Ne yazayım diye düşünmeye başladım. Acaba hikâye mi yazsam? Hikâyede konunun pek o kadar mühim olmadığını söyleyenler de çıktı. Ama ne olursa olsun, bir vaka lazım. O vakanın bir başı bir sonu olması lazım. Üstelik vaka da, alışılmış bıkılmış vakalardan olmamalı. Küçük burjuvanın hayatını anlatan, onun zaaflarını, onun adiliklerini dünyanın en büyük kahramanlıkları, en asil heyecanları gibi gösteren hikâyelerden illallah dedik artık.Orhan Veli’nin kısa bir hayata sığdırdığı eserleri ebedî bir gençliğin ve tükenmez yaşama sevincinin izlerini taşır. Şiir biçimine ve şiir üzerine düşünmeye getirdiği yenilikçi tavrı, yaşamı kıskıvrak yakalayan gözü ve şiirselliği Orhan Veli’nin düzyazısında da görmek mümkün.Bütün Öyküleri, Orhan Veli’nin öykü türüne getirdiği renklerden oluşan, şairin geniş yelpazesinden izler taşıyan bir kitap.
İçindekiler
Hoşgör Köftecisi……………………………………………………….. 11
Kan ………………………………………………………………………… 15
Baharın Ettikleri……………………………………………………….. 21
Öğleden Sonra …………………………………………………………. 27
İşsizlik …………………………………………………………………….. 33
Denize Doğru ………………………………………………………….. 39
Yaşasın Aşk William Saroyan ………………………………………. 47
Hoşgör Köftecisi
Size bu yazımda üç masalı bir balıkçı meyhanesinde gördüğüm bir dünyadan bahsedeceğim.
İşiniz düşer, bilmediğiniz bir semtte kalırsınız. Yemek zamanı geçmiş, karnınız acıkmıştır. “Bir aşçı dükkânı bulsam da iki lokma bir şey yesem,” dersiniz. Dolaşırsınız, sağa bakarsınız, sola bakarsınız, yiyecek bir şey göremezsiniz. Dükkânların camekânları, musluklar, testereler, ip yumakları, kurşun borular, tahlisiye simitleri cinsinden mallarla doludur. Dünyanın manasız bir dünya olduğuna hükmedeceğiniz gelir. Üzülmeyin. Bu manasız dünyanın hiç ummadığınız bir yerinde kapısından dört bir yana nefis kebap kokuları yayılan bir kebapçı dükkânı ile karşılaşmanız imkânsız değildir. İşte ben de o üç masalı balıkçı meyhanesini öyle bir yerde buldum. Daracık kapısından içeriye girerken aksi bir laf mı söylemişim nedir, ters bir müdahaleyle karşılandım. Bir ses: “Ne kafa tutuyorsun, otursana,” dedi. Üstelik bu sesin sahibi bir kadındı. Neye uğradığımı anlayamadım. Oturdum. Ayna mı, cam mı, ne olduğunu kestiremediğim bir mustatilde tablası başında balık satan bir balıkçı görüyordum. Durmadan bağırıyordu:
“Liraya, buraya; liraya, buraya!”
Ağız hareketlerinin sonradan seslendirilmiş filmlerdekilere benzer bir hali vardı. Sanki bu ses o ağızdan çıkmıyordu. İlkin yadırgadığım bu hale sonra sonra o kadar alıştım ki, hani beş-on dakika susacak olsa adeta rahatsız oluyordum. Muntazam tiktaklarına alıştığınız duvar saatiniz birdenbire duracak olsa nasıl olursunuz? Ona benzer bir şey.
Yanımdaki masada üç kadın oturuyordu. Üçü de dükkânla akraba gibiydiler. Beni tam bir külhanbeyi edasıyla karşılayan kadın sordu:
“Ne içersiniz bayım? Bira mı, şarap mı?”
“Bir şey içmek mi lazım? Şarap olsun öyleyse…”
Dükkânın havasına enikonu ısındığımı hissettiğim bir anda bu sevimli kadının ismini öğrenmek istedim:
“İsmim bana bile lazım değil, sen ne yapacaksın?” dedi.
Sonra yanındaki masada oturan kadınlara dönüp anlatmaya başladı:
“Kardeş, geldi kapıya dayandı. Çatçatı da var, patpatı da. Versek de alıp kaçıracak, vermesek de. Hani, ‘Ver de kurtul!’ demiş. Bizimki de o hesap! Verdik, kurtulduk.”
Neden bahsettiğini anlayamıyordum. Ama hoş bir hikâyeye benziyordu.
Orada üç-dört saat kaldım. Ben dükkândan oldum ama dükkân benden olmadı. O güzel havanın tam manasıyla içine girebilmek için aynı yere tekrar tekrar gitmek icap etti. Aileden olmaya başladığımı ancak Mualla Abla’yla “Fosforlu” şarkısını söyledikten, dükkân sahibi Etem Ağabey’le dertleştikten sonra anladım. Hatta o bile yetmedi. Dışarıda durmadan, “Liraya, buraya!” diye bağıran balıkçının sesi, tahta masalar, dar peykeler, çarpık iskemlelerle de akraba oldum. Takacı, motorcu, mavnacı arkadaşlarımın dertlerini öğrendim. Rizeli Musa Kaptan’ ın, Ömer’in, Papo’nun hikâyelerini dinledim. O şarkılarda, o seslerde, o hikâyelerde büyük bir dünya vardı. O daracık dükkâna giderken kendimi seyahate, hem de büyük bir seyahate çıkan bir adam sanıyordum. Gemici, motorcu, takacı dostlarımla Giresun’dan fındık yüklüyor, Kefken açıklarında denize tutuluyor, Köstence’de Niko Bar’dan çıkıp Türk arabacının arabasına biniyor, Novorosisk Limanı’nda balalayka dinliyor, Kazablanka’ya gidecek bir petrol gemisine tütün satıyordum. Bu üç masalı balıkçı meyhanesinde gördüğüm dünya gerçekten ne güzeldi! Çalışan insanlar, namuslu insanlar, kardeş insanlar.
Güzel bir dünyada yaşamak istiyorsanız siz de öyle bir meyhane bulunuz.
Tanin, 2 Nisan 1947
Kan
Çift atlı arabamız, ay ışığının yarım yamalak aydınlattığı dağ yolunda alabildiğine gidiyordu. Beş kişiydik: eski muhtar Hasan Gökbayrak, Şaban Kâhya, Hüseyin Çavuş, Gümrükçü, bir de ben. İkimizde martin vardı, ikimizde çifte, birimizde Fransız mavzeri. Atları Şaban Kâhya sürüyordu. Arabanın sahibi de oydu zaten. Pek az konuşuyordu. Bir aralık, geriye bile dönmeden:
“Arslan gibi beş kişiyiz,” dedi; “bir değil on tane Kara Hüsnü çıksa karşımıza vız gelir.”
Hasan Gökbayrak, Gümrükçü ile bana:
“Siz bilmezsiniz bu Kara Hüsnü’yü,” dedi, “çok namussuz adamdır. Geçende o Solak Çeşme’deki düğünde bizim Mustafa çocuğu öyle kan içinde bırakmalarına sebep de odur. Altmış senelik kan! Sonunda öçlerini aldılar.”
Bu kan hikâyesini, bu Kara Hüsnü hikâyesini bizim köyün kahvesinden dinleye dinleye hal olmuştum. İşte nihayet onların köylerine, onların düğünlerine gidiyorduk. Gitmemek de vardı ama kabadayılık da büsbütün ölmedi ya! Birinin kolu giderse ötekinin gözü çıkar. Daha ötesi bir can… Hani şu Kara Hüsnü’yü merak etmiyor da değilim. On bir köyün bir belası ne biçim adamdır acaba diyordum.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Edebiyat Öykü
- Kitap AdıOrhan Veli Bütün Öyküleri
- Sayfa Sayısı56
- YazarOrhan Veli Kanık
- ISBN9789750751240
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Çıplakları Giydir ~ Ricardo Piglia
Çıplakları Giydir
Ricardo Piglia
Mağrurları ters köşeye yatıran öyküler… Sivri dili ve esprili tarzıyla Caz Çağı’nın adından en çok söz ettiren yazarlarından Dorothy Parker, Türkçeye ilk kez çevrilen...
- Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle; Bir Dersim Hikâyesi ~ Murathan Mungan
Murathan Mungan’ın Seçtikleriyle; Bir Dersim Hikâyesi
Murathan Mungan
“Onca uygarlığın kurulduğu, dağıldığı, el değiştirdiği; onca dilin, dinin, inancın, kültürün yaşadığı, çatıştığı, iç içe geçtiği zorlu bir coğrafya burası. Ve her geçen gün...
- Hayalet Hikâyeleri ~ Pınar Kür
Hayalet Hikâyeleri
Pınar Kür
Hayalet Hikâyeleri bireyin uzun zaman susmuş geçmişinin yeniden dile geldiği öykülerle örülü bir kitap. Kimileyin ürkütücü, kimileyin yaralayıcı olan suskunlukların kendilerini dışa vurarak, artık...