Bir düşünce insanı olduğu kadar fikirlerini özellikle edebiyat sahasında da tatbik etme imkânı bulan Ziya Gökalp, bu çerçevede halkiyat olarak tabir ettiği folklor ve halk edebiyatı ürünlerini derleme, güncelleme ve yayımlama faaliyetleri içerisinde bulunmuştur. Ziya Gökalp da, tıpkı Grimm Kardeşler gibi, masalları varsa yazılı kaynaklardan ve sözlü gelenekten derleyip bazı küçük müdahalelerle de olsa yayımlama yolunu tercih etmiştir. Onun bu tür faaliyetlerinde destanlar, efsaneler ve masallar özel bir yer tutar. Ziya Gökalp, Altın Işık adlı eserinde yapmış olduğu derleme ve uyarlamalarını “masallar”, “menkıbeler” ve “tarihî hikâyeler” olmak üzere üç başlık altında yayımlamıştır.
“Bu masalları yalnız senin ve kardeşlerin için yazmıyorum; Türk çocukları için yazıyorum. Ben yalnız senin ve kardeşlerinin babası değilim. Bu dünyadaki bütün Türk çocuklarının babasıyım. Sizleri ne kadar düşünür ve seversem onları da o kadar düşünür ve severim.”
Ziya Gökalp
(Kızı Hürriyet Hanım’a yazdığı mektuptan…)
KELOĞLAN
Fakir bir babanın üç oğlu vardı. Büyük oğlunu dişinden tırnağından artırarak tahsile göndermişti. Bunu bir ilim adamı yapacaktı. Küçük oğluna ileride kendi dükkânını bırakacaktı. Ortanca oğluna gelince buna verecek hiç bir şeyi kalmıyordu. Hatta buna bir ad bile koymamıştı. Ehemmiyetsizliğini göstermek üzere ona daima “Keloğlan” çağırırdı. Bu suretle, bütün mahalleliler arasında onun adı “Keloğlan” kalmıştı.
Keloğlan, henüz yedi yaşında iken ekmeğini elinin emeğiyle kazanmağa başladı. Hamallık, kahveci yamaklığı, aşçı çıraklığı, ayak satıcılığı gibi birçok işlere girdi. Eline pek az para geçebiliyordu. On iki yaşına kadar türlü sıkıntılar içinde yaşadı. Bu yaşa girince, kendi nefsine güvenen tam bir erkek oldu. Artık büyük işlere girmek, şan kazanmak, büyük bir adam olmak istiyordu. Keloğlan, ara sıra şiir söylemeğe de yeltenir, yanık koşmalar düzerdi. Gönlünün duygularına bu koşmalarla kanat vermek isterdi. Bir gün gönlünden böyle bir koşma fırladı:
Burada sevinç yok, dert çok, keder çok,
İsterim bir altın yurda varayım:
Talihim arayıp bulmadı beni,
Bari ben gezeyim, onu arayım…
Bu koşma, Keloğlan’ı verilmiş bir karar karşısında bıraktı: Gurbete çıkmak! O nasılsa, şarkı söylerken, kendi haberi olmadan bu kararı vermişti. Her akşam yalnız kalınca bu yoldaki koşmaları tekrar eder dururdu:
Diyorlar herkesin nasibi varmış,
Ona rast gelmedim ben, bu toprakta…
Burada değilse, başka yerdedir:
Gideyim, arayım onu uzakta…
Keloğlan’ın kalbinde bu uzaklara gitmek, talihini aramak fikri, ömrünün uzun ve karanlık gecesinde bir şimşek gibi parlamıştı. O bir gün, dağarcığına bir kat çamaşır ve biraz ekmekle peynir koydu. Dağarcığını sırtına bağladı. Sedeften ayrılan bir inci gibi, başka yerlerde kısmet1 bulmak ümidiyle doğduğu şehre veda etti. Yaya olarak, başını aldı gurbete çıktı.
Meğer Keloğlan gibi talihini aramaya çıkmış başka çocuklar da varmış. Keloğlan, yolda giderken birinci gün Orhan’a rast geldi2 . İkinci gün Turhan’a, üçüncü gün Tarhan’a rast geldi. Bunlar da Keloğlan gibi dağarcığı omzunda birer küçük sergüzeştçi (maceracı) idiler. Hepsi öyle on iki yaşları arasında bulunan bu dört küçük serseri arkadaş oldular. Bunlar, nereye gideceklerini bilmiyorlardı. Gittikleri yerde ne yapacaklarına dair de hiç bir kararları yoktu. Fakat kalpleri kendilerine uzaktan gülümseyen ümitlerle dolu idi. Bir gün muratlarına erecekleri ruhlarına gizlice vaat edilmiş gibiydi. Küçücük ruhlarında sarsılmaz bir imanları vardı. Eski kahramanlar gibi talihlerine güveniyorlar, tehlikelere atılmaktan erkekçesine bir zevk duyuyorlardı.
Keloğlan’la arkadaşları yüce yüce dağlardan aştılar, coşkun coşkun ırmaklardan geçtiler, nihayet ıssız bir çölün büyük bir ırmağa yanaştığı noktada, yeşil bir vadiye girdiler. Burada tepesi bulutlara ulaşan somaki3 mermerden bir kule gördüler. Kulenin şark (doğu) tarafında somaki mermerden bir saray, garp (batı) tarafında yine aynı cins mermerden hazine odaları vardı. Keloğlan “Burada talihimizi deneyebiliriz” dedi. Seyyah (gezgin) çocuklar, büyük sevinçlerle kuleye yaklaştılar. Kulenin yanına gelince, yüce bir ağacın altında bir Dev Karısı’nın dikiş dikmekte olduğunu gördüler. O, arkasını yola doğru çevirmiş ol duğundan çocukları göremedi. Fakat çocuklar onun kazan kadar kafasını, tulumlara benzeyen memelerini, burç gibi gövdesini iyice görebiliyorlardı. Dev Karısı sağ memesini sol omzuna, sol memesini sağ omzuna atmıştı. Keloğlan, arkadaşlarına4 “Hepimiz Dev Karısı’nın memesini emelim. Memesini emersek, oğulları olacağımızdan, bizi kolay kolay yiyemez. Meğerki çok acıkmış ola!” dedi. Hepsi, parmaklarının ucuna basarak Dev Karısı’nın yanına gel diler. İkisi sağ memesine, ikisi sol memesine sarılarak, süt pınarın oluğundan su içer gibi kana kana içtiler.
Devlerin kanununa göre, bir Dev Karısı’nın memesini emenler, onun süt evlâdı olurlardı, Dev Karısı artık onları yiyemezdi. Dev Karısı başını çevirince dört çocuğun memelerini emdiğini gördü.
Dev Karısı – Siz hepiniz, evlâtlarım oldunuz. Artık size bir şey yapamam. Bu gece misafirim olunuz. Yarın yolunuza5 devam edersiniz.
Keloğlan – Peki teyzeciğim, bu gece sana misafir oluruz. Zaten annem ölürken bana vasiyet etmişti. Biraz büyürsem buraya gelip ablasını görmemi benden rica etmişti. İşte ben de arkadaşlarımla beraber seni görmeğe geldim.
Dev Karısı, Keloğlan’ın hilesine karşı hile yapmak istiyordu. Maksadı, gece, bunları uyuttuktan sonra, eski zamanın dev âdetlerine kulak asmayarak, âdeti tanımayarak hepsini yemekti. Fakat süt evlâtlarını uyanıkken yemeğe utanıyordu. Dev Karısı’nın neler düşündüğünü Keloğlan sezmişti. O da ihtiyatlı (tedbirli) bulunmağa karar verdi. Akşam olunca bıçağıyla parmağını kesti6 , içine tuz doldurdu. Kendi kendine “Artık gece gözlerime uyku girmez!” dedi. Dev Karısı, çocuklara sevdikleri yemeklerden bir ziyafet çekti. Yemekten sonra yatak odasını göstererek çekildi. Çocuklar yatağa girdiler, yalnız Keloğlan uyumadı, arkadaşları derhal uyudular.
Dev Karısı yarım saat sonra, çocukların uyuyup uyumadığını anlamak için odanın kapısına geldi, yavaşça bağırdı:
Dev Karısı – Uyur uyanık kim var?
Keloğlan – Ben varım7
!
Dev Karısı – Niçin uyumazsın Keloğlan?
Keloğlan – Annem bana her gece bir tulumba kaymaklı dondurma yapardı. Onu yer, uyurdum. Şimdi onu yemediğim için uykum kaçtı. Bir türlü uyuyamıyorum.
Dev Karısı – Süt mandırada. Mandıra da buraya bir saat. Dağ başında kar varsa da o da yarım saat uzakta.
Dondurma iki saate kadar hazır olamaz.
Keloğlan – Üç saat olsa bile zararı yok. Çünkü dondurma olmazsa, sabaha kadar uyuyamayacağım.
Dev Karısı – Peki öyleyse bekle! İki saate kadar dondurma ile beraber geleceğime söz veririm.
Dev Karısı gitti. Mandıradan süt, karlı dağdan kar getirdi. Dondurmayı yapıp Keloğlan’ın önüne koydu. Keloğlan arkadaşlarını uyandırdı. Dondurmadan güzelce yediler. Arkadaşları yeniden uyudular. Keloğlan da uyur gibi yatakta uzandı. Yarım saat geçer geçmez, Dev Karısı yeniden kapıya geldi. Yavaş sesle bağırdı:
Dev Karısı – Uyur uyanık, kim var?
Keloğlan – Ben varım teyze!
Dev Karısı – Neden uyumazsın Keloğlan?
Keloğlan – Annem, dondurmadan sonra bana âlâ kıymalı bir su böreği pişirirdi. Onu yedikten sonra rahatça uyurdum.
Dev Karısı – Koyunlar ağılda. Ağılsa buraya bir buçuk saat uzak. Demek ki yine iki saat bekleyeceksin.
Keloğlan – Beklerim teyze!
İki saat sonra, çocuklar su böreğini de yediler. Tekrar yatağa girip uyudular. Yarım saat sonra Dev Karısı yine geldi.
Dev Karısı – Uyur uyanık kim var?
Keloğlan – Ben varım teyze!
Dev Karısı – Niçin uyumazsın Keloğlan?
Keloğlan bu sefer de, bir tepsi baklava istedi. Bundan sonra da sırasıyla elmasiye9 , muhallebi, kuzu dolması istedi. Dev Karısı tek Keloğlan uyusun diye her istediği yemeği pişirip getiriyordu. Son yemeği yapmak için, yine ağıla gitmeğe mecbur oldu. Ağılın bir buçuk saat olduğunu Keloğlan biliyordu. Bu sırada, güneş ilk ışıklarıyla ufku yaldızlamağa başladı. Keloğlan, arkadaşlarını uyandırdı. Köşkün kulesine girerek demir kapısını arkadan sürmelediler. Kulenin tepesindeki gezinti yerine çıkarak Dev Karısı’nın geri gelmesini beklediler.
Biraz sonra da Dev Karısı geldi. Çocukları köşkte bulamayınca kaçmış olduklarını zannetti. Bu anda kulenin tepesinden gülüşler, kahkahalar işitti. Bir de ne görsün, çocuklar kulenin tepesinde! Dev Karısı, hiddetinden ne yapacağını şaşırdı. “Çocuklar, kapıyı açın.” diye bağırdı. Çocuklar, yukarıda türkü söyleyerek oynuyorlardı:
Ey yalancı süt annemiz!
Sen istedin bizi yemek;
Senden daha kurnazız biz,
Çektik senden türlü yemek.
Dev Karısı, Dev Karısı!
Gitti yağın tam yarısı!
Pek tatlıydı dondurmanız,
Kaymaklıydı muhallebi…
Bizi köşke kondurmanız,
Sizi etti fakir gibi…
Dev Karısı, Dev Karısı!
Gitti sütün tam yarısı!
Ne güzeldi su böreği?
Titriyordu elmasiye
Harap ettik hep mideyi
Baklavadan yiye yiye.
Dev Karısı, Dev Karısı!
Gitti balın tam yarısı!
Dev Karısı bu sözleri işitince, kapıyı kırmak için bir kazma aramaya gitti.
Dev Karısı kazma ile gelince Keloğlan sordu:
– Teyze, bu kazma ile ne yapacaksın?
– Kuleyi yıkacağım.
– Kuleyi niçin yıkmak istiyorsun?
– Seni ele geçirmek için.
– Ya, ben kendi ihtiyarımla (isteğimle) yanına gelirsem?
– O vakit seni evlâdım gibi severim.
Keloğlan arkadaşlarına yavaşça şu sözleri söyledi:
– Ben kuleden aşağı ineceğim. Alay için kendimi ona teslim edeceğim. Dev Karısı bana bir şey yapamaz. Siz hiç korkmayın!
Keloğlan, kendisini kulenin penceresinden sarkıttı.
Dev Karısı sağ elini uzatarak Keloğlan’ı oradan aldı. Sol elinde tutmakta olduğu bir çuvalın içine koydu. Çuvalın ağzını sıkıca bağladı. Dedi ki:
– Keloğlan, bu halinde de bana bir oyun yap da göreyim. Şimdi, mutfağa gidiyorum. Dişlerimi takıp geleceğim, seni kıtır kıtır yiyeceğim.
Keloğlan – Yiyebilirsen afiyetler olsun teyze!
Dev Karısı, mutfağa koştu. Keloğlan, hemen cebinden çıkardığı küçük bir bıçakla çuvalı yardı; içinden çıktı. Bahçede, Dev Karısının sevgili buzağısı otluyordu. Keloğlan onu tuttu, getirdi. Çuvalın içine koydu. Ağzını sımsıkı bağladı. Kendisi, sazların arasına girerek saklandı.
Bu anda Dev Karısı geldi. Kazma gibi dişlerini ağzına takmıştı. Çehresi ifritlerden, zebanilerden daha korkunç bir şekle girmişti. Koşarak geldi. Çuvalı yakalayarak ağzına götürdü. Çuvalla beraber içindeki mahlûku yemeğe başladı. Hepsini yedikten sonra, elinde püskül gibi bir şey kaldı. “Bu nedir, acaba?” diyerek gözlerine doğru yükseltti, baktı, bir de ne görsün? Biricik sevgilisi ve dünya yüzünde bir tek nazlısı olan buzağısını yemiş, kuyruğu elinde kalmıştı. Bunu görünce Dev Karısı hiddetinden yere düştü, bayıldı.
Keloğlan, Dev Karısı’nın bayıldığını görünce ar kadaşlarına “kuleden ininiz, kaçalım” dedi. Arkadaşları kuleden inerek ırmağa doğru koşmaya başladılar. Dev Karısı ayıldı, bunların ırmağa doğru koşmakta olduklarını görünce arkalarından seğirtti. Çocuklar ırmağın kenarına geldiler. Orada yüce söğüt ağaçları vardı. Keloğlan, “Çabuk her birimiz bir ağacın tepesine çıkalım!” dedi. Her biri hemen minare kadar yüksek bir ağacın tepesine çıktı: Dev Karısı yetişince çocukların yüce söğütlerin tepesinde şakrak kahkahalarla gülüştüklerini gördü.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıAltın Işık
- Sayfa Sayısı240
- YazarZiya Gökalp
- ISBN9786051553108
- Boyutlar, Kapak 12x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviÖtüken Neşriyat / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Mor Mürekkep ~ Nazan Bekiroğlu
Mor Mürekkep
Nazan Bekiroğlu
Mürekkep neredeyse tarihe karışıyor. Kağıda düştükten biraz sonra rengini mora teslim eden sabit kalemler de öyle. Hele mor mürekkep. Aramaya kalkışsanız kırtasiyeci yüzünüze bir...
- Yer – Su Hikayeleri / Sibirya, Deşt-i Kıpçak ve Türkistan ~ Emrah Ece
Yer – Su Hikayeleri / Sibirya, Deşt-i Kıpçak ve Türkistan
Emrah Ece
Bozkırda, çölde, yüce dağlarda, taygada, göllerde veya kutsal ormanlarda… Tüm hikâyeler hayat içindir, hayatla ilgilidir ve hayattan gelir. Görünmez kanatlı tulpar atların sırtında Türkistan’ın...
- İbrahim’in Beni Terketmesi ~ Bejan Matur
İbrahim’in Beni Terketmesi
Bejan Matur
Her gece kandil dedi biri Her gece kandil Ve hasrete daha çok var. Neyi duymaktayız biz? Dün oturduğumuz avluda Siyah olan gül Bugün açmış...