Yüz kelimelik bir şiirde yüz tane güzellik arayan insan vardır. Halbuki bin kelimelik bir şiir bile bir tek güzellik için yazılır. Tuğla güzel değildir. Sıva güzel değildir. Fakat bunlardan terekküp eden bir mimari eseri güzeldir.Türk şiirine günlük ve güncel hayatı getiren Birinci Yeni’nin kurucularından Orhan Veli, bir şairin duyarlılığına sahip olmasının yanı sıra şiir hakkında konuşan, düşünen ve yazan bir fikir insanıydı.Dönemin gazeteleri ve dergilerinde yer almış yazıları, konuşmaları, söyleşileri bir araya getiren bu derlemede Orhan Veli çok yönlü edebiyatçılığını, geniş dünyasını ve şairin şiirlerinden tanıdığımız muzip ve eğlenceli kimliğini ortaya koyuyor. Bütün Yazıları, yazarı gibi her yıl bir yaş daha gençleşen güncel bir yapıt.
İçindekiler
YAZILAR………………………………………………………………… 15
Garip………………………………………………………………… 17
Sanat İçin Sanat…………………………………………………… 31
Halk Sanatkârının Kültürü…………………………………….. 35
Kim Suçlu…………………………………………………………… 39
Garip İçin …………………………………………………………… 43
Cevap ………………………………………………………………… 47
Genç Bir Şairle Konuşma………………………………………. 50
Nazım, Nesir, Şiir…………………………………………………. 55
Dil Bahsi…………………………………………………………….. 59
Dil, Gene Dil………………………………………………………. 63
Şiir Kitapları ……………………………………………………….. 67
Carmen………………………………………………………………. 71
Roman……………………………………………………………….. 76
Review………………………………………………………………… 81
Edebiyat-ı Cedide ………………………………………………… 86
Yeni Şairler …………………………………………………………. 89
Şiir Mükâfatı……………………………………………………….. 92
Tercüme………………………………………………………………. 96
Edebiyat Dünyamız ……………………………………………. 101
Bir Sayfa Üstüne ………………………………………………… 105
Seçme Eserler Bibliyografyası…………………………………. 110
Varlık Dergisi…………………………………………………….. 114
Atilâ Revüsü ……………………………………………………… 118
Muzaffer Tayyip Uslu …………………………………………. 122
Dil …………………………………………………………………… 126
Oktay Rifat’ın Kitabı ………………………………………….. 130
Yenilikler ………………………………………………………….. 135
Gerçek Yenilik …………………………………………………… 139
Otuz Beş Yaş ……………………………………………………… 143
Adamın Biri ………………………………………………………. 147
Rahatı Kaçan Ağaç……………………………………………… 151
Okuma Yazma Düşmanı Bir Milli Eğitim Bakanı …….. 155
Ciddi ……………………………………………………………….. 158
Orhan Veli Cevap Veriyor……………………………………. 162
Din İnkılabı ………………………………………………………. 165
Başbakanın Nutku………………………………………………. 168
Demokrasi Sayısı ……………………………………………….. 171
Anlamak …………………………………………………………… 175
Ölü Doğmuş Çocuklar………………………………………… 178
Toplumun Sanatı ……………………………………………….. 181
Anlayamıyorum…………………………………………………. 185
Hoşlanmıyorum…………………………………………………. 188
Karikatürden Şiire………………………………………………. 193
Bir Tenkit Üzerine………………………………………………. 196
Edebiyat …………………………………………………………… 200
Şairin İşi……………………………………………………………. 203
Yolcu Notları I…………………………………………………… 206
Yolcu Notları II………………………………………………….. 209
Halkla Gerçek……………………………………………………. 213
Yanlış Bir Yol……………………………………………………… 214
Pompei’nin Son Günleri ……………………………………… 216
Genç Şairden Beklenen……………………………………….. 217
Hacı Baba’nın Kumruları …………………………………….. 220
Eskisi Gibi, Eskisinden Üstün………………………………… 221
Philippe Soupault Türkiye’de Philippe
Soupault Yaprak’ta …………………………………………….. 222
İrtica Kötü mü?………………………………………………….. 225
Necati’ye Mektup………………………………………………. 227
Güzel Yazılar……………………………………………………… 229
Küçük Bir Antoloji……………………………………………… 233
Güzel Yazılar II ………………………………………………….. 238
Neler Demişler?…………………………………………………. 242
Antigone ile Scapin’in Dolapları…………………………….. 243
Sait Faik İçin……………………………………………………… 245
Dilimizin Genç Softaları……………………………………… 249
Grev mi, Grev Hakkı mı? ……………………………………. 251
Nasrettin Hoca ve Yeni Adam……………………………….. 252
Yeni Şiirler 1950…………………………………………………. 255
Sebilürreşad’ın Meseleleri…………………………………….. 257
Ajansın Dili ………………………………………………………. 260
Şiir Yolu ile Tanıtma……………………………………………. 262
Gene Sebilürreşad ………………………………………………. 265
“Ve” Üstüne ………………………………………………………. 266
Kitaplar Dergisi …………………………………………………. 269
Bir Şiir Kitabının Söylettikleri………………………………. 271
Neler Demişler?…………………………………………………. 274
Cümbüşlü Bir Kitap……………………………………………. 276
Gelecek Günlerin Yakın Tarihi……………………………… 279
Mahmut Makal’ın Yurt Sevgisi……………………………… 281
İlgililer Okusun………………………………………………….. 283
Nâzım Hikmet Meselesi ……………………………………… 285
Rüyada … Görmek……………………………………………… 287
Mahmut Makal Serbest Bırakılmış………………………… 289
Bazı Üniversiteli Gençlere …………………………………… 294
Nefais-i Edebiye ………………………………………………….. 297
Ezan…………………………………………………………………. 302
Ezan Üstüne ……………………………………………………… 304
Cumhuriyet Devrinde Şiir…………………………………… 307
ÖLÜMÜNDEN SONRA YAYIMLANAN YAZILARI….. 313
Radyoda Alaturka ………………………………………………. 315
Resim Üzerine …………………………………………………… 318
Palme Académique …………………………………………….. 321
Atatürk’ün Adı ………………………………………………….. 323
Tanıdığım Meşhurlar…………………………………………… 324
Sapık Temayüller ……………………………………………….. 332
KONUŞMALAR…………………………………………………….. 337
Şiir Ölüyor mu?…………………………………………………. 339
Türk Edebiyatını İnkâr Eden Genç………………………… 343
Orhan Veli ile Şiire Dair Bir Konuşma …………………… 349
Yeni Neslin Tanınmış Şairi Orhan Veli’ye Altı Sual ….. 352
Orhan Veli………………………………………………………… 356
Rakı Şişesinde Balık Olmak İsteyen Şair ………………… 359
Orhan Veli ile Bir Konuşma …………………………………. 366
Şiirde Aydınlık …………………………………………………… 370
Şair Orhan Veli Diyor ki ……………………………………… 374
Muharir Neden Yetişmiyor? Orhan Veli Diyor ki…….. 378
Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet Anday
ile Sanat Üzerine Konuştuk………………………………….. 382
Konferans………………………………………………………….. 388
Onunla Sait Faik ………………………………………………… 397
GARİP
Şiir,1 yani söz söyleme sanatı, geçmiş asırlar içinde birçok değişikliklere uğramış; en sonunda da bugünkü noktaya gelmiş. Bu noktadaki şiirin doğru dürüst konuşmadan bir hayli farklı olduğunu kabul etmek lâzım. Yani şiir bugünkü hâliyle, tabiî ve alelâde konuşmaya nazaran bir ayrılık göstermekte, nisbî bir garabet arzetmektedir. Fakat işin hoş tarafı, bu şiirin birçok hamleler neticesinde kendini kabul ettirmiş, bir anane kurmak suretiyle de mezkûr acayipliği ortadan kaldırmış olması. Yeni doğup bugünün münevveri tarafından terbiye edilen çocuk kendini doğrudan doğruya bu noktada idrâk ediyor. Şiiri, kendine öğretilen şartlar içinde aradığından, bir tabiileş me arzusunun mahsulü olan eserleri hayretle karşılıyor. Garip telâkkisi, öğrendiklerini tabiî kabul edişinden gelmekte. Ona buradaki izafîliği göstermeli ki, öğrendiklerinden şüphe edebilsin.
*
Anane, şiiri nazım dediğimiz bir çerçeve içinde muhafaza etmiş. Nazmın belli başlı unsurları vezinle kafiyedir. Kafiyeyi ilk insanlar ikinci satırın kolay hatırlanması nı temin için, yani sadece hafızaya yardımcı olmak maksadiyle kullanmışlardı. Fakat onda sonradan bir güzellik buldular. Onu, hikmeti vücudu aşağı yukarı aynı olan vezinle birlikte kullanmayı bir maharet saydılar. Şiirin de menşeinde, diğer sanatlarda olduğu gibi, böyle bir oyun arzusu vardır. Bu arzu iptidaî insan için nazarı itibara alınabilecek bir ehemmiyetteydi. Halbuki insan o zamandan beri pek çok tekâmül etti. Bugünkü insan öyle zan ve temenni ediyorum ki, vezinle kafiyenin kullanılışında kendini hayrete düşüren bir güçlük, yahut da büyük heyecanlar temin eden bir güzellik bulmayacaktır. Nitekim bu rahatsız edici hakikati görmüş olanlar, vezinle kafiyeye “âhenk” denilen yeni bir şiir unsurunun ebeveyni nazariyle bakmışlar, bu yeni nimete dört elle sarılmışlar. Bir şiirde eğer takdir edilmesi lâzım gelen bir âhenk varsa, onu temin eden şey, ne vezindir ne de kafiye. O âhenk vezinle kafiyenin dışında da, vezinle kafiyeye rağmen de mevcuttur. Fakat onu şiirde şuurlu hâle getirip anlayışları en kıt insanlara bile bir âhengin mevcut olduğunu haber veren şey vezinle kafiyedir. Bu suretle farkına varılan, ya ni vezinle, kafiye ile temin edilen bir âhenkten zevk duyabilmek yahut da lâkırdıyı bu basit ölçüler içinde söylemeyi maharet sayabilmek; safdilliklerin herhalde en muhteşemi olmalıdır. Bunun haricinde bir âhenge inanmaksa, onun şiir için ne kadar lüzumsuz, hatta ne kadar zararlı olduğunu biraz sonra anlatacağım.
*
Vezinle kafiyenin her şeye rağmen birer kayıt olduğunu da kabul edelim. Bunlar şairin düşüncesine, hassasiyetine hükmettikleri gibi lisanın şeklinde de değişiklikler yapıyorlar. Nazım dilindeki nahiv acayiplikleri vezinle kafiye zaruretinden doğmuş. Bu acayiplikler belki de, ifadeyi genişletmesi itibariyle, şiir için faydalı olmuştur.
Hatta onların, nazım endişelerinin dışında dahi baş tacı edilmeleri ihtimali vardır. Fakat bu kuruluş bazılarının kafalarına “şiir dilinin kendine hâs yapısı” diye dar bir telâkki getirmiş. Bu çeşit insanlar birtakım şiirleri reddederlerken, “Konuşma diline benzemiş,” diyorlar. Köklerini vezinle kafiyeden alan bu telâkki, hakikî mecrasını arayan şiirde hep ayni izafî garabeti bulacak, onu kabul etmek istemeyecektir.
*
Lâfız ve mâna sanatları çok kere zekânın tabiat üzerindeki değiştirici, tahrip edici hassalarından istifade eder. Bilgisini, terbiyesini geçmiş asırlara borçlu olan insan için bundan daha tabiî bir şey yoktur. Teşbih, eşyayı, olduğundan başka türlü görmek zorudur. Bunu yapan insan acayip karşılanmaz, kendine hiçbir gayri tabiîlik isnat edilmez. Halbuki teşbihle istiâreden kaçan, gördüğünü herkesin kullandığı kelimelerle anlatan adamı bugünün münevveri garip telâkki etmektedir. Hatası, muhtelif sapıtmalarla gelinmiş bir şiir anlayışını kendine çıkış noktası yapmasıdır. Yazının peyda olduğu günden beri yüz binlerce şair gelmiş, her biri binlerce teşbih yapmış. Hayran olduğumuz insanlar bunlara birkaç tane daha ilâve etmekle acaba edebiyata ne kazandıracaklar? Teşbih, istiâre, mübalâğa ve bunların bir araya gelmesinden meydana çıkacak bir hayal zenginliği, ümit ederim ki, tarihin aç gözünü artık doyurmuştur.
*
Edebiyat tarihinde pek çok şekil değişiklikleri olmuş, yeni şekil her defasında, küçük garipsemelerden sonra kolayca kabul edilmiştir. Güç kabul edilecek değişiklik, zevke ait olanıdır. Böyle değişmelerin pek seyrek vukua geldiğini; üstelik, bu suretle meydana çıkan edebiyatlarda da her şeye rağmen değişmeyen, yine devam eden, hepsinde müşterek olan bir taraf bulunduğunu görüyoruz. Bugüne kadar burjuvazinin malı olmaktan, yüksek sanayi devrinin başlamasından evvel de dinin ve feodal zümrenin köleliğini yapmaktan başka hiçbir işe yaramamış olan şiirde, bu değişmeyen taraf; müreffeh sınıfların zevkine hitap etmiş olmak şeklinde tecelli ediyor. Müreffeh sınıfları yaşamak için çalışmaya ihtiyacı olmayan insanlar teşkil ederler. O insanlar geçmiş devirlerin hâkimidirler. O sınıfı temsil etmiş olan şiir lâyık olduğundan daha büyük bir mükemmeliyete erişmiştir. Ama yeni şiirin istinat edeceği zevk, artık ekalliyeti teşkil eden o sınıfın zevki değil. Bugünkü dünyayı dolduran insanlar yaşamak hakkını mütemadî bir didişmenin sonunda buluyorlar. Her şey gibi, şiir de onların hakkıdır, onların zevkine hitap edecektir. Bu, mevzuubahis kitlenin istediklerini eski edebiyatların âletleriyle anlatmaya çalışmak demek de değildir. Mesele bir sınıfın ihtiyaçlarının müdafaasını yapmak olmayıp sadece zevkini aramak, bulmak, sanata onu hâkim kılmaktır. Yeni bir zevke ancak yeni yollarla, yeni vasıtalarla varılır. Birtakım nazariyelerin söylediklerini bilinen kalıplar içine sıkıştırmakta hiçbir yeni, hiçbir sanatkârane hamle yoktur. Yapıyı temelinden değiştirmelidir. Biz senelerden beri zevkimize, irademize hükmetmiş, onları tâyin etmiş, onlara şekil vermiş edebiyatların, o sıkıcı, o bunaltıcı tesirinden kurtulabilmek için, o edebiyatların bize öğretmiş olduğu her şeyi atmak mecburiyetindeyiz. Mümkün olsa da “şiir yazarken bu kelimelerle düşünmek lâzımdır” diye yaratıcı faaliyetimizi tahdit eden lisanı bile atsak. Ancak bu suretledir ki, kendimizi alışkanlıkların sürüklediği gayri tabiî inhiraftan kurtarmış; safiyetimize, hakikatimize irca etmiş oluruz.
*
Tarihin beğenerek andığı insanlar daima dönüm noktalarında bulunanlardır. Onlar bir ananeyi yıkıp yeni bir anane kurarlar. Daha doğrusu kurdukları şey içlerinden gelen yeni bir kayıtlar sistemidir. Ancak ileriki nesillere intikal ettikten sonra anane olur. Büyük sanatkâr nâmütenahi kayıtların içindedir. Fakat bu kayıtlar, hiçbir zaman, evvelkiler tarafından vazedilmiş değildir. O, kitapların öğrettiğinden daha fazlasını arayan, sanata yeni kayıtlar sokmaya çalışan adamdır. 17. asır Fransız klasisizmi kaideci olmuş, fakat ananeperest olmamıştır. Zira kaidelerini kendi getirmiştir. 18. asır yazıcıları daha çok ananeperest oldukları halde sanatkârlıkları bakımından ananeyi kuranlar seviyesine yükselememişlerdir. Çünkü kayıtları hissetmemişler, öğrenmişlerdir. Bir şeyin ya lüzumunu, yahut da lüzumsuzluğunu hissetmeli, fakat herhalde, hissetmelidir. Lüzumu hissedenler kurucular, lüzumsuzluğu hissedenler yıkıcılardır. Her ikisi de cemiyetlerin fikir hayatı için devam ettirici insanlardan daha faydalıdırlar. Bu çeşit insanlar belki her zaman muvaffak olamazlar. Yaptıkları işin tutunabilmesi, işin içtimaî bünyedeki tebeddüllerle olan münasebetine ve bu tebeddüllerin ehemmiyetine tâbidir. Ademi muvaffakiyetin sebeplerinden biri de yapmanın yapılması lâzım geleni bilmekten farklı oluşudur. Bir insan kurduğunu mükemmelleştiremeyebilir. Fakat kendisini hemen takip edecek olana kıymetli bir temel tevdi eder. Ya bir yol gösterir, yahut bir yolun yanlış olduğunu söyler. Bu insan bir davanın bayraktarı, sıra neferi veya fedaisi demektir. Bir fikir uğrunda fedai olmayı göze almış insan takdirle, minnetle karşılanmalıdır. Bununla beraber fedai olmayı göze almış insanın ne takdire ihtiyacı vardır ne de teşvike. Çünkü bunlar ondaki emniyet hissine hiçbir şey ilâve etmeyecektir. En koyu irtica hareketlerinin, cesaretinden hiçbir şey eksiltemeyeceği gibi.
*
Ben, sanatlarda tedahüle taraftar değilim. Şiiri şiir, resmi resim, musikiyi musiki olarak kabul etmeli. Her sanatın kendine ait hususiyetleri, kendine ait ifade vasıtaları var. Meramı bu vasıtalarla anlatıp bu hususiyetlerin içinde kapalı kalmak hem sanatın hakikî kıymetlerine hürmetkâr olmak, hem de bir cehde, bir emeğe yer vermek demek değil mi? Güzel olanı temin edecek güçlük herhalde bu olmalı. Şiirde musiki, musikide resim, resimde edebiyat bu güçlüğü yenemeyen insanların başvurdukları birer hileden başka bir şey değil. Ayrıca bu sanatlar, öteki sanatların içine girince hakikî değerlerinden de birçok şeyler kaybediyorlar. Meselâ bir şiirde ahenktar birkaç kelimenin yan yana gelmesinden meydana çıkmış bir musikiyi, nağmelerindeki tenevvü ve akorlarındaki zenginlikle muazzam bir sanat olan sahici musiki yanında küçümsememeye imkân var mı? Mahreçleri aynı olan harflerin bir araya toplanmasıyla vücuda gelen “aheng-i taklidi” de bu kadar basit, bu kadar adi bir hile. Ben bu gibi hilelerden zevk duymanın, o ahengi şiirde hissetmekten gelen bir memnuniyet olduğuna kaniim. İnsan anlaşılmaz sandığı bir şeyi anladığı vakit memnun olur. Bu memnuniyeti, anlaşılmaz sanılan eserin muvaffakiyeti addetmek, insanın kendini muharrirle bir tutmak, yani kendi kendini beğenmek arzusundan başka bir şey değil. Bu itibarla halk tarafından sevilen eserler en kolay anlaşılanlar oluyor. Meselâ musiki zevkleri yeni teşekkül etmeye başlamış insanlar Tchaikovski’nin; mevzuu Napoléon’un Moskova seferinden alınmış, vak’aları, resim gibi, hikâye gibi tasvir edilmiş olan 1812 Uvertürü’nü hayranlıkla dinlerler. Yine onlar için Saint-Saëns’ın ölülerin gece saat on ikiden sonra mezarlarından kalkıp raksedişlerini, sabahın oluşunu, horozların ötüşünü, iskeletlerin tekrar mezarlarına girişini anlatan Danse Macabre’ı ile Borodin’in bir kervanın su ve çıngırak sesleri arasında ilerleyişini anlatan Asya’nın Steplerinde isimli eserleri en büyük musiki eserleridir. Bence, musiki gibi ifade vasıtası fevkalâde geniş bir sanatta tasvirle avlamak gibi basit bir hileye müracaat, bestekâr için göz yumulamıyacak derecede büyük bir kusur. Halkın, yukarıda da anlattığım cinsten bir infériorité kompleksine bağlı olan bu hissini, hiçbir büyük sanatkâr istismar etmemeli. Sanatkâr, kendini verdiğini sanatın hususiyetlerini keşfetmek, hünerini de bu hususiyetler üzerinde göstermek mecburiyetindedir. Şiir bütün hususiyeti edasında olan bir söz sanatıdır. Yani tamamiyle mânadan ibarettir. Mâna insanın beş duygusuna değil, kafasına hitab eder. Binaenaleyh doğrudan doğruya insan ruhiyatına hitab eden ve bütün kıymeti mânasında olan hakiki şiir unsurunun musiki gibi, bilmem ne gibi tâlî hokkabazlıklar yüzünden dikkatimizden kaçacağını da hatırdan çıkarmamalı. Tiyatro için çok daha lüzumlu olan dekora itiraz ediyorlar da, şiirdeki musikiye itiraz etmiyorlar. Apollinaire, Calligrammes adlı kitabında, şiire bir baş ka sanat daha sokuyor: resim. Faraza bir yağmur şiirinin mısralarını sayfanın yukarı köşesinden aşağı köşesine doğru dizmiş. Yine aynı kitapta bir seyahat şiiri var; harfleriyle kelimelerinin sıralanışı gözümüzün önüne vagonlardan, telgraf direklerinden, aydan, yıldızlardan mürekkep bir tablo çiziyor. İtiraf etmek lâzım gelirse, bütün bunların bize bir yağmur havası bir seyahat havası verdiğini, yani Apollinaire’in başka bir sanata ait birtakım dalaverelerle bizi şiirin havasına soktuğunu söylemek icab eder.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Deneme Edebiyat
- Kitap AdıOrhan Veli Bütün Yazıları
- Sayfa Sayısı400
- YazarOrhan Veli Kanık
- ISBN9789750747656
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- İnce Hayat ~ Mümine Yıldız
İnce Hayat
Mümine Yıldız
“Ben gizli bir hazine idim, bilinmeyi istedim.” Kutsî Hadis Bu kitap, sonsuz huzurlu bir yuvadan dünyaya düşen bir seyyahın serüvenidir. Yuvaya dönüşün izini süren...
- Daktilo Yazıları ~ Akif Kurtuluş
Daktilo Yazıları
Akif Kurtuluş
Akif Kurtuluş’un Politika ve Sanat ile Harita Metod Defteri isimli kitapları, Daktilo Yazıları başlığı altında, “bir” kitap olarak bir araya geldi. Derin, kuvvetli ve...
- Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken ~ Cemal Kafadar
Kim Var İmiş Biz Burada Yoğ İken
Cemal Kafadar
Cemal Kafadar bu kitapta bir araya getirdiği dört denemede, on altıncı ve on yedinci yüzyıllar Osmanlı dünyasından oldukça mütevazı dört kişiyi ele alıyor: Babasından kalan arazi üzerindeki haklarını korumak için divan-ı hümayuna başvuran Mustafa adlı Yeniçeri; İstanbul'da günce tutan Seyyid Hasan adlı derviş...