükûn yuvası yapmak istiyoruz: Bilmem, muvaffak olabilecek miyiz?”
Yeni Mecmua, 12 Temmuz 1917’de haftalık bir dergi olarak yayımlanmaya başlar. 26 Ekim 1918’de 66. sayının çıkarılmasından sonra dergi, yayın hayatına ara verir. Falih Rıfkı Atay, Yeni Mecmua’nın 67. sayısında (Yeni Mecmua, 67, 1 Kânunusani 1339/1923) “Musahabe: 1918-1923” adlı makalesinde bu durumu şöyle anlatmaktadır:
“Yeni Mecmua” 66. nüshasını 1918 teşrinievvelin yirmi altıncı günü neşretti. 67. sayısı dört sene iki ay ve beş gün sonra çıkıyor. 1917 teşrinievvelinin yirmi altısında hükümet “Mondros” mütarekesi hazırlığında idi.” Akşam’ın o günkü nüshasını açıyorum. Birinci sayfada zamanın hariciye nazırıyla bir mülakat var. Nazır, ya kendi gafletinden veya halkın telaşını teskin için muharrire diyor ki: Hayır. Bütün bu şayiatı tekzip ediniz. Ne Yunan gemisi ne de başka bir devletin askeri İstanbul’a girmeyecektir!”
Aynı günlerde Bâb-ı Âli’nin bu görüşüne rağmen düşman gemileri sadece sarayın saltanat iskelesine demirlemekle kalmaz, İzmir Yunanlılar tarafından işgal edilir ve bu işgal Anadolu’nun bağrında, suları kanmaz kadar Türk olan Sakarya’nın kıyılarına kadar genişler. 66. nüshanın çıktığı bu sıkıntılı dönemde mecmuanın imtiyazı Falih Rıfkı’dadır. Mecmuayı devam ettirmek için tüm dostlardan yardım istenir. Ancak birkaç vefakâr kişiden başka hiç kimse bu tehlikeli maceraya atılmak istemez. Bu dönemde Ziya Gökalp, hürriyetini kaybetmiş, dostların çoğunda da cesaret kalmamıştır. Birkaç kişinin mecmuayı devam ettirme imkânı yoktur. Falih Rıfkı, sırf mecmuayı devam ettirmek için onun istiklalini, nizamını, tarzını bozmak istemez. 66. sayıda “Kara Gün Tecrübesi” unvanlı başmakalede dile getirilen düşüncelerle mecmua kapanır. Bu makalenin son satırları şöyle bitmektedir: “Bizden hayır yok. Bu millet kendi bağrından kopacak kahramanı beklesin! Bizim bugün ispat ettiğimiz bir şey varsa o da bu millete layık olmadığımızdan ibarettir.”10 Falih Rıfkı’nın Yeni Mecmua’nın tekrar yayını üzerine yazdığı makalesinde ifade ettiği gibi, bu felaketli hava bir süre sonra dağılır. Türk milletinin bağrından kopan bir kahraman o vakit mahvolmuş zannedilen Türk milletinin büyük faziletleri sayesinde kurtardığı vatana tekrar kavuşmaktadır:
“Üç sene evvel bütün dünyanın ve bizzat kendi çocuklarının inkâr ettiği Türk milleti, bugün kendini tasdik eden cihan milletleriyle bir masada konuşuyor. Yeni Mecmua’nın bir mesleği olmadığını söyleyerek sözümüze nihayet verirken, bu dört senelik fasıla esnasında her türlü kahra göğüs gererek mukaddes mefkûreyi müdafaa eden “Büyük Mecmua” ve “Dergâh”ın isimlerini hürmetle hatırlıyoruz.”
Kaldı ki, Ziya Gökalp da Küçük Mecmua’nın 27. sayısında 13 Aralık 1922 tarihinde yayımlanan; “Yeni Mecmua” adlı makalesinde bu hafta içinde Yakup Kadri ve Falih Rıfkı’dan aldığı bir telgrafta Yeni Mecmua’nın ay başında yayımlanacağı haberini aldığını ifade ederek, Yeni Mecmua’nın, İstanbul’da Türk mütefekkirleriyle sanatkârlarını birleştiren bir mecmua olduğunun altını çizer ve şöyle devam eder:
“Şahsiyete tamamen kapalıydı. Menficilikten hoşlanmaz, yalnız müspet faaliyetlere kıymet verirdi. Onu okuyanlar dedikodu, tenkit ve hücum göreceklerine, her sahifesinde yeni fikirlerle, yeni duygularla, yeni mefkûrelerle karşılaşırlardı. Kalpleri ümitle, imanla, mefkûreyle dolardı. Bütün gençler bir vecd kaynağı olmak üzere onu arardı. Harb-i umumî sırasında cephede çarpışan genç zabitler, ihtiyat zabitleriyle mektepli gençler bu mecmuayı okuyarak İstanbul’un manevî kokusunu alırlardı. Bu mecmua kimine teselli, kimine ümit, kimisine de ferağ-ı bal verirdi. Mütareke bütün felaketleriyle gelince bütün millî müesseseler gibi Yeni Mecmua da ortadan çekildi. Türk Ocağı’nın kapanmasıyla Yeni Mecmua’nın ortadan çekilmesi Türk gençliğinin ruhunda derin bir yara açmıştı. Bugün bu iki müessesenin yeniden dirilmesi, Türkçü gençler için bir bayram olacaktır.”
Refik Halit’in makalesinden de anlaşıldığı gibi, derginin 66. sayısının çıkarılmış olduğu gün hükümetin Mondros mütarekesi hazırlığında olduğu dönemdir. Derginin devamı için yardım eden birkaç kişi haricinde, etrafında kimse kalmamış ve hemen her şey Yeni Mecmua’ya düşman olduğu için dergiyi devam ettirme imkânı tamamen ortadan kalkmıştır. Bunun neticesinde dergi 1 Kânunusani (Ocak) 1923 tarihine kadar yayın hayatına ara verir. 1923 tarihinde 67. sayı ile tekrar yayın hayatına başlayan Yeni Mecmua, aynı yıl içerisinde 20 Kânunuevvel (Aralık) tarihinde 90. sayı çıkarıldıktan sonra kapanır.
Bu bağlamda, Yeni Mecmua’yı iki döneme ayırabiliriz: Birinci dönem derginin mütareke döneminden kapanmasına kadar geçen süredir. 66 sayı süren bu devrede özellikle Ziya Gökalp’ın çabalarıyla “Türkçülük” mefkûresi çerçevesinde bir kültürün bir “yeni hayat”ın inşasına çalışılır. İkinci dönem ise 1923’te 67. sayı ile yeniden yayın hayatına başlayıp 90. sayı ile yayın hayatına veda ettiği dönemdir. İkinci dönemde derginin yazar kadrosu daralmıştır. Refik Halit yurt dışında sürgündedir, Halide Edib ayrılmıştır, Ömer Seyfettin hayatta değildir, Ziya Gökalp Diyarbakır’dadır. Yeni Mecmua’da yazan bazı isimler şunlardır: Ahmet Ağaoğlu, Ali Canip, Ömer Seyfettin, Necmettin Sadık, Fuat Köprülü, Avram Galanti, Falih Rıfkı, Enis Behiç, Refik Halit, Halide Edip, Ruşen Eşref, Yakup Kadri, Ziya Gökalp, Yahya Kemal, Mehmet Emin, Hasan Ali, Ahmet Refik. Bu isimlerden de anlaşılmaktadır ki Yeni Mecmua’da dönemin tanınmış yazarlarının eserleri yayımlanmıştır. Refik Halit, Yeni Mecmua’da yayımlanan bir makalesinde bu duruma vurgu yapar:
“İnkâr edilemez ki “Yeni Mecmua” memlekette edebiyat hayatına bir hareket ve can verdi! İlle gençleri adeta olgunlaştırdı. Bununla sade “Yeni Mecmua” sayfalarını kastetmiyorum. “Yeni Mecmua” etrafındaki veya haricindeki topluluğu söylüyorum. Mesela “Diyorlar ki”yi karıştırınca görüyoruz ki, edebiyatımızın esaslı iki cereyanı var; Servet-i Fünuncular ve Yeni Mecmuacılar… Birbirlerinden adamakıllı ayrılıyorlar ve bu ayrılmayı pek ala anlatabiliyorlar. Hâlbuki birkaç sene evvel ne gençler bu kadar tayin edilmiş bir fikre ve mesleğe maliktiler ne de orta yaşlılar mesleklerinin ne olduğunu; ne fikir taşıdıklarını biliyorlardı. Denebilir ki Servet-i Fünuncular kendilerini, daha ziyade ilme, tetkike müstaid olan gençlerden, onların tetebbularından öğrendiler.”
Bu isimlerin içinde Refik Halit’in muhalif olduğunu da belirtmek gerekir. Bir toplantı için İttihat ve Terakki Merkez-i Umumîsi’nin önüne gelip, Yeni Mecmua’ya ayrılan daireye geçtiğinde şöyle düşünür:
“Beni beş sene diyar diyar süren bu adamların arasında, aynı dam altında ne işim vardı? Hariçten birisi, beni tam kapıdan girerken eteğimden tutsa ve yüzüme bakıp: “Efendi, şu yaptığın iş izzetinefsine ağır gelmiyor mu?” dese başımı önüme eğmekten başka ne cevap verebilirdim? Yahut da dâhilden bir İttihatçı, önüme dikilip kaşlarını çatsa: “Yahu, içimize sokulmak hakkını kendinde nasıl buluyorsun?” diye sorsa, ters pers geri dönmekten gayri ne yapabilirdim?”
Dün, yazılarından dolayı sürülen Refik Halit, bugün yine yazılarından dolayı tutuluyordur. Ancak en muhalif yazarları bile mecmuada toplayan Ziya Gökalp’tır
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Siyasal Düşünce
- Kitap AdıYeni Mecmua Yazıları
- Sayfa Sayısı759
- YazarZiya Gökalp
- ISBN9786051557151
- Boyutlar, Kapak 12x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2023