Hercule Poirot kadar zeki, Sherlock Holmes kadar dikkatli, Mike Hammer kadar çapkın, James Bond kadar yakışıklı, Philip Marlowe kadar pervasız…
Yok canım, nerdee! O, tarihin en ahlaksız, sahtekâr, korkak, yalancı, maço vb karaktersiz karakteri. Ama insan gene de onu sevmeden edemiyor.
Resim Cinayetleri’nin olağanüstü detektifi Metin Çakır’ın, diğer tuhaf ötesi maceralarına, Yıldız Cinayetleri, Konsey Cinayetleri ve Karakol Cinayetleri’nde devam ediyor…
BİR
“Sana istediğin kızı veriyorum, dilediğini seç” dedim, kendisini eğlendirmiş soytarısını ödüllendiren bir sultan edasıyla. Keyfim yerindeydi, ona iyilik borcum olduğunu düşünüyordum. Ne de olsa bütün masayı o donatmıştı. En sevdiğim kasap köftesi vardı masada, sonra dört çeşit peynir, barbunya pilaki, patlıcan salatası, haydari, tarama, ezme, beyin salata, arnavut ciğeri, Rus salatası, fava, daha birkaç renk vardı ama ben çok sarhoştum. Geri kalanın tadı birbirinin aynısıydı. En çok sevdiğim şarap, Buzbağ da masada iki şişe olarak yerini almıştı ve bunları ben tek başıma bitirmiştim.
“Senin kızlarının çok sağlıklı olduklarını sanmıyorum.” “Hassiktir” çektim hemen, ama içimden. Kızlarımla gurur duyardım, onların her zaman muayenelerini tastamam ve vaktinde yaptırırdım. Asla masraftan kaçınmazdım. Bu konuda bir ödül ya da şilt olsaydı mutlaka bana verilirdi. İyi de bu anten niye şimdi benim kızlarımın sağlıklı olmadığını düşünüyordu? Bunca zamandır eline her para geçtiğinde onların koynuna girmemiş miydi? Şimdi ne ayaktı bu sağlık mağlık lafları. Bir “Hassiktir” daha çektim. Anlaşılan Buzbağlar beni maymun etmişti. Bu seferki sesli çıktı. Bir gözünü aralayarak bana baktı.
“Ne oldu?”
Muhabbet iyice göt olmaya başlamıştı. Her cümle arasında on dakikalık aralar vardı. Verilen karşılıklar tamamen manasını yitirmeye başlamıştı. Masada üçüncü kişi olan Dursun duruma el koydu.
“Sana istediğin kızı alabileceğini söyledi ama sen kızları sağlıklı bulmadığını söyledin, o da sana hassiktir çekti.”
Ressam itiraz etti.
“Ama bu yarım saat önceki muhabetti, ondan şeye geçmemiş miydik?”
Dursun iyice sıkılmıştı.
“Zaten son iki saattir bu üç cümleyi ettiniz. Benim canıma yetti artık, ben gidiyorum.”
Hemen koluna yapıştım.
“Otur ulan, şurada iki lafın belini kırıyoruz.”
İstemeye istemeye oturdu. Dursun’la uzun zamandır arkadaştık. Bir zamanlar hayatını kurtarmıştım ama bana karşılığını defalarca kıyaklar yaparak ödemişti. Yine de hâlâ bana hayatını borçluymuş gibi davranırdı. Ayrıca ne kadar içerse içsin hiç içmemiş gibi görünebiliyordu. Bu yüzden ressamla aramızda bir ihtilaf çıkmaması için onun hakemliğine ihtiyacımız vardı.
Sessizlik sigara dumanı gibi çöktü üzerimize. “Neşe” dedi ressam, taa neden sonra. Ne neşesi diye baktık suratına, bir dükkânın kepenklerinin açılması kadar uzun bir sürede gözlerini açtı.
“Neşe’yi istiyorum.”
Hemen cevap verdim.
“Bak işte o olmaz. Hale’yi iste vereyim, Pınar’ı iste vereyim…”
Üçüncü kızımın adını hatırlayamadım, Dursun yetişti.
“Filiz.”
“Hah! Filiz’i iste onu da vereyim ama Neşe gelmez ki.”
Ressam bana inanmıyormuş gibi baktı. Aslında nasıl baktığının hiçbir önemi yoktu. Yalnızca şiş göz kapaklarının arasından ince bir çizgi hâlinde gözleri görünüyordu. Bu gözlere hiç inanmıyormuş gibi de diyebilirdik, “Hayır
kırmızı düğmeye basarsan dünyayı havaya uçurursun” diyen bir bilimadamının gözleri gibi de.
“Ben Neşe’yi istiyorum, sen nasıl pezevenksin?” diye zırladı. Mesleğime laf etmesi muhabbetin artık tehlikeli sularda dolaşmaya başladığını gösteriyordu. Birden yerimde dikildim, Dursun da duruma gerektiği anda el koyabilmek için hazrola geçti. Ama ressamın kafa başka taraflardaydı. Yeniden gevşedik.
Neşe kendine has bir orospuydu. Herkes onu isterdi ama o müşteri seçerdi. Asla sokaklarda dolaşmazdı. Özel müşterileri telefon eder, onlara giderdi. Bana hiçbir zaman hesap vermemişti, ben de zaten sormazdım ama yüzdemi her zaman son kuruşuna kadar getirip avucuma sayardı. İstese beş kuruş koklatmazdı. Niye böyle yapardı bilmiyorum, bir defasında sormuştum da “Racon böyle oğlum” demişti. Bir daha da üstelememiştim. Onurlu bir adam olsaydım, hani filmlerdeki gibi, ondan aldığım paraları son kuruşuna kadar bir banka hesabına yatırır, sonra ihtiyacı olduğu bir zaman verip sürpriz yapardım. Ama ben onurlu bir adam değildim, en önemlisi bir sinema kahramanı hiç değildim. Ondan aldığım paraları son kuruşuna kadar afiyetle yerdim.
Ressam, bizi bir keresinde Beyoğlu’nda bir çorbacıda görmüştü, o zaman da asılmıştı bana, “İlla bu karıyı ayarla” diye ama Neşe istememişti. Sormuştum, “İstemem” demişti. O istemem dedikten sonra zaten mümkünü yoktu.
Bu kadar lafı neden ettim hatırlamıyorum, sarhoşluktan unutmuş olmalıyım. Ressama, “O olmaz” dedim.
“Ne olmaz?”
Ressam sıkı içenlerdendi. Alkol olarak yani, kuruya bulaşmazdı. Ama alkol olsun ne bulursa içerdi. Aylar önce mahalleye taşınmış, bana komşu olmuştu. Bir zamanlar alt katı ahır olan bir evde yaşamaya başlamıştı. Resimler yapıyordu, acayip acayip. Bana kalırsa bir boka benzemiyorlardı.
Kısa zamanda dost olmuştuk, yaptıklarını bana gösterirdi, aval aval bakardım. Bana kızardı. Şuradaki hareketi görmüyor muşum ya da buradaki ateşi hissetmiyor muşum. Yok ağbi ne hisseder ne de görürdüm. O, bu dünyaya farklı bir gözle bakıyordu, ben onun gibi bakamıyordum. Bütün mahalleli de bakamıyordu. Adam gibi resimler yapsa herkes sever, hatta resimlerini de alırlardı. Hatta bizden iki sokak ötede Karadeniz Pidecisi dükkânı olan Üçgen Ahmet Usta ona geyikli, pınarlı resim sipariş etmişti de yaşlı başlı adamı evden kovalamıştı.
Mahallenin piçleri ona deli ressam diyor, kulağını keseceği günü bekliyorlardı. Ama ressam bütün organlarını oldukça seviyordu, özellikle de çükünü. Arada bir resim satar da eline para geçerse parayı iki günde benim kızlarla ezerdi. Ona her zaman yarı yarıya indirim yapardım. Kızlar da onu severlerdi. Bu zaman zarfında hiç ayık olmazdı. Onun dışında nasıl geçinir, hiç bilmezdim.
Bu resimleri içki soframızın tek ayık adamı olan Dursun’un sayesinde satardı. Dursun mahallenin en yakışıklı çocuğuydu, hâliyle jigololuk yapardı. Zaman zaman korkuturdum Dursun’u.
“Kuruçeşme’ye taşınınca ne yapacaksın be Dursun?”
“Ne?”
“Yani alet kuruyunca diyorum, ne yapacaksın?”
Dursun’un en büyük kâbusuydu bu muhabbet, hemen arkasından ağlak yapmaya başlardı. Hâlinden yakınırdı.
“Sigortam yok, emekliliğim yok, hiçbir yan gelirim yok, yol param, yemek param yok, ya başıma bir şey gelecek olsa ne bok yerim ben?”
Bu dünyaya yanlış gelmiş diğer bütün insanlar gibiydi Dursun. Aslında hayli iyi kazanırdı. İş ilişkilerindeki avantajlardan bizi de yararlandırırdı. Mesela ressamın resimlerini zengin karılara o satmıştı, hem tek kuruş avanta almadan.
İKİ
Ressamın yaşını bilmiyordum ama ellisini geçmiş olmalıydı, arada bir, başka ressamlarla toplanır birlikte bir sergi açarlar, antin kuntin laflar ederlerdi. Arkadaşları geldiği zaman ressamın evine uğramamaya gayret ederdim. Benden başka kimse de arkadaşlarını tanımazdı, ölse, kime haber vereceğimizi bilmezdik. Adını bile bilmezdik, ressam der geçerdik, böyle sır dolu yaşamak onun da hoşuna giderdi. Mahallenin neredeyse tamamı ya kanun kaçağı ya da hapishane kaçkını olduğundan alışkındık bu tür adamlara. O yüzden üstüne gidilmezdi.
Ressam, deli dolu bir adamdı, kimi zaman “Atölyem” dediği ahıra kapanır, paso resim yapardı. Böyle zamanlarda ben dahil kimsenin onu rahatsız etmeye götü yemezdi. Mahallenin yavşak hırsızlarından biri, zamanında yanlışlıkla ressamın evine girmişti. Çıktığında çırılçıplaktı ve bağırarak ciyak ciyak ağlıyordu. Bedeninin tamamına resimler yapılmıştı. Kimse bir daha onu görmedi, ressamı da rahatsız etmeyi göze alamadı.
Ressamı bir adam olarak, bir arkadaş olarak sever ve sayardım. O da beni severdi, işime saygı duyardı. İlk tanıştığımızda önyargılı davranmıştı ama sonradan hemen arkadaş oluvermiştik. İnsanın sırtını emanet edebileceği bir adamdı. Birçok defa sırt sırta kavga etmiştik. O eline ne geçerse saldırırdı; şişe, demir çubuk, kırık floresan, sopa… Bense her zaman falçatayla.
En çok, ellerinin yaralanmasından ve resim yapamamaktan korkardı. Anlaşılabilir bir şeydi bu. Bir de polise
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Polisiye Roman (Yerli)
- Kitap AdıResim Cinayetleri - Bir Metin Çakır Polisiyesi
- Sayfa Sayısı312
- YazarArmağan Tunaboylu
- ISBN9789753299039
- Boyutlar, Kapak11x18 cm, Karton Kapak
- YayıneviOğlak Yayınları / 2016
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Aile İçi Cinayet ~ Cara Hunter
Aile İçi Cinayet
Cara Hunter
3 Ekim 2003’te, Londra’nın kalburüstü bir semtindeki lüks bir malikânede cesedi buluna Luke Ryder, ardında zengin ve dul bir eş, üç de üvey çocuk...
- Ateş ve Bahçe ~ Leyla İpekçi
Ateş ve Bahçe
Leyla İpekçi
Bir tünelde kaybettiği kocasının ardından iz süren bir kadın… Hakikatin peşinde kendini yeniden var etmenin serüveni… Bir belgesel için çıkılan iki kişilik yolculuğu tek...
- Sırabaşı ~ Toprak Işık
Sırabaşı
Toprak Işık
Sırabaşı’nı başlıbaşına ilginç kılan bir özelliği, Türkçe edebiyatta pek girilmemiş, bâkir bir dünyaya adım atması: Askerî okul… Askerî öğrencilerin yaşantısına dair üç öykü yer...