“Siz hiç kendi ölümünüzden sırf bir başkasının hatırası son bulacak diye korktunuz mu? Ben korktum.”
Yirmi bir yaşındaki Ayaz, bir senedir eski Ayaz değil.
En yakın arkadaşı Masal artık yok…
O, hep yirmi yaşında kalacak ve artık yok…
Artık yok…
Ayaz, Masal’ın ölüm yıldönümünde, yatağında oturmuş düşünüyor. Geleceğinden koparılmış, çocukluğuna ait o parçanın unutulmaması için bir şeyler yapması gerek. Yarım kalmış hayaller, müzik-resim-edebiyat alanında ilgi görmemiş eserler, odanın her yerinde.
Yap, yapma, yap, yapma, yap, yapma… diye sonsuz bir döngü içindeyken Masal’ın sesi kulağında çınlıyor: Yapacaksan kendi hatalarını yap çünkü bir şeyi yaptığın için pişman olmak, yapmadığın için pişman olmaktan çok daha iyidir.
Şimdi tam zamanı! Ayaz’ın harekete geçmesi hiç zor olmayacak. Masal’ın eserlerini, ona yakışan bir imzayla yaşatma fikri, her geçen saniye onu heyecanlandırıyor. Ve bu planı uygulamak için Masal’dan iki yaş küçük kız kardeşi Lalin’in de desteğine ihtiyacı var.
Hiç beklemediği gerçeklerle yüzleşeceğinden ise haberi yok.
Sırların üstünü örttüğü hüznün, aşkın, dostluğun iç içe olduğu duygu dolu bir gençlik hikâyesi!
*
Kuruyan Okyanus
O gün Masal’ın ilk ölüm yıldönümü olan o gün, onun yatağının üzerinde binlerce defa yaptığım gibi bağdaş kurmuş otururken, onu kaybettikten sonra aptal gibi defalarca peşinden gitmeyi düşündüğüm halde, o an bedenimi titretecek kadar ölmekten korkuyordum.
Ellerim, bir yıldır değiştirilmemiş nevresimlerini hâlâ olanları kabullenemiyormuşçasına çaresizlikle kavradı. Mavi yatak örtüsünden tozla birlikte parfümünün kokusu kalkınca, yüzüme bir tokat inmiş gibi aniden durdum. Bunca zaman sonra kokusunun hâlâ orada olması mümkün müydü bilmiyordum. Belki de sadece benim hayal gücümün ürünüydü. Geleceğimden koparılmış, çocukluğuma ait bir parçaydı. Kendime neden orada olduğumu hatırlatmak ve kafamı toplamak için derin bir nefes aldım. İşe yaramak bir kenarda dursun aldığım nefesle Masal’ın kokusu beynimdeki her bir hücreye yayıldı. İşte o an, tam olarak o an, ne yapmam gerektiğini bulmuştum.
Sonunda, yüreğimdeki katranın içinde yalpalasa da batmayan kâğıttan bir gemi bulmanın verdiği şaşkınlıkla başımı kaldırdım. Karşımdaki boy aynasından seken bakışlarım odaya saçıldı.
Oda, tıpkı kafamın içi gibi ikiye bölünmüştü. Yarısı Masal’ın, yarısı kardeşi Lalin’indi. Ama bölünmüşlük, odanın iki farklı sahibi olmasından öte, çok daha keskin ve net hissediliyordu. Masal’a ait olan yarısındaki her şey maviydi. Bu renk takıntısı Bay Mavi’den çok önce başlamıştı. Çalışma masası, kitaplığı, yatak başlığı, nevresimleri, gardırobu, duvarları çok dikkatli bakmadığınız sürece farkı anlayamayacağınız kadar yakın tonlarda maviydi. Hiçbiri bu şekilde satın alınmamıştı. Masal hepsini kendi elleriyle boyamıştı zamanla. Tavanı ve yerdeki parkeyi boyamaya kalktığında annesiyle sağlam bir tartışma yaşamış, ama kendi istediğini ikisini de mutlu edecek bir yolla yapmasını da bilmişti. Gitmiş, üşenmeden şehirdeki yapı marketlerin yarısını gezmiş, yeteri kadar para biriktirmiş ve parkeye zarar vermeden üzerine yapıştırıp daha sonra çıkarabileceği acayip bir malzeme bulmuştu. Kâğıt desem değil, muşamba desem değil, boya desem değildi… Sadece maviydi işte…
Bütün oda kendinizi okyanusun ortasında hissedeceğiniz kadar maviydi. Katalog çekimlerinde kullanılan arka planlara benziyordu ama bir farkı vardı. İçinde hayat vardı. Masasının üzerinde hâlâ en son bıraktığı halde duran defterleri, devrilmiş bardağından saçılmış kalemleri, dolabının hemen önündeki sandalyeye atılmış kıyafetleri, kitaplığından taşan kitapların ciltleri, hepsi okyanusun ortasında asılı kalmış Masal’a dair damlacıklardı. Bu yaşanmışlığa rağmen onca mavinin sizi boğacağını düşünebilirsiniz. Ben düşünmüştüm, olmadı. Burası bir denizkızının odası ya da bir fırtına avcısının şahsi kamarasıydı. Her şekilde Masal’sıydı…
Bıçakla kesilmiş gibi odanın diğer yarısından ayrılan bu kurutulmuş okyanus, benim düşüncelerimin de umutlu yarısını temsil ediyordu. Yüreğimdeki o kâğıttan gemi her yalpaladığında bu okyanusun hayaliyle toparlanıp kendine geliyordu. Kendi düşüncelerim bana: Evet, evet bu! Bunu yapabilirim, bunu yapmak
zorundayım! Nasıl daha önce düşünemedim? diyor ve o katranın içinden hem kendini hem de beni nasıl kurtarabileceğini anlatmaya koyuluyordu.
Bu umuda rağmen gemim hâlâ yalpalıyordu. Onun bu yalpalamasını ise odanın diğer sahibi, Masal’ın bizden iki yaş küçük kız kardeşi Lalin’e ait olan taraf temsil ediyordu. En azından bir zamanlar Lalin’e ait olan…
Lalin geçtiğimiz yıl boyunca bir kere bile bu odada uyumamıştı.
Diğer pek çok konuda olduğu gibi odanın kendisine ait bölümünde de Lalin, zerre taviz vermemişti. Masal ne kadar denerse denesin okyanusunu onun tarafına bulaştıramamıştı. Çünkü Lalin Hanım, turuncuydu. Ablasının mavisine inat olsun diye mi bu kadar zıt bir renk seçmişti yoksa zaten zıt oldukları için mi sonuç böyleydi emin değildim. Odanın yerleşimi Lalinʼin kitaplık yerine makyaj masası tercih etmesi dışında tamamen simetrikti. Onun tarafındaki parkeler gri, duvarlar evin geri kalanı gibi kırık beyaz, oda takımı turunculu beyazlı, nevresimleriyse her daim desensiz ama turuncuydu. Diğer soluk renklerin yanında turuncu havai fişek gibi patlardı. Bütün bu narenciye festivali havasına rağmen Lalin’in tarafı tehlikeliydi. Bu sadece onunla oldum olası iyi geçinmeyi becerememiş olmamdan değildi. Evet, Masal da düzene bayılırdı ama Lalin’in düzen anlayışında bana göre onu tehlikeli kılan bir tat vardı. Duvarlarında, masasında kendine ait hiçbir şey yoktu. Odanın ona ait tarafına baktığınızda birinin orada yaşadığına dair en ufak bir iz bulamazdınız. Soğuk ve boştu. Lalin’in bu kanıtlanamayan varlığı düşüncelerimin diğer yarısı gibi işaret edemeyeceğim kadar derinlerde bir yerde saklanıyordu.
Bir yanım kâğıttan gemi umuduma karşı duruyordu. Sanki geldiği gibi aniden yok olup gitmesini istiyor, beni vazgeçirmeye çalışıyordu. Ben güvertede çaresizliğimden kurtuluşumla ilgili hikâyeler dinlemeye çalışırken o kulağıma eğilip yavaşça fısıldıyordu: Bunu yapamazsın, buna hakkın yok. Sence ailesi ne düşünecek, ne hissedecek? Ya sen, ne hissedeceksin?
Bütün bu düşüncelerimi odaya saçan ayna, hepsini toparlayıp yüzüme fırlatmasını da bildi. Ayağa kalktım. Masal’ın tüylü terliklerinin üzerinde durdum. (Bilmem mavi olduklarını belirtmeme gerek var mı?) Bulunduğum yerden Masal’ın çalışma masasına ve dolayısıyla planlarıma sadece iki adım uzaktaydım. Planlarım düşüncesiyle telaşa kapılarak buz kesmiş ellerimle yüzümü kapadım. Kafamdan yüzlerce soru, yüzlerce olasılık geçiyor; soğuk parmaklarıma takılıp dışarı çıkamadan gerisin geriye zihnime dönüyordu.
Yap, yapma, yap, yapma, yap, yapma…
Yapacaksan kendi hatalarını yap çünkü bir şeyi yaptığın için pişman olmak, yapmadığın için pişman olmaktan çok daha iyidir, derdi Masal. Hatırladığım bu sözle yavaşça ellerimi yüzümden çektim. Parmaklarım, uzamış açık kestane saçlarımı sağa sola dağıtmıştı. Zaten açık olan ten rengim iyice beyaza kesmiş; otoritelere göre bal, Masal’a göre bok rengi olan gözlerim haddinden fazla irileşmişti. Şüphesiz korkuyordum, şüphesiz korkacaktım. Çünkü korku, bu fikri aklıma ilk düşürendi.
Kararımı vermiştim.
Odaya girerken açık bıraktığım kapıyı kontrol etme gereksinimi bile duymadan koca bir adımda Masal’ın çalışma masasının yanında bittim. Saçılmış kalemlere ve onların altında uzanan her biri farklı bir defterden koparılmış gibi duran sayfalara şöyle bir göz attım. Hepsi işime yarardı. Her bir çizim, her bir nota ve onun kaleminden çıkmış her bir kelime… Konu Masal olunca saydıklarımın hepsini toparlamak bir ömür alırdı. Bu okyanusun sahibi bir çeşit sanat fabrikasıydı. Oysa vaktim yoktu. Her
an annesi ya da Lalin odaya girebilir, beni iş üstünde yakalayabilirdi. (Hoş, yakalasalar da yapmak üzere olduğum şeyi yapacağımı akıllarının ucundan bile geçirmezlerdi.)
Neyse ki esas ihtiyacım olan şeyin, nerede olduğunu bilmesem de ne olduğunu çok iyi biliyordum.
Ses çıkarmamaya özen göstererek masasının çekmecelerini karıştırmaya başladım. Yoktu. Dolap gözlerine geçtim. Yoktu. Komodini de denedim ama tabii ki orada da değildi. Yatağı kaldırıp bazanın içine baksam ne kadar ses çıkarırım diye düşünürken varlığını belli etmek isteyen birinin boğazını temizlemesiyle kendime geldim.
“Bir şey mi arıyorsun?” dedi Lalin dayandığı eşikten, havaya kalkmış ince kaşlarıyla bana bakarak.
“Ben… Sadece…” Ben sadece ne? İyi bir yalanın var mıydı Ayaz Bey?
“Sakin ol. Buraya zaten bunun için gelmedin mi?” Lalin dayandığı eşikten ayrılarak geriledi. Gözleri ablasının kitaplığında, en üst raftaki bir noktaya takıldı. “Annem çay koydu,” dedi gözlerini baktığı noktadan ayırmadan. Arkasını dönerken savrulan uzun simsiyah saçlarının bile odanın havasına karışmayacağından emin olmak istercesine temkinle geride duruyordu. Tek kelime etmeden de gitti. Başımı kaldırıp Lalin’in nereye baktığını anlamaya çalıştım.
Aradığım şey tabii ki de oradaydı.
“İyi ki geldiniz,” dedi Nilgün teyze çayını karıştırırken. Aslında şeker kullanmazdı. Gergindi. Bunu anlamak için onu tanımanıza gerek yoktu. Annem bir elini arkadaşının sırtına koyup gülümsemeye çalıştı.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yerli)
- Kitap Adıİmza: Her Şeyde İyi Olan Kız
- Sayfa Sayısı244
- YazarÖzge Ilık
- ISBN9786057479822
- Boyutlar, Kapak13.2x19.5 cm, Karton Kapak
- Yayınevi25M2 Kitap / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Beria ~ Cenk Çalışır
Beria
Cenk Çalışır
“…bir insanın canlı bir insanı ısırarak lokmalar hâlinde koparmasıyla daha önce hiç karşılaşmamıştı. Kadın delinin tekiydi. Kopardığı et parçasını kanlı dişlerinin arasında tutarak doğruldu....
- Yengeç Yazar ~ Koray Avcı Çakman
Yengeç Yazar
Koray Avcı Çakman
Yosunlar pek meraklı… Üstelik de çok kötü dansçı. Denizkızı ise pek pasaklı, saçlarını daha sık taramalı… Denizler de çok mavi… Bu mavilik beni bezdirdi....
- İkiz Gezginler ve Dünyanın Yedi Harikası ~ Betül Avunç
İkiz Gezginler ve Dünyanın Yedi Harikası
Betül Avunç
Gözünüzü açıp kapayıncaya kadar Dünyanın Yedi Harikası karşınızda! Arkeolog yazar Betül Avunç’un, Anadolu topraklarının zengin ve çok kültürlü tarihini sürükleyici serüvenlere dönüştürdüğü “İkiz Gezginler”...