Moğolların yükselme ve yayılma döneminde doğan Kubilay Han (1215-1294), dedesi Cengiz Han’ın ölümünden sonra imparatorluğunun oğulları arasındaki bölüşümünde iktidar rüyasına en uzak torunlar arasında kalmıştı. Ancak akıllı ittifak stratejisi ve uygun hamlelerle devreye giren annesi Sorgotani Beki sayesinde bahtına, 1260 yılında Ulu Kağan olarak Moğolların başına geçmek düştü. Devraldığı imparatorluğu yeni fetihlerle genişletti, Pasifik kıyısından Orta Avrupa’ya kadar uzanan kesintisiz topraklarıyla tarihin gelmiş geçmiş en büyük devleti haline getirdi. Bu fetihler sırasında yüz binlerce, belki de milyonlarca insanın ölümüne yol açtı.
Kubilay Han 1279 yılında Çin’i tamamen ele geçirince, göçer bir fatih olarak kalmak yerine eskiden beri ilgilendiği bu kalabalık ve gelişkin uygarlığı etkin biçimde yönetmeye çalıştı. Bunun için Moğolların farklı dinlere saygı gösterme geleneğiyle yabancı danışmanlar kullanma yaklaşımını, kendi Çince bilgisi ve yönetim yeteneğiyle birleştiren bir idare kurdu. Yeni bir başkent inşa etti, yeni yasalar yaptı, bütün Moğol topraklarında kullanılmak üzere bir yazı dili geliştirdi. Tiyatroyu, sanatı, her türlü zanaat ve ustalığı, bilimi ve tıbbı destekledi. Eskiden kalma Büyük Kanal’ı uzatarak başkent Ta-tu’ya (bugünkü Pekin) bağladı. Seyyahlar, Asya’yı baştan sona kat etmeye, onun döneminde başladı. Ünlü İtalyan seyyah Marco Polo’nun Batılılara anlattığı Asya, onun yönetimi altındaki kıtadır.
Fetihlerinde büyük başarı kazanan Kubilay Han, sadece Vietnam ile Japonya’ya boyun eğdirememiştir. Özellikle ömrünün sonlarına doğru, karısı Çabi’nin ölümünün ardından gelen Japonya felaketi, kendini iyice içkiye ve yemeğe vermesine, saraya kapanmasına neden oldu. Ölümünün ardından o koskoca imparatorluk, neredeyse kurulduğu hızla dağılmıştır.
Prof. Morris Rossabi, Kubilay Han’ın Seyyahı dahil olmak üzere kitaplarıyla dünya çapında ilgi uyandıran bir Çin ve Orta Asya tarihi uzmanıdır. Kendisi Moğollar konusundaki abartılı olumsuz algıyı kıran isimler arasındadır.
1.Bölüm
İlk Moğollar
Kubilay Han, Moğol gücünün dorukta olduğu dönemde yaşadı. Moğol istilası başlarken doğdu, Moğol orduları kuzeye ve batıya yayılırken büyüdü. Kubilay da, büyükbabası Cengiz de, Moğolların ve Avrasya’nın tarihindeki bu görkemli dönemin en ünlü kişileri oldular. Avrasya tarihi, Moğollarla başladı. 13. yüzyılın ilk birkaç on yılı içinde, dünya tarihinin en büyük imparatorluğunu kurmayı başardılar. Toprakları kuzeyde bugünkü Kore-Batı Rusya çizgisinden, güneyde Burma-Irak çizgisine kadar genişledi. Orduları bugünkü Polonya ve Macaristan’a kadar uzandı. Bu süreç boyunca, o dönemde dünyanın en büyük hanedanlarından bazılarını yok ettiler: Ortadoğu ve İran’da Abbasiler, Çin’de Cin ve Song, Orta Asya’da Harezmşahlar yıkıldı ve Moğollar bir kuşak boyunca bütün Avrasya’ya egemen olup, dünyanın geri kalanına korku saldılar.
İmparatorlukları yüz yıl bile sürmediği halde, Doğu ile Batı arasında sıkı ve gelişmiş bağlantılar kurarak Avrupa’yı kopmaz bağlarla Asya’ya bağladılar.1 Yeni edindikleri topraklar görece bir istikrara ve düzene ulaştıktan sonra da yabancılarla ilişki kurulmasını kısıtlamadılar. Evrensel egemenlik iddialarından hiç vazgeçmediler ama kendilerine boyun eğmemiş hükümdarların topraklarından gelenler dahil yabancı gezginlere karşı konuksever davrandılar. Asya’nın kendi egemenliklerindeki geniş kesiminde yolculukları hızlandırdılar ve desteklediler;2 Avrupalı tüccarların, zanaatkârların ve heyetlerin Çin’e kadar yolculuk etmesine izin veren ilk devlet oldular. Kervanlarla Avrupa’ya ulaşan Asya mallarına yönelik talep, zaman içinde Asya’ya giden bir deniz yolunun aranmasına yol açtı. Böylece Moğollar, Ümit Burnu üzerinden Asya’ya ulaşan bir deniz yolunun keşfedilmesiyle ve batıya doğru yola çıkan ancak hedefi Hindistan’a varamayan Kristof Kolomb’un yolculuğuyla zirvesine ulaşan Avrupa’nın 15. yüzyıldaki keşifler çağının ortaya çıkmasına dolaylı olarak yol açmış oldular.
Moğollar, Asya ile Avrupa’yı bağlamaktan çok daha fazlasını başardılar. Ele geçirdikleri bölgelerin büyük bir bölümünü kendileri yönettiler. Çinli, İranlı ve Türk danışmanların ve yöneticilerin vazgeçilmez yardımları sayesinde, yağmacı olmaktan çıkıp yönetici haline geldiler. Devletler kurdular, bürokrasiler oluşturdular, vergi düzenleri geliştirdiler; çiftçilerin, hayvancıların ve tüccarların çıkarlarını gözettiler. Hanların çoğu yabancı dinlere hoşgörülü yaklaştığı ya da umursamadığı için, Moğol topraklarında dini baskı nadir görüldü. Bazı Moğol önderler çeşitli yerel kültürleri desteklediler, sanatçıları, yazarları ve tarihçileri himaye ettiler. Çin tiyatrosu, İran tarihçiliği ve Tibet Budacı sanat ve mimari, Moğol işgali yıllarında çok yol kat etti.
Moğol hükmünün karanlık yanı elbette göz ardı edilemez. Orduları bazı bölgelere o kadar büyük hasar verdi ki, buraların toparlanması yıllar hatta on yıllar aldı. Kendilerine direnmeye kalkışanlara merhamet göstermediler. 13. yüzyılda İranlı bir tarihçi, Moğolların “katliamlarını, yağmalarını ve yıkımlarını” yazarken, bir seferlerinde eskiden bereket fışkıran bir ülkeyi “tek vuruşta ıssız bıraktıklarını, oraların çöle dönüştüğünü, yürüyen ölülerin ortaya çıktığını, derilerinin ve kemiklerinin toza dönüştüğünü, en güçlülerin bile perişan olup, cehennem azabına sürüklendiğini” anlatır.3 Modern yazarlar da Moğolları tartarken genellikle benzeri bir acımasızlık gösterirler. Bu yazarlardan biri Moğolların Çin saray hayatındaki sertlik düzeyini yükselttiklerini, “Çin uygarlığının bütün boyutlarına şiddet ve yıkım getirdiklerini, Çin kültürel değerlerini umursamadıklarını, Çin etkisine güvenmediklerini ve Çin devletini de beceriksizce yönettiklerini” söyler.4
Ancak Cengiz Han dönemine kadar bir yazı dili geliştirmiş olmadıkları için maalesef muzaffer Moğollar, bu seferlerini, devletlerini ve imparatorluklarını kendi ağızlarından bize aktaran fazla kaynak bırakmamışlardır. Moğolların 13. yüzyıla ait yazılı kaynakları son derece yetersiz olduğu için bilgimizin çoğunu onlara boyun eğmiş olan kavimlerden alıyoruz: Çinliler, İranlılar, Koreliler, Ermeniler, Araplar ve diğerleri… Dolayısıyla, Moğolların gaddar ve zalim olarak anlatılıyor olması doğaldır. Bu yüzden, Moğol zulmü ve canavarlıkları hakkında yazılan abartılı öykülerin bir bölümünün görmezden gelinmesi gerektiği de açıktır.
Moğol İmparatorluğu’nun Doğuşu
Kubilay Han’ın ve atalarının vatanı Moğolistan, “yüce dağları, karlı dorukları, zengin ormanları, ırmakları ve gölleriyle” şaşkınlık uyandıran bir tezatlar ülkesidir. Kuzeyi, doğusu ve batısı kesintisiz dağ sıralarıyla çevrelenmiştir. Güneyinde de Gobi Çölü aşılması güç bir engel oluşturur. Gobi’nin büyük bölümünde kır yaşamı da, tarım ekonomisi de olanaksızdır. Bütünüyle ıssız olmasa bile, yazın dayanılmaz sıcağı ve kışın soğuk rüzgârlarıyla karı, bu çölü neredeyse yaşanmaz kılar. Bu kasvetli ve yabani ortamda, insanın da, hayvanın da ancak en dayanıklısı barınabilir.
Nüfusun çoğu, Moğolistan’ın merkezindeki bozkırda yaşar. Burada, göçer yaşamın en büyük gereksinimlerinden olan su ve ot, yeterince bulunabilir. Bozkırın suyu, yoğun tarım yapmaya yetersizdir ama hayvancılığa uygundur. Geleneksel ekonomi, beş temel hayvana dayanır: Yemek, giysi, barınak ve yakıt amacıyla koyun, keçi ve yak [Tibet sığırı-ç.] beslenir. Taşıma ve çöllerde ticaret amacıyla deve, hareket sağlamak için de at yetiştirilir. At, savaşta süvarinin binmesi yanında, Moğolların resmi iletileri ve raporları geniş topraklarında dolaştırabilmeleriyle ün yapmış olan büyük posta teşkilatlarının da temelidir.
Bozkır göçerlerinin ekonomisi hassastı; kuraklığın, sert kışların ve salgın hayvan hastalıklarının sürekli tehdidi altındaydı. Bu yüzden tarım toplumlarıyla, özellikle de Çinlilerle ticaret zorunluluktu. Ayrıca onlardan bitmiş ürünler de alıyor, karşılığında hayvan ve hayvan ürünleri veriyorlardı. Çinliler ticaret yapmayı reddettiği zaman göçerler, barışçıl yollarla elde edemedikleri ihtiyaçlarını yağmayla gidermek için akınlar kuruyorlardı. 11. yüzyıl sonunda ve 12. yüzyıl başlarında bozkırda “Moğol” adında yeni bir topluluk ortaya çıktı. Başlangıçta küçük obalar (Moğolca obog) halinde örgütlenmişlerdi ama bu yüzyıllarda daha büyük boylar (aymag) altında birleştiler. Bir zamanlar herhalde dini önderler arasından çıkmış olan boy beyleri, artık savaşçılıkları yüzünden seçilir oldu ve göçer çobanlar toplumunu soyluların (noyad) yardımıyla yönettiler. Soyluların boy beylerine olan sadakati bireysel ve kişisel ilişkiye dayanıyordu çünkü Moğol toplumunda boy beyliği kurumuna karşı sadakat gibi soyut bir kavram bulunmuyordu. Boyun savaş eğitiminden sorumlu olan beyler, bunu sağlamak için büyük avlar düzenliyorlardı.
Bütün Moğolların savaşçılık eğitimi almasının bu kadar önemsenmesi sayesinde, beyler gerektiğinde topyekûn seferberlik sağlayabiliyorlardı.
Moğollar 12. yüzyıl sonlarında bu toprağa egemen oldular. Bazı boylar barış içinde birleşti, bazılarına ise güçlü beyler zorla boyun eğdirdi. Ancak merkezi bir önderlik yine de söz konusu olmadığı gibi Uygur, Nayman, Kereyit ve Öngüt gibi bağımsız Türk boyları da aynı bölgede yaşamayı sürdürüyordu.
Cengiz Han (yak. 1162-1227) önderliğinde Moğollar Asya’nın geri kalan topraklarına atıldılar. Cengiz, dağınık Moğol boylarını birleştirdi ve onları güçlü bir savaş makinesine dönüştürdü. Askeri dehası ve siyasi yeteneği tartışılmazdı. Yine de, Owen Lattimore’un saptadığı gibi, “elverişli bir zamanda ve doğru coğrafi bölgede… doğmuş olmasaydı… doğuştan yeteneği onu bu kadar ileri taşıyamazdı.”
Cengiz, sistemini Moğol boylarının gelişim biçimine dayadı. Boyların birleşme eğilimleri, uyanan etnik farkındalıkları ve gelişen askeri güçleri sayesinde Cengiz, boyları sancağı altında topladı ve yerleşik uygarlıklara meydan okudu. Hatta Moğol ekonomik yapısının doğasından gelen belirsizlikler, dış ticarete bağımlı oluşları ve komşularının bu ticareti bazen reddediyor olduğu gerçeği, Cengiz’in askeri seferlerini teşvik bile etti. Ayrıca, iklimi zaten sert olan Moğolistan’da havanın hızla soğuması, çayırlarda ot uzunluğunda ve yoğunluğunda belirgin düşüşe neden oldu ve Moğolları kötü etkiledi.” Hayvanları ve dolayısıyla kendi yaşamları tehlikeye girince, güney komşuları olan Çin ile ticaret yapmak ya da onlara akınlar yapmak zorunda kaldılar. Gök Tanrı’nın (Mengü Tengri) kendisine Moğolları birleştirmek ve belki de dünyayı yönetmek görevini vermiş olduğuna inanan Cengiz, böylece Moğolları geleneksel yuvalarından çıkarmak ve başka bölgeleri ele geçirmek için ihtiyaç duyduğu koşullara ve olanaklara kavuşmuş oldu.
Cengiz (ya da Moğolların önderi kabul edilmesinden önce bilinen adıyla Timuçin), 1190’lı yıllar ile 1200’lerin başları boyunca dünyada önemli bir rol oynamaya hazırlandı.10 Güvenilir silah arkadaşlarından ve müttefiklerinden oluşan özel bir ordu [nököd “yardımcı, hizmetçi” anlamına gelen nöker sözcüğünün çoğuludur-ç.] kurdu. Bu orduyu bin kişilik birimlere böldü ve başlarına binbaşılar atadı. Bu binbaşıların yetkileri, eski oba ve boy beylerinin üstündeydi.11 Birliklerinde katı bir disiplin uyguladı, bir istihbarat ağı kurdu ve kusursuz süvari birlikleri…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Biyoğrafi-Otobiyoğrafi
- Kitap AdıKubilay Han
- Sayfa Sayısı356
- YazarMorris Rossabi
- ISBN9786254298608
- Boyutlar, Kapak 12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Kısa Hayat Öyküm ~ Abidin Dino
Kısa Hayat Öyküm
Abidin Dino
Benim yapabildiğim, yaptığımı umduğum, son soluğuma değin yapacağım –ki önümde uzun bir zaman yok, biliyorum– bu birtakım şeylerin yaklaşmakta olduğu duygusunu yaşamak ve yaşatmak....
- Yılmaz – Hakkari’den İstanbul’a Bir Şöhret Yolculuğu ~ Muhsin Kızılkaya
Yılmaz – Hakkari’den İstanbul’a Bir Şöhret Yolculuğu
Muhsin Kızılkaya
Muhsin Kızılkaya, bu biyografik romanda en yakın arkadaşı Yılmaz Erdoğan’ın Hakkari’den İstanbul’a yani şöhrete uzanan hikayesini anlatıyor. Onun aşklarını, özlemlerini, hayallerini, hayatındaki önemli kişileri,...
- Vilyem Şekspiyer – William Shakespeare ~ Cenap Şahabettin
Vilyem Şekspiyer – William Shakespeare
Cenap Şahabettin
Yalnız İngiliz edebiyatına değil dünya edebiyatına ismini silinmez harflerle kazıyan William Shakespeare için “Fıtratın en mümtaz prensi; Hâlik’ına yaklaşmış bir hilkat velisi; şairlerin en...