“Bangır bangır ağlamaya hazırlıyordum kendimi. İyi olacaktı. Olacaktı da, parmaklarımın ucundaki tütün kokusu dikkatimi dağıttı. Neredeyse iki saat önce içmiş, ellerimi de yıkamıştım üstelik. Bangır bangır ağlama fikrine yine de sadık kaldım. Hiç hoşuma gitmediği halde, görebildiğim dünyanın üstüne hayalimde bir perde örterek yalnızlığımın içime işlemesine izin verdim.”
Sema Aslan, Geniş Arazide Bir Ben’de, kendisiyle mücadele halindeki bir kadının hikâyesini anlatıyor. Babasıyla ama kendisiyle, arkadaşlıklarla ama kendisiyle, dünyayla ama kendisiyle! Bir çıkar yol arıyor, ferah ferah nefes alabileceği bir an. Ama neresi çıkar yol, hangi an diğerlerine göre daha ferah? Bu soruların yarattığı karmaşa da ortada duruyor ve bir yerden sonra hikâyenin kendisine dönüşüyor.
*
Bangır bangır ağlamaya hazırlıyordum kendimi. İyi olacaktı. Olacaktı da, parmaklarımın ucundaki tütün kokusu dikkatimi dağıttı. Neredeyse iki saat önce içmiş, ellerimi de yıkamıştım üstelik. Bangır bangır ağlama fikrine yine de sadık kaldım. Hiç hoşuma gitmediği halde, görebildiğim dünyanın üstüne hayalimde bir perde örterek yalnızlığımın içime işlemesine izin verdim. Birazdan ağlayacaktım. Hüzün içinde bekliyordum. İlk gözyaşı mı akacak, yoksa hıçkırıklar mı kopacak gırtlağımdan bilmeden, her ne olursa olsun karşılamaya çoktan hazır, yavaşça etrafıma bakınırken iri yapraklı salon bitkisine asılmış uzun bir saç teli gördüm. Benim saçım değil. Salon bitkisi, güz için süslenmeye başlamış olmalı. Kalktım, yaprağa asılı teli alıp mutfak çöpüne attım. Hüznüm, hiç istemesem de dağıldı. O saç teline niye aldırış ettiğimi bilmiyorum. Şimdi, iki damla bile olsa gözyaşı dökmeyeceğime eminim. Arzum geçmediyse de ağlamanın sırası gelmemiş – henüz. Bugün de bangır bangır ağlayamayacaksın, dedim kendime, kabul et. Hazır ayaktayken, içimde bu defa metanet, pencereleri açtım. Ağlamayacağıma göre sesimin dışarıya taşmasından endişe etmeme gerek yok. Bir elim çerçeveye asılı, eğilip yokuş aşağı akan sokağı izledim, gözüm ta denize vardı. Sisle perdelenmiş donuk mavi, benden yeterince uzakta değil. Değil ki, bir vapurun düdüğünü işittim. Elinde el çantası olduğunu bildiğim muslukçu, bizimkini enlemesine kesen sokaktan geçiyordu, görmüyordum ama sesini duyuyordum: Mus-luk-çu! Sesleri taşıyan şehre sevgiyle baktım. Bir gün çağıracağım bu adamı, dedim, babama geldiğimde yine rastlarsam çağırayım. Öyle sanıyorum ki bugüne kadar hiç çağrılmadı; davet eden Mus-luk-çu! sesini hiç duymadım. Pencereden eğilip Mus-luk-çu! diyeceğim sakıngan. Gelirse, o el çantasının içinde ne taşıdığını da öğrenirim. Kaldırım boyu sıralanan ağaçlardan çınarın iki ince dalına karmaşık bir düğümle parlak bir şey asılı. Uzanıversem yetişecekmişim gibi görünüyor, uzansam düşeceğim oysa. Parlak şeyin dalda asılı kaldığını ilk kez gördüğüm o kış günü kargaları düşünmüştüm. Sahiden, kargalar niye uğraşmıyor bu işle? Belediyeyi aramak lazım, dedim. Apartmanın önünde yer tutan arabayı fark ettim sonra. Dönüp telefonumu aldım. Kuşbakışı, arabanın fotoğrafını çektim, ön ve arkadan kasıtlı olarak bıraktığı boşlukların açıkça görünüp görünmediğini kontrol ettim. Bunun için de belediyeyi aramalı herhalde. İki maruzatım var, demeli, iki ayrı mesele ama ikisi de gözümün önünde duruyor. Oysa bana ne? Buraya düzenli aralıklarla gelip gidiyor değilim. Ne zaman sonra ilk gelişim hatta. Bulabildiğim ilk fırsatta olabildiğince uzağa taşınmıştım. Bazı geceler bende kalan bir sevgilim var ama evim herkesin evinden, herkesten uzakta. Çocukluğumun, ilk gençlik yıllarımın geçtiği eve aylar sonra şimdi; babamın evdeki izlerine bakma fikrinden kendimi kurtaramayarak, ihtiyacım olan bilgi buraya ambarlanmış da beni bekliyormuş gibi merak içinde geldim. Gelir gelmez de ağlama arzusuyla doldum. İçimi ağlama arzusuyla dolduran şey, tüm izlerin sergilenircesine aydınlıkta ama anlamsız oluşuydu. Soruşturulacak hiçbir şey yoktu. Ev ve izler ortadaydı. Gözlerim eve de izlere de bitkin bakıyordu. Bitkindim. Vücudum dik fakat ruhum aygın baygındı. Önüm sıra yürüyen görüntüm gayret içinde duvarlara, mobilyaya tutunuyordu. Sinirlendim. Demek öyle, dedim eve meydan okuyan bir sesle. Ellerim belimde – yine, ama bu defa kendimi tüm apartmana, hiç değilse karşı dairenin hayaletlerine duyurmak istercesine yüksek: Demek öyle! Verebileceğim en ateşli tepkiyi verdikten ve evin yeterince havalandığına emin olduktan sonra pencereleri kapadım, etrafı denetleyip babama mesaj yazdım: Burda her şey yolunda. Eve geçiyorum… … … havaalanı için taksi ayarladım… … … varınca haber ederim.
Birkaç haftadır aklımda hep babam. Nedenini bilmiyorum, elimde olmadan, aklımda. Zihnim, babam ve hikâyeleriyle meşgul. Bazılarını içimdeki öfkeye karşın hâlâ çocuksu bulduğum, yüzüme sıcak dalgası gibi çarpan hikâyeleriyle. Neden aklımdasın baba?
Dizginsiz bir adam, babam. Ondaki dizginsizliği kolayca benimseyişimi; kusurlarına ve karanlığına hafifletici nedenler icat edişimi uzun yıllar düşünmedim hiç. Çocukluğumda gizemli biriydi gözümde. Az konuşur, insana upuzun bakışlarla bakardı. Sonraki yaşlarımdaysa başıboşluğunu, hikâyelerinin yaşamımıza ölçüsüzce dadanabilme gücünü, hiç değilse bazen, sevdiğimi hatırlıyorum. Ara sıra yoksunluğunun farkındaymış gibi görünürdü, içim biraz şefkat biraz da anlamını kavrayamadığım, yararını bilemediğim acıma hissiyle dolardı. Kamyonları çok sever babam. “Bahar gelsin, giderim,” diye sayıkladığı memleketin yolu geniş, epey geniş bir yeryüzü parçasının üstünden geçiyor. Yolları kamyonla alıyor. Koltuğunda hafif hafif yaylanırken hem yol alıyor hem
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıGeniş Arazide Bir Ben
- Sayfa Sayısı75
- YazarSema Aslan
- ISBN9789750537691
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Efsun ~ Selahattin Demirtaş
Efsun
Selahattin Demirtaş
Dupduru, yer yer hüzünlü, yer yer coşkulu ama hep çağıldayan, insana kendini iyi hissettiren bir anlatım… Olanca ışıltılarıyla ilginç karakterler… Acının mizahla harmanlanışı… Üç...
- Gençliğim Eyvah ~ Tarık Buğra
Gençliğim Eyvah
Tarık Buğra
Türkiye’deki anarşinin otopsisidir. Romanda, yalnız boşa giden gençliklerin hikâyesini değil, içine düşürüldüğümüz kaosun çarpıcı grafiğini de bulacaksınız. Yıllardan beri Türkiye’de bütün görevleri, ödevleri...
- Fosforlu Cevriye ~ Suat Derviş
Fosforlu Cevriye
Suat Derviş
Atilla Dorsay’ın önsözüyle… Bir gece kadınına, bir karanlık kızına bundan daha güzel ve onu daha iyi vasıflandıran bir sıfat bulmaya imkân mı vardı! Güzelliği...