“−Artık burası bizim yerimiz değil. Sözlerimizi yitireceğiz, düşlerimiz zaten buhar olup uçtu. Sıkıcılığı sonsuza dek sürecek sandığımız gençliğimizin, yaşamamızın bir noktasında birden kayboluşu gibi biz de hiçbir yere çıkışı olmayan kapıya mı geldik?
Bizim eskiden geleceğimiz olan şimdiki zamanı nasıl değerlendireceğiz? İşte bütün yaşanan kayıp ve yıkımdan sonra gelecek şey ne bilmiyorum, ondan korkmuyorum. Tutkulu bir devrimcinin darağacından korkmadığı gibi, diye fısıldıyorum.”
SEDEF DÜĞME
Yılların izine tanıklık etmiş tren istasyonunun yerinden oynamış parke taş döşeli yolunda elinde küçük valizinle koşar adım geçiyorsun. Kulağında bozuk musluktan damlayan su gibi aynı tempoda ilerleyen ayak sesleri… Ensende bir çift göz, huzursuz telaşlı yürüyorsun. Soğuk terler yüzünü kaplarken bütün vücudunun buz kesildiğini hissediyorsun… Telefon… Feride… Evi hemen terk et… Çabuk…
Bu sözler yankılanıp duruyor kulağında. Tanımadığın insanlar istasyonda dolaşırken konuşulan sesler sanki çok ötelerden geliyor. Bunları bir hasta gibi ilgisiz ve meraksiz dinliyorsun. İkişer üçer kişilik gruplar istasyon dışında sigara içiyor, bir kısmı da gazetelere göz atıyor. Hepsi de istasyon dışındaki resmi binalar kadar renksiz görünüyor. Bir anda bakışların genç bir kadına kayıyor. O anda işin ciddiyetini kavrayıp telaşlanıyorsun. Sivil olabilir mi, diye içinden geçiriyorsun. Haklısın. Herkes, her şey olabilir.
Yıllar geçmesine karşın bıraktığım gibi duruyor istasyon. Hiçbir şey değişmemiş. Duvarda asılı saatin rengi biraz solmuş sadece. Üzeri kazınmış isimlerle doldurulmuş, argo sözlerin, küfürlerin çoğaldığı eprimiş, yıpranmış tahta banklara umutsuzca bakıyorum.
Tren istasyonuna girdiğin andan itibaren sürekli geride bıraktıklarını düşünüyorsun. Ne yapmalıydın, hiçbir fikrin yoktu. Dakikalarca bocalayıp duruyorsun. Bildiğin tek doğru kaçmak olmuştu. Evet, kaçmak… Taksi şoförü, arkasından bakıyor… Yan dairedeki kadın nereye… Şüpheli şüpheli adam bakıyor… Para… Yanına… Al.
Geçen dakikalanın sende yarattığı karanlık biraz daha artıyor, sürekli takip edilip edilmediğini kontrol etmek seni
huzursuz ediyordu. Gişelere yöneliyorsun, üç nolu gişenin önünde duruyorsun. En uğursuz numara. Bir an korkuyor, geriliyorsun. O uğursuz gişeden uzaklaşmak istiyorsun. Ellerinin hafifçe titrediğini görürken boğazında bir kuruluk hissediyorsun. Bir iki öksürükle geçiştirmeye çalışıyorsun. Gişe memuruna sapsarı bir beniz ve kaskatı kesilmiş uzuvlarınla, hayalet gibi uğursuz görünmüş olabilirsin. Sana gideceğin yeri soruyor. Toparlanmaya çalışırken görülüp belli belirsiz anımsama arzusuyla unutulan bu yüze bakıyorsun. Güvensiz çıktığının ayırdında olduğun ses tonunla, gideceğin yeri söylüyorsun. Bileti sana uzattığı andaki mutluluğun ışıklar gibi çevreye yayılıyor. O anda ikimiz birden gitmek istediğimiz yere ulaşmış, sıcak bir ev ortamındaymışız gibi daha bir güven hissediyoruz. Gençliğin verdiği dinamizmle omuzlarına dökülen uzun siyah saçlarını geriye savuruyorsun.
Tavanı yüksek, ferah salonda ilerlerken bakışların herkesin üstünde dolaşıyor. Gazete büfesinin yanındaki adamın telsizden sürekli konuştuğunu görüyorsun. Yeşil üniformasıyla yanında bir polis beliriyor. Çevrendeki bütün insanları süzgeçten geçirir gibi tek tek eliyorsun. Tanınmamak için bere taksam… Görüş alanımdan… Yoksa peruk mu? Bana mı baktı… Bere… İnince…
Doğuya yapacağım seyahatin heyecanıyla kulağım anonsta. Trenin hangi perondan kalkacağını öğrenmeye çalışıyorum. Alışkanlıkla sağımı solumu kolluyor, herkese dikkatle bakıyorum. Küt kesilmiş saçlarımı elimle düzeltiyorum. Tarihi istasyonun salonunda uzaklara bakıyorum. Uzakların çok ötesindeki uzaklara bakıp bütün ruhumla oralarda geziniyorum. Beynimin içinde o sözcükler çarpıp geri dönüyor… Kobra… Rukiye… diye fısıldıyor. Kafamdaki o küçük kahrolası delik olmasa o sözcüklerin hiçbirini duymak zorunda kalmayacağım. Kafama zorla sızmalarını engellemek için o deliği bulup parmağımla tıkamayı düşünüyorum. Delik parmağımdan daha genişçe ve giderek de daha derinleşiyor sanki. Ses… Kobra… Rukiye… Gittikçe yükseliyor.
Telefon konuşmasının sonunda Feride’ye “tamam” derken sesin telefonda nasıl da titriyordu. Tren istasyonundan hızlı adımlarla geçerken arka arkaya dizilmiş reklam amaçlı banka isimleri yazılı banklar gözüne ilişiyor. Tertemiz, üzerinde hiçbir çiziği bile bulunmayanlardan birine gönül rahatlığıyla oturuyorsun. Bir saat öncesine kadar umarsız bir şekilde çalışma masanda bir şeyler karalıyor, araştırman için gerekli notları gözden geçiriyordun oysa. Telefon gelene kadar. Feride heyecanlı bir sesle evi bir an önce terk etmen gerektiğini söylüyordu. Başlangıçta sakin sakin dinledin. Gözaltına alınan ortak arkadaşlarımızdan birisi büyük olasılıkla, baskı sonucu senin ismini vermişti. Hatırlasana Nermin, kendi kendine ne demiştin? “illegal bir şeye katılmadım ki,” Feride’yi de “olayı abartma!” diyerek terslemiştin. O, ısrarla eski ev arkadaşının seni ihbar ettiğini söyleyince huzursuz olmuştun.
Feride ile bir önceki akşam sohbet etmiş, yeni gelen akademisyenin yaltaklanmasının dedikodusunu yapmıştın. Geçen günlerde gözaltına alınan bir arkadaşından dinlediği olaya espriyle gülmüştün. Emniyette polis nam-ı diğer “Kobra Rukiye” bütün gecenizi doldurmuştu. Bunları anımsayınca o an kararlı bir şekilde yatak odasına yönelmiş, bir kış gününde gerekli olabilecek giysileri aceleyle düzensiz bir şekilde valizine tıkmıştın.
Kimlik, üniversite kimliğini ve para almayı unutma, diye fısıldamıştım sana.
Hazırlanırken bir yandan da ihbar eden arkadaşını düşünüyorsun. O ortamdan bir an önce kurtulmak için ismini vermiş olabilir, diye onun haklılığını ortaya koymaya çalıyorsun. Çekindiğin nokta, gözaltında olabilecekler kaygılandırıyor seni. Suçsuz olduğunu kanıtlayıncaya değin, hırpalanacağını hesaplıyorsun. Kobra Rukiye’den korktuğunu kendine itiraf ediyorsun.
Takip edilme dürtüsü yakamı hiç bırakmıyor. Çevremi o alışkanlıkla süzüyorum hep. Trenin iç parçalayıcı çığlıklarını dinlerken bir daha asla göremeyeceğim insanlarla dolu istasyona bakıyorum. Nermin, sen benden daha cesursun yüreklisin diye düşünüyorum. Gözlerim Nermin’in parlayan gerdanından aşağıya doğru kayarak oradan koluna, parmaklarını gizleyen uzun siyah saçlarına tırmanıyor. Nedendir bilinmez kucaklamak göğsüme sıkı sıkı bastırmak istiyorum onu. O gücünden bana bir şeyler geçmesini istiyorum.
İstasyonda banklarda oturmuş beklerken birden film festivalinde izlediğin belgesel aklına nereden geldiyse animsamaya çalışıyorsun fakat ismini bir türlü aklına getiremiyorsun. Şili’de Salvador Allende’yi deviren Pinochet döneminde, muhaliflere yapılan işkence sahnesi kafanın içinde ileri geri oynuyor. Ürpermekten kendini alamıyorsun.
İşkence yapıldıktan sonra iğneyle uyuşturup karınları Üstüne boylamasına otuz kilo ağırlığında parçalanmış tren rayları yerleştirilen insanlar, başlarına geçirilen çuvallarla helikoptere alınıyor, daha canlıyken Pasifik Okyanusu’nun derinliklerine atılıyordu.
İki bine yakın insanın hiçbir iz bırakmadan kaybolduğunu öğreniyorsun. Okyanusun dibinde yıllar sonra araştırma yapılıyor, sedef düğmeler bulunuyordu. Evet! Belgeselin adı
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hikaye
- Kitap AdıKıran Yeli
- Sayfa Sayısı110
- YazarGülser Kut Arat
- ISBN9786256067233
- Boyutlar, Kapak14 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviMythos Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Hesap Günü ~ Mustafa Kutlu
Hesap Günü
Mustafa Kutlu
“Musallada bir tabut, yeşil örtü üstünde, yapayalnız… İkindi okunmuş, namaz kılanlar camiye girmiş, kılmayan kalabalık cami duvarına yanaşıp saçak altına sığınmış. Alafranga bir muhit;...
- Beyaz Güvercin ~ Hüseyin Akyüz
Beyaz Güvercin
Hüseyin Akyüz
Hüseyin Akyüz birbirinden güzel sekiz öyküsünün yer aldığı “Beyaz Güvercin” adlı kitabında kahramanlarını kenar mahalle insanlarından seçmiş. Yaşamın zorlu koşulları içinde, her şeye karşın...
- Tarla Kuşunun Sesi ~ Mustafa Kutlu
Tarla Kuşunun Sesi
Mustafa Kutlu
Türk edebiyatının usta hikâyecilerinden Mustafa Kutlu’nun yeni kitabı Tarla Kuşunun Sesi, okurlarıyla buluşuyor… Kutlu, “halk destanı” tarzında kurduğu hikâyede, bir ailenin kuşaklar boyu yaşadıklarını...