Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Menfi – Sürgün
Menfi – Sürgün

Menfi – Sürgün

Fazlı Necip

II. Meşrutiyet sonrası kaleme alınan Menfi, bir aile dramıyla dönemin siyasi olaylarının iç içe işlendiği, istibdat atmosferini ve Meşrutiyet’e giden süreci konu alan ilk…

II. Meşrutiyet sonrası kaleme alınan Menfi, bir aile dramıyla dönemin siyasi olaylarının iç içe işlendiği, istibdat atmosferini ve Meşrutiyet’e giden süreci konu alan ilk siyasi romanlardandır. Fazlı Necip, Menfi’de bir yandan dönem romanlarının popüler karakteri olan alafranga ve şık bir gencin nasıl siyasi bir suçluya dönüştürülüp sürgüne gönderildiğini anlatmakta, öte yandan okuru dönemin İstanbul ve Selanik sokaklarında dolaştırarak bu şehirlerdeki kültürel ve gündelik yaşama dair bilgiler vermektedir.

1

Vapurda

1903 senesi Eylül sonlarında bir pazartesi günüydü; İstanbul’dan Selanik’e gelmekte olan Mesajeri Vapuru Kesendire önlerine varmış, Selanik’e üç dört saat mesafe kalmıştı.

Ekrem, Selanik’e çıkacaktı. Sabah uyanınca bütün eşyasını toplamış, yerleştirmiş, mükellef, itinalı bir tuvalet3 yapmış, aşağıda sabah kahvesini içtikten sonra yukarı, kamara yolcularına mahsus olan mevkiye çıkmıştı.

Süratli adımlarından, telaşlı tavırlarından, etrafa etkili, dikkatli gözlerle bakmakta olmasından Ekrem’in epeyce asabi, zeki, çevik bir genç olduğu kolayca anlaşılırdı. Henüz yirmi iki yaşındaydı. Fakat görenler yirmi beş, yirmi altısında tahmin ederlerdi. Uzun boyu, geniş omuzları, Almanvari uçları yukarı kalkmış dolgun siyah bıyıkları bu yanlış tahmine sebep teşkil ederdi.

Ekrem güzel denebilecek bir delikanlı değildi, fakat pek sevimliydi. Esmer, biraz uzunca, dolgun çehresi üzerinde çekme burnu, büyük siyah gözleri öyle bir cazibe ve ahenk oluşturmuştu ki kendisini görenlerin ilk bakışta cazibesine kapılmaması ve yakınlık hissetmemesi mümkün olamazdı. Özellikle görüşüldüğü, azıcık sohbet edildiği zaman sesinin ahengi, düzgün ve akıcı konuşması, duruşundaki zarafet, karakterindeki canlılık kalplerde büyük bir ilgi meydana getirirdi.

Doğuştan gelen bütün bu güzelliklerine Ekrem bir de sanatkârane incelikler ve zarafetler eklemiştir. İyi giyinmeye, güzel konuşmaya, bütün tavırlarıyla en büyük ve zarif seçkinleri taklit etmeye tutkundur. Ve bunda o kadar başarılı olur ki taklit ettiği hal ve hareketler kendisinin tabii haliymiş gibi tavırlarında bir doğallık, sözlerinde, zarafetlerinde büyük bir sadelik görülür.

Mekteb-i Sultani’de1 tahsilini tamamladıktan sonra Hariciye Nezareti’ne2 girmişti. İşini aksatmayan, faal bir memur olmaktan çok İstanbul’un zevk ve sefahat âlemlerinde gezmeye hevesli çılgın bir gençti. İki sene hep hevesleri arkasında koşmuş, validesinin hesap sormayarak gönderdiği paralarla bir prens gibi yaşamıştı.

Artık İstanbul’da kendisi için bal alınacak çiçek, heves edilecek eğlence kalmamış gibiydi. Sınırlı sefahat âlemlerinin bütün zevklerini tatmış, onları eskitmiş, usanmıştı. Şimdi daha geniş zevk sahaları bulmak, yeni âlemler görmek, Avrupa’yı gezmek, bilhassa bir zaman için olsun Paris’te yaşamak heveslerine kapılmıştı.

Bir ay evvel arkadaşlarından biri Paris’e firar etmek niyetinde olduğunu kendisine haber verdiğinde zaten Ekrem’in aylardan beri fikrini işgal eden bu emel bütün kuvvetiyle uyanmış, canlanmış, karşı konulmaz bir kuvvet kazanmıştı. Elinde olmadan, “Ben de giderim…” demişti.

Fakat sonra zorluklar kendisine endişeler, düşünceler verdi. Avrupa’ya kaçmak Paris’e gitmek için para lazımdı. İki seneden beri bin türlü bahaneyle validesinden çekmekte olduğu ayda kırk elli lirayla İstanbul’daki müsrif yaşamını bile karşılayamamış, epeyce borçlanmıştı. Şimdi Avrupa’ya gidebilmek için bir vesile bulmak, validesinden ilk karşılaşmada birkaç yüz lira koparmak lazımdı. Validesi kendisine, yegâne evladına, o kadar düşkündü ki ondan hiçbir şey esirgemezdi. Fakat büyükbabası ihtiyar, mutaassip, eski kafalı Hüsrev Bey’in kendisinin Avrupa’ya gitmesine bütün inatçı öfkesiyle kabararak itiraz ve mukavemet edeceğini pekâlâ bilirdi. Bilhassa iki seneden beri validesini de yakında Selanik’e gelmek için oyalamıştı. Validesi kendisini Neşide’yle evlendirmek, baş göz etmek, mürüvvetini görmek ve nihayet Selanik’te daima yanında alıkoymak emelindeydi.

Ekrem iki sene evvel mektepten çıktığı, dokuz senelik ayrılıktan sonra ilk defa Selanik’e geldiği zaman validesi kendisini evlendirmeye kalkışmış, bin güçlükle elinden kurtulabilmişti. Gerçi Neşide hoşuna gitmemiş değildi, fakat henüz yirmi yaşında, mektep hayatı esnasında hep hasretle içine atılmak istediği o gençlik, şıklık, serbestlik, zevk âlemlerinin henüz tadını alamamışken evliliğe katiyen razı olamamıştı.

Validesini bin türlü vaatle aldatarak canını İstanbul’a atmış, iki seneden beri Selanik’e dönmek için onları hep oyalayarak vakit geçirmiş olduğu halde şimdi validesine, “Ben Avrupa’ya gideceğim, bana para gönderiniz” demenin kesinlikle kabul olunmayacak bir emel, kazanılamayacak bir dava olduğunu biliyordu.

Bedri Bey Selanik’e gelmek üzere Fransız vapuruna binerek Selanik’e çıkmadan Marsilya’ya gidecekti. Çünkü o zaman istibdat döneminde bir genç için, velev ki tahsil amacıyla olsun, Avrupa’ya gitmeye pasaport alabilmek imkânsızdı.

Ekrem her halükârda bir teşebbüste bulunmaya karar vermişti. Bedri’yle beraber vapura bindi. Selanik’e çıkarak validesini ikna etmeye ve kandırmaya çalışacak, birkaç yüz lira koparacak, sonra Avrupa’ya firar ederek Bedri’yle Paris’te buluşacaktı. İşte şimdi Selanik’e yaklaşmakta olduğu bu dakikalarda heyecan ve endişesi artmıştı. Selanik’te ne yapacaktı? Validesinden nasıl para koparabileceğine dair henüz bir yalan kuramamış, bir çare bulamamıştı. Lakayt, karar almada seri ve biraz aceleci olduğu için hiç ciddi düşünmeye gerek görmeksizin ilk aklına gelen fikir üzerine atılır, sonra ne yapmak lazım geleceğini düşünmeyerek zamanın getirdiği mecburiyetlere tâbi olurdu. Şimdi de bu acelecilik sonucu böyle güç bir durumda, tereddütler içindeydi.

***

Vapurun kıç güvertesi üzerine çıktığı zaman ancak yirmi yaşlarında tahmin edilebilecek nahif, sarışın, o da Ekrem gibi pek itinalı giyinmiş şık bir bey, bir hasır koltuğa oturmuş, denize dönmüş, uzaklarda görünen sahilleri seyrediyor, sigarasını içiyordu.

Ekrem âdeti olan seri adımlarla bu beyin yanına gitti. Bir sandalye çekip oturarak:

Bonjur Bedri… Ne iyi. Sen benden erken kalkabilmişsin.

– Erken mi ya, saat ona geliyor. Ekrem saatine bakarak:

– Sahi on olmuş… Aşağıda eşyamı toplayıp hazırlanmakla uğraştım. Vaktin geçtiğinden haberdar olamamışım. Demek iki üç saat sonra Selanik’teyiz.

– Belki de daha evvel, kaptan saat on bir buçukta orada olacağımızı söylemişti.

– Selanik’e yaklaştıkça can sıkıntılarım artıyor, şimdi nasıl yapacağım? Validemi nasıl ikna ederek para koparabileceğim?

— Adam sen de, düşündüğün şeye bak! “Mide hastalığına tutuldum, doktorlar Avrupa’ya, sulara gidip tedavi olmamı tavsiye ettiler” dersin. Bir ayda dönmek üzere hele yüz lira kopar, bir kere Avrupa’ya atıl, sonra hastalığın uzuyor diye sürekli istediğin kadar para sızdırmak mümkündür. Ekrem kahkahalarla gülerek:

– İşte hiç düşünülmemiş yalan budur. İnsaf et, bir kere

yüzüme bak, bende hasta çehresi var mı? Özellikle mide hastası! O kadar iştahım vardır ki beni evde perhize koymak isteyecek olurlarsa çıldırırım.

– Başka bir hastalık düşün, çehrede belirtileri görülmeyen hastalıklardan. Mesela, “Basur oldum, operasyon yaptırmak lazım” deyiver.

Ekrem bu defa daha geniş ve uzun kahkahalar attı.

– Tam kadınlara söylenecek zarif, şık bir hastalık… Gerçekten basur olacak olsam itiraf etmek istemem, nerede kaldı ki uydurayım.

Öyleyse sen kendin şık bir hastalık düşün, bana niye soruyorsun?

Şık hastalık en kolay şey ama valideye söylenemez, başka bir şey bulmalı!

-Canım hiç olmazsa, “Kalp hastalığı belirtileri hissediyorum” diyemez misin?

Bu hiç olmayacak şey. Bunu validem duyarsa endişesinden çıldırır. İşte gözümün önündeymiş gibi görüyorum. Derhal hekimler, konsültasyonlar… Bir saatte fiyasko meydana çıkar.

Pekâlâ, “Romatizma oldum, sızılarım var” diyecek olursan bunu da doktorlar anlayıp yalanlayabilirler mi?

– Bu en bela… Büyükbabam her sene bu mevsim romatizmaları için Langaza1 kaplıcalarına gider, bu madeni suların şifalı özelliklerini daima methedip durur. Ve güya bütün dünyanın kaplıcalarını gezmiş, gezmiş gibi de Langaza sularına muadil dünyada hiçbir su bulunmadığını iddia eder. Hele ihtiyarın bu iddiasını reddetmeye kalkış, dünyaları başına indirir… Muhakkak beni de Langaza kaplıcalarına götürmeye kalkışırlar.

– Artık canımı sıkıyorsun, eve git de bak annenin, büyükbabanın hoşuna gidecek, itiraz edilemeyecek bir hastalık bulmaya çalış.

– Fakat iş bu kadar da değil… Bir bela daha var; şimdi pederin evine mi gitmeli yoksa validenin yalısına mı?

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Cani Mi, Masum Mu? ~ Fazlı NecipCani Mi, Masum Mu?

    Cani Mi, Masum Mu?

    Fazlı Necip

    Arka sokakları, kafeşantanları ve eğlence hayatıyla Selanik merkezli bir aşk ve cinayet anlatısı olan Cani mi, Masum mu? romanında Doktor Refik, babasının adının karıştığı...

  2. Ah, Anne ~ Fazlı NecipAh, Anne

    Ah, Anne

    Fazlı Necip

    Ah, Anne romanı takıntılı, mazide yaşayan bir anne ile yüzü geleceğe dönük oğlu arasındaki çatışmayı konu edinir. İstanbul’un kalburüstü ailelerinden birine mensup olan Nedim,...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Son Hafriyat & Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi ~ Emrah SerbesSon Hafriyat & Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi

    Son Hafriyat & Behzat Ç. Bir Ankara Polisiyesi

    Emrah Serbes

    Behzat Ç., Cinayet Büro Amirliği’nde başkomiser, hayata karşı işlenen suçlar uzmanı… Başına gelenlerden sonra lanet etmiş, çekip gitmişti aslında. (Dizinin ilk kitabı Her Temas...

  2. Düşte Kördüğüm – Bir 28 Şubat Romanı ~ Mehmet KaraDüşte Kördüğüm – Bir 28 Şubat Romanı

    Düşte Kördüğüm – Bir 28 Şubat Romanı

    Mehmet Kara

    Rektörün ancak kendine yetecek kadar yayınları vardı. Fakat çevresinde bülbül gibi şakıyan, kalabalık “Sayın”ları vardı. Hepsi birden fark edilmese de üniversitenin kadrosu epeyce kalabalıktı....

  3. Yediçınar Yaylası ~ Kemal TahirYediçınar Yaylası

    Yediçınar Yaylası

    Kemal Tahir

    Ben romanlarımda çok sert realitelere dokundum.” Bir imparatorluk, yavaş yavaş tarih sahnesinden çekilmeye başladı mı sadece siyasi haritalar değişmez. Bozulan devlet yapısı, toplumsal dinamikleri...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur