Yazarına “ahlaki devrimci” kötü şöhretini getiren Jane Eyre’in büyük başarısından sonra Charlotte Brontë toplumsal açıdan “bir pazartesi sabahı gibi romantik olmayan ve gerçek bir şey” yazmaya karar verir. 1811-12’nin Napolyon Savaşları ve makine kırıcı isyanlarını arka plana alan, dönemin sanayileşmekte olan İngiltere’sinde geçen Shirley (1849) iki zıt kadın kahramanın öyküsünü anlatıyor.
Biri on dokuzuncu yüzyılda bekâr bir genç kadının ahvalini temsil eden utangaç, Yorkshire papazlık konutunun boğucu atmosferine sıkışıp kalmış Caroline Helstone; öteki ise yerel bir mülkün vârisi olan ve serveti kendisine geleneklerin sınırlarını zorlama imkânı sağlayan hayat dolu Shirley Keeldar.
Brontë bu iki kadının öykülerini anlatırken bir yandan da çağının toplumsal eleştirisini, dönemi için epey eşitlikçi denebilecek bir bakış açısıyla yapıyor.
Cilt I
Bölüm I.
Levililer.
SON yıllarda, İngiltere’nin kuzeyinde oldukça bereketli bir vaiz yağmuru başladı; tepelerin üzerini iyice kaplayan bu kimselerden her cemaatte bir ya da daha fazlası bulunur ve gençliklerinin canlılığıyla pek çok iyilik yapmaları beklenir. Fakat son yıllardan bahsetmeyecek, bu yüzyılın başlangıcına döneceğiz; içinde bulunduğumuz bu son yıllar tozlu, güneşten yanmış, sıcak ve çorak; öğle vaktinden kaçınacak, siesta zamanında bunları unutacak, gün ortasını uykuda geçirecek ve şafağı düşleyeceğiz. Eğer ki sayın okurum, bu giriş yüzünden sizleri bir aşk hikâyesinin beklediğini sanıyorsanız daha fazla yanılamazdınız. Beklediğiniz, duygusallık, şairanelik ve hülyalara dalmak mı? Tutkuyla, dürtülerle ve melodramla karşılaşmayı mı düşlüyorsunuz? Beklentilerinizi dizginleyin, mütevazı bir seviyeye indirin. Çalışan herkesin yataktan kalkmak ve kendisini işe sürüklemek için uyandığı bir pazartesi sabahı gibi, romantik olmayan, gerçek, donuk ve katı bir şey yatıyor karşınızda. Elbette ki bu, yemeğinizin ortasına veya sonuna doğru heyecan verici şeylerle karşılaşmayacağınız anlamına gelmiyor; yine de masaya konan ilk yemeğin, Katoliklerin —hatta Anglo-Katoliklerin— Çile Haftası’ndaki Kutsal Cuma’da yiyeceği türden olmasına karar verildi: Soğuk mercimek ve yağsız sirkenin yanında, acı otlarla dolu mayasız ekmek sunulacak ve fırınlanmış kuzu eti verilmeyecek. Dediğim gibi, son yıllarda İngiltere’nin kuzeyinde oldukça bereketli bir vaiz yağmuru başladı fakat 1812 yılında bu zengin yağış kendini henüz göstermemişti. O zamanlar vaizler nadir bulunurdu. Papaz Desteği yoktu —yorgunluktan bitap düşmüş yaşlı bölge papazları ile vaizlere bir yardım eli uzatıp, Oxford veya Cambridge’den gelecek genç meslektaşlarına maaş verebilmeleri için onlara destek olacak Fazladan Vaizler Cemiyeti de yoktu. Havarilerin günümüzdeki vârisleri olan Doktor Pusey’nin öğrencileri ve Propaganda’nın kuklaları,1 o dönemde beşiklerindeki battaniyelerin altında kabuklarından çıkıyor ya da çocuk odalarındaki lavabolarda, vaftizleriyle yeniden doğuyorlardı. Kime bakarsanız bakın İtalyan ütüsüyle düzeltilmiş dantelli başlıkların, çifte fırfırların Aziz Paul, Aziz Peter ya da Aziz John’un önceden belirlenmiş, özellikle kutsanmış vârislerinin alnını kuşattığını tahmin edemezdiniz. Uzun geceliklerinin kıvrımları arasında, gelecekte cemaatinin ruhlarını acımasızca zorlarken giyeceği beyaz cübbesini ya da bir gömlek kadar kısa ve okuma masasından daha yukarılarda dalgalanmamış giysisiyle tuhaf bir şekilde modası geçmiş bölge papazını hayrete düşürerek kürsüde serpileceğini öngöremezdiniz. Fakat bu kıtlık günlerinde bile vaizleri görebilirdiniz; pek kıymetli bu çiçekler nadiren görülür fakat yine de bulunabilirlerdi. Yorkshire’ın West Riding’inde, özellikle sevilen bir semtin otuz kilometre çevresinde Harun’un değneklerinden üçünü2 görebilirdiniz. Onlarla tanışacaksınız, okurum. Whinbury’nin banliyösündeki hoş bahçeli bu eve girin, küçük oturma odasına geçin. İşte, akşam yemeklerini yiyorlar. Onları sizinle tanıştırayım: Whinbury’nin vaizi Mr. Donne, Briarfield’in vaizi Mr. Malone ve Nunnely’nin vaizi Mr. Sweeting. Şu an Mr. Donne’ın dairesindeler; burası küçük bir tuhafiyeci işleten John Gale’in mülkü. Mr. Donne, dostlarını ufak bir ziyafet için nezaketle davet etti. Sizinle birlikte bu buluşmaya katılacak, görülecekleri görüp, duyulacakları dinleyeceğiz. Fakat şimdilik, yalnızca karınlarını doyuruyorlar; biz bu sırada kendi aramızda konuşacağız. Bu beyefendiler, gençliklerinin baharında ve bu ilginç dönemin getirdiği tüm canlılığa sahipler —öyle ki sıkkın bölge papazları bu canlılığı papazlık görevlerine yöneltmelerini çok defa dile getiriyor, okullardaki özenli eğitimlerde ya da şahsi cemaatlerinin hasta üyelerine yaptıkları sık ziyaretlerde kullanmalarını istiyorlardı. Fakat genç Levililer3 bu işi pek sıkıcı buluyorlar, enerjilerini başka şeylere harcamak istiyorlar, dışarıdan bakıldığında dokumacının tezgâh başındaki işinden daha yoğun bir ennui4 hissiyle, daha ağır bir monotonlukla dolu görünse bile onlara sonu gelmez bir eğlence ve uğraş sağlayan meşgaleleri tercih ediyorlardı. Kendi aralarında, şahsi daireleri arasında oradan oraya gidip gelişlerinden bahsediyorum —bir çemberden ziyade üçgeni andıran bu ziyaretlerini tüm bir yıl boyunca; kıştan bahara ve yazdan sonbahara sürdürüyorlar. Ne mevsim ne de hava koşulları onları etkiliyor; birlikte yemek yiyebilmek ya da çay içebilmek için anlaşılmaz bir hevesle kara ve fırtınaya, rüzgâra ve yağmura, çamura ve toprağa göğüs geriyorlar. Onları birbirlerine neyin çektiğini anlatmak zor. Arkadaşlık değil, ne de olsa her buluştuklarında tartışıyorlar. Din de değil —aralarında bahsi bile geçmiyor, ara sıra ilahiyattan konuşuyorlar ama dindarlıktan asla. Yemekten veya içmekten duydukları keyif de değil; her biri, kardeşlerinin sunduğuyla aynı derecede güzel bir et ve tatlıyı, etkili bir çayı ya da yağlı bir kızarmış ekmeği kendi evinde de yiyebilir. Sırasıyla kendi ev sahibeleri Mrs. Gale, Mrs. Hogg ve Mrs. Whipp, durumun “insanları rahatsız etmekten ibaret olduğu” konusunda hemfikir. Tabii bu hanımefendiler “insanlar” derken kendilerini kastediyorlar, ne de olsa bu karşılıklı istila yüzünden sürekli “tasa” içindeler. Söylediğim gibi, Mr. Donne ve misafirleri akşam yemeklerini yiyorlar; Mrs. Gale onlarla ilgileniyor fakat gözlerinde bir öfke parıltısı alevlenmiş. Ona göre bir arkadaşını ek ücret ödemeden ara sıra ziyarete çağırabilme lüksü (daireyi kiralarken böyle anlaşmışlardı) son zamanlarda sınırı yeterince aştı. Daha perşembe günündeler ama pazartesi günü Briarfield’in vaizi Mr. Malone kahvaltı için gelip yemeğe kadar kaldı, salı günü Mr. Malone ve Nunnely’nin vaizi Mr. Sweeting çaya gelip akşam yemeğini paylaştı, ardından yedek yatakta kalarak çarşamba sabahı kahvaltıda ona eşlik ettiler ve şimdi de yine akşam yemeğini yiyorlar ve gece orada kalacaklarından neredeyse emin. Eğer Fransızca konuşabilseydi “C’en est trop,” 5 derdi. Mr. Sweeting tabağındaki bifteği kesiyor ve çok sert olmasından yakınıyor, Mr. Donne biranın tatsız olduğunu söylüyor. Ah, en kötüsü de bu: En azından saygılı davransalar, önlerine konulandan memnun olabilseler Mrs. Gale bu kadar rahatsız olmayacak ama “bu genç papazlar pek burnu havada ve alaycı, herkesi ‘topuklarının’ altında sanıyorlar. Ona saygıyla bile yaklaşmıyorlar; sırf bir yardımcısı yok da ev işlerini kendisi yapıyor diye, sonra da Yorkshire geleneklerinin ve insanlarının arkasından konuşuyorlar” ve tam da bu yüzden Mrs. Gale onlardan birinin bile gerçek bir beyefendi olduğunu ya da soyunda kibarlık bulunduğunu sanmıyor. “Bu okullu gençler, eski papazların tırnağı olamaz; en azından onlar güzel ahlaklıdırlar, herkese karşı da kibardırlar.” Mr. Malone “Biraz daha ekmek!” diye öyle bir bağırıyor ki üç kelimecik olmasına rağmen ağzından çıkar çıkmaz adamın yoncalarla patateslerin ülkesinden geldiğini kanıtlayıveriyor. Mrs. Gale en çok Mr. Malone’dan nefret ediyor, aynı zamanda ondan korkuyor, ne de olsa uzun boylu ve güçlü biri; tam bir İrlandalıya yakışır kolları ve bacakları var ve yüzü de oraların yerlisi olduğunu gösteriyor —Kelt yüzü değil, Daniel O’Connell’ın tarzı da değil; sadece İrlanda’nın hususi bir seçkin tabakasında görülen mağrur, Kuzey Amerikalı–Kızılderili bir yüz bu ve özgür köylülerin yaşadığı bir mülkün sahibindense kölelerle dolu toprakların efendisine yakışacak şekilde kanı çekilmiş, gururlu bir ifade taşıyor. Mr. Malone’un babası kendisini bir beyefendi addetmişti; yoksul ve borç batağında olduğu kadar sersemletecek derecede de küstahtı; oğlu da ona çekmişti.
Mrs. Gale somunu uzattı. “Kessene, kadın,” dedi misafiri ve “kadın” da denileni yaptı. Kalbini dinleseydi papazı da keserdi; Yorkshirelı ruhu, verilen emir karşısında tam anlamıyla tiksinmişti. Vaizlerin iştahı yerindeydi ve biftek “sert” olmasına rağmen fazla fazla yediler. “Tatsız” biradan da kabul edilebilir derecede içerlerken bir tabak Yorkshire yemeğinin yanında duran iki büyük kâse sebze, önlerinde çekirgelerin saldırdığı yapraklar gibi tükendi. Peynir de dikkatlerini cezbediyordu ve tatlı yerine geçen “baharatlı kek” ise bir hülya gibi ortadan kaybolup ardında hiçbir iz bırakmadı. Mutfaktan Mrs. Gale’in oğlu ve vârisi, altı yaşındaki Abraham’ın ağıtı yükseldi; kekin kendisine döneceğine güvenmişti ve annesi boş tabağı getirdiğinde bağırarak acı acı ağladı. Bu sırada vaizler oturuyor, mütevazı bir bağbozumundan yapılmış ve tadını kısmen beğendikleri şarabı içiyorlardı. Mr. Malone elbette viskiyi yeğlerdi ama bir İngiliz olan Mr. Donne’da bu içkiden bulunmuyordu. İçkilerini yudumlarken bir yandan da tartıştılar; siyaset, felsefe ya da edebiyat hakkında değil — (bu konular her zamanki gibi şimdi de onları hiç ilgilendirmiyordu)— hatta pratik ya da dogmatik açılardan ilahiyat üzerine bile değil; kiliseyle ilgili ufak tefek, kendileri dışında herkesin gözünde hava baloncukları kadar boş görünen, manasız konularda. Ahbapları kendilerini bir kadehle sınırlandırırken ikinci kadehini yudumlamanın bir yolunu bulan Mr. Malone, nevi şahsına münhasır bir şekilde gittikçe daha da şamatalı bir hâlde konuşuyordu; biraz küstahlaşıyor, kaba saba sözler sarf ediyor ve kendi zekâsı karşısında yaygaracı kahkahalar atıyordu. Arkadaşlarının her birini sırayla hedef aldı. Malone’un hizmetinde onlara dair bir dolu şaka vardı ve şimdiki gibi keyifli zamanlarda bunları sunmaya alışkındı; nüktelerini nadiren yenilerdi ki buna gerek de yoktu, ne de olsa kendini yavan buluyor gibi görünmüyordu ve başkalarının ne düşündüğü kesinlikle umurunda değildi. Mr. Donne aşırı zayıflığına yapılan dokundurmalara, burnunun kalkıklığına yönelik göndermelere, yağmur her yağdığında ya da yağacakmış gibi göründüğünde giymeye alışık olduğu naçizane kahverengi pardösüsüne dair sert alaylara maruz kalıyordu ve tercih ettiği Doğu Londra şivesiyle tarzına kattığı zariflik ve rötuş üzerine konuşulmayı kesinlikle hak eden telaffuz biçimleri eleştirilere hedef oluyordu. Mr. Sweeting ise endamı hakkındaki şakalarla yüzleşiyordu —(ufak tefek bir adamdı, atletik Malone’la hem enine hem boyuna kıyaslandığında bir çocuk gibi kalıyordu, müzikteki başarılarıyla alay ediliyordu)— flüt çalıyordu ve cemaatindeki bazı genç hanımlar, ilahileri adeta bir melek gibi okuduğunu düşünüyordu; “kadınların oyuncağı” olmasıyla küçümseniyor, annesi ve kız kardeşleri konusunda sataşılıyordu; zavallı Mr. Sweeting’in onlara hâlâ hürmeti vardı ve yapısında doğal şefkatten en ufak bir iz bulunmayan vaiz, İrlandalı’nın karşısında ara sıra onlardan bahsedecek kadar aptal olabiliyordu. Kurbanlar bu saldırılara kendilerince karşılık veriyordu: Mr. Donne nispeten sarsak haysiyetinin yegâne destekleri olan yapmacık memnuniyete ve kısmen huysuz bir soğukkanlılığa yaslanırken Mr. Sweeting koruması gereken bir haysiyeti olmamasının getirdiği rahat, dertsiz yaradılışının kayıtsızlığına sığınıyordu. Malone’un şakaları biraz fazla saldırganlaştığında —ki çok bekletmezdi— arkadaşları da ona katılarak durumu tersine çevirmeye çalışır, o gün yolda gelirken kaç kişinin ona “İrlandalı Peter!” diye seslendiğini sorar —(Malone’un adı Peter Malone’du; Muhterem Peter Augustus Malone)— ya da papaz ziyaretlerine giderken vaizlerin ceplerinde dolu silahlar, ellerinde shillelagh6 taşımalarının İrlanda’da normal olup olmadığını söylemesini talep ederlerdi; vele, firrum, hellum ve storrum gibi kelimelerin meallerini sorar (Mr. Malone da istisnasız her defasında bu kelimeleri veil, firm, helm ve storm7 olarak telaffuz ederdi) ve zihinlerinin ırsi nezaketinin elverdiği benzer misillemeler yaparlardı. Elbette bunlar işe yaramazdı. Ne iyi huylu ne de soğukkanlı Malone gittikçe hiddetlendi. Bağırıp çağırdı, elleriyle havayı dövdü; Donne ile Sweeting güldüler. İnce Kelt sesinin en tiz noktasında onları Saksonluk ve küstahlıkla suçladı; arkadaşları onun ele geçirilmiş bir ulusun yerlisi olmasıyla dalga geçti. “Ürkesi” adına ayaklanmakla tehdit etti, İngiliz yönetimine duyduğu acı nefreti dışa vurdu; diğerleri ise paçavralardan, sefaletten ve vebadan bahsetti. Küçük oturma odası tam bir şamata hâlindeydi; bu denli şiddetli bir atışmanın ardından düello geleceğini sanırdınız; Mr. ve Mrs. Gale’in bu kadar gürültü karşısında endişelenmemiş ve düzeni sağlaması için bir memur çağırmamış olması inanılmazdı. Fakat onlar bu gibi gösterilere alışkındı; vaizlerin böyle hareketlerde bulunmadan yemek yemelerinin ya da çay içmelerinin imkânsız olduğunu biliyor ve sonuçları konusunda endişelenmiyorlardı; rahiplere özgü kavgaların, gürültüsü ölçüsünde zararsız olduğunu ve hiçbir şeyle sonuçlanmadıklarını, vaizlerin bu akşam nasıl ayrılırlarsa ayrılsınlar ertesi sabah birbirlerinin can dostu olacaklarını biliyorlardı. Saygıdeğer ikili mutfak ateşinin yanında oturmuş, Malone’un yumruğunun salondaki maun masanın yüzeyiyle her buluşmasında tekrar eden ve yankılanan sesiyle; sürahilerle bardakların sallanıp şıngırdamasını, taraf olmuş İngiliz tartışmacıların alaylı kahkahalarını ve yalnız bırakılmış İrlandalı’nın tökezleyen hitabetini dinliyorlardı ki dış kapının merdiveninde ayak sesleri, ardından da kapı tokmağının keskin tıklamasını duydular.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıShirley
- Sayfa Sayısı641
- YazarCharlotte Bronte
- ISBN9786259926148
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviYedi Yayınları /
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kör Nişancı ~ Kurt Vonnegut
Kör Nişancı
Kurt Vonnegut
HEDEFİNİ TAMON İKİDEN VURANBİR ROMAN.Hiçbir şeye nişan almamıştım. Merminin herhangi bir şeye çarpmış olabileceğini düşündüysem de şimdi hatırlamıyorum. Muhteşem nişancıydım ne de olsa. Hiçbir...
- Diriliş ~ Lev Nikolayeviç Tolstoy
Diriliş
Lev Nikolayeviç Tolstoy
Tolstoyun en önemli üç romanından biri olan Diriliş, bir insanın geçirdiği sarsıcı değişimin romanıdır. Zengin Prens Nehlüdov, hizmetçi Maslovayı baştan çıkarıp terk ederek hırs...
- Vahşi Adalet ~ Phillip Margolin
Vahşi Adalet
Phillip Margolin
Gece ıssız. Karanlığı bir çığlık yarıyor. İşkence gören bir kadının çığlığı. Katil bulunmazsa vahşetin sesi daha da yükselecek. Ormanın derinliklerine gizlenmiş bir dağ evinde,...