İrlanda’nın sessiz sakin, küçük kasabası Duneen sürprizlere alışık değildir, fakat bu sükûnet içindeki insanların yaşamları dertsiz de değildir: Polis memuru P.J. Collins hep bu kadar kilolu değildir, iki çocuk annesi Brid Riordan hep bu kadar alkol tüketmiyordur ve zarif Evelyn Ross hep yaşamının heder olduğunu düşünmemiştir.
Bir gün kasabadaki eski bir çiftliğin bahçesinde insan kemikleri bulununca kasabanın geçmişi aydınlanmaya başlar. Meslek yaşamında ilk defa gerçek bir vakayı çözmeye çalışan P.J.’in araştırması ilerledikçe kasaba ahalisinin öfke, pişmanlık ve sırları da gün yüzüne çıkmaya başlayacaktır.
Birinci Kısım
1
Bir suç işlenmesi ve polis memuru Collins’in suçluyu yakalamayı başarması durumunda, tutuklamanın yayan bir kovalamaca sonucu gerçekleşmiş olmasının son derece ihtimal dışı oluşu, Duneen sakinleri arasında büyük oranda kabul görüyordu. İnsanlar onu severdi, ona kötü isim taktıkları falan yoktu ama yine de emniyetlerinin komünyona giderken kan ter içinde kalan bir adama bağlı olması, kasaba için epey huzursuz ediciydi. Fakat bu sabah kimse aşırı endişeli gözükmüyordu. Hareketliliğin çoğu tek sokak olan Main Street’te yaşanırdı. Kasaba hâlen kışın gelmesini bekliyorsa da Susan Hickey bir kutup seyahatine hazırlanıyor gibi gözüküyordu. Tuhaf bir şekilde tel bir fırçanın üzerine abanmış, kapısındaki birkaç pas lekesini çıkarmaya uğraşıyordu. Ayrıca Brid Riordan’ın dikkatlice geri dönüşüm kutusuna yerleştirdiği şarap şişelerinin sessizce çetelesini tutuyordu. On altı! Hiç utanma yok muydu bu kadında? Sokağın diğer tarafında, pub1 ’ın dışında Cormac Byrne pek tatminkâr bir balgam kütlesini yağmur mazgalına iniş yapacak şekilde havalandırdı. Telefon kulübesinin orada Lyonların siyah-beyaz collie cinsi köpeği garajın oradan kafasını kaldırmış, her şeyin varsaydığı kadar yavan olmasından memnuniyet duymuş ve başını patilerinin arasına geri koymuştu. O’Driscoll’s dükkân, postane ve kafesinin dışında tekerleri üzerine çökmüş Garda2 aracı bir süredir oradaymış izlenimi uyandırıyordu. Sürücü koltuğunda, göbeği direksiyonun üzerine yığılmış polis memuru Patrick James Collins vardı. Kendisi için bu isimler seçilmişti çünkü annesinin babası Patrick, torununun doğumundan yalnızca altı hafta önce ölmüştü ve annesi The Rockford Files’ın başrolündeki aktör James Garner’a hayrandı. Soyadı babasından geliyordu. Şimdi geriye dönüp bakıldığında isim seçimi ve vaftize o kadar özen gösterilmesi gereksiz gözüküyordu çünkü herkes onu sadece PJ olarak biliyordu. PJ Collins hep şişman değildi. Uzun yaz akşamlarında anne ve babasının Limerick’teki dükkânının arkasında, sokaktaki diğer çocuklarla oyunlar oynardı. Kutuya vurmaca3 , saklambaç, “Saat kaç Mr. Fox?4 ” Tiz kahkahalar, hilekârlık suçlamaları ve arada sırada yükselen ağlamalar bir kevgir çınlaması veya kızaran soğanların cızırtısı onları yemeğe çağırana dek kararan durgun havada yankılanırdı. PJ çeteden biri olma hissini özlüyordu. Fark edilmemenin veya yargılanmamanın nasıl bir his olduğunu güç bela hatırlıyordu. Ergenlik derisinin kalınlaşmasına ve oğlanlardan biri olarak geçirdiği günlerin sona ermesine neden olan bir iştah ve uyuşukluk kombinasyonunu beraberinde getirmişti. Neler olup bittiğini görmesi için annesinin dırdırına ihtiyacı yoktu ama kilosunu kontrol altına alacağına dair kendisine sürekli sözler vermesine rağmen bir şekilde giderek daha da şişmanlamış, okulu bitirdiğinde ise zayıflama görevinin kendisini aşan bir şey olduğunu hissetmeye başlamıştı. Geriye dönüp baktığında cüssesinin arkasına saklandığını ve bunu, büyüme çağının zorluklarıyla başa çıkmak zorunda kalmamak için bir bahane olarak kullandığını görebiliyordu. Cesaretini toplayıp, bir kıza çıkma teklif etmesine gerek yoktu çünkü uzun beyaz boyunlu, parlak saçlı Margaret veya Fionaların hangisi onun ılık, yapış yapış ellerinin dans pistinde kendilerini sarmasını isterdi ki? Diğer oğlanlar fiyakalı deri tabanlı ayakkabılar veya bisikletlerindeki parlak yapıştırmalarla birbirlerini gölgede bırakmaya çalışırlardı ama PJ ne yaparsa yapsın hiçbir zaman havalı olamayacağını bilirdi. Fazla kilolu olmak onu tam olarak mutlu etmiyordu ama kayda değer oranda kalp sızısından kaçınmasına yardımcı oluyordu. Paçayı kurtarmasını sağlıyordu. Polis hayatı PJ’e uyuyordu. Üniforma ve araç ona her zaman hissedegeldiğinden daha yabancı hissettirmiyordu ve kendisi ve polislik yapması gereken komşuları arasında katı, profesyonel bir mesafe muhafaza etmek onun için çok zor değildi. Gözlerini pencereden dışarı, turistlerin arabalarını sahile ve kendilerine vadedilen güzelliğe götüren uzun, ağır ağır yükselen tepeye dikti. İnsanlar Duneen’de durmazdı. Aylak gezginlerin hakkını vermek gerekirse durmaları için pek neden de yoktu. Kasabayı diğerlerinden ayıracak hiçbir şey söz konusu değildi. Hoş, yeşil bir vadinin arasına sıkışmış kasabanın yollarında girintili çıkıntılı teraslarıyla iki üç katlı, uzun zaman önce genellikle bebek kıyafetlerine uygun görülen pastel renklerde boyanmış binalar sıralanıyordu. Main Street’in sonunda Torne Nehri üzerinden geçen eski bir köprü vardı. Bunun ötesinde yekpare gri bir şapel küçük bir tepe üzerinde nöbetteydi. Yaşayan hiç kimse Duneen’in başka türlü gözüktüğü bir zamanı hatırlayamazdı. Duneen’de zaman geçmezdi; yavaş yavaş tükenirdi. PJ ıslattığı parmağını kucağındaki tost kırıntılarına bastırdı, kırıntıları ağzına götürdü ve iç çekti. Öğle yemeğine daha bir buçuk saat vardı. Günlerden neydi? Çarşamba. Domuz pirzola günü. Akşamdan crumble5 kalmıştır diye düşündü ama sonra yatmadan hemen önce büyük buzdolabının önünde tatlıyı bitirdiğini hatırladı. Evdeki yardımcısı Mrs. Meany’nin lavaboda kâseyi göreceğini düşününce biraz kızardı. Kâseyi sıcak suyun altında yıkarken söylenecek, aynı anda onu yoldan çıkarmak için hangi yeni tatlıyı yapacağını planlayacaktı. Mrs. Meany olmasa vallahi şimdiki kilosunun yarısı kadar olurdu. Öğle yemeği için bir sandviç ona tabii ki yeterdi. İki akşam yemeğine, hatta iki pudinge6 de ihtiyacı yoktu. Sabahları o kahvaltıyı etmesinin tek sebebi karşı çıkmaya fırsat bulamadan Mrs. Meany’nin kahvaltıyı lap diye önüne bırakıvermesiydi. Mrs. Meany’nin ufak tefek vücudunun üzerine buzdolabının kapağını kapattığını ve kadının, bir daha kendisi tabağını yalayıp yutarken gözlerini belertmemek üzere –“E yani, beğendiniz mi diye sormama gerek yok memur bey!”– yere yığıldığını düşünürken kolu seğirdi. Arabasının camındaki bir tıklatma bu şiddet içeren hayalini böldü. Dükkândan bizzat Mrs. O’Driscoll gelmişti. Normalde kızı Mairead veya adını hatırlayamadığı ama sormaya utandığı sıska Polonyalı kız gelirdi. Anahtarı çevirdi, pencere düğmesini aşağı doğru basılı tuttu ve boğazını temizledi. Dokuza çeyrek kala Mrs. Meany’ye veda ettiğinden beri konuşmamıştı. “Hava yine gayet güzel.” “Öyle, Tanrı’ya şükür. Arabadan çıkmaya zahmet etmeyesiniz diye size bir fincan çay getirdim.” Mrs. O’Driscoll küçük, düzgün dişlerini gösterdi ve güldü. İyilik yapıyordu ama PJ’in tek duyduğu kendi zayıf bedeninden mest olurken onun hacminde bir adamın sürücü koltuğunda sıkış tepiş oturmasına gülen bir kadındı. Mrs. O’Driscoll üzerinden dumanlar çıkan fincanı ve fincan tabağını uzattı. Sonra diğer kolu öne fırlayıp üzeri reçelle kaplanmış bir tabak scone7 ’u yüzüne tuttu. “Fırından daha yeni çıktılar, reçel de rahibin eşinden.” PJ zorlama bir gülümsemeyle “Bana fazla iyi davranıyorsunuz,” dedi. Basit bir scone’un böylesi bir duygu karmaşası yaratabileceğini kim bilebilirdi ki? Aynı anda patronluk taslanmış, kızgın, açgözlü, aç ve yenilmiş hissediyordu. “Siz şimdi onun tadını çıkarın ve merak etmeyin, bir dakikaya tabak için Petra’yı yollarım. Uzun sürmeyeceği kesin!” Bir kahkaha daha attı ve kaldırımda hızlı hızlı yürüyüp dükkâna geri girdi. PJ fincanı ve tabağını yan koltuğa koyup scone’u aldı. Kendisini tek lokmada değil, iki lokmada bitirmeye zorladı ve ağzının kenarlarındaki reçel kalıntılarını yaladı. Tabağı bıraktı, fincan tabağını kaldırdı, çaydan bir yudum aldı. Radyoda sunucu filmlerle ilgili bir bilgi yarışması yapıyordu. İlk “Hayalet Avcıları”nın adlarını sayın. Bu soru zor değildi. Bill Murray, Dan Aykroyd, bir de…diğeri kimdi? Aktörün yüzünü hatırlamak için gözlerini kapadı ama zihninde beliren, Emma Fitzmaurice’in sırıtan yüzü oldu. İlk buluşmalarında Ghostbusters’a gitmişlerdi. Utancın sıcaklığının vücudunda olay daha dün yaşanmış gibi gezindiğini hissetti. Kolunu omzuna atabilmek küçük sinema koltuğunda tuhaf tuhaf kaykılması. Emma’nın ona bakışı ve gülüşü. Duygularını incitmemek için en ufak bir gayret göstermemesi, yalnızca onunla alay etmesi. Neden onunla çıkmaya razı olmuştu ki? “Hayır” yanıtı ne kadar tuhaf veya küçük düşürücü olursa olsun yanı başındaki kızın omuzları sarsılırken ağlamamak için dümdüz karşıya, ekrana bakmaktan iyiydi. O hatayı bir daha asla tekrarlamamıştı. Camda bir tıklatma daha. Şeyi görmeyi bekleyerek –neydi be kızın adı?– kafasını çevirdi ama onun yerine tanımadığı bir yüz gördü: Yıpranmış tenli, çok erken başlayan kelliğini gizlemek için başını kazıtmış, kırklı yaşlarının sonunda uzun boylu bir adam. Parlak sarı reflektif bir yelek giymişti ve kolunun altında baret vardı. PJ adamın ilkokulun arkasındaki yeni toplu konut inşaatında çalışıyor olması gerektiğini düşündü. Cam aşağı indi. “Memur bey, beni sizi çağırmam için ustabaşı yolladı. Yukarıda bir şey bulduk.” İşçi elini okula doğru salladı. Bu güzel bir histi. Kendisine ihtiyaç duyuluyordu. PJ çayından telaşsız bir yudum aldıktan sonra başını kaldırıp “Nasıl bir şey?” diye sordu. Soruşturma başlamıştı. “Bir şey çıkmayabilir de. Adamlardan bazıları çalışmaya devam edin dedi ama ben ve ustabaşı biri baksa iyi olur diye düşündük.”
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıÇiftlik
- Sayfa Sayısı244
- YazarGraham Norton
- ISBN9786057496122
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviYedi Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Gladyatörler ~ Arthur Koestler
Gladyatörler
Arthur Koestler
Gladyatörler, Roma İmparatorluğu’nda eşitlik ve özgürlük arayan isyancıların Spartacus liderliğindeki efsanevi hikâyesini anlatıyor. Arthur Koestler Gladyatörler’de geleneksel değerlerin çöküşü, ekonomik bozukluklar, işsizlik, yolsuzluk ve...
- Ceza Kanunu, 353. Madde ~ Tanguy Viel
Ceza Kanunu, 353. Madde
Tanguy Viel
Tanguy Viel, bir cinayetin altında yatan kişisel ve toplumsal sorunları, bunların nasıl kesiştiğini masaya yatırıyor. Bir hâkimin önünde, Martial Kermeur, kazanma umudu olmadan, emekliye...
- Mahrem ~ Anna Campbell
Mahrem
Anna Campbell
Sadece birkaç öpücük nasıl bu kadar fırtınalı bir arzu yaratabilir? Güzel Grace Paget kaçırılmış, gizlice uzaktaki bir çiftliğe götürülmüş ve hiç tanımadığı bir adamın...