İstanbul’da tavşan arayışına çıkan bir yazar adayının, önünden kaçışmayan güvercinlerce tescillenen hayaletliği… Hayat parçaları atık kâğıt tesislerinde parçalanan bir hayalet-yazar… Kendini bir yazara feda etmektense, katlana katlana kâğıttan bir kayık hâlini almayı seçen bir irade… Onlarca mavi tükenmezkalemin iflah olmaz adanmışlığına rağmen başlangıç cümlesinden öteye gidemeyen bir öykü; yarım bırakılması planlanırken önlenemez biçimde sona eren bir roman…
Ceyhan Usanmaz’ın birbirine dolanan öyküleri, “yazamamanın” farklı tezahürleri üzerine düşün(dür)üyor. Kâğıttan Kaplan oyunbaz bir kitap ama en çok da kendisine gülüyor.
“Mürekkebim kurusun biraz. Hatta bırakın hiç yazılmamış, yazılamamış bir öykü olarak kalayım. Dilden dile, akıldan akla sürüklenen bir öykücük. Akla aniden düşüvermiş ve sıcağı sıcağına not edilmediği için unutulmuş bir fikir belki. Saman alevi gibi tutuştuğu anda sönmüş bir heves kalıntısı, hiç ulaşılamayacak bir emeklilik tasarısı. Kış aylarında terk edilen bir sahil kasabasındaki deniz manzaralı yazlığın penceresine dayalı ahşap masa üstünde, tertemiz kâğıtlar ve tükenmezkalemler eşliğinde yazılmayı bekleyen bir başlangıç cümlesi. Zamanın sonsuzluğunda sıkışıp kalmış gibi değil ama; daha çok, özgürce uçuşan bir cümle…”
“Fakat artık ümit yetmiyor bana,
ben artık şarkı dinlemek değil
şarkı söylemek istiyorum…”
Nâzım Hikmet Ran,
30 Eylül 1945
İçindekiler
– pijamalı hasta, yağız şoföre çabucak güvendi …………………………. 9
– İstanbul’da tavşan avı ……………………………………………………………. 24
– kitaba adını veren öykü ………………………………………………………… 33
– başkaldıran hayalet ………………………………………………………………. 39
– son, nokta …………………………………………………………………………….. 50
– pijamalı hasta, yağız şoföre
çabucak güvendi
“Nereden başlamalı?
Bu soruyu boş bir sayfanın önünde
onlarca kez sordum kendime.
Sanki kitabı yazmaya girişin kapısını aralayacak
ve tüm şüpheleri bir anda ortadan kaldıracak cümleyi,
o tek cümleyi bulmam gerekiyordu.
Bir tür anahtar.”
Annie Ernaux’nun Nobel Ödülü konuşmasından…
Değil tuğla kalınlığında romanlar yazmak, alelade karalamalar yapsam, kesintisiz yuvarlaklar çizsem bile hayatımın sonuna dek muhtemelen tüketemeyeceğim kadar kalemim ve kâğıdım var.
Kurşun, versatil, tükenmez, dolma, roller, keçeli, jel mürekkepli, iğne uçlu ve hatta o bağımlılık yaratabilecek karakteristik kokularıyla yazı tahtası kalemleri; hemen yakınlarında da resim kâğıtları, renkli fotokopi kâğıtları, teknik çizim kâğıtları, mat kuşe kâğıtları, aydınger kâğıtları, karbon kâğıtları, kraft kâğıdı ve hatta artık pek bulunmayan gerçek bir papirüs parçası; bir yığın olarak da tarihli tarihsiz ajandalar, çizgili çizgisiz defterler, kareliler, güzel yazı defterleri, birkaç evrak kayıt defteri, yatay resim defterleri, bol çizgili müzik defterleri, irili ufaklı not defterleri, hacimli spiralliler… Ve hangi köşede, hangi çekmecenin dibinde neyin olduğunu unuttuğum gerekli gereksiz bir sürü kırtasiye ürünü… Yazmak için bir araya getirildiler getirilmesine de sonuç, tek bir cümle. Ne israf!*
Ardımdan, bir şeyler yazabilmek için en azından her yolu denedi, diyecek kimse de yok. Ne kurşunkalemler sivriltti bu uğurda, ne mürekkepler çekti türlü çeşit dolmakalemine ama en çok tükenmezkalemleri sevdi, diye afili cümle meraklısı dergilerin birinde bir anma yazısı yazacak bir tanıdığım olsaydı mesela… Daha da önemlisi, bir şey yazabilseydim de hakkında yazı yazılacak biri olabilseydim. Mavi tükenmezleri tercih ederdi özellikle, diye yazmasını isterdim. Kalender kalemler, derdi onlar için. Pek önemsenmeyen, çoğunlukla orada burada unutulan, kimsenin sahiplenmediği, kapaklarını kimbilir ne zaman yitirmiş, hafiften akıtıyor diye terk edilmiş, aldığı sayısız darbeyle gövdesi çatlayıp zedelenmiş, arkası hınçla dişlenmiş… Havasız ganyan bayilerinde kavga gürültü kupon doldururken, buğulanmış camlardan içerisi görünmeyen kahvelerde geçen haftadan kalma bir gazetenin bulmacasını çözerken ve en çok da çengel bulmacanın ortasındaki ünlü şarkıcıya bıyık çizerken, kaç lira tutacağı önemsenmeden geçici bir mutlulukla yapılacak bir market alışverişinin listesini hazırlarken, emeklilerin vakit öldürdüğü bankaların bankolarında elden ele hoyratça kullanılan, karanlık araba torpidolarında ya da karmakarışık çantaların dibindeki atıştırmalık kraker kırıntılarının arasında öylece kaderine terk edilmiş mavi tükenmezler… Bazen hafifçe bir sendelerler uzunca unutuluşların ardından ama şöyle sertçe bir sallayınca ya da uçlarına hohlanınca kendilerine gelip işlerini yaparlar mutlaka. Bu kadar ilgisizliğe, yok saymaya karşın yine de her an göreve hazırdırlar. Üstelik, hiç umulmadık zamanlarda yardımına koşan yine onlar olur; bir elinde telefon, telaşla not alman gerektiğinde elinde âdeta kendiliğinden belirirler.* İflah olmaz bir adanmışlık… İşte bu yüzden, kendisini biraz da mavi tükenmezlere benzetirdi sanırım, diye yorumda bulunacak bir arkadaşım olsaydı…
Aslında biliyorum, asıl sorun bambaşka; tükenmez ya da değil, elimde ne çeşit bir kalem olursa olsun, bir deftere ya da kâğıda yazarken, çizgiliymiş düzmüş, samanmış kareliymiş hiç değişmiyor, sonu hep karalamayla bitiyor. Aklıma ne zaman düştüğünü, neden vazgeçemediğimi bilmediğim o giriş cümlesinin ardından bir başka cümle yazıyorum mesela, beğeniyorum gibi, peşinden birkaç cümleyi daha sürüklüyor, şanslı günümdeysem bir iki kısa paragrafı da belki… Ama dönüp tekrar okuduğumda içime sinmiyor, üstünü karalayıveriyorum yazdıklarımın. Cümleleri, o kısa paragrafları hiç görünmemecesine karalamak da yetmiyor bazen, bütün kâğıdı doldurana kadar elimi kaldırmadan devam ediyorum. Boş bir kâğıdı buruşturup atsam ayıplanacağım sanki.
Bazen de boş boş, adımın ve soyadımın baş harflerini, aralarına nokta koyacak şekilde yan yana yazıp üzerlerini karalamaktan ibaret o çocuksu imzamı atmıyorsam eğer, etrafımda gördüklerimi yazmaya başlıyorum. Ö’lerinin noktalarını farklı şekillerde abartarak pötibör bisküvi ya da yarım yağlı pastörize süt, yazıyorum mesela; olmadı, süt kelimesini bu sefer harflerini büyüterek bir kez daha yazıyorum, SÜT, diye. Sonra T harfinden küçük bir kuyruk çıkıyor, ama o oyuncu kuyruk bir türlü durmuyor yerinde, önüne çıkanları yiyerek büyüyen bir yılan gibi giderek uzuyor, uzuyor ve işte, kesintisiz yuvarlaklar çizmeye başlıyor… Süt gibi bembeyaz olan kâğıt kararıyor ya da mavinin türlü çeşit tonuna bürünmeye başlıyor.*
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıKâğıttan Kaplan
- Sayfa Sayısı64
- YazarCeyhan Usanmaz
- ISBN9786052654903
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİthaki Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Şah Mahmet ~ Adnan Binyazar
Şah Mahmet
Adnan Binyazar
Kanlı bakışlarından korkup kaçacak delik aradığım Şah Mahmet benim geleceğimdi; büyüyünce benim de onunki gibi kan çanağı gözlerim, güldükçe parlayan altın dişlerim, kuşağımın arasından...
- Kış Yolculuğu ~ Selçuk Baran
Kış Yolculuğu
Selçuk Baran
Selçuk Baran’ın yedi öykü kitabı daha önce Yapı Kredi Yayınları’ndan “Ceviz Ağacına Kar Yağdı” (2008) adıyla tek ciltte toplanmıştı. Bütün öyküleri şimdi gözden geçirilerek,...
- Gölgeli Muhabbetler ~ Cemil Kavukçu
Gölgeli Muhabbetler
Cemil Kavukçu
Bak ne anlatacağım, diyorum karşımdaymışsın gibi ve sen gülmeye –yok lıkırdamaya– hazır bir yüzle bakıyormuşsun gibi. Belki de kuşkuyla bakacaksın çünkü son günlerde pek...