Uçsuz bucaksız bozkırda var olma mücadelesinde Türkleri başarıya götüren en önemli özellik kadın ve erkeğin birbirlerini tamamladıklarına olan inançları olmuştur. Türk toplumunda yazılı olmayan ancak her bireyin uymak zorunda olduğu kuralları ifade eden töre; sosyal, siyasi, askerî ve iktisadi hayatta kadın ve erkeğin hak ve yetkilerini liyakat ve adalet esasına göre belirlemiştir.
Aileden devlete giden yapıda ve var olma mücadelesinde, hayatın getirdikleri ile birlikte mücadele etme anlayışından hareket edilerek, kadın daima erkeğinin yanında yer almış; hem aileyi hem de yeri geldiğinde devleti yönetmiştir. İşte bu anlayışın bir yansıması ve sonucu olarak da Türk tarihinde onlarca kadın tahta geçip devleti yönetmiştir.
Prof. Dr. Muallâ Uydu Yücel’in Bozkırın Asenaları/Türk Tarihinde Kadın Liderler adlı bu çalışmasında, MÖ. 6. yüzyılda yaşayan Türk tarihinin ilk hükümdarı Tomris Hatun’dan, Kırgızların 19. yüzyıldaki bağımsızlık mücadelesinin yılmaz neferi Kurbancan Datha’ya; Sabar Kağanlığı’nın muktedir gücü Boğarık Hatun’dan, Abbâsî Devleti’ni yöneten Valide Sultan Şağab Hatun’a; Büyük Selçuklu Devleti’nin son terken hatunu Gevher Hatun’dan, Türkiye Selçukluları Sultanı I. Kılıçarslan’ın ömrünü oğluna adayan eşi Ayşe Hatun’a; Hindistan’ın kahraman kadın hükümdarı Raziye Begüm Sultan’dan, Kayı boyunun dirayetli hatunu Hayme Ana’ya kadar “Altun Özük Uz Hatun: Altın Gibi Temiz, Akıllı ve Bilgili Hatun” ünvanını hak eden bütün kadın hükümdarlarımız anlatılmaya çalışılmıştır. Yücel’in bu kitabı yazmaktaki amacı, tarihimizin güçlü kadınlarının çok az bilinen hayat hikâyelerini bir araya getirerek günümüz nesline yeniden hatırlatmaktır.
ÖN SÖZ
Türkler, evlerinin direği, nesillerinin yetiştiricisi, gönüllerinin sahibi ve anneleri olarak gördükleri kadınlarını daima yaşamlarının vazgeçilmez bir parçası olarak kabul etmişlerdir. Bu kabul aynı zamanda kadının ve erkeğin birlikte, ortak hareket etme anlayışına sahip olarak denk görmelerine de sebep olmuştur. Yine hayatın ortak bir anlayışla yaşanması; devletin en küçük birimi olan aileden başlanarak devlet yönetimindeki bütün görev ve sorumlulukların bu anlayış ile belirlenmesine ve buna göre hareket edilmesine de sebep olmuştur. Türkler tarihleri boyunca devletlerini yöneten kağan ile yanındaki hatununu yani eşini yönetimin en önemli unsuru olarak benimsemişlerdir ki; Türk kağanlık geleneğinde kağan törenle tahta çıkıp “Kağan” ünvanını alırken, eşi de “Hatun” ünvanını alarak eşinin olmadığı zamanlarda kağanlığı yönetmiştir. “Kağan ve Hatun buyuruyor ki….” ile başlayan emirnameler bunun en güzel kanıtıdır. Hatun, şölenlerde, kurultaylarda, ibadetlerde, savaş ve barış meclislerinde, elçi karşılamalarında mutlaka kağanın yanında bulunmuştur. Hatun kelimesinin anlamının “katılmış, aileye eklenmiş” olduğu düşünülmektedir. Türklerin İslâm dinini kabul etmelerinden sonra bu kelimenin yanına “Terken” ünvanının getirildiğini görüyoruz. Nitekim Büyük Selçuklu Devleti’nden itibaren “Terken Hatunlar” ünvanı ile yönetimde söz sahibi olan hükümdar eşleri kasdedilmiştir. Naibe ise hükümdar adına, hükümdarın olmadığı, küçük olduğu veya yetersiz olduğu durumlarda devleti yöneten kimsedir. Kitabımızda bizzat devletin başına geçen kadın hükümdar ile eşlerinin veya oğullarının adına devleti yöneten kadınlara yer verilmiştir. Bizi böyle bir kitap yazmaya iten sebep, kadınlarımızın özellikle de genç kızlarımızın akademik bilgilerin ışığında, tarihlerinde en önemli makama gelme başarısını gösteren hatun atalarını kendileri için bir rol model olarak görüp başarıya odaklanmalarını sağlamaktır. Ayrıca yüzyıllar içerisinden süzülerek gelen engin deneyimlerimizin ve yönetme yeteneğimizin sadece tarih sayfalarında kalmamasını sağlayarak, onların bilinirliğini arttırmaktır. Kitabımızda Türk tarihi boyunca liderlik vasfına sahip, güçlü Türk hatunlar anlatılmaya çalışılmıştır. Bu hatunlardan bazıları hakkında kaynaklarımız bize geniş bilgilere sahip olma imkânı sunarlarken; bazıları hakkında maalesef suskun kalmaktadırlar. Bu durumda elimizdeki bilgileri değerlendirerek, onların hayatlarını, hakikatin rehberliğinden ayrılmadan gönül dünyamızda bıraktıkları hissiyat ile aktarmaya çalıştık. Bu hayatlardan çıkan sonuç bütün bu güçlü kadınların belli başlı ortak özelliklere sahip olduklarıdır ki bu özelliklerden bazıları şunlardır: Cesur olmak, kararlı olmak, azimli olmak, adaletli olmak, mücadeleci ruha sahip olmak, çözüm üretebilmek, verdiği karardan dönmemek, istişareye önem vermek, kitleleri peşinden sürükleyebilmek, halkın gönül dünyasına girebilmek, haksızlıklar karşısında dik durabilmek, bilgili olmak, tecrübeyi yönetime taşıyabilmek. Bununla birlikte çıkarılması gereken ders ise makam ve mevki hırsı ile hareket etmemek gerektiğidir. Sonuç olarak; hayatlarını anlatmaya çalıştığımız bu kadınlar bulundukları mevkilerdeki icraatlarıyla bir anlamda tarihe yön vererek dünyayı değiştirmişlerdir. Ruhları şad, mekânları cennet olsun. Hepsini minnetle, şükranla anarken, gelecek nesillerimizin, kadınlarımızın da bu güçlü kadınların hayatlarından üzerlerine düşen dersi almalarını ve istedikleri takdirde azim ve kararlılıkla çalışarak bütün hayallerini gerçekleştireceklerine olan inançlarını daima korumaları da en büyük arzumuzdur. Kitabımızın ikinci baskısını yapmasından duyduğumuz memnuniyeti burada ifade ederken, bu baskıya birinci baskıda olmayan dokuz güçlü kadının hayatını eklediğimizi de belirtmek isteriz. Ayrıca eserimizi sizlerle buluşturan Timaş Yayınları’nın değerli çalışanları ile kıymetli editörümüz Zeynep Berktaş’a çok teşekkür ederim.
Prof.Dr. Muallâ UYDU YÜCEL
İstanbul 2024
GİRİŞ
Türkler tarihte var oldukları andan itibaren gerek sosyal gerek siyasi gerekse askerî alanlarda daima adaletli ve eşitlikçi bir yapının oluşması için çalışmışlardır. Kitabımızın konusunu oluşturan kadınların devleti yönetirken aldıkları ünvan, İslâm öncesi dönemde sadece “Hatun” iken İslâmiyet’ten sonra “Terken Hatun”dur. Hatun/Katun, Hunlardan itibaren kullanılmaya başlanmış ve Müslüman Türk devletlerinde de yaygınlaşmış bir ünvan halini almıştır. Kaşgarlı Mahmud, “Hatun” kelimesini açıklarken “Afrasiyap1 kızlarından olanların adıdır” diye not düşmüştür. Bu bilgi bize bu dönemde hükümdar hanımlarından başka hanedana mensup kadınlara ve kızlara da “Katun” denildiğini göstermektedir. Yine eserinde “Altun Tarım” ünvanını da hanedana mensup kadınlar için kullanılan bir sıfat olarak vermekte ve: “Karahanlı sarayındaki kadınlara ‘Kunçuy’ veya bu kelimeden alınarak ‘Katun Kunçuy’ da denilmektedir” diye ilave etmektedir. Bu bilgiden hareketle “Kunçuy” ünvanının, Hatun’dan bir derece aşağıda bulunan saraylı kadınları ifade eden bir terim olarak kullanıldığı tahmin edilmektedir. Kısacası Hatun’un ve Terken Hatun’un Baş Hatun, Kunçuy ve Katun Kunçuy’un da hükümdarın öteki hatunlarını ifade eden bir ünvan olduğunu söyleyebiliriz. Yine Kunçuy’un şehzade hanımları ve hanedana mensup kızlar için de kullanılan bir ünvan olduğunu kabul edebiliriz. Bu şekilde Terken ünvanına sahip olan hatunlar, statü olarak saray içerisindeki hanımların önüne geçmişlerdir. Kadınlara verilen diğer ünvan ise “Altun Tarım”dır. Kaşgarlı’nın eserinde bahsettiği bu ünvan, eski Türk kağanlık geleneğinden esinlenerek verilegelmiştir. Türk kağanlık geleneğinde hâkimiyeti ifade eden çeşitli renkler vardır ki sarı renk de zenginliği ve güzelliği ifade etmiştir. Örneğin Kök-Türk ve Uygur Kağanlarının çadırları için “Altın Otağ” deyimi kullanılmıştır. Buradaki altın ise sarı rengini temsil etmektedir. Altın Tarım ile kastedilmek istenen de “saray içerisinde son derece güzel ve asil hanımlardır”.
Terken ünvanı “kendisine itaat edilen” anlamına gelmektedir. Bu ünvanın açıklamasını Osman Turan şu şekilde yapmıştır: “‘Terken’ kelimesi Arap harfleriyle Türk adının çoğul şekli olan Türkan’a benzemektedir. Elif’in Türkçenin ‘a’ ve ‘e’ seslerini karşıladığını bildiğimizden kelimeyi Terken şeklinde okumak da mümkündür. Yine Eski Türk devletlerinde değerli komutanlara verilen son derece önemli bir ünvan olan ‘Tarkan’ ünvanıyla karşılaşıyoruz ki elif’in ‘a’ ve ‘e’ şeklinde okunuşunu dikkate aldığımızda ‘Tarkan’ ile ‘Terken’ ifadelerinin gerek yazılış gerekse söyleniş bakımından birbirine benzediği tespit edilmektedir. Bu iki ünvan arasındaki tek fark Tarkan’ın yiğit ve gözü pek komutanlar için kullanılmasına karşılık, Terken’in son derece dirayetli ve siyasî evliliklere teşvik edilen hükümdar hanımlarına verilen bir ünvan olmasıdır. Bu açıdan bakıldığında ‘Tarkan’ kelimesinin zaman içerisinde değişime uğrayarak ya da bu ünvandan esinlenerek ‘Terken’ şeklinde hanım sultanlar için kullanılan bir ünvan haline getirilmiş olma ihtimali ile kelimenin Türkan, Türken, Tarkan ve Terken’e dönüşmüş olma ihtimali de yüksektir”.2 Terken ünvanı ilk defa Uygurlar zamanında (8. yüzyıl) kullanılmış, daha sonra 11. yüzyılda Karahanlıların hükümdar için kullandıkları ünvanlar arasında yer almıştır. Eski Türklerde hâkimiyetin Gök Tanrı’dan alınması ve bunun kut kelimesi ile ifade edilmesi, kağanlık yönetiminde yöneticilerin bu kuta sahip olmaları anlayışını beraberinde getirmiştir. Terken ünvanının anlam ve önemi düşünüldüğünde eski Türk kağanlıklarındaki kut anlayışının izlerini görmek mümkündür. Kut duygusuna nasıl ki “Kağan” ve “Han” ünvanlarında rastlıyor isek hanım sultanlara verilen “Terken” ünvanında da aynı kut anlayışının izlerine rastlamaktayız. Son derece özel bir eğitime tâbi tutulan ve siyasî evliliklere yönlendirilen bu ünvan sahibi Türk kızları, gelin geldikleri devletlerde her alanda ve bilhassa siyasetteî etkili olmayı hedeflemişlerdir. Yine bu ünvana sahip kadınlar, devletleri için son derece değerli olmuş, küçük yaşlardan itibaren bir ordu komutanı veya devleti yönetme kabiliyetine sahip bir şehzade gibi itinayla yetiştirilmişlerdir.
İSLÂM ÖNCESİ TÜRK TARİHİNİN ASENALARI
Türk Tarihinin İlk Kadın Hükümdarı:
Tomris Hatun (MÖ. 6. Yüzyıl)
“Kana susamış Kirus! Sen oğlumu mertlikle değil, şarapla öldürdün.
Ant içerim ki ben de seni kanla doyuracağım!”
Yaşadıkları coğrafya zordu; çetin ve yorucu bir hayatın içerisinde var olma mücadelesi veriyorlardı. O yüzden kadın-erkek-çocuk herkes kendisini bu zor şartlara hazırlıyor ve dayanmak için iyi mücadele etmek zorunda olduğunu biliyordu. Bu bilinç zaman içerisinde herkesin çok iyi bir savaşçı ve avcı olmasını sağladı. Uçsuz bucaksız bozkırda var olma mücadelesi ancak bu bozkırı yenmekle olurdu ve Saka/Messagetler de bunu başarmışlardı. Bu başarı düşmanları tarafından hoş görülmediği için aralarında büyük bir mücadele yaşanmaya başladı. Bu mücadeleden zaferle çıkan Saka/Messagetler oldu ve yıllar içerisinde büyük bir kağanlık olarak milattan önce 6. yüzyılda varlıklarını güçlü bir şekilde ortaya koydular. İşte tam bu yüzyılda kaynakların ismini Tomris (Demir/Temir) olarak kaydettikleri adı gibi kendisi de demir kadar güçlü olan Saka/Messaget Hatunu Tomris Hatun tarih sahnesine çıktı. Tomris Hatun’un babasının kim olduğuna dair kaynaklarda net bir bilgiye sahip değiliz. Saka/Messagetlerin kağanı İşkapay’ın veya efsanevi lider Spargalis (Spargapis)’in kızı, torunu ve torununun torunu olduğu düşünülmektedir. Biz kitabımızda Spargalis’in kızı olarak kabul etmeyi daha uygun gördük. Efsaneye göre de Türklerin en önemli atalarından biri olan Alp Er Tunga’nın torunu olarak kabul edilmektedir. Tomris Hatun, MÖ. 6. yüzyılda Abilev boyundan Spargalis’in kızı olarak dünyaya geldi. Babası çok akıllı, savaşçı ve aynı zamanda uyguladığı siyaset ile komşu boyların meselelerini çözmede son derece başarılı bir kimse olarak tanınıyordu. Spargalis, kızı Tomris’in doğumundan çok kısa bir süre sonra eşini kaybetti ve bütün ilgisini, sevgisini kızına verdi. Eşini çok sevmişti; o yüzden bir daha evlenmedi. Kızını çocukluğundan itibaren tam bir savaşçı gibi yetiştirmeye çalıştı; kızının gözünün kara olması da işini kolyalaştırdı, hiçbir şeyden korkmadığı gibi savaş stratejilerini de iyi öğrenmesini sağladı. Cesur ve meraklı Tomris, beş yaşına geldiğinde bozkırda atın üzerinde kararlı bir şekilde durmayı, altısında kılıç, ok ve yay kullanmayı on üçünde ise kılıç ve mızrak kullanmada maharetler gösteren usta bir savaşçı olmayı başarmıştı. At yarışlarında daima birinci oluyor, ok atmada ve kılıç kuşanmada üstüne kimseyi tanımıyordu. Babasının kendisinden sonra ülkenin yönetimine dair bir sıkıntı yaşanmayacağına olan inancı tamdı; zira kızınının kendisinden sonra kağanlığı yönetmek, yani Hatun olmak üzere artık hazır olduğunu çok iyi biliyordu. Tomris evlenme çağına geldiğinde babası onun yiğit birisiyle evlenmesini arzuladı; ama onlarda âdet olduğu üzere kızı kendisi ile evlenecek kişiyi, şenliklerde yapılacak yarışlarda kendisini yenenler arasından seçecekti. Tomris o kadar iyi yetişmişti ki onu yenebilecek bir erkek nerede ise yok gibiydi. O yüzden umudu da yoktu; ama yine de kızının evlenmesi en büyük arzusu olduğu için şansını zorlamaya karar verdi. Daha fazla zaman geçirmedi ve bir şölen düzenledi. Bu sırada düşmanlarını özelikle de diğer Saka/Messaget boylarına karşı, birlikte hareket etme kararı aldıkları dostlarını da bu şölene davet etti. Bunlar arasından kendisine en fazla dostluk gösteren Saki Tigrahaud Kavad da vardı; ancak bu sırada ülkesinden çok uzaklardaki topraklarda bulunduğu için Spargalis’e yardım etmek üzere büyük oğlu Rüstem’i şölene gönderdi. Rüstem’in gücünün ve yenilmezliğinin ünü bütün bozkıra yayılmıştı. Ordusu küçük olsa da seçilmiş iyi askerlerden oluşuyordu. Rüstem Saka/Messagetlerin ordugâhlarına geldiğinde şölen devam ediyor, çeşitli yarışlar düzenleniyordu. Sıra Tomris’in evleneceği erkeği seçeceği yarışmaya gelmişti. Tomris o kadar güzel ata biniyor ve iyi kılıç kuşanıyordu ki görenleri hem hayrete düşürüyor hem de mest ediyordu. Ayrıca onu o güne kadar kimse yakalayamamış ve yenememişti de. Bu da ona büyük bir gurur veriyor ve vakûr bir duruş sergilemesine sebep oluyordu. Rüstem de kendi ülkesinde iyi bir binici ve savaşçı olarak ün salmıştı.
Askerleri güzel bir gün yaşamak istedikleri için eğlenceye kendilerini iyice kaptırdılar; içkinin de verdiği şarhoşluk ile kendisine yarışa katılması için oldukça fazla ısrar ettiler. Ama o gönülsüzdü, enerjisini boşa harcamak istemiyordu; o yüzden biraz düşünmek istediğini söyledi. Bu sırada güzeller güzeli vakûr, edalı bir kızın yarışmak üzere hazırlandığını gördü; o güne kadar böylesine güzel bir kız hiç görmemişti. Bir süre onu izleyerek ne yaptığını anlamaya çalıştı. Yarışın sonunda kazananın onunla evleneceğini öğrendiğinde bir umutla yarışa hazırlandı. Dikkatini atına verdiği bir anda ise ne olduğunu anlayamadan o güzel kızın ani bir hareketiyle kendisini yarışa çektiğini fark etti; her şey o kadar ani olmuştu ki engelleyemedi. Tomris bu yakışıklı gencin kararsız olduğunu görünce çevik bir hareketle onu yarışa çekmişti; zira her zamanki gibi kendine çok güveniyordu, iyi bir binici idi, atını mahmuzladı ve son sürat harekete geçti. Rüstem’in de kendisinden kalır yanı olmadığını görünce büyük bir zevkle atını son sürat bitişe doğru sürdü. Yarış başa baş geçti, bitiş çizgisine yaklaşıldığında ani bir süratlenme ile Rüstem’in kendisini geçtiğini gördü. Birden irkildi; sadece yenilmekle kalmadı bu yakışıklı gencin kılıcını da bir anda boynunda hissetti. Öfkesinden delirdi, ani bir hareket ve büyük bir kızgınlıkla bu kılıcı bertaraf ettiğinde Rüstem’in gülen gözlerle kendisine baktığını gördü. Rüstem kendince şaka yapmıştı; şimdiye kadar kendisini yenen ve ruhunda farklı duygular estiren onun gibi bir erkek olmadığı için bir şey diyemedi, ağzından tek bir kelime bile çıkamadı. O anda yaşadığı duygunun tarifi yoktu ve bunu ilk kez yaşıyordu. O yüzden kendisini bu kadar etkileyen bu erkekle evlenmeye karar verdi.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Tarih Türk-Osmanlı
- Kitap AdıBozkırın Asenaları: Türk Tarihinde Kadın Liderler
- Sayfa Sayısı256
- YazarMualla Uydu Yücel
- ISBN9786256767218
- Boyutlar, Kapak13,5x21, Karton Kapak
- YayıneviTimaş Tarih / 2024