Londra Hayvanat Bahçesi Akvaryumu’ndaki “ikinci el okyanusla doldurulmuş” evlerinde durmaksızın yüzen üç deniz kaplumbağasını özgür bırakmak, iki yalnız ve birbirini tanımayan insanın ortak takıntısı ve hayali haline gelir. Yazar bu iki kişinin günlükleri aracılığıyla anlattığı hikâyede kaplumbağaları serbest bırakmaya çalışırken kendi hayatlarını yeniden anlamlandırmaya çalışan insanları sade ve dingin bir dille anlatıyor. Kaplumbağa Günlüğü basit kalarak çarpıcı olabilmeyi başaran bir roman.
“Bu hoş masal bana göre türünün en iyi örneklerinden biri, narin ve içe işleyen bir eser.” John Fowles
*
1
WILLIAM G.
Artık Hayvanat Bahçesi’ne gitmek istemiyorum. Geçen gece rüyamda bir ahtapot gördüm. Koyu yeşildi, hatta siyaha çalıyordu; koyu renkli kolları kahverengi suda dalga dalgaydı. Ahtapot rengi nedir, tam emin değilim. Dükkânda renkli fotoğrafları olan iki kitap buldum. Bir ahtapot kahverengi ve beyaz, diğeri ise gri, pembemsi ve kahverengiydi. Renk değiştiriyorlar gibi. Gözlerine bakmak ise tüylerimi ürpertiyor. Ne kadar küçük ve zararsız da olsa bir ahtapotun bana bakmasını istemem. O gözlerin üzerime dikilmesi büsbütün fazla gelir bana, kendimi nereye koyacağımı bilemem. Siyah-beyaz bir fotoğrafta ise Ege Denizi’ndeki Taşoz Adası’nda, bir kazığa kurumaya asılmış ahtapotlar vardı. Gökyüzünün açıklığına karşı simsiyahtılar; yere sarkmış siyah torbalar gibi, siyah kolları aşağı eğilip kururken arkalarındaki denizin üstü apaydınlıktı. Bunlar nautilus denen kabuklu canlı ile akrabadır ki ben bu türü her zaman içi bomboş bir deniz kabuğundan ibaret olarak düşünmüştüm. Ama işte kitaptakinin her tarafı bir sürü kolla doluydu ve gizemli bir şekilde yüzmekteydi. Sonra bir ahtapot görmek istedim. Dükkânda sadece öğlene kadar durduğum cuma günü Hayvanat Bahçesi’ne gittim. Gri bir gündü, biraz yağmur da yağıyordu. Baykuşların ilerisindeki Kuzey Kapısı’ndan içeri girdim. Her biri kendi çubuğunun üstüne tünemiş, ıslak tüyleri ve aman vermez gözleriyle Bubo bilmem ne, bilmem ne bubo. Köprünün üzerinden göklere yükselen, içi tuhaf çığlıklar ve esrarlı kanat çırpışlarıyla dolu çatılardan ve köşelerden oluşan sivri, devasa bir çelik kafesti Kuşhane. Cırtlak sesli küçük çocuklar bir şeyler yemekteydi. Yağan yağmurun altında, köprünün sonundaki yol döşemesinin üzerindeki kare şeklinde üç ızgaradan dışarı doğru buharlar yükseliyor, iki kız bir de oğlan çocuğu çıplak bacaklarına buhar banyosu yapıyorlardı. Köprünün öbür tarafındaki tünel çocukların sesleriyle yankılanıyordu. Tünel duvarlarına mağara resimlerinin taklitleri yapılmıştı. Oraya ait değildi bu çizimler; beceriksizce yapılmış, sahte duruyorlardı. Oysa insan orada bir Arsenal, bir Spurs gibi takım isimleri görmek istiyordu. Akvaryum’un içi çok karanlık. Yeşil camlar, yüzen bir şeyler. İnsanlar camların önünde karaltılar halinde durmuş mırıldanıyor, çocuklara bir şeyler açıklıyor, çocukları bir yukarı kaldırıp bir aşağı indiriyor, bir şeyler yapsınlar diye heyecanla gönderiyor, sonra geri çağırıyorlardı. Karanlıkta koşan çocukların ayak sesleri yankılanıyor. Akvaryum pek külüstür, pek küçük. O karanlığın içinde çok fazla küçük yeşil cam var. Yengeçler, ıstakozlar, iki tane dikenli vatoz, memur görünümlü zavallı bir küçük pars köpek balığı. Tropikal balıklar, yılanbalıkları, kara kurbağaları, su kurbağaları, semenderler. Hiç ahtapot yok. Deniz kaplumbağaları. Büyükleri yüz-yüz elli kilo çekiyordur herhalde. Taklalar atıyor, dönüyor; en fazla benim odam kadar, küçük, mağaramsı bir tankın içine konmuş, sarımsı yeşil renkte çamurlu suda uçuşuyorlar. İkinci el okyanusla doldurulmuş bir cam kutunun içinde kanat misali yüzgeçleriyle süzülüyor, dalıyor, kıvrılıyorlar. Gözleri hiçbir şey anlatmıyor; binlerce kilometrelik okyanus anlatılamaz. Çocukken Hayvanat Bahçesi’ni severdim diye düşündüm. Artık yağmur durmuştu. Sürüngenler Evi’ne gittim. Hayır. Camın gerisindeki o parlak ışığın altında, sıcak kumların üstünde duran yılanları görmek istemiyorum. Sürüngen Evi’nden çıktım, maymunlara doğru ilerledim. Goril; hücresinin içinde, karnının üzerine yatmış, kavuşturduğu kollarının üzerine çenesini dayamış duruyordu. bilemiyorum: Hatırlaması mı daha kötü, yoksa hatırlayamaması mı? Hayvanat Bahçesi’nden çıkıp Kuzey Kapısı’ndaki 74 numaralı otobüsün geçtiği durağa gittim. Yanında küçük bir kız ve bir oğlanla genç bir kadın duruyordu. Oğlan sekiz-dokuz yaşlarındaydı belki. Lastikle bir ipe tutturulmuş, kauçuktan bir goril vardı elinde; gorili küçük göletin içinde bir aşağı bir yukarı dans ettiriyordu pıt pıt pıt diye ama çok sıçratmadan. Yolun üstü azıcık ıslanmıştı, o kadar. “Yapma şunu,” dedi annesi. “Yapma şunu dedim.”
2
NEAERA H.
Akvaryuma koymak için porselen bir kale almak istiyordum ama dükkânda yoktu, ben de plastikten yapılma, şık bir gemi enkazına razı oldum. Snugg & Sharpe benden bir Tarla Faresi Gillian hikâyesi daha bekliyor ama artık başka bir kürklü hayvan pikniği ya da doğum günü partisi daha çıkmaz benden. Uysal, kucaklanası yaratıklardan sıkıldım, bir dahaki kitabım yırtıcı bir hayvanla ilgili olacak. Surrey’deki Gerrard & Haig’e Büyük Dalgıç Böceği için 31 penilik çekimi gönderdim, Dysticus marginalis oluyor. Herhalde yarına elimde olur. Erkek sipariş ettim. Tankla beraber diğer bütün akvaryum eşyalarını taşıyan bebek arabasını ite ite eve dönerken yoldaki radyo ve televizyon dükkânında biraz durdum, penceredeki televizyon ekranlarının hepsinde bir istiridye avcısı kuşu gösteriliyordu, BBC doğa belgesellerinden biriydi herhalde. Çocukluğumda tanıdığım, şimdi meşhur olmuş birini görmek gibiydi. İstiridye avcılarını, sular çekildiği zaman Breydon Köprüsü’nün yakınlarındaki midye yataklarında görürdüm. Martılarla kırlangıçlara hiç mi hiç benzemezlerdi; o siyah-beyazlıklarının değişik bir havası vardı, kuş olmanın biraz ötesindeydiler. Başları öne eğik yürürler, yatçılık kıyafetleri giyinmiş Avrupalı filozoflar misali ellerini arkalarında kavuştururlardı sanki. Ama onlarınki bir filozofun yürüyüşü kadar ritmik değildi, zira istiridye avcılarının midyelerden geçimlerini sağlamak gibi bir dertleri vardı. Ben çocukken Breydon Water Halici’nde günler sessiz ve uzundu; her şeyi acele etmeden düşünmeye, her şeye tekrar tekrar bakmaya vakit vardı. Televizyon ekranlarındaki istiridye avcısı gitmiş, yerine çamur tabakalarıyla deniz gelmişti. İstiridye avcısının renkleri pek zarifti: Gövdesi krem rengi ve kadifemsi siyah, gagası turuncu, göz altları halkalı, bacakları ise pembeydi. Eskinin siyah-beyaz ekranlarında daha varoluşsal bir görünümü olurdu hâlbuki; dünya üzerinde bir başına çalışan bir kuştu. İşte halim, diye düşündüm sonra, kırk üç yaşındayım ve bir dalgıç böceği bekliyorum. Evli arkadaşlarım Laura Ashley marka elbiseler giyiyor, evlerine çıplak çocuklarıyla beraber, Kıta plajlarında, yalın ayak çekildikleri karlanmış fotoğraflarını asıyorlar. Bense yalnız yaşıyorum, çul çaput giyiyorum, bugüne kadar vejetaryenliğe direndim ve kedi edinmedim. Sokağı delik deşik ettikleri yeri geçtim, deliğin içinden üç işçi ilk defa “Günaydın.” dedi bana. Daha öncesinde hep başımızı sallayıp geçiyorduk. Ben evime girerken yan dairedeki işsiz aktör Webster de Vere de kendi evinden çıkıyordu. “Harikulade bir hobi,” dedi tankı görünce. “Yıllardır balık bakarım ben de. Siyah süs balıklarım var. Gösterişli bir yanları yok, ufak tefek siyah balıklar işte hepsi. Siz ne koyacaksınız akvaryumunun içine?” “Dalgıç böceği,” dedim. “Dalgıç böceği,” dedi. “Harika bir hayvan. Salyangoz lazım olursa haber verin, bende bir sürü var. Tankı temiz tutarlar, biliyorsunuz.” “Teşekkür ederim,” dedim. “Benim için çok yeni daha, bakalım nasıl olacak.” Bastonunu sallaya sallaya koridordan yürüdü gitti. Bildiğim kadarıyla birbirimize komşu olduğumuz son beş-altı senedir işsiz. O kadar formda ki kaç yaşında olduğunu tahmin etmek zor ama gözlerinin ışıltısına bakılırsa en azından elli beş yaşında vardır derim. Duvardan duyduğum seslerin çoğu antikacı dükkânlarına giden genç erkek sesleri gibi ama bence esas yaşlı kadınlardan geçiniyor. Böyle düşünmem için görünüşünden başka hiçbir sebebim de yok. Adamın bakışları sanki esas gözlerini rehine vermiş de yerine yapıştırma oyuncak gözler takmış gibi. Akvaryumu yerleştirdikten sonra Bewick gravürleri kitabımda istiridye avcısı aradım ama bulamadım. Bewick yağmur kuşları, benekli kızılbacakları, çamur kuşlarını ve küçük kum kuşlarını çizmiş ama bendeki kitapta bir tane bile istiridye avcısı yok. Oysa çizseymiş çok da güzel çizermiş, tam ona göre bir kuş. Ben şahsen en iyi kuş çizimlerimi Kırlangıç Delia’nın Hoş Geldin Kutlaması’nda çıkardım, ilk kitaplarımdandır. Hikâye berbattı ama kırlangıç çok güzel olmuştu. O da kesinlikle bir Laura Ashley elbisesi giyecek türdendi.
3
WILLIAM G.
Küçük çocuğun elindeki goril yumuşak plastikten olmalıydı. Öyle şeyleri artık kauçuktan yaptıklarını zannetmiyorum. Beslenme alanları Brezilya kıyısı açıklarında olan bazı yeşil kaplumbağalar var. Yavrulamak için 2200 kilometre yüzüyor ve yumurtalarını Güney Atlantik’te, Afrika ile Brezilya’nın ortasında yer alan Ascension Adası’na bırakıyorlar. Ascension Adası sadece sekiz kilometre uzunluğunda. Burayı nasıl bulduklarını kimse bilmiyor. Akvaryum’daki kaplumbağaların ikisi yeşil; biri büyük, öbürü küçük. Tabelada şöyle yazıyordu: “Yeşil kaplumbağa, Chelonia mydas, kaplumbağa çorbasının ana malzemesidir…” Ben de William G. çorbasının ana malzemesiyim ona bakılırsa. Herkes kendi çorba türünün ana malzemesidir. Londra gibi büyük bir kent söz konusu olduğu zaman etrafta epey bir çorba oluyor. Kaplumbağalar Ascension Adası’nı nasıl buluyorlar acaba? Suda köpek balıkları da var. Bazı kaplumbağalar köpek balıklarına yem oluyor. Kaplumbağaların köpek balıklarından haberi var mıdır? 2200 kilometre yüzerken köpek balıklarını nasıl düşünmezler? Yeşil kaplumbağaların zihinleri ortada bir köpek balığı bulunmadığı sürece köpek balıklarını düşünmeyen türden olmalı. Öyle olması lazım. 2200 kilometre boyunca yüzerken köpek balıklarını düşündüklerini hayal edemiyorum. Su kaplumbağaları kara kaplumbağaları gibi kabuklarının içine kapanıp gizlenemezler de. Kabukları kemikten yapılma sıkı yelekler gibidir, hem yüzgeçleri de hep dışarı
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıKaplumbağa Günlüğü
- Sayfa Sayısı
- YazarRussell Hoban
- ISBN9786058050020
- Boyutlar, Kapak13,5x19,5, Karton Kapak
- YayıneviYedi Yayınları / 2020
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Doktor Shimamura’nın Tilkileri ~ Christine Wunnicke
Doktor Shimamura’nın Tilkileri
Christine Wunnicke
Doktor Shimamura Shunichi, Japonya kırsalında çoğunlukla yazları görülen tuhaf bir fenomeni incelemek üzere görevlendirilir: Halk arasında tilkiler tarafından ele geçirildiklerine inanılan kadınları muayene edecek...
- Deniz Katedrali ~ Ildefonso Falcones
Deniz Katedrali
Ildefonso Falcones
14. yüzyıl İspanyasında feodal beyinden kaçan bir serf. Kıtlık, veba ve yasak bir aşk… Şehrin büyük bir özveriyle inşaatında çalıştığı Deniz Katedrali’nin gölgesinde, özgürlüğünü...
- Başkasının Ayakkabısı ~ Jojo Moyes
Başkasının Ayakkabısı
Jojo Moyes
Spor salonunda birbirini hiç tanımayan, ayrı dünyaların insanı iki kadının çantaları karışırsa ne olur? Kadınlardan ilki Nisha’nın göz kamaştırıcı bir yaşantısı vardı; lüks içinde...