Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Yeryüzü Kitabı
Yeryüzü Kitabı

Yeryüzü Kitabı

Fulya Kılınçarslan

Onlar birer yabancı. Yeryüzünde doğdular ama bu dünyaya hep yabancı kaldılar. Bastıkları toprağa, konuştukları dile, yaptıkları işe, yaşadıkları zamana ve hatta damarlarında akan kana…

Onlar birer yabancı.

Yeryüzünde doğdular ama bu dünyaya hep yabancı kaldılar.

Bastıkları toprağa, konuştukları dile, yaptıkları işe, yaşadıkları zamana ve hatta damarlarında akan kana bile yabancılaşan insanlar.

Yeryüzü Kitabı onların hikâyelerini anlatıyor.

Anlatılan her hikâye yaşamdaki olasılıkların inşa ettiği bir köprü – kimi zaman peşine düşülen beyaz bir kurt, kimi zaman efsanelerden çıkagelen kızıl bir akbaba, kimi zaman ise üç direkli görkemli bir tekne ya da sınır ötesinde kalan, ismi değişen yerleşimler Doğu’yu Batı’ya, geçmişi şimdiye bağlıyor.

Çünkü bizi birbirimizden ayıran çizgilere değil, bizi birbirimize ulaştıracak köprülere ihtiyacımız var.

Fulya Kılınçarslan, derinliği insanı uzun uzun düşündüren öyküler yazıyor. Yeryüzü Kitabı özel bir öykü kitabı.

*

İçindekiler

İki Dünya Arasında 

Uzak Geçmiş Maria’yı Beklerken

Rüzgâr ve Zaman

Kasabanın Yüzleri

SEE ORGAN

Yakut

Hece Defteri

Dünyanın En Uzun Sabahları

Bizi Birbirimizden Ayıran Çizgiler Yabancı

Kurtlar Ülkesi

*

Güneşin yükseldiği Doğu’ya doğru uzaklaştım. Eskilerdendim ve kendimi sürekli yeniliyordum, Yükseklerden derinlere düşüyordum Ve derinliklerden döne döne yükselerek çıkıyordum parlayarak… Neredeydim?

Bütünüyle güneştim.

C.G. JUNG

****

İKİ DÜNYA ARASINDA

Renda o sabah Gabriel’i şaşkınlık içinde bırakıp evden çıktığında yaşlı Zoe’yi bulmayı çoktan aklına koymuştu. Gidecekti ve bir daha -zorunlu olmadığı süreceoraya, onların dünyasına dönmeyecekti.

Moskviç’i Mazeri’nin biraz dışında, taş köprünün hemen ilerisinde bıraktı, ormana yürüdü. Patika bitip de yol kendi boyunu aşan dikenli çalılarla kesilince yere çömeldi, başını olabildiğince eğip çalıların arasında açılmış dar koridorlardan ilerlemeye başladı. İnce dalların iyice birbirine dolandığı noktada dikenler de sıklaştı, mecburen montunun şapkasını başına geçirip kalan mesafeyi önce emekleyerek, ardından sürünerek kat etti. Sona yaklaştığında dirseklerinden aldığı kuvvetle kendisini üç hamlede çalı duvarın arkasına itti, yüzünü ve ellerini toprağa dayayıp bir süre öylece kaldı. Doğrulduğunda ayak bileğinden sızan kanı, pantolonundaki kan lekelerini gördü. Parmaklarının ucunda yükseldi, tereddütle geriye, öteki ucunda Moskviç’in beklediği patikaya baktı. Hayır, uzun ağaçların gölgesinden başka bir şey yok orada. Ve burası, bu labirentvari çalılık, sanki iki dünyayı birbirinden ayıran canlı bir eşik. Yüzünü tekrar gideceği yöne, ormana çevirdi.

Yağmur yağıyor ince ince. Topraktan yükselen buğu sarıçamların arasında hayalet misali dolanıyor. Bir adım attı. Sonra bir adım daha. Yosunla örtülü kayalar, ağaçların gövdesine sarılan likenler, likenlerin bittiği yerde başlayan sarmaşıklar. Hani insan denizde sürekli açığa yüzmek ister, kıyıyla arasındaki mesafeyi anca dönmeye karar verdiğinde fark eder ya, peki dönmezse ne olur?

Kim bilir.

Eğildi, yerdeki uzun dallardan birini kendine destek yapıp yürümeye devam etti. Yürüdükçe kayboldu renkler. Renkler kaybolurken sesler çoğaldı. Her şey mavimsi bir perdenin ardında kalmışken elindeki uzun dalı toprağa saplayıp yukarıya baktı. Gökyüzüyle arasında gerili duran iğne yapraklı dallardan oluşmuş devasa çatı ne ışığın toprağa değmesine izin veriyor ne de içerde dolanıp duran seslerin dışarıya çıkmasına. Derin bir nefes alıp gözlerini kapadı sesler renklere, renkler biçimlere. Rüzgârın uğultusu ağaçların arasından akıp giden buz mavisi bir nehre dönüşürken kargaların gürültüsü çelik mavisi bir ağ olup ormanın etrafını sardı. Ne saçma, dedi zihnindeki koro hep bir ağızdan, seslerin rengi mi olurmuş?

Gözlerini açtı o an. Doğru, onların dünyasında seslerin rengi yok. Seslerin rengi olmadığı gibi, renklerin biçimi, düşüncelerin de sesi yok. Dünyaları hiçbir şeyin birbirine dönüşmesine izin vermeyecek kadar katı. Hem farklılıkların cezalandırıldığı bir dünyadan şikâyet ediyor hem de en ufak bir farklılık sezmeye görsünler, ânında infaz taburunu hazırlıyorlar. Tek yaptıkları konuşmak. Hiç dinlemeden sürekli konuşmak.

Yere çömeldi, avuçlarını toprağa bastırıp içinde bir yerde yankılanıp duran seslerin susmasını bekledi. Ne zaman ki alışık olduğu mekanik tıkırtıyı duydu, ayağa kalkıp ağaçların arasından belli belirsiz seçilen açıklığa doğru yürümeye koyuldu. Açıklığa varmasına az bir mesafe kala tıkırtı iyice yükseldi, durmaksızın kendini yineleyen ritmik bir sese dönüştü. Tanıyor onu. Çocukluğundan beri ne zaman iki dünya arasındaki uçuruma düşeceğini hissetse hep onun peşine düşüyor. Rüyalarında ses onu göle, göldeki asma köprüye götürüyor. Sonrasını hiç görmedi. O köprüyü hiç geçemedi. Peki ya şimdi?

Göle varma umuduyla yüzünü sese döndü, epey bir süre yürüdü. Kızıl yapraklı dev bir kayının dibine varmıştı ki, hemen ötede beliren kar baykuşu suyun içine dalarmışcasına çevik bir hareketle iyice alçaldı, toprağa paralel uçup alçak dallardan birine tünedi. Baykuşun sapsarı gözlerinde kendini gördü bir an. Tepeden tırnağa ürperirken vücudundan bir şeylerin çekildiğini, çekilen o şeyle birlikte kalan son takatinin tükendiğini hissetti. Bulunduğu yere çöktü, sırtını ağacın gövdesine yaslayıp tekrar gözlerini kapadı.

Uykuya dalmak üzereyken ensesinde hissettiği ılık rüzgârla, genzine dolan demirimsi kokuyla kıpırdandı, gözlerini araladı. Kimse yok. Kalkmaya yeltendiğinde alnına bir şey damladı. Damlayan ılık, koygun sıvı ağır ağır şakağından süzülüp yanağına indi. Elini yanağına götürdü, kafasını yukarıya kaldırdı. Beyaz bir kurt, dakikalar önce baykuşun tünediği kalın dalın üstüne çıkmış ona bakıyor. Parmaklarına bulaşan kanlı salya, kurdun ağzında tuttuğu et parçasından akmış olmalı. Yutkundu. Elinden ne gelir? Hiç. Omurgasını iyice dikleştirdi, bacaklarını karnına çekip kendini olabildiğince geriye itti. Kurt ani bir hamleyle daldan aşağıya sıçradı, sıçrarken ağzında tuttuğu et parçasını onun kucağına düşürdü. Aralarında bir metre ya var ya yok. Havayı kokladı…

 

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Öykü
  • Kitap AdıYeryüzü Kitabı
  • Sayfa Sayısı216
  • YazarFulya Kılınçarslan
  • ISBN9786057643728
  • Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
  • YayıneviNotos Kitap / 2022

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Mostari ~ Gündüz VassafMostari

    Mostari

    Gündüz Vassaf

    Ben, gönüllü köprü bekçisi, Gece gündüz burada… Gündüz Vassaf, Mostar Köprüsü’ne ilk görüşte âşık olur. Aylar geçer. Köprünün geçmişi, bugünü ve geleceği hakkında almaya...

  2. Kilimanjaro’nun Karları ~ Ernest HemingwayKilimanjaro’nun Karları

    Kilimanjaro’nun Karları

    Ernest Hemingway

    Kilimanjaro’nun Karları, Hemingway‘in çok beğenilen ve en popüler yapıtlarından seçilmiş on kısa öyküden oluşmaktadır. Öyküler, Kazanana Ödül Yok, Kadınsız Erkekler, Beşinci Kolve İlk Kırk Dokuz Öykü isimli yapıtları arasından seçilmiştir....

  3. Ülkemin Efsaneleri ~ İbrahim Zeki BurdurluÜlkemin Efsaneleri

    Ülkemin Efsaneleri

    İbrahim Zeki Burdurlu

    İbrahim Zeki Burdurlu bu çalışmasında, cennet Anadolu’nun değişik yörelerinden söylence örnekleri sunuyor bize. Efsaneler Anadolu’nun özü, ruhu, can damarıdır… BURDURLU HOCA’DAN YURT SÖYLENCELERİ Her...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur