2024 Women’s Nonfiction Ödülü’nü kazanan Doppelganger, internetin aynalar dünyasındaki abartılı yansımaları, kaybolan gerçeklik hissinin yol açtığı baş dönmesini anlatıyor. Sosyal medyanın kör kuyularında saatler kaybeden, siyasetin günbegün kirlenmesini dert edinen kafa karışıklığı ve yılgınlık içindeki insanları bir an önce silkinmeye, birlik olmaya ve olumlu şeyler adına mücadeleye davet ediyor.
Şok Doktrini, Bu Her Şeyi Değiştirir ve No Logo gibi, belli dönemlere tanım getiren çoksatarların yazarı Naomi Klein tuhaf bir sorunla yüz yüze gelir: Kendisiyle aynı adı taşıyan ve fiziksel olarak ona benzeyen ancak büsbütün farklı düşüncelere sahip bir kadınla sürekli karıştırılmaktadır. Gittikçe büyüyen bu sorun karşısında yolunu kaybetme tehlikesi yaşayan yazar bir taraftan da şüpheli ikizinin takipçilerinin tehditleri ve aşağılamalarına maruz kalır. Kendini adeta tekinsiz bir “doppelganger” hikâyesinin içinde bularak insanların kolayca aşırı uçlara gitmesi, kimliklerin giderek tutarsızlaşması ve bölünmesi üzerine düşünmeye başlar.
Böylece komplo teorilerinin havada uçuştuğu, sosyal medya fenomenlerinin nefret kusan aşırı sağ propagandacılarla birlikte saf tuttuğu, aşı-karşıtları ve demagogların ayna dünyalarında bulur kendini. Kanıksayıp bir parçası olduğumuz günümüz kültürünün üzerindeki örtüyü yavaş yavaş kaldıran Klein tarihin gerçeküstü bir anına tanıklık ettiğini fark eder. Bir yanda birer sanal marka haline gelmek için çırpınan, rekabetçiliğin, ayrımcılığın, iptal kültürünün katı bir bencilliğe sevk ettiği insanlar vardır. Bir yanda da yalanların daha da hızlı yayıldığı, her bir köşesinde demokrasinin ağır darbeler aldığı, iklim krizinin, savaşların hükmündeki bir dünya…
“On yılda bir Naomi Klein içinde bulunduğumuz anı tamamen yeniden düşünmemiz için bizi harekete geçiriyor. Nerede olduğumuzu anlamak ve akıl sağlığımıza yeniden kavuşmak istiyorsak bu tek kelimeyle muhteşem kitabı okumak zorundasınız.”
Johann Hari
İÇİNDEKİLER
Giriş: Ucuz Ben • 11
BİRİNCİ KISIM İkiz Hayat (Performans) • 23
1 İşgal Altında • 25
2 Tehdidi Katbekat Artıran Covid Sahneye Çıkar • 41
3 Başarısız Olmuş Markam ya da Beni Onun Adıyla Çağır • 58
4 Kendimle Ormanda Karşılaşma • 82
İKİNCİ KISIM Ayna Dünya (Yansıtma) • 87
5 Cep Telefonlarında Olanları Biliyorlar • 89
6 Köşegenler • 112
7 Maga’nın Artı Biri • 134
8 Saçma Denecek Kadar Ciddi, Cidden Nutkum Tutuldu • 159
9 Aşırı Sağ Aşırı Uçla Buluşunca • 183
10 Otizm ve Aşı Karşıtlığına Giriş • 221
ÜÇÜNCÜ KISIM Gölge Diyarlar (Bölünme) • 255
11 Sükûnet, Komplo… Kapitalizm • 257
12 Geri Gitmekten Başka Çıkar Yol Yok • 282
13 Aynadaki Nazi • 306
14 Sarsılmaz Etnik İkiz • 318
DÖRDÜNCÜ KISIM Gerçeklikle Yüzleşmek (Bütünleşme) • 361
15 Benliğin Terk Edilmesi • 363
Sonsöz: İkiz Kim? • 389
Teşekkür • 396
Dizin • 399
Mike Davis,
Barbara Ehrenreich,
bell hooks
ve Leo Panitch’in
anısına.
Korkunç bir kopyalar çokluğu boy gösterdi.
Fyodor Dostoyevski, İkiz, 1846
Herkesten kaç tane olacak?
Jordan Peerle, Us, 2019
Giriş: Ucuz Ben
Savunmamı vereyim, bu kitabı yazmak gibi bir niyetim olmadı asla. Vaktim yoktu. Benden böyle bir şey isteyen de olmadı. Hatta birkaç kişi yazmayayım diye ısrarla uyardı. Şimdi vakti değildi – gerçek ve mecazi yangınlar gezegenimizi kavururken olmazdı.
Hele bu konuda hiç olmazdı. Öteki Naomi – artık ondan böyle bahsediyorum. On yılı aşkın bir süredir sürekli karıştırıldığım, ben sanılan o kişi. Kabarık saçlı doppelganger’ım. Görünüşe bakılırsa birçok kişinin benden farksız bulduğu biri. Yaptığı birçok aşırılıkla yabancıların beni azarlamasına, bana teşekkür etmesine ya da bana acıdıklarını ifade etmelerine neden olan biri.
Ondan bir tür şifreyle bahsetmem, tek başına bu gerçek bile, durumumun saçmalığını ortaya koyuyor. Çeyrek yüzyıldır, şirketlerin gücü ve yol açtığı yıkıcı etkiyi yazan biri oldum. Uzak ülkelerde insanların suiistimal edildiği fabrikalara girdim gizlice, sınırları aşıp askeri işgal bölgelerinin içlerine sokuldum; petrol sızıntılarının ve beşinci kategoriden kasırgaların sonrasında haberler yaptım. Ciddi Konular Hakkında Büyük Fikirleri konu alan kitaplar yazdım. Ama bu metnin ortaya çıktığı aylarda ve yıllarda –mezarlıklarda yer kalmadığı, milyarderlerin kendilerini uzaya fırlattığı bir dönemde– yazmam gereken ya da yazmamı gerektirebilecek her şey yalnızca istenmeyen bir müdahale, beni yapmam gereken şeyden uzaklaştıran tatsız bir kesinti gibi göründü bana. Kilit önemdeki bir Birleşmiş Milletler İklim Zirvesi öncesindeki etkinliklere katılır mıydım? Hayır, üzgünüm, fazlasıyla meşgulüm. ABD’nin Afganistan’dan çekilmesiyle ilgili yorumlarım neydi? Ya 11 Eylül’ün yirminci yıldönümü? Rusya’nın Ukrayna’yı işgali? Hayır, hayır, yine hayır.
Haziran 2021’de bu proje gerçekten de kontrolüm dışına çıkmaya başladığında “ısı kubbesi” adı verilen beklenmedik tuhaf bir havaolayı British Columbia eyaletinin güney sahiline, Kanada’nın ailemle şu sıralar yaşadığım bölgesine çöktü. Ağır hava hırlayıp duran, niyeti bozuk işgalci bir varlıktı adeta. Çoğu yaşlı altı yüzü aşkın kişi öldü, sahillerimizde tahminen on milyar deniz canlısı diri diri pişti, koca bir kasaba alev aldı.2 Yoldan uzakta seyrek nüfuslu bu yerleşim yerinin dünya haberlerinde ilk sıraya çıktığı enderdir ama ısı kubbesi kısa süreliğine ünlenmemize yol açtı. Bir yazı işleri müdürü, on beş yıldır iklim değişikliği mücadelesiyle uğraşan biri olarak bu görülmemiş iklim olayıyla ilgili ayrıntılı bir haber yapıp yapamayacağımı sordu.
“Başka bir şey üstünde çalışıyorum” dedim ona, burnum ölüm kokusuyla dolu.
Ne hakkında sorabilir miyim?”
“Soramazsınız.”
Bu hummalı kaçamak sırasında ihmal ettiğim başka birçok şey oldu. O yaz dokuz yaşındaki çocuğumun Animal Fight Club adlı kan dondurucu bir doğa dizisini saatlerce seyretmesine o kadar göz yumdum ki masamda oturmuş çalışırken bana “büyük beyaz bir köpekbalığı gibi” toslamaya başladı. Arabayla bana yarım saat uzakta oturan seksenlerindeki annemle babama yeterince zaman ayıramadım, yerküreyi kasıp kavuran ölümcül pandemi karşısında istatistiksel olarak hassas durumda olmalarına ve şu ölümcül ısı kubbesine rağmen. Sonbaharda kocam ülke çapında bir seçimde aday oldu; iki üç kampanya gezisine katıldım ama biliyorum, daha fazlasını yapabilirdim.
Bütün bunları ihmal ettim, … ne için? Onun sürekli askıya alınan Twitter hesabını kontrol etmek için mi? Steve Bannon’ın canlı yayınlarındaki görünümünü inceleyip aralarındaki elektriğe dair fikir edinmek için mi? Temel sağlık önlemlerinin aslında Çin Komünist Partisi, Bill Gates, Anthony Fauci ve Dünya Ekonomik Forumu’nun, ancak şeytanın işi olabilecek boyutta kitlesel bir ölüm dalgası başlatmak için kurduğu bir komplo olduğu yönündeki uyarılarından birini daha okuyayım ya da dinleyeyim diye mi?
En derin utancımın altında, kim bilir kaç podcasti dinlemeye harcadığım, bir daha asla geri gelmeyecek saatler yatıyor. Bir yüksek lisans derecesi almaya yetecek kadar saat. Kendime bunun “araştırma” olduğunu söylüyordum. Onu ve onunla birlikte yol alan, bugün artık nesnel gerçeklikle açık bir savaşa tutuşmuş olanları anlamak için QAnon Anonymous ve Conspirituality gibi isimlere sahip, haftada bir veya iki kez yayımlanan, montaj karşıtı son derece üretken şovlar arşivine gömülmem gerektiğini söylüyordum. Bu arşiv ki komplo teorilerinin, sağlıklı yaşam madrabazlarının birbirine kaynaşmış dünyalarını, bu dünyaların Covid-19 inkârıyla, aşı karşıtı histeriyle ve yükselen faşizmle çeşitli kesişme noktalarını ayrıştırıp yapısöküme uğratıyordu. Öteki Naomi’nin sürekli konuk olarak katıldığı Bannon’ın ve Tucker Carlson’ın programlarını her gün takip etmenin üstüne bir de bununla uğraşıyordum.
Bu dinleme işi hayatımın bütün ara boşluklarını yiyip yutuyordu: Çamaşırları katlarken, bulaşık makinesini boşaltırken, köpeği gezdirirken, arabayla okul yolunda giderken (yalnızca dönüşte). Başka bir hayatta, bu boşluklar müzik ya da gerçek haberleri dinlediğim ya da sevdiğim insanları aradığım zamanlardı. Bir gece en yakın arkadaşıma “Kendimi ‘Conspirituality’nin sunucularına senden daha yakın hissediyorum” diye sızlandığım sesli bir mesaj gönderdim.
Başka bir şansım olmadığını söylüyordum kendime. Az kalmış yazma vaktimi ya da hızla ısınan gezegenimizin az kalmış vaktini, aslında son derece manasız ve narsist işlerle boşa harcamadığımı söylüyordum. Mazeretimse şuydu: En olağanüstü krizlerimizin birçoğu hakkında yanlış ve çarpıtılmış bilgilerin en etkili yaratıcıları ve yayıcılarından biri olarak; neredeyse tümüyle bir sanrının ürünü olan bir “tiranlığa” karşı çok sayıda insanın sokaklara dökülmesine yol açmış biri olarak Öteki Naomi, birkaç kuvvetin bağlantı noktasında yer alıyordu. Ayrıca kuvvetler saçma oldukları ölçüde önemliydiler de çünkü yaydıkları kafa karışıklığı ve tükettikleri oksijen insanların bir noktada birlik olup başarmak isteyecekleri yararlı ya da sağlıklı hemen her şeyin karşısına çıkıyordu artık.
Uzayda dolaşan şu milyarderlerin ayaklarını yere basmalarını ve onların kötü yollardan kazandıkları servetlerini sağlık hizmetleri ve barınmak için, uzun süreli bir ısı kubbesi kalıcı hale gelmeden fosil yakıtlardan kurtulmak için harcanmalarını sağlamak gibi. Ya da daha mütevazı bir bakışla, kendisini köpekbalıklarıyla özdeşleştiren çocuğunuzu, internette Naomi adında bir hanımın anlattıklarına ikna olan ve aşıların soykırım yapıp insanlığı köleleştirmeye yönelik komplonun bir parçası olduğuna inanan ebeveynlerin çocuğu olan sınıf arkadaşından son derece bulaşıcı ve ölümcül bir virüs kapacağı korkusuna kapılmadan okula gönderebilmek gibi.
“Doppelganger” Almancadan geliyor, Doppel (ikiz, çift) ile Ganger (giden) sözcüklerinin bileşimi. Bazen, “yürüyen ikiz” (“doublewalker”) diye tercüme ediliyor, ortalıkta bir ikizinizin dolaşmasının insanı derinden huzursuz eden bir tecrübe olduğunu söyleyeyim. Tekinsiz; Sigmund Freud’un “geçmişte bir zamanlar gayet iyi bilinen ve uzun zaman aşina olunan” –ama birden yabancılaşılan– “bir şeye yönelik bir korku türü”3 diye tanımladığı duygu. Doppelganger’ların uyandırdığı tekinsizlik çok şiddetli, çünkü yabancı olan, tanımadık bir hal alan şey siz oluyorsunuz. Freud bir doppelganger’ı olan kişinin “kendisini onunla özdeşleştirebileceğini ve böylece gerçek benliğinden emin olmayabileceğini”4 yazmış. Her konuda haklı değildi ama bu konuda haklıymış.
Şu çetrefili de ekleyeyim: Benim doppelganger’ım çok büyük bir siyasal ve kişisel dönüşüm geçirmiş, öyle ki birçok kişi onun eski benliğinin doppelganger’ına benzediğini söylüyor. Bu da beni bir bakıma, bir ikizin ikizi yapıyor, Freud’un bile tahmin edemeyeceği bir tekinsizlik hali.
Gerçekliğin bir şekilde çarpıldığı hissiyle baş etmeye çalışan bir tek ben değilim elbette. Konuştuğum hemen herkes “kör kuyularda” yitirdiği insanlardan –ebeveynler, kardeşler, en iyi dostlar, bir zamanlar güvenilen entelektüeller ve yorumculardan– bahsediyor. Bir zamanlar aşina olup artık tanıyamadıkları insanlardan. Değişmişler. Benim dünyamı altüst eden kuvvetler, daha geniş dünyamızı altüst eden kocaman bir kuvvetler ağının bir parçasıymış ve bu kuvvetleri anlamak sağlam topraklara ayak basmanın anahtarı olabilirmiş gibi geliyordu.
• • •
Yirmi yılı aşkın bir süredir, o jetler Dünya Ticaret Merkezi’nin camlarının, çeliğinin içine girdiğinden beri geniş ölçekli şokların kolektif sinapslarımızı nasıl karman çorman ettiğiyle, kitlesel bir gerilemeye yol açtığıyla, insanları demagogların karşısında kolay lokma haline getirdiğiyle uğraşıyorum. Bu konuda 2007’de yayımlanan kitabım Şok Doktrini’ni araştırdığım ve yazdığım yıllarda, şok sonrası kafa karışıklığının birçok farklı bağlamda nasıl fırsatçı biçimde kullanıldığını derinlemesine inceledim: 11 Eylül, Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Irak’ın işgali, Katrina Kasırgası, epey önceki zamanlarda yaşanmış olaylar. Halk korkuya kapılıp odağını yitirdiğinde iktidar düşkünü oyuncular sahneye çıkabiliyor ve şirket elitlerinin yararına olacak politikaları tartışmak ya da rıza göstermek söz konusu olmaksızın dayatabiliyordu; mahkûmları yumuşatıp iradelerini kırmak için tecrit ve zorlamaya başvuran işkencecilerin acımasız yöntemlerinden pek de farklı değildi bu. Kamu arazileri ve hizmetlerinin ihaleye çıkarılması kadar siyasal haklara yönelik saldırıların da izini sürdüğüm bu araştırmayı gerçekleştirirken bu şok taktiklerinin bana işlemeyeceğini düşündüm hep, çünkü nasıl işlediklerini biliyordum. Görülmemiş olaylar beni altüst etmiyordu, krizler sırasında görüşüm açıktı ve başkalarının da açıkça görmesine yardım ediyordum. Daha doğrusu öyle olduğunu sanıyordum.
Şimdi geriye baktığımda bu rahat tavrımdan ötürü mahcup oluyorum. Şoka bağışıklığım vardıysa bunun nedeni en başta onun kaynaklarına uzak olmamdı. Hava durumu nedeniyle benim ailemden ölen olmadı ki. Yıkım sırası gelen benim mahallem değildi, devlet okulları özelleşsin diye işinden atılan da benim çocuğumun öğretmeni değildi.
Ama Covid… Covid farklıydı. Şahsi dünyamı altüst etti, hepimizin dünyalarına yaptığı gibi. O sıralar hâlâ New Jersey’de yaşıyor olduğum ilk dört ay boyunca nöroatipik oğlumuzla evde kapalı kaldım, onun çevrimiçi öğrenim görmesine yardımcı olmaya, daha da önemlisi etrafımızdaki korkuyu elinde olmaksızın emip duran sünger ruhunu yatıştırmaya çalıştım beyhude bir çabayla. Ambulanslar komşularımızı alıp götürdü, virüs arkadaş grubumuzu biçti geçti. Ben şanslıydım yine – Covid koğuşlarında ön saflarda değildim ama her zamanki habercilik mesafem sayesinde pandemiden korunuyor da değildim. Her sabah tükenmiş bir halde kalkıyor ve aptallaşmış gözlerle çeşitli ekranlarıma bakıyordum. İlk kez, başka birinin şoku değildi tanık olduğum. Ve sonra şoklar devam etti.
Henüz yeterince açıklayamadığımız ani ve görülmemiş bir olay yaşadığımızda –bireysel ya da bir toplum olarak– başımıza gelen şey bir şok halidir. Şok esasında, olayla o olayı açıklayan mevcut anlatılar, hikâyeler arasında açılan boşluktur. Hikâyeci varlıklar olan insanlar, anlam boşlukları karşısında çok büyük bir rahatsızlık duyar – şu fırsatçı oyuncuların, benim “felaket kapitalistleri” olarak adlandırdıklarımın, önceden var olan istek listeleriyle, iyi ve kötüye ilişkin basit hikâyeleriyle bu boşluğu doldurmaya koşmalarının nedeni budur. Bu hikâyeler karikatür derecesinde yanlış olabilir. (Örneğin 11 Eylül’den sonra bizlere, “Özgürlüklerimizden nefret ediyorlar” söyleminin yanında “Ya bizimlesin ya teröristlerdensiniz” dediler.) Ama en azından bu hikâyeler vardır ve sırf bu bile onları boşluğun hiçliğine göre daha iyi yapar.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıDoppelganger – Ayna Dünyaya Yolculuk
- Sayfa Sayısı416
- YazarNaomi Klein
- ISBN9789750864506
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kızıl Elma – Oğulla Buluşma ~ Cengiz Aytmatov
Kızıl Elma – Oğulla Buluşma
Cengiz Aytmatov
Eserleri 176 dilde tercüme edilen Cengiz Aytmatov, hiç şüphe yok ki dünya edebiyatında en fazla tanınan Türk yazarıdır. Yazdığı her eseri büyük bir zevkle...
- Çöplük ~ Andy Mulligan
Çöplük
Andy Mulligan
“Bu kitap hem macera hem de bir toplumsal adalet hikâyesi. Okurlar, kitabın sinemasal sonuyla ve kahramanların aldıkları zor kararlarla büyülenecek.” Publishers Weekly dergisi “Çöplük...
- Ejderhaların Dansı – Kısım: 1 – Buz ve Ateşin Şarkısı 5 ~ George R. R. Martin
Ejderhaların Dansı – Kısım: 1 – Buz ve Ateşin Şarkısı 5
George R. R. Martin
Kötülüğün yükseldiği bir vakitte olaylar; kanunsuzların, rahiplerin, askerlerin, deri değiştirenlerin, asillerin ve kölelerin büyük roller oynadığı bir sahnede geçmektedir. En zorlu dans, Ejderhaların Dansı...