Ludovico Ariosto (1474-1533): Ünlü İtalyan şair. Hukuk öğrenimi görmüş, kalabalık ailesine bakmak için Ferrara dukalarının yanında çalışmak zorunda kalmıştır. Çağdaşı Machiavelli gibi Hümanizma-Rönesans’ın temelini oluşturan yazarlardan biri olan Ariosto şiirin yanı sıra komedya, hiciv gibi türlerde de eserler vermiştir. Kendisine ölümsüz bir ün kazandıran ve gelmiş geçmiş en büyük şairler arasında anılmasını sağlayan eseri Çılgın Orlando üzerinde neredeyse 30 yıl çalışmıştır. Şair manzum şövalye hikâyelerini ve Şarlman’ın Hristiyanlığı yayma çabasını temel aldığı eserinde ince bir alaycılıkla derin bir insan sevgisini iç içe işler. Yayımlanmasının hemen ardından büyük bir başarı kazanan Çılgın Orlando sadece İtalya’da 154 baskı yapmış, hemen hemen bütün Avrupa dillerine çevrilmiştir. Hasan Âli Yücel Klasikler Dizisi’nde üç cilt olarak yayımlanacak olan Çılgın Orlando , İtalyanca aslından ve manzum olarak dilimize ilk kez çevriliyor.
Sunuş
Ludovico Ariosto, Çılgın Orlando’yu ilk kez 1516’da 40 kanto, 16 yıl sonra 1532’deyse 46 kanto olarak yayımladı. 40 kanto olarak XVI. yüzyılda 154 baskı yaptı, ayrıca hal- kın anlayacağı dilde 38, Lehçe 18, Fransızca 20, İspanyolca 20 ve İngilizce de 1 baskı. Çılgın Orlando herhangi bir de- ğişiklik yapılmadan 40 kanto olarak kalsaydı, öykü bitme- miş olacaktı! 46. kanto bir sonuç kantosudur ve Dante’de de (Araf, I, I-2; Cennet, II, I-9) olan bir metafor ile başlar: Gemi metaforu.
Hristiyanlarla Sarazenler arasındaki savaş 46. kantoda sonlandırıldı. İki düşman halk arasındaki savaş 46 kanto boyunca zaman zaman kendini gösteren ve öykünün omur- gasını oluşturan temel izleklerden biridir. Bu savaşta çoğunukla tarafsız kalan şair, son kantoda bir parça kendi inan- cından yanadır. Fransa’nın işgaline gönlü razı olmamıştır. Sonunun ne olduğunu söylemiyor, ben de Ariosto gibi son kantoya bırakıyorum. Tarihsel olaylar sonuçları bağlamın- da yoruma açıktır, özneldir; kişi istediği gibi görebilir. Ola- yın kendisini yadsımak olanaklı değilken, sonuçları üzerinde farklı yorumlar yapmak olanaklıdır. Dolayısıyla sonunu na- sıl getirmişse, getirmiştir, yazarı kınamamak gerek.1
Bu işin bir başka yanı da vardır: Böyle bir savaş hiç olma- mış da olabilir ki bu yapıttaki savaşı da böyle okumak gerektiğini düşünüyorum. Ariosto’nun sözünü ettiği savaş Carlo Magno’nun zamanında olmamıştır. Sarazenlerin Fransa’yı işgal ettikleri ve uzun süre Avrupa’da kaldıkları elbette doğ- rudur ama bu işgal 732’de Puvatya (Poiters) savaşıyla so- nuçlandırılmıştır. Ve söz konusu olan imparator Şarlman’nın dedesi Charles Martel’dir. Dahası Paris hiç kuşatma altında kalmamıştır. Kamuoyunda yaygın böyle bir kanı belki de Prof. Hatice Oruç’un dediği gibi 1822-27 yılları arasında tamamlanan ressam Julius Schnorr von Carolsfeld’in Çılgın Orlando’dan hareketle resimlediği tablodur. O zaman bu sa- vaş kurmacadır. Ama şövalye dünyasını anlatan bir yapıtta Şövalyelerin olması kaçınılmazdır ve doğal olarak, şövalyele- rin kılıç çekebileceği bir düşmanları. Bu düşman da Ortaçağ mantığı bağlamında Müslümanlardan başkası olamazdı.
Ariosto bu yapıtına ömrünü verdi desek yanlış olmaz. Tam 30 yıl üzerinde çalıştı. Yazdıkça, eşine, dostuna, okurara gösterdi evinin bir odasında, yazdıklarını masanın üze- rine yayarak. Ne kadar kılı kırk yaran biri olduğuna işaret eden çağdaşları salt bu yapıtıyla ilgili olarak değil, yazmış olduğu tüm yapıtlarında (Tiyatro Oyunları, Taşlamalar vb.) aynı duyarlığı gösterdiğini söylerler. Kitabı okudukça, Arios- to böyle bir yapıtı yazmaya ne diye koyuldu acaba, sorusu kafamıza hep takıldı. Kendine göre nedenleri vardı mutla- ka. Kendi kişisel dürtüleri, bastırılmış temel içgüdüleri, ki- tabın içeriği, imgelem dünyasına açık fantazi ve yanılsamaarı, gerçeklikten, düş boyutlarına varan dünyalar yaratma sevdası, hayallerinin genişliği… Belki de damarlarında asılı kalmış, epik şiire olan tutkusu zorlamış olabilir şairi bu ma- cerasına. Ancak dış etmenler de söz konusudur. Bunlardan ilki Ariosto’nun bir saray adamı ve şairi olmasıdır. Bir bekentiye yanıt vermek üzere ömrünün yarısını alan bu yazın- sal emeğe katlanmış olması saraylı büyüklerini mutlu etmek için de olabilirdi. Daha 1. Kantoda yapıtını adadığı Kardinal Ippolito’ya şunları söyler:
Hoşunuza gitsin ne olur, Erculea soyunun evladı, Işığı ve süsü çağımızın; Ippolito, kabul buyur lütfen, sana bu hizmetçinizin istediği ve sunabileceği tek şeyi. Bu geliyor elimden, ancak sözcükler ve mürekkebimin ürünüyle ödeyebilirim size olan borcumun bir parçasını; az veriyorum diye kınanmak istemem, tümünü armağan ediyorum verebileceğimin.
Samimi de olabilir söylediklerinde, ya da düke daha çok yakınlaşmayı, daha fazla gözüne girmeyi amaçlamış da olabilir, çünkü babası genç yaşta ölünce, ailenin en büyük evladı olarak geçindirmek zorunda kaldığı annesi ve dokuz kardeşi vardı. Saraylıların, macera dolu şövalye öyküleri- nin dillendirilmesinden büyük bir keyif aldıkları ve arala- rında bu ya da o şövalyeden yana taraf tutarak rekabete girdikleri de bilinen bir şey. Getto şöyle diyor: “Bugün si- nema oyuncuları ya da futbolcular için yapılan, o günlerde şövalyeler için yapılıyordu. Saraylıların gözde şövalyeleri vardı. Örneğin, Isabella d’Este ve Galeazzo Visconti ara- sındaki rekabet dillerde dolaşıyordu: Orlando mu, yoksa Rinaldo mu !”2
Amca çocukları olan Orlando ile Rinaldo hiç karşı kar- şıya gelmedi. İkisi de evli ama ikisi de Angelica’ya âşık. İkisi de yaman şövalye. Okunduğunda görülecektir ki Orlando çılgınlığına karşın insancıl bir adam, yardımsever, zorda kalana koşan, kurtarıcı biridir. Rinaldo da öyledir. Adamarını korumasını bilen, askerlerini hiç yalnız bırakmayan, hükümdarına sonsuz saygılı, aşkını ülkesi için unutan biri… Oysa Orlando, adı üstünde, çılgınlığıyla bilinen, çılgınlığın- dan ötürü savaşı unutan, pek de savaş sahnelerinde gözük- meyen, Angelica’nın peşinden koşan bir şövalye. Angelica’yı yitirmesi yaşamını zindan etmiştir. Sarazenlerin de kahramanları var, hem de çok ünlü ve çok cesur: Rodomonte, Mandricardo, Ferrau’ gibi. İki taraf arasında (Hristiyan-Sarazen) kalan Ruggiero gibi. Ruggiero hepsinden öte önemlidir. Ruggiero olmasaydı d’Este ailesi, Ferrara’nın kurucu ailesi olamayacaktı. Biri Hristiyan, biri Sarazendir; dinleri farklı olduğundan ancak biri diğerinin di- nini kabul edince evlenebilmişlerdir. Bu kavgalı dövüşlü iki takımın sevgi ve aşk söz konusu olduğunda nasıl da kibir, öfke ve ihtirası bir kenara attıkları ya da bırakamadıkları inceden inceye işlenmiştir Çılgın Orlando’da.
Ariosto şövalye edebiyatı bağlamında yazdığı, epik des- tan olarak bilinen bu türü kendisi yaratmadı. Öncülleri vardı kuşkusuz. Ona tarihsel olarak en yakını da Matteo Maria Boiardo’nun Âşık Orlando’ sudur. Çılgın Orlando bu yapıtın bir devamı gibidir. Ariosto kuşku götürmez bir biçimde Boiardo’yu izlemiştir. Olay örgüsü, karakterler ve temel izlekler hemen hemen aynıdır. Çılgın Orlando, Âşık Orlando gibi Sarazenlerle Hristiyanlar arasındaki savaş üze- rine kurulu bir izlekten çıkmıştır yola. Bradamante ile Rug- giero aşkı da vardır Boiardo’da Angelica da. Ariosto konuyu Boiardo’nun bıraktığı yerden alarak sonlandırır.
Ariosto’nun, yapıtını takdim ederken söylediği, Getto’nun söylediklerini destekler niteliktedir: Ben bu yapıtı “incelikli hanımefendiler ve beyefendiler eğlensinler ve keyif alsınlar diye yazdım” diyor. 10. ve 11. Yüzyıl cantari’lerinin (şarkı- cılar, söz ustaları) söyledikleri de hem eğlendirmek, hem de bilgilendirmek amaçlıydı. Sözlü olarak meydanlarda sergile- nen bu ezgiler Luigi Pulci (Morgante) ile başlayan, ardından Boiardo ve Ariosto ile yazıya dökülen ve yazınsal bir kimlik kazanan Ortaçağ şövalyelerinin maceralarıdır. Ne ki farklı bir kimlikle ve Hümanizma insanına yakışır modern bir kııkla karşımıza çıkmaktadırlar. Yoksa iki yapıtta da aynı ko- nular işlenmiştir: Carlo Magno (Şarlman) ve Kral Arthur ef- sanelerinin şiirsel ölçütlerine göre oluşmuş bu iki yapıt (Âşık Orlando ve Çılgın Orlando) kaynaklarını Şarlman’nın Basklara karşı açtığı savaşları anlatan Canzone di Rolando’da (Rolando’nun Şarkısı) bulurlar. Yaklaşık 1100 dizeden olu- şur; Turoldo tarafından yazıldığı sanılmaktadır.
Boiardo daha çok aşk izleğini öne çıkaran Arthur’a yasanırken, Şarlman için şunları söyler: “Kapılarını aşka ka- padı, kendini din savaşlarına kaptırdı.” (Âşık Orlando, 2. XVIII, II)
Âşık Orlando’da şövalyenin önemli bir niteliği olarak vurgulanan, şövalyenin olmazsa olmazı aşktır çünkü aşksız yaşayan her şövalyel canlı görünse de koftur (Âşık Orlando, 1. XVIII, XVI). Oysa Çılgın Orlando’da Ariosto’nun anlayı- şı, şövalyelerin kavgayı, dövüşü önemsemeleri gereği üzerine kuruludur; bu nedenle Carlo Magno efsanesine yaslanmak- tadır daha çok. Bunun en somut örneği Ruggiero’nun du- ruşudur. Sevgilisi Bradamante’ye tutkusu tartışılmaz ancak yurt sevgisi önde gelmektedir. İki efsane arasındaki temel fark, kadın ögesine ilişkindir. Birinde tüm öykü kadın etra- fında dönerken (nitekim kazanılan zaferler kutsal nitelikleri olan kadına adanırdı), ötekinde hikâyeyi devindiren iki din arasındaki savaştır, ki bu savaşlar da, din savaşları olarak gözükse de özünde macera savaşlarıdır kanımızca.
Ariosto aynı zamanda usta bir mizahçıdır, karikatürize etmeyi çok sever. Ariosto’nun çok incelikli ironisini unutma- mak ve göz ardı etmemek gerek. Kimi zaman satırlar arasında ortaya çıkan, kimi zaman kaybolurken iz bırakan alaycılığı, bizce yapıtın temel ögelerinden biridir ve yapıtı ayakta tutan ana unsurların başında gelmektedir. Bu ironisi kimi zaman abartılarla kendini gösterir; kimi zaman da olmadık şekilere soktuğu insanın yapmacıklığı üzerinde ısrarıyla ortaya çıkar. Segre’nin dediğine bakılırsa ironisi “bilgelik işaretidir, ama öyle bir bilgelik ki yanılsamanın ve imgelemin değerini bilir.”3 Kendi kendisiyle dalga geçmeden edemez. Yüzündeki ifadeden alaycı yaklaşımını yakalamak olanaklı değildir pek ama içinden çıktığı topluma ve topluluğa tepeden bakarak gözlemlediği kesindir. Belki de bu gözlemlerini Ferrara ken- tinin tam ortasında bulunan dükün şatosunun kulesinden hem kente, hem de karınca misali kaynaşan insanlarına ba- karak yapmıştır. Daha sonra sarayın salonlarını ve odalarını dolaşmış ve en sonunda mahzendeki zindana inmiştir. İnmiş- tir mutlaka. İktidarların, iktidar hırsının neden olduğu kav- galarının nelere mal olduğunu görmek için inmiştir. Dükün, kardeşlerini kapattığı ve ölüme mahkûm ettiği hücrelerdir bunlar. Dahası, yaşamıştır bu sarayda. Belki de bu acı ger- çek karşısında çaresizliğini örtbas etmek için imgelem dün- yasına çekilmeyi yeğledi ve o dünyada rahatsız edilmekten de huzursuzluk duydu. Ne ki düş ve imgelem dünyasına bu kadar çok dayandığı için bir “kaçış” şairi olduğu asla söyle- nemez. Segre aynı şeyi söylüyor: “Onun fantezi düşkünlüğü, gerçekten kaçış için bir araç değildir, tersine bir şiirsel dünya yaratmak çabasıdır, daha geniş çapta ve daha özgürce de- neyimleyerek o gerçeğin parçalarını yakalamak ve bir araya getirmektir.”4 Giacomo Leopardi onu “tatlı düşlerin uçarı ozanı” olarak tanımlıyordu (bkz. Şarkılar, Angelo Mai’ya).
Savaşa, kine, öfkeye, inanç kavgasına karşın sevgisizlik yoktur bu yapıtta, tersine şövalyeler arasında sevgi tomur- cukları açtırtan centilmenlik (soyluluk) ve kibarlık vardır. Ruggiero-Bradamante aşkı ilginçtir: Ruggiero Hristiyanken, Müslüman; Müslümanken Hristiyan olur; Bradamente’nin, Müslümanlığını bile bile Ruggiero’ya gene âşık olması sev- gi bağlamında önemli bir ipucu sayılmalıdır. Yapıtta insancı düşünce çizgisinde içtenlikli sevdalara açık, sevgiyi ayakta tutan başka aşklar da var: Zerbino-Isabella aşkı; Fiordiligi- Brandimarte; Doralice-Mandricardo aşkı gibi.
Çılgın Orlando destanı sürekliliğini sadece aşk hikâyeerine değil savaşlara, düello ve kapışmalara, büyülere, şövalyeleri baştan çıkaran büyücülere, sadakatsiz eşlerin öyküerine de borçludur. Ne ki bu aşk hikâyeleri, bu aldatmacalar kavganın, dövüşün aralarına o kadar ustaca serpiştirilmiştir ki okurun soluk almasına da hizmet ederler. Okur onca kav- ga dövüşün ardından bir idil dünyasına girmiş gibi huzur bulur birden. Son derece çeşitli ve renkli yan izleklerle dolu bu yapıt, Foscolo’ya göre, “ne klasik, ne gotik ama kesinikle kendi türünde yetkin” bir yapıttır. Bu denli oylumlu, içerikli, çeşitli ve her düzlemde bir kargaşanın yaşandığı bir yapıtta gülücüklere yer yok mudur peki? Elbette vardır zira Ariosto bir komedi ustasıdır da. İtalyanca ilk komedi yapıtını (La Cassaria: Kasa) yazan odur. Aynı zamanda yergi türünde yedi yapıt vermiştir. Horatius’a öykündüğü yergilerinde sa- rayda yaşayan aydınların durumu; çalışmaya ve araştırmaya adanmış dingin bir yaşam özlemi ve insanoğlunun yaşamdan beklentilerinin karşılıksız kalması konuları ele alır.
Çılgın Orlando bir komedi, yergi ve epik şiir ustasının elinden çıkmış bir destan: üç dalda da geleneğini yadsıma- yan bir yapıt olduğunu bilerek okunması gerekir. Bu ya- pitta, aşkta başrolü oynayan kadın, savaşta da önde gelen olabilir: Bradamante gibi. Homeros’un sağduyulu, dirençi Hekabe’si, Vergilius’un Dido’su, Dante’nin Beatrice’si, Petrarca’nın Laura’sı ve Boccaccio’nun akıllı, kurnaz ve er- keklere taş çıkaran kadın karakterleri… Avrupa kültüründe kök salmış bütün bu örneklerden sonra Ariosto da kadını göz ardı edemezdi elbette, tüm nitelikleri ve günahlarıyla birlikte kadınlara gereken önemi vermekten geri durmadı.
Çılgın Orlando, bizim gözümüzde aslında bir kadınlar destanı, manzumesidir. Zamanının humanizmacı-rönesans- çı kadınının destani. Petronio “bu kadının, ne melek-kadın, ne de şeytan-kadın” olduğunu söyler. Biri Hristiyan-şövalye geleneğinin kadınıdır, öteki de Hristiyanlıkta baş gösteren kadın düşmanı geleneğinin ürünü olan kadındır. İki örnek de Decameron’da vardır, öncülleri de Havva ile Meryem’dir. Oysa Çılgın Orlando’da kadın, erkeğiyle yan yana, omuz- omuza savaşır. Ariosto kadın karakterlerini bütün çeşitlili- ğiyle yansıtır eserine. Zamanı aşarak Ariosto’ya kadar ula- şan tüm insani unsurlar artık modern bir yaklaşımla insanı yansıtmaya dönüktür. Zamanının insanını düşleri, beklentieri ve saçmalıklarıyla kimi alegorik ya da simgesel değinmeerle bize sunar Ariosto. Petronio’nun dediği gibi Atlante’nin şatosu, ardından koştuğumuz ihtiras ve tutkularımızın bir anda yitip gittiğini göstermeye yöneliktir. Bunu büyülü bir şato aracılığıyla aktarmak insanoğlunun aklına sahip çık- ması gerektiğinin altını çizmek içindir belki. Böylesine bir değinme laik-humanizmacı insanın akılcı olması gerektiğine ilişkin bir vurgudur. Bu gelgitler içinde Ariosto zamanının insanına doğru yolu göstermiştir. “Sakın ha, aklını kaybet- meye kalkma! Aklını geri getirmek için Ay’a çıkacak bir baş- ka Astolfo bulunmayabilir.”
Ariosto’nun özellikle, çağdaşları Machiavelli ve Guic- ciardini ile birlikte, Humanizma-Rönesans’ın omurgasını oluşturan temel yazarlardan biri olduğu söylenebilir. Bunarın Ortaçağ’ın karanlıklara gömdüğü kadını öne çıkaran eşitlikçi anlayışları sayesinde uygarlığa doğru yol alınmıştır. Humanizma olmasaydı bu yazarlar olmazdı diyenler ola- caktır, ancakbu yazarlar da olmasaydı Humanizma-Röne- sans bu denli kök salmaz ve kalıcı olamazdı. Kendi kişiliği- ni karakterlerine yansıtmakta usta olan Ariosto, Orlando, Ruggiero, Bradamante ve diğerlerinden birer Rönesans in- sanı yaratma becerisini göstermiştir. Şövalyelerinin Ortaçağ Şövalyelerinden farklı tutumları, davranışları, inançları yine Rönesansçı karakterlerine dayalıdır. Din uğruna savaşsalar da dindar değildir bu kahramanlar, birey olmayı denerler hep, büyücü, sihirbaz oyunlarına dayalı rastlantısal olaylara karşın yazgıya inanmayan duruşlarıyla o dönemin ruhunu yansıtmışlardır. Bu bağlamda şövalyeleri devindiren duyguar modern bir insanın sahip olması gereken temel duyguardı. Kibar, cömert, insancıl, yiğit, kahraman olmak gibi özdeksel ve tinsel nitelikleri bünyesinde toplayan şövalyeler, kişilikli ve bir başkasının yönetimine giremeyecek kadar ba- ğımsız kişilerdi. Kukla ve kuklacılık, yerini, girdiği her or- tamda, kendisini, kendine özgü öz güveniyle kabul ettiren kimselere bırakmıştır. Tıpkı yazarları gibi ki kimi zaman ekmek yediği kapıya direnmesini, kapıyı çarpıp çıkıp gitme- sini bilmiştir. De Sanctis, insan kişiliğindeki bu değişikliği bir devrin kapanması, bir diğerinin açılmasına bağlar: “Düzeyi bir sanat eseri olgusuna yükseklik kazandıran imgelemin bu çocuksu dünyasının yanında, olgun ve aydınlanmacı bir dünya bilinciyle birlikte Ortaçağ çöker ve modern dünya gün ışığına kavuşur.” “Yeni insan’ı yaratmaya dönük bu girişim Bruno, Campanella, Galileo gibi karşı konulamaz istenç gücüyle devinen insanlarla karşıdevrimi (Engizisyonu) göğüslemesini bilmiş, aydınlanmacı kalkışmayla olgunluğu- na erişmiştir. Ariosto’nun insanı insanlığıyla öne çıkarmış ve her türlü karmaşık olayın ancak sağduyuyla üstesinden geinebileceğini kahramanlarıyla göstermiştir. Burada yazgının karşısına erdemi koyan çağdaşı Machiavelli’yi anımsama- mak elde değil. Kahramanlarıyla tam anlamıyla özdeşleşme becerisini gösteren şair, insan olmanın gereğinin, örnek insan tipleri yaratmak fikrinden geçtiğini göstermiştir.
Üç temel izleğin yanı sıra çok sayıda farklı içerik ve bo- yutta destan fikrini destekleyici ve olay örgüsüne varsıllık kazandıran, gerçekler kadar efsane, imgelem, yanılsama gibi düş ürünü oluntular içinde okurun kaybolmasını engelleyen ve derlenip toparlanmasını sağlayan, şairin üstün yazınsal yetisidir. Yarattığı suspense❜lar okurun heyecanını diri tutar, çünkü başladığı hiçbir olay aynı kantoda sonuçlanmayıp bir başka kantoya ertelenir. Klasik öğretiyi iyi belleyen ve kendi- sine rehber seçen tüm yazarlar gibi Ariosto da tıpkı “yazmayı klasiklerden öğrendik” diyen Leopardi gibi, klasik yazarların yazı yazmaktaki biçem ve biçim ustalığını içselleştirerek renk, çeşit, tür bolluğu içindeki bu epik öyküsünde şaşmaz bir bü- tünlük sağlamıştır. Öyküde süreduran bir devingenlik, bir koşturmaca, bir kovalamaca, koşuşturma ve yer değiştirme vardır. Deyim yerindeyse yer birliği yoktur. Neredeyse tüm Şövalyeler Angelica’nın peşinde koşar. Rodomonte, Isabella köşe bucak sevgililerini arar. Fiordiligi sevgilisinin peşindedir. Aşk uğruna birbirlerini kovalayanların yanı sıra, büyücülerin inanılmaz gösterileri vardır: Büyücü Atlante bir anda şatoar kurar, bir anda yok eder; Melissa Ruggiero’yu büyücü Alcina’nın elinden kurtarmak için koşuşturur. Ruggiero’nun, Astolfo’nun, Pegasus’un üstünde böbürlene böbürlene Doğu’dan-Batı’ya volta atmaları da yer ve zaman bütünlüğü- nü ortadan kaldırırken, şövalyelerin bağımsız ve bağlantısızıklarına (cavalieri erranti) da pek yaraşan örnekler olur. Bu kovalamaca ordular arasında da kesilmez. Koca koca orduar sürekli yer değiştirir: Carlo, Agramante ve Marsilio’nun ardından, Yunan ve Bulgar ordularının taktiksel olarak yer değiştirmeleri, tekdüze gibi görülebilecek bölümlere devin- genlik kazandırmaktadır ayrıca. Walter Binni, Angelica’nın kaçışından kalkarak bu kaçış ve kovalamacaların yazınsal bir değerlendirmesini yapar: “Angelica’nın o kaçışındaki her anlatı yeniliğe ilgi uyandırmaktan çok yeni kaçışlara, daha hızlı ya da daha süreduran yeni ritimlere neden olmaktadır; aynı şekilde olay örgüsündeki beklenmedik değişiklikler de yersiz sayılmaz ama eğer bu değişiklikler, herhangi bir izlek gücünü yitirdiğinde ya da yeni tonlar ve yeni renklerle ge- nel süreci altüst eden ve varsıllaştıran bir başka izlek onun üstüne bindiğinde, izlek değiştirmek gibi bir yeteneği yoksa elinde, anlatı bağlamında rahatsız edici olabilir.”7
Kaçma ve kovalamacanın arkasında kin ve öfke, kıskançık, üzüntü ve sıkıntı, en önemlisi heyecanı ve coşkusuyla birikte aşk varken, yazarın tüm bu olanlara uzaktan baktığını ve sinsi sinsi güldüğünü görürüz. Hüzünlü ve derinliği olan bir gülmedir ama aynı zamanda hüzünden güldürü unsurları çıkaran bir yaklaşımdır. Destanda tekdüzelik yoktur, çeşitliik, renklilik vardır. Okuru uyanık kalmaya zorlayan, mera- ka sokan, tüm duygularını, birini atlamaksızın, devindiren, heyecan, coşku, telaş, korku, hüzün yaratan bir içerik zenginiğinin yanı sıra, yazarın, insanın içini ısıtan bir anlatım ustaığı vardır. Momigliano’ya göre bunun sırrı imgelem gücüyle istencin dayanışmasından doğar: “Orlando’nun fizyonomisi, olay örgüsünü dağıtmaya dönük imgelem gücünden doğar, bunu yaparken Ariosto’nun yapıcı iradesinden, özellikle duygularının beslediği içgüdüsel bir şeylerden yararlanır ki rastlantılara dayalı yapıta, değişken ve çeşitli de olsa bir ku- ral getirmiştir. Poemi dıştan tetikleyen yazgı, yani imgelem; iç tetikleyicilerse şairin duygularıdır: Çılgın Orlando aynı anda hem kendini yitirmiş, hem de yolunu bilen bir yapıttır.”
Çılgın Orlando’yu “yüzyılının poemi” olarak görenler var, çünkü bu yapıt “Rönesans’a ilişkin ülküleri en yük- sek düzeyde ifade etmek” başarısını ve “insanı bulgulayıp❞ ortaya koymak becerisini göstermiştir. Segre, “İnsan do- ğasının bir atlası” gibi değerlendiriyor Çılgın Orlando’yu; “Rönesans’ın siyasi ve felsefi düşüncesinin, insanı sorgula- maya dönük arayışların zirvesindedir o. Öyle ki fantastik boyutlu bir dünyanın içine gömülmüş Ariosto’nun kişileri, kendilerine daha boş, daha berrak bir alan yaratarak de- vinmek, ayrıca söz söylemek ve sınırsız bir biçimde kendi kendileri olmak için fırsatlar yakalar. Böylece kaçınılmaz bir alış-veriş oluşmuştur iki dünya arasında: Bir yanda insansal sevecenlik gösterileri içinde açığa çıkan gerçekçi yaklaşımla….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Hasan Ali Yücel Klasikleri Roman (Yabancı) Şiir
- Kitap AdıÇılgın Orlando – 1
- Sayfa Sayısı528
- YazarLudovico Ariosto
- ISBN9786254294655
- Boyutlar, Kapak12,5x20,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİş Bankası Kültür Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Psykhe ve Eros ~ Luna Mcnamara
Psykhe ve Eros
Luna Mcnamara
Gelmiş geçmiş en büyük aşk hikâyesi “Psykhe ve ben… Kaderimize boyun eğmemiştik, kendi seçimlerimizin sorumluluğunu taşıyorduk. Yüzünü güneşe dönen çiçekler gibi birbirimize döndüğümüzde bir...
- Duvar ~ Jean Paul Sartre
Duvar
Jean Paul Sartre
Varoluşçuluk´un babası sayılan Jean-Paul Sartre (1905-1980) Aydınlanma Çağından bu yana çağının tanığı ve bilinci (vicdanı) olabilmiş, edebiyata, felsefeye ve politikaya ilişkin görüşleriyle çağını etkilemiş,...
- Ve O Hiçbir Şey Demedi ~ Heinrich Böll
Ve O Hiçbir Şey Demedi
Heinrich Böll
Savaşı hatırladım, yine canım sıkıldı, yataktan kalkıp yine meyhaneye indim: Saat dörde geliyordu. Bir şnaps içtim, şimdi boşalmış oyun makinelerinin başına gittim, ama yalnız...