Tutkuyla bağlı olduğun bir şey var mı? Nasıl yani? Ne bileyim işte. Hani böyle peşinden gözünü kırpmadan gideceğin bir şey? Uğruna her şeyi göze alacağın… Uzaktaki ağaçlara bakıp düşündüm. Galiba yok. O zaman için boş, dedi. Neslihan Önderoğlu bu öykülerde günümüz insanının en büyük çelişkisini anlatıyor: İlişkilerdeki yalnızlıklar ve yalnızlıklardaki ilişkiler. Evliliklerde, işyerlerinde, ebeveyn-evlat ya da kardeş ilişkilerinde süregiden çatışmalar, rahat vermeyen dostluklar; çetin ıssızlıklar, münzevi haller… Sözgelimi bazı öykü kişileri bazen gündelik hayatın sıkıntılı rutinine bazen de sürüklendikleri çaresiz duruma isyan etseler de asla bir “ada” olamayacaklarını tecrübe ediyorlar; acı vermesine karşın kopamayan bağlarıyla, sırtlarından atamadıkları sorumluluklarla yüzleşiyorlar… Ve her şeye rağmen bazen en karanlık anlarda ortaya çıkan umudun, sevginin kora dönmüş ışığını keşfediyorlar. Neslihan Önderoğlu, diğer kitaplarında olduğu gibi Yakınlık Korkusu’nda da toplumun her kesiminden, her yaştan insanın dünyasına eğiliyor. Yeri geldiğinde oldukça çetin meseleleri irdelemesine karşın sadelikten ödün vermeyen üslubuyla, ince ince işlediği sahnelerle akıllardan çıkmayacak sert, sarsıcı öyküler anlatıyor.
İçindekiler
Hoşça Kal Lili ………………………………………………………….. 13
Adem’in Yüzü ………………………………………………………….. 21
Başka Şeylere Dönüşen Şeyler…………………………………….. 29
Mahrem ………………………………………………………………….. 41
Ulla ………………………………………………………………………… 47
Anuş ………………………………………………………………………. 55
Zambaklar……………………………………………………………….. 65
Külotlu Çorap ………………………………………………………….. 73
Işıklar Söndüğünde……………………………………………………. 79
Güvercin Sessizliği ……………………………………………………. 85
Temel Yılanı…………………………………………………………….. 95
Söylenenler ve Söylenmeyenler…………………………………. 103
Bu Şehri Bir Yerlerinden…………………………………………… 111
Güzel Bir Araba ……………………………………………………… 117
Atlı Adam ……………………………………………………………… 125
HOŞÇA KAL LİLİ
Hava yeni aydınlanıyor. Sabahın ince sisi bir tül gibi denizin ve kumların üstünü örtmüş. Solgun ışıkta gözle seçilebilen her şey haddinden fazla beyaz. Sahilde köpeğin tasmasını çözüyor. Koş Robin. Hayvan bir anda kendini ileri atıp denizle kumların birleştiği çizgide koşmaya başlıyor. Tüyleri eskisi kadar parlak değil. Yaşlandı. On iki yıl bir köpek için ölüme göz kırpmak demek. Henüz yavruyken eve getirdiği bu siyah labradora Lili’nin üç yaşında tifodan ölen erkek kardeşinin adını vermesinin üstünden o kadar geçmiş. Ve Lili önceki gece başının altındaki yastıkların sayısını ikiden üçe çıkarmasını istedi. Sevgili Lili. Dışarısı hâlâ soğuk. Her sabah köpeğini gezdirirken karşılaştığı ve aralarındaki ilişki köpeklerinin oynaşmasını gülerek seyretmekten ve her defasında nezaketen birbirlerinin köpeği hakkında birkaç iltifattan öteye gitmeyen yeşil eşofmanlı adam arkadan yetişti. İki hayvan bir ileri bir geri, dalgaların ritmine eş bir oyuna başladılar. Bugün adamın adını sorsa. Bunca zaman sonra anlamsız olmaz mı? Sözgelimi yaz kış burada mı yaşadığını, ne iş yaptığını, ailesi olup olmadığını öğrense. Hatta işi ilerletip adamla arkadaş olmaya çalışsa. İkisi de köpekleri seviyor. Eh, başlangıç için hiç de fena değil.
Selamlaşıyorlar. Adam tek elinde balık dolu bir torba tutuyor. Öbür elinde uzun bir sopa var. Sopanın ucunda kuyruğa benzeyen bir tüy asılı. Bu haliyle az önce avlanmış bir sincabın kuyruğuna benzetiyor tüyü. Arada, sopayı dairesel hareketlerle döndürüyor adam ve o öyle yapınca köpeklerin ikisi birden etrafında deli gibi dönmeye başlıyorlar. Evlerine giden yoldaki gürültüden şikâyet ediyor adam durduk yerde. Birkaç aydır kimse gitmek istemiyormuş o tarafa. Nereden ortaya çıktıysa bir hayalet söylentisi dönüp duruyor, diyor. Tekinsiz hikâyeleri sevmesine rağmen bu seslerin asıl nedeninin martılar ve ilçedeki pavyondan koyu gören boş araziye kaçamak için getirilen orospuların gülüşmeleri olduğunu tahmin ediyor. Belki adam da biliyor bunu. Yine de birbirlerine bir şey söylemiyorlar. Adam iç içe geçmiş iki torbadaki balıkları gösteriyor. Kaya levreği. Balıkçı motorları daha kıyıya yanaşırken almış. Bizim için çok fazla, diyor, lütfen birkaç tane alın. Her zaman böyle tazesini bulamazsınız. Onun cevabını beklemeden torbalardan birini çıkarıyor, Kaç kişisiniz? Tereddüt ediyor. Lili yiyebilecek mi? İki, diyor. Karım ve ben. Teşekkür ederiz. Sonunda sopayı omzuna atarak uzaklaşıyor adam. Robin’in onun peşine takılmasını önlemek için boynundaki tasmadan tutmak zorunda kalıyor. Kumlar gecenin ıslaklığını koruyor. Ayakkabılarını çıkarıp o serinliği hissetmek istiyor. İğneli bir dokunuş adım attıkça tabanlarına yayılıyor. Bu kumlarda Lili ayaklarının altı yanarak denize doğru koşmuştu. Saçlarını ensesinde toplamıştı. Boynu güneşin el değmediği beyazlıkta. Üstünde uzun, beyaz bir elbise vardı ve eteklerini ıslanmasın diye iyice yukarı kaldırmıştı. Onun arkasından bakarken çok güzel bir kadın, diye düşünmüştü. Karşı koyamadığı bir arzu bütün bedenini yalayıp geçmişti. İki eliyle elbisesini yukarı toplamış, güzel bacaklarını ortaya çıkarmış, bu kadar teslim olmaya hazır Lili. Arada bir geriye, kendisine bakıp gülüyordu. Acaba ona dokunmalı mıyım, diye geçirmişti aklından. Ağzını hayal ediyordu, boynunun sıcaklığını. Yanına gidip onu tam da yanan ayaklarının denizin ıslaklığına kavuştuğu yerde yakalayıp yere yatırabilirdi. Bu altın güneşe karşı, kulaklarının içine kaçan ve avuçlarının altında ezilen kumlarla… Ama bunu yapmadı. Yerinden kımıldamadan ona baktı. Işık o kadar fazlaydı ki gözlerini yumdu ve kadının o görüntüsünün sonsuza kadar, ne zaman kumsalda yürüse hatırlanacak kadar canlı bir yaşam parçası olarak içine işlemesine izin verdi. Eğer ilaçların etkisiyle biraz olsun uyumayı başardıysa şu anda uyanmak üzeredir. Eve dönüp yedikten on dakika sonra kusacağı kahvaltıyı önüne koymak gerek. Mutfakta biriken bulaşıkları yıkamak, balıkları temizleyip pişirmek ve öğleden sonra gidip Lili’ye gömülebileceği bir yer bulmak için yeniden imamla konuşmak. Uzun zaman bunu kime soracağını düşündü. Burası küçük bir kasaba. Çıkışında servilerin altında çoğalan beyaz mermerleriyle tek mezarlık var. Geçen hafta meydandaki caminin imamıyla konuştu. Biliyoruz sizi, dedi adam. Ama gayrimüslim birinin Müslüman mezarlığına gömülmesi mümkün değil. Adama kızdı. Ölmek için burayı seçmiş bir kadından söz ediyoruz. Mezarlık olması şart değil, herhangi bir ağaç altı bile olur. Aslında daha önceden tanışıyorlardı. Bu karşılaşmayı unutmuş olamaz. Geçen yaz Lili’nin ısrarıyla buraya trenle geldiler. Trenin dar koridorunda sigara içerken rastlantıyla yan yana durmuşlar, pencereden dışarı bakarak havanın o yaz aşırı nemli olduğundan yakınmışlardı. Yoksa evvelki yaz mıydı bu? İmam ellerini iki yana açarak omuzlarını kaldırdı. Ne yazık ki istediğimiz her yere ölü gömemiyoruz. Yine de hanımefendi için Diyanet’le konuşup elimden geleni yapacağım. Onu dinlerken, çok genç, diye düşündü. Bunu anlamak için fazla genç. Robin’in tasmasının ipini takıp dönüş yoluna koyuluyor. Elinde sallayarak taşıdığı balık torbası köpeği heyecanlandırıyor. Lili yiyemezse balığı Robin’e verecek. Yol üstünde sayıları her geçen gün artan gösterişli evler, karanlık ceviz ağaçları arasında açılmış patikalar var. Lili bu patikalarda Robin’le yürümeyi sever, gökyüzünden başka bir şeyin görünmediği küçük koylardan topladığı deniz kabuklarını avucunda saklayıp eve getirirdi. Uzakta siyah, yoğun bir duman görünüyor. Evlerin arasındaki boş arsalardan birinde ateş yakmışlar. Yaklaştıkça yanık kokusu çoğalıyor. Az önceki köpekli adamın, tuhaf sesler geldiğini söylediği bölge bu. Mavi tulum giymiş, sakallı işçi, tutuşan otların başında durmuş, toprağın giderek kara bir battaniyeyle kaplanmasını seyrediyor. Robin araziyi kaplayan ve yer yer feri sönmüş ateş öbeklerinden ve dumandan rahatsız olup kaçmaya çalışıyor. Neden yakıyorsunuz bu otları? Ateşin etrafa yayılmasından korkmuyor musunuz? Yolun kenarına kadar gelip başındaki şapkayı çıkarıyor adam, Yok beyim, yayılmaz. Araziyi temizliyoruz. Anızları böyle yakınca geride ne yabani ot ne börtü böcek kalır. Sivri hatlı ince yüzü, sararmış dişlerini açığa çıkaran bir gülümseyişle yukarı çekiliyor, Hem işin içinde başka iş var, diyor. Geceleri pavyondan karı getirip gözden uzak âlem yapıyorlarmış burada.
Demek köpekli adamın sözünü ettiği yerlerden biri de burası. Alevler yangına dönüşecek, bitkiler ve hayvanlarla birlikte insanların şehvetlerini de kül edecek. Hayaletler çekip gidecek nihayet, kasabalı huzura erecek. Adımlarını sıklaştırıp bir an önce eve varmak istiyor. Arkasını dönüp o yağlı ve koyu duman da kendisiyle birlikte geliyor mu diye bakıyor. Her defasında tutukluk yapan anahtarla kapıyı hafif kendine çekerek açıyor ve yukarıdaki yatak odasına doğru sesleniyor: Uyandın mı sevgilim? Duvara çakılı askılıkta ikisinin montları yan yana asılı. Kendininki hâlâ geçen haftaki yağmurun kokusunu taşıyor. Lili’nin çok sevdiği çiçekli montu uzun süredir giyilmedi. Ses yok. Demek uyuyor. Mutfağa gidip lavabonun içini suyla dolduruyor ve balıkların torbadan suyun içine kayışını izliyor. Bir an için suyla buluştuklarında canlanacaklarını, yeniden yüzmeye başlayacaklarını düşünüyor. Ama çoktan sertleşmiş gövdeleriyle dibe çöküyorlar. Solungaçlarından sızan ince kan, suyun içine yayılıyor. Yukarı çıkıp onun odasına giriyor. Oda her gün temizlenmesine rağmen ilaç ve idrar kokuyor. Dün akşam idrar torbasını değiştirirken yere döküldü. Odanın cilalanmış parke zeminine yayılan sarı, keskin kokulu sıvıya bakıp, İnsan sırf var olmaya devam etmek için bu kadar alçalmamalı, dedi Lili. Kadın yüzü hafif pencereye doğru dönük uyuyor. Yüzünde uzun zamandır ilk kez parıldayan bir huzur var. Hareketsiz. Onun nihayet bu kadar derin uyumasına mutlu oluyor. Gözlerini tavana ya da camdan dışarı çevirip saatlerce dışarıdaki ışık ve karanlığın birbirinin nöbetini devralmasını seyretmesi can acıtıcı. Öyle zamanlarda onun acı çektiğini ve bu yüzden sustuğunu biliyor. Ona kızıyor, onu yeniden tanımaya çalışıyor. Çünkü sessizlik onları birbirine yabancılaştırıyor.
Yatağın yanındaki sandalyeye oturup onun elini tutuyor, Hayaletlere inanır mıydın Lili, diyor. Biraz önce ne gördüm biliyor musun? Hayaletleri yakıyorlardı. Dudaklarından yarım yamalak bir kahkaha dökülüyor. Kadının eli buz gibi. Korkarak bırakıyor. El bıraktığı gibi yanına düşüyor. Ağır. Eğilip ağzından, gözlerinden, saçlarından, boynundan öpüyor onu. Başını artık inip kalkmayan göğsüne koyup sandalyede öylece oturuyor, sonra kapıyı çekip odadan çıkıyor. Ağlamıyor ve buna şaşırıyor. Aksine, acı bir gerginlikle uzun zamandır kaskatı kesilen bedenini bir arada tutan bütün vidalar ve yaylar boşalmış gibi. Lili içeride katılaşırken kendisi gevşiyor. Merdivenleri inecek gücü bulamıyor ve tam ortada, evin en güzel manzarasını gören merdiven aydınlığının önündeki basamağa çöküveriyor. Sahile bakıyor. Gözleri martıları arıyor. Yoklar. Sahilin en eski sakini martıları hayranlık ve şaşkınlıkla izledi hep. Kimi zaman da kendisine yakın buldu. Sahilde öylece, bazen tek ayak üstünde hareketsiz durmaları, sadece bir varlık olmaları, ancak uzaktan bakan birinin gözleyebileceği huzur ve ayrıksılığı akla getirmeleri etkileyici gelmişti ona. Ağaçların yeşilliği, güneşin ışıltısı, sessizliği bozan dalgaların sesi, martıların dinginliği, kayalıkların üzerinden görünen mavi deniz, burada kendini zorlayarak kurduğu evrenin parçalarıydı. Aksi halde zaman, ağır tahta bir tekerleğe dönüyordu. Şimdi kadının gidişiyle o tekerlek durdu. Büyü bozuldu. Mevsimi geçmiş yazlık bir kasabanın eski evlerinden birinin tozlu merdiveninde oturuyor. Hava serin, etraf dağınık, kirli, mutfak lavabosunda iki ölü balık ve yukarıdaki odada karısının gömülmeyi bekleyen bedeni var. Olan biten bundan ibaret. Şimdi ne olacak? Bundan sonra nasıl yaşayacağını bilmiyor. Belki burada kalır. İlk iş evi baştan aşağı elden geçirir, eskimiş banyo ve mutfak dolaplarını, rüzgâra kar….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıYakınlık Korkusu
- Sayfa Sayısı136
- YazarNeslihan Önderoğlu
- ISBN9789750744693
- Boyutlar, Kapak, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Dizboyu Papatyalar ~ Tomris Uyar
Dizboyu Papatyalar
Tomris Uyar
Evet, iyi bildin. Hep kapalı yere veririm sırtımı otururken. Tezgâha, varsa. Çünkü çok tattık arkadan gelen serseri kurşunları, çok gördük sarhoşluk numarasına vurup bıçağı...
- Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı ~ Ahmet Tulgar
Bakmadığınız Bir Yer Kalmıştı
Ahmet Tulgar
“İçsavaş bütün diğer savaşların da mantığının en net göründüğü yerdir. Komşunu vur. En yakınını. Belki de bu yüzden işte içsavaştan geçmiş toplumlar dünya üzerinde...
- Kaldığımız Yer ~ Behçet Çelik
Kaldığımız Yer
Behçet Çelik
“Aynı dili konuşuyorduk; kelimeler yakın anlamlar taşıyordu birbirimize; ama ne olduğunu bilemediğim bir engel, bir engebe, aşamadığımız bir yabancılık seziyordum, cümlelerin birbirine bağlanmasını zorlaştıran...