Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Sultan III. Ahmed : Günlük Yaşantısı, Yakın Çevresi ve Şahsiyeti
Sultan III. Ahmed : Günlük Yaşantısı, Yakın Çevresi ve Şahsiyeti

Sultan III. Ahmed : Günlük Yaşantısı, Yakın Çevresi ve Şahsiyeti

Şaduman Tuncer

18. yüzyılın başından itibaren 27 yılı aşkın saltanat süren III. Ahmed’in (1703-1730) şehzadelik ve saltanat yılları, Osmanlı sarayındaki padişah merkezli günlük hayatı ve patronaj…

18. yüzyılın başından itibaren 27 yılı aşkın saltanat süren III. Ahmed’in (1703-1730) şehzadelik ve saltanat yılları, Osmanlı sarayındaki padişah merkezli günlük hayatı ve patronaj ilişkilerini yarım asırlık bir zaman aralığında göstermesi bakımından önemlidir. Sultan’ın hayatındaki değişim ve devamlılık trendlerinin peşine düşüldüğünde ise saltanatının son 12 yılına tekabül eden Lale Devri’ne has unsurların hakikaten bu devre özel olup olmadığı sorusu meydana çıkar. Zira III. Ahmed’in yaşam tarzı ve muhitini etraflıca incelemeden ne Nevşehirli Damad İbrahim Paşa devri hadiselerini yorumlamak, ne padişahın muhalifleriyle ilişkilerine dair tespitlerde bulunmak, ne de yöneticilerin günlük yaşantısını anlamak mümkündür.

Elinizdeki eser, tam da bu motivasyon ile Osmanlı padişahlarının “kişi” eksenli ele alındığı müstakil çalışmalara ait literatüre katkı sağlamayı hedeflemektedir. III. Ahmed’in hemen hemen her konudaki tutumunda, yönelimlerinde ve tercihlerinde değişim ve devamlılık unsurlarını tespit eden Şaduman Tuncer yalnızca padişahın hayatını değil bir devrin biyografisini kaleme almıştır. III. Ahmed’in yetiştiği muhit, şehzadelik yılları ve ona taht yolunu açan olaylar, 1703’te kanlı bir isyanla başlayan 27 yıllık saltanatı, yakın çevresinde siyaseti yönlendirici güce sahip olan figürler, günlük hayat pratikleri, yaşam alanları, eğlence dinamikleri, bireysel ilgileri, rutinleri, merasimlere katılımı, “aile” çevresi, kalabalık haremindeki kadınlar ve çocuklar, hanedan üyeleriyle ilişkileri gibi konular hakkında etraflıca tespitlerin bulunduğu Sultan III. Ahmed, Şaduman Tuncer’in kalemiyle bugüne kadar yapılan çalışmalar arasında en kapsamlı III. Ahmed biyografisi olma özelliği taşımakta ve bu anlamda literatürde büyük bir boşluğu doldurmaktadır.

İÇİNDEKİLER
ÖNSÖZ / 7
TABLOLAR / 11
KISALTMALAR / 13
GİRİŞ
PROBLEMLER VE KAYNAKLAR / 15
BÖLÜM 1
ŞEHZADELİĞİ ve TAHTA CÜLÛSU / 29
Doğumu / 30
Sünnet Düğünü / 32
Babasının Yanında Geçen Çocukluk Yılları / 35
Eğitimi ve Yetiştiği İlim Çevresi / 43
Gözetim Altındaki Gençlik Yılları (1687-1703) / 50
Taht Yolunu Açan Olaylar / 58
Tahta Çıkışı ve İlk İcraatları (1703) / 62
BÖLÜM 2
YAKIN SİYASİ ÇEVRESİ / 71
İlk Üç Yılda Beş Sadrazam Değişikliği ve Süreçte Etkin
Yakın Çevre Figürleri / 73
Aranan Asayiş Sağlayıcı: Sadrazam Çorlulu Ali Paşa / 80
İki Ayda Saray Çevresini Ürküten Sadrazam: Köprülüzâde
Numan Paşa / 88
Baltacı Mehmed Paşa’nın İkinci Sadareti ve Prut Seferi / 91
Prut Sonrasının Üç Sadrazamı, Dış Siyasette Yılan Hikâyesine Dönen
Meseleler / 100
Yakın Çevreden Sadarete (Şehid) Ali Paşa, Mora’da Zafer,
Varadin’de Hezimet ve Şehadet / 108
Yakın Çevrenin Yeni Gözdesi Nevşehirli İbrahim, Toprak Kayıpları,
Kamuoyu Hoşnutsuzluğu ve Pasarofça Barışı / 119
Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’nın 12 Yıllık Sadaret Başarısı ve
Yoğun İran Gündemi / 135
1730 İsyanı, Nevşehirli’nin Hazin Sonu ve III. Ahmed’in Hal’i / 155
BÖLÜM 3
YAŞAM ALANLARI ve DÜZENLENEN ETKİNLİKLER / 171
Yaşam Alanları, Bunlar Arasındaki Göç ve Binişler / 173
Tertip Edilen Eğlenceler / 226
BÖLÜM 4
RUTİNLERİ, İLGİLERİ ve MİZACI 267
Devlet Protokolü ve Merasimleri / 270
Mübarek Gün-Geceleri İhyası ve Tasavvufla İlişkisi / 299
Bireysel Uğraşıları / 313
Mizacı / 357
BÖLÜM 5
AİLE ÇEVRESİ / 381
Kadınları / 382
Çocukları / 397
SONUÇ / 423
KAYNAKÇA / 432
EKLER / 473
DİZİN / 487

ÖNSÖZ

Sultan III. Ahmed: Yakın Çevresi, Günlük Yaşantısı ve Şahsiyeti adlı bu eser doktora tezimin kitaplaşmış halidir ve 1703 ile 1730 arasında 27 yıl saltanat süren Sultan III. Ahmed’i ve etrafındaki dünyayı konu edinmektedir. Amaç, padişahın gerek devrinin belli başlı siyasî olaylarında üstlendiği rolü gerekse etrafındaki siyasî güç odakları ve hanedanının mensuplarıyla ilişkilerini ortaya çıkarmak, diğer taraftan da günlük yaşantısı ve şahsî dünyasını değişik veçheleriyle ele alarak yaşam tarzı ve muhitini belirlemektir. İşin gerçeği, çalışmanın konusu hayli sancılı bir sürecin sonunda bu hale evrildi. Aslında başlangıçta niyetim, III. Ahmed’in on üçüncü ve son sadrazamı Nevşehirli Damad İbrahim Paşa (1718-1730) hakkında biyografik bir çalışma yapmaktı. Fakat mevcut literatürde “Lale Devri” adı altında Nevşehirli’nin 12 yıllık sadaretine yüklenen büyük anlamların, bunları sorgulayan umut verici çalışmalara rağmen, kemikleşmiş yargılar halinde hâlâ devir daim ettirildiği gerçeğiyle yüzleştiğimde araştırmamın eksenini değiştirdim. Zira III. Ahmed’in tüm saltanatındaki durumu derinlemesine bilmeden, Nevşehirli devrinin hadiseleri ile yönetici kesiminin günlük yaşantısına ve daha mühimi paşanın padişahla ve muhalifleriyle ilişkilerine dair yerinde tespitlerde bulunmak pek mümkün değildi. O nedenle odağımı sadrazamdan devrin padişahına kaydırdım. “Kişi” eksenli bir bakış açısıyla padişahın hayatına yakından bakma gayretine girdim ve kendisinin hemen hemen her konudaki tutumunda, yönelim ve tercihlerinde değişim ve devamlılık unsurlarının izlerini sürdüm. Hiç şüphesiz bu gayet yerinde bir karardı; fakat konunun kapsamının genişlemesi kaçınılmaz olarak çok daha uzun soluklu ve meşakkatli bir araştırma ve yazım sürecini de beraberinde getirdi. Elinizdeki çalışmanın birinci bölümünde III. Ahmed’in yetiştiği muhit yani şehzadelik yılları ve ona taht yolunu açan olaylar konu edildi. İkinci bölümde 1703’te kanlı bir isyanla başlayan 27 yıllık saltanatının başlıca siyasî olaylarında üstlendiği rol ve siyaseti yönlendirici güce sahip yakın çevresindeki figürler ele alındı. Üçüncü ve dördüncü bölümler, III. Ahmed’in yaşam tarzına hasredildi. Padişahın günlük hayat pratikleri, yaşam alanları, eğlence dinamikleri, bireysel ilgileri, rutinleri, devlet protokolü ve merasimlere katılımı incelendi ve bu alanlardaki tercihlerinin ve tercihlerindeki devamlılık yahut değişimin izleri sürüldü. III. Ahmed’in “aile” çevresinin konu edildiği beşinci ve son bölümde ise öncelikle padişahın kalabalık haremindeki kadın ve çocuklarının tespiti yapıldı; ardından kendisinin gerek bu fertlerle gerekse validesi ve yeğenleri gibi diğer hanedan üyeleriyle ilişkilerine yönelik saptamalarda bulunuldu. Metin içinde, arşiv belgelerinden yapılan alıntılarda, basit transkripsiyon usulü takip edildi. Belgelerdeki Hicri tarihin, Miladi karşılığıyla birlikte verilmesine gayret edildi. İngiliz arşiv belgelerinde ise devrin Jülyen Takvimi ve arasında 11 gün fark bulunan günümüzün Gregoryen Takvimi birlikte verildi (örn. 7/18 Haziran 1710). Bu çalışmanın ortaya çıkmasında katkısı olan kişi ve kurumlara teşekkür etmeden olmazdı. İlk teşekkürüm, tezin yazım aşamasındaki yapıcı ve cesaretlendirici tutumuyla, tıkandığım noktalarda önüme yeni ufuklar açan, bıkmadan usanmadan okuduğu metnimin, yönelttiği doğru ve yerinde sorularla olgunlaşıp elinizdeki hale evirilme serüveninde büyük katkıya sahip danışmanım, Doç. Dr. Yusuf Alperen AYDIN hocamadır. Ardından hem araştırma hem yazım aşamasında âdeta gönüllü danışmanlığımı üstlenerek bana yol gösteren, yoğun mesailerine rağmen her dara düştüğümde kapılarını rahatlıkla çalabildiğim ve okuma nezaketinde bulundukları tez metnime mühim katkılarda bulunan değerli hocalarım Prof. Dr. Ali AKYILDIZ ve Prof. Dr. Feridun EMECEN’e çok teşekkür ederim. Uzun doktora sürecinde maişetimi kazandığım, Sakarya Üniversitesi Tarih Bölümü’ndeki araştırma görevliliği yıllarımda, arşiv ve kütüphane araştırmalarım için mesai şartlarında gösterdiği esneklik ve anlayışın yanında, zengin tarih kitaplığını benimle cömertçe paylaşan Tarih Bölümü Başkanı Prof. Dr. Arif BİLGİN hocama teşekkürü borç bilirim. Aynı kürsüdeki Prof. Dr. Mehmet Yaşar ERTAŞ ve Prof. Dr. Ümit EKİN’e tez konuma ilişkin ufuk açıcı sohbetleri ve birincil kaynak temininde esirgemedikleri yardımları için teşekkür ederim. Öğrencisi olmaktan onur duyduğum ve aynı zamanda geçici görevlendirmeyle 4 yıl çalıştığım İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü Yeniçağ Tarihi Anabilim Dalı’nın başta, başkanı Prof. Dr. Mahmut AK, Prof. Dr. İdris Bostan ve diğer tüm öğretim üyelerine, bana gösterdikleri yüksek anlayış ve sıcak ev sahipliği için ne kadar teşekkür etsem azdır. Hayli meşakkatli geçen tez yazım aşamasında varlıklarını ve maddi manevi desteklerini hep yanımda hissettiğim Doç. Dr. Özgür KOLÇAK, Dr. Özgür ORAL, Dr. Miraç TOSUN, Dr. Sait TÜRKHAN, Dr. Esen SALARCI  BAYDAR, Dr. Seyfullah ASLAN, Dr. Lale UÇAN, Dr. Cem GÖRÜR, Ahmet TEKİN, İsmail Emre PAMUK, Fatma ERDİM, Merve ÇAKIR, Emel SOYER KOLÇAK, Efe YEŞİLDURAK, Nagihan GÖKTAŞ ve Hâcer KILIÇASLAN’a sonsuz teşekkürler. Araştırmalarımı yaptığım, Kâğıthane’deki Osmanlı Arşivi ile Topkapı Sarayı Müzesi’ndeki arşivin çalışanlarına, Bağlarbaşı’ndaki Türkiye Diyanet Vakfı İslam Araştırmaları Merkezi’ne (İSAM), 10 ay kaldığım Londra’daki çalışmalarıma verdiği destekten dolayı University of London School of Oriental and African Studies (SOAS) hocalarından Prof. Dr. Benjamin Fortna’ya, bu şehirdeki İngiliz milli arşivi olan The National Archives ve milli kütüphanesi, British Library çalışanlarına teşekkür ederim. Daha önemlisi İngiltere’deki araştırma sürecimi, 10 aylık olarak tahsis ettiği 2214-A Doktora Öğrencileri İçin Yurtdışı Araştırma Bursu ile finanse eden TÜBİTAK’A sonsuz teşekkürler. Son olarak gösterdikleri emsalsiz sabır ve özveriye çok şey borçlu olduğum aileme teşekkür etmek isterim. Tezi savunduğumu göremeyen rahmetli babam Yüksel TOPCU ve canım annem Necla TOPCU’ya, kardeşlerime, bilhassa da Gülbahar ARSLAN’a, değerli eşim Kasım TUNCER ve tezimle büyüyen biricik kızım Zeynep TUNCER’e sonsuz teşekkürler. Bu uzun süreçte verdikleri koşulsuz destek ve üzerimden yüksünmeden aldıkları tüm yükler için onlara minnettarım.

Şaduman TUNCER

Sakarya, 2022

PROBLEMLER VE KAYNAKLAR

GİRİŞ

Bu çalışma, Sultan III. Ahmed’i (1703-1730) ve etrafındaki dünyayı konu edinmektedir. “Kişi” eksenli bir bakış açısıyla padişaha, şahsî dünyası, günlük yaşantısı ve yakın çevresindeki devlet adamları ve hanedan mensupları gibi etkin figürlerle ilişkisinin odağa alındığı bir anlatının başrolü verilecek, dönemin öne çıkan siyasî hadiseleri dışındaki siyasî, ekonomik ve sosyal olaylara yeri geldikçe, gereği kadar değinilecektir. Dolayısıyla ortaya çıkacak metin, “tarihi biyografi” yazıcılığında örneklerine sıkça rastlanan “Filan Kişi ve Dönemi”1 tarzındaki başlıklarla, ilgili tarihi şahsiyetin, daha ziyade devrinin siyasî-askerî gelişmeleri çerçevesinde ele alındığı çalışmalardan hayli farklı bir mecranın ürünü olacaktır. Son zamanlarda sayıları giderek artsa da Osmanlı padişahlarının “kişi” eksenli ele alındığı müstakil çalışmalar, ana akım Osmanlı tarih yazıcılığının henüz marjındadırlar. Bunun bir nedeni, eldeki kaynakların tahdit edici mahiyetidir. Padişahların devlet yönetimi ve kamusal imajı üzerinde yazıp çizmeye nispeten izin veren kaynak çeşitliliği, onların hususî yaşantıları mevzu edildiğinde hayli daralır. Örneğin, Asyalı hükümdarlardan Bâbür’ün (ö. 1530) samimi bir dille kaleme aldığı 1.000 sayfayı bulan hacimli hatıratı gibi arkasında kendisiyle ilgili ilk ağızdan derli toplu anlatılar bırakan bir Osmanlı padişahı yoktur.2 Dolayısıyla, Osmanlı hükümdarlarının günlük yaşamlarında iradelerinin izlerini sürmenin yolu, büyük ölçüde devlet iş ve işleyişine dair mevzuların yer aldığı vekayinâmeler, bürokratik yazışmalar ve malî kayıtlar gibi sayısız birincil kaynağın münderecatından, amaca uygun verileri cımbızla toplamaktan geçer ki bu oldukça meşakkatli bir araştırma süreci demektir.

Bu anlamda, bazı padişahların önemli-önemsiz her faaliyetinin sır kâtiplerince günbegün kayda alındığı rûznâme denilen saray günlüklerinin varlığı büyük bir şanstır.3 Böyle bir diğeri, hatt-ı hümâyunları yani el yazısıyla yaptığı yazışmaları günümüze ulaşan padişahların bulunmasıdır.4 Bu belgeler, ilgili hükümdarın yönetim anlayışı ve idarecilik yönü yanında, özel yaşantısı, duygu durumu, kişiliği, yaşam tarzı, ilişkileri gibi pek çok hususta içerdikleri ipuçlarıyla eşsizdirler. Rûznâme ve hatt-ı hümâyunların padişahların hususî yaşantılarına ışık tutmaya en elverişli kaynakların başında geldiği rahatlıkla söylenebilir. Henüz az padişah için bu imkâna sahip olunsa da bu iki kaynak türünün varlığı, ilgili kişinin portresini ortaya koymayı hayli kolaylaştıracaktır. Bu kaynaklarla metnin ana iskeleti oluşturulduktan sonra tamamlayıcı bilgiler için dönemin diğer yerli-yabancı gözlemci anlatıları ve resmî kayıtları yeterli gelecektir. Fikret Sarıcaoğlu’nun yukarıda zikredilen her iki kaynak türünü efektif olarak kullandığı Kendi Kaleminden Bir Padişah Portresi Sultan I. Abdülhamid (1774-1789)5 isimli çalışması, bu türün en bilindik ve ayağı yere basan örneklerindendir. Benzer şekilde Feridun Emecen, İmparatorluk Çağının Osmanlı Sultanları-II adlı kitapta, 16. ve 17. yüzyıldan toplamda 8 Osmanlı padişahının hayat hikâyesini bu tarihi şahsiyetlerin “olayların örgüsü dâhilinde kaybolmasına”, “metnin siyasî-askerî tarih anlatımına dönüşmesine izin vermeden”, şahsî dünyalarını ve “muhit faktörünü” ön plana çıkararak anlatmıştır.6 Devre ait vekayinâme kayıtları ve yabancı gözlemcilerin yazdıklarına ek olarak, o dönem Filori Defteri şeklinde anılan padişahların özel hazinesi İç Hazine/Enderun Hazinesi’ne ait kayıtlara başvurarak veri azlığı sıkıntısının üstesinden ustaca gelen yazar, rûznâmelerin eksikliğini gidermiştir. Diğer taraftan Uğur Kurtaran’ın yazdığı Bir Zamanlar Osmanlı Sultan I. Mahmud ve Dönemi (1730-1754)7 ile Sultan II. Mustafa (1695-1703)8 adlı eserler, söz konusu padişahların kişisel özellikleri ve günlük faaliyetlerine ilişkin başlıklar içerseler de ağırlıklı konu dağılımı açısından, “tarihî biyografi” yazımındaki hâkim anlayışın ürünü gibidirler. III. Ahmed’in hayatına büyüteç tutulacak olan bu tezde en büyük şans, hatt-ı hümâyunların çokluğudur. Daha önemlisi bu yazışmalarında III. Ahmed’in örneğine az rastlanır bir rahatlıkla her türlü hissini muhatabı sadrazamıyla -ki bu çoğunlukla Nevşehirli Damad İbrahim Paşa’dır- samimiyetle paylaşmasıdır. Böylelikle ondan günümüze “tercüme-i hal” mahiyetinde kıymetli bir evrak yığını kalmıştır. Şanssızlık ise III. Ahmed’in günlük faaliyetlerinin derli toplu kaydedildiği rûznâme türü bir esere maalesef henüz rast gelinememesidir. O nedenle Emecen ile aynı yöntem izlenerek padişahın özel hazinesinin gelir-giderlerini gösteren Ceyb-i Hümâyun ve Harc-ı Hassa Defteri şeklinde anılan evrak grubundan yararlanmak ve sunî bir III. Ahmed dönemi rûznâmesi oluşturmak gerekti.9 Üzerinde kalem oynatılacak tarihî şahsiyetin bir padişah olması, onun hususî hayatı ile devlet adamı kimliğinin getirdiği yükümlülükleri birbirinden ayırmayı iyice zorlaştırır. Bu iki hususun özünde iç içe geçmiş olduğunu, dolayısıyla bir hükümdarın hayatının muhtelif kesitlerindeki tercihlerinin salt bireysel zevk ve arzularının tezahüründen ibaret olamayacağını; zira makamının gerekliliklerinin ağır basacağı zamanların çıkacağını akılda tutmak mühimdir. Bu çalışmada, diğer padişahlar gibi III. Ahmed’in de hareket alanını kısıtlayan sorumluluk ve zorunluluklarının varlığını göz ardı etmeden, hatta tüm bu tahdit edici unsurlara rağmen, onun hayatına günlük yaşamı ve yakın çevresi bağlamında yakından bakmak, onu o yapan hususiyetleri belirlemek hedeflendi. Bu kapsamda birinci bölümde, III. Ahmed’in yetiştiği muhit yani şehzadelik yılları ve ona taht yolunu açan olaylar konu edildi. Çocukluğunda babası IV. Mehmed’in (1648-1687) sayesinde sürdüğü hareketli yaşam, aldığı eğitim, babasının ölümü sonrası gözetim altında bir nevi “mahpus” geçen gençlik yıllarında yaşadıkları ve şahit oldukları yani kısaca kişilik inşa süreci ele alındı. İkinci bölümde, III. Ahmed’in 1703’te kanlı bir isyanla başlayan 27 yıllık saltanatının belli başlı siyasî olaylarında üstlendiği rol ve etrafındaki siyasî güç odakları ele alındı. Padişahın, devrinin hadiselerine dahlinin derecesi ortaya konarken “ayrıntılarda boğulup bireyi ıskalamamak için”10 özen gösterildi. Bir yandan da siyasî muhitiyle, yani ara ara lafta kalsa da hükümet etme yetkisinin asıl sahibi sadrazamlarıyla ve bu sadrazamları gölgede bırakacak kadar siyaseti yönlendirici güce sahip olabilen yakın çevresindeki kimi “gözde” figürlerle ilişkisi incelendi. Hanedan üyesi, vüzera ve ulema; ama en çok da saray çalışanları arasından çıkan bu figürler, güven ve muhabbetini kazandıkları III. Ahmed’i fikirleriyle yönlendirebilmiş isimlerdi. Bölüm boyunca bu “gözdelerin” padişahın üzerinde kurdukları nüfuz, devlet işlerine perde arkasından yön verme becerileri ve merkezi hükümet üzerindeki baskıları ele alındı. Bu şahısların arasından kulvar değiştirerek sadarete yükselenlerin yani fiilî iktidardan mutlak iktidar sahipliğine geçenlerin alttan gelen “potansiyel gözdelere” karşı verdikleri benzer mücadeleler ve III. Ahmed’in etrafında değişik düzlemlerde süregiden bu güç savaşlarında takındığı tutum irdelendi. Üçüncü ve dördüncü bölümlerde ana odak, III. Ahmed’in yaşam tarzı oldu. Padişahın günlük hayat pratikleri, yaşam alanları, eğlence dinamikleri, bireysel ilgileri, rutinleri, devlet protokolü ve merasimlere katılımı konu edildi. Bu hususlardaki tercihlerinin, eğilimleri ve vazgeçilmezlerinin belirlenmesi, tercihlerindeki devamlılık yahut değişimin hem geçmiş dönemlere kıyasla hem de kendi saltanat süresi içinde sorgulanması, varsa kırılma noktaları ve değişimin arkasında yatan faktörlerin tespiti amaçlandı. Bu pratiklerin şekillenmesinde yakın çevresindeki siyasî figürlerin payının açığa çıkarılması önemsendi. Bir yandan da padişahın mizacı, dış görünüşü, karakter yapısı ve sağlık problemleri ele alınarak devlet adamlığı ve yönetim anlayışı hakkında değerlendirmelerde bulunuldu. Beşinci ve son bölüm, III. Ahmed’in “aile” çevresine ve onlarla ilişkilerine ayrıldı. Bilinen 50 civarında çocuğu ve 15’in üstünde kadınıyla en kalabalık harem dairesine sahip padişahların başında gelen bu ismin gerek haremindeki fertler gerekse validesi ve yeğenleri gibi diğer hanedan üyelerinin yaşamlarına nasıl ve ne ölçüde dokunduğuna yönelik saptamalarda bulunuldu.

III. Ahmed’in yaşam tarzı ve muhiti üzerine böylesine kapsamlı bir çalışmayı gerekli kılan faktörlerin başında, 27 yılı aşan saltanatının Nevşehirli Damad İbrahim Paşa sadaretine denk gelen son 12 yılına (1718-1730), “Lale Devri” adı altında literatürde yüklenen anlamların büyüklüğü ve Emecen’in ifadeleriyle “yerleşmiş ve sorgulanmadan aktarılmış bilgilerden oluşan genel kabullerin”11 çokluğu gelir. Hakikaten Nevşehirli’nin sadaret yılları, 1915 basımlı Lale Devri kitabıyla üzerine yapışan algıdan ve ne kitabın yazarı Ahmed Refik’in (ö. 1937) “ustaca kurgusunun” ürünü olan zevk ü safa temelli anlatılardan ne de Osmanlı modernleşmesinin/Batılılaşmasının başlangıcı addedilmekten bir daha kurtulabildi.12 Eğlence ve lükse düşkünlük, lale çılgınlığı, israf, ahlaki yozlaşma, dünyevileşme, “sekülerleşme” gibi devamı kolaylıkla getirilebilecek olumsuz ton atfedilmiş türlü kavramlarla özdeşleştirildi; bir yandan da gelenekten kopuşun ve Osmanlı Batılılaşmasının/ modernleşmesinin başlangıcı sayılarak Batı tarzında bir terakkinin sembolü haline getirildi.13 Yirmisekiz Çelebi Mehmed Efendi’nin Fransa’ya elçi gönderilişi, Kâğıthane’de inşa edilen Sadâbâd Kasrı ve çevresindeki yeni yapılaşmalar gibi olgular üzerinden geliştirilen, bu devirde sanat ve mimaride Avrupa’yla müthiş bir etkileşime girildiği, özellikle Fransa’dan çok etkilenildiği, yüzünü Batı’ya dönen Osmanlı elitinin Avrupalıların sadece saraylarını değil, “eğlence ve haz” dolu yaşamlarını da örnek almaya başladığı yönünde Refik’in ortaya attığı görüşler, zamanla kalıplaşmış yargılara dönüştü.14 “Lale Devri’ni bitiren isyan” olarak kodlanan 1730 Patrona İsyanı’nın söz konusu ahlaki çöküşten ve modernleşme temayülünden duyulan rahatsızlığın dışa vurumu şeklinde yorumlandığı yahut “vaktinden önce gelmiş” modernleşmenin hazin sonu olarak görüldüğü çalışmalar da aynı bakış açısının ürünüydü.15 Mevcut “Lale Devri” literatürünü ciddi argümanlarla sorgulayan Can Erimtan ve Selim Karahasanoğlu’nun ortaya koyduğu üzere, Refik’in fikirlerinin klişeleşip âdeta “tarihsel gerçekliğe” dönüşerek günümüze ulaşmasında, ideolojilerine uygun buldukları bu kurguyu sorgulamadan devridaim ettiren Cumhuriyet Türkiye’si yazarlarının payı büyüktür.16 Nitekim gelinen noktada, Türkiye modernleşmesinin menşeine “Lale Devri”ni yerleştirmenin “dayanılmaz cazibesine” karşı koyamayıp savlarını bu yönde ön kabuller üzerinde temellendiren, farklı disiplinlerden (modern Türkiye tarihi, sosyoloji, edebiyat, güzel sanatlar, mimarlık vb.) hatırı sayılır bir araştırmacı kitlesi oluştu. Daha da ilginci bu kitlenin, son 20 yıldır giderek artan aksi yönde görüşlere rağmen, devre yüklenen anlamları tartışmaya açma gereksinimi bile duymadan hâlâ aynı şablonların tekrarlandığı metinler ortaya koymaya devam etmeleridir. Bu noktada, Kasım 2017 gibi yakın bir tarihte düzenlenen uluslararası bir sempozyumun bildirilerinin kitaplaştırıldığı, Lale Devri’nde Osmanlı Devleti ve Nevşehir adlı eser örnek verilebilir.17 50’den fazla bildirinin yer aldığı kitapta, “Lale Devri” klişelerini sorgulamaya açan, aşağıda değinilecek araştırmacılara ait görüşlerin dikkate alındığı metin sayısı çok azdır. Diğerlerinde, Nevşehirli’nin sadrazamlık yıllarının aynı alışıldık klişelerle (“eğlence”, “israf”, “şaşaalı hayatlar”, “modernleşme hareketi”, “Batılılaşma süreci”) tavsifi söz konusudur. Hatta gerekli-gereksiz her bağlamda konuyu, bu türden ifadeler içeren kısa girişlerle başlatmak âdetten olmuş gibidir.

Klişeleşmiş “Lale Devri” söylemlerine itiraz eden araştırmacıların başında, devrin hanedan ve devlet ricalinin gelir-giderleri ile tüketim biçimlerinin tespiti ve ulaşılan rakamların farklı dönemlerle kıyası yapılmaksızın, lüks ve sefahat temelli tavsiflerin abesle iştigal olduğunu dile getiren Tülay Artan gelir.18 Bu yolda ilerleyen Selim Karahasanoğlu, Nevşehirli’nin sadrazam sarayına ait masraf kayıtlarını, halefi ve selefi birer sadrazamın benzer kayıtlarıyla karşılaştırarak devrin tüketim alışkanlıklarını incelediği doktora tezinde, İbrahim Paşa’nın sadaret yıllarına “bir lüks tüketim dönemi” denemeyeceği dolayısıyla “Lale Devri” argümanının “efsane”den ibaret olduğu sonucuna varmıştır.19 Ahmet Refik’ten sonra kemikleşen “Lale Devri” paradigmasının sorunlu yönlerini ortaya koyan Can Erimtan ise bu temel üstünde yükselen literatürü tarih yazımı açısından esaslı bir kritikten geçirdi.20 Yazar ayrıca Sadâbâd Kasrı-Versay Sarayı benzerliğine dair literatürdeki ön kabulleri alt üst eden tespitlerde bulundu. Sadâbâd Kasrı’nı, Safevi mimarisini andıran yönlerini öne çıkararak Sünni Osmanlı ile Şii Safevi arasındaki yerleşik rekabet ve husumette Osmanlı tarafının kendini üstün görme durumunun görsel bir dışa vurumu olarak konumlandırdı.21 Yerleşik “Lale Devri” algısına yöneltilen bu türden haklı itirazların bir adım ileriye taşınması, artık “ampirik ölçekli sorgulamaların” ötesine geçilmesi yönündeki öneri ise yakın bir zamanda Feridun Emecen’den geldi. Yazar, 1718-1730 arasındaki zaman dilimini metaforik olarak, aslında birbirinin farklı ölçülerdeki prototiplerinden ibaret olan matruşka bebeklerinin küçük parçasına benzeterek, devri, önce 18. yüzyılın “kendi gerçekleri çerçevesine”, ardından Osmanlı klasik sistemindeki asıl değişimin habercisi addettiği Tanzimat dönemine kadarki 4-5 asırlık “ana omurga” üzerindeki yerine oturtarak okumanın gerekliliğini gündeme taşıdı.22 Tanzimat dönemine kadarki bu uzun süreçte, “sıçrayan vakıalara ait” diğer gelişmelerde olduğu gibi söz konusu devrin hadiselerini de “kendi istikameti içerisinde” anlamlandırmanın, devrin olgularına Batılılaşma yolunda döşenen taşlar gibi afaki mülahazalarla yaklaşmaktan çok daha doğru olacağını ifade etti.23 Benzer bir devamlılık vurgusunu 18. yüzyılın geneli için yapan Edhem Eldem, bu asrın kendi iç dinamikleriyle değerlendirilmekten ziyade, dışarıdan anlamlar kazandırılarak yani 19. ve 20. yüzyılın “Avrupa ilhamlı reformlar” ve “değişim” gibi söylem ve problematikleri üzerinden “geriye yönelik kurguların hedefi” haline getirildiğini ifade etti. Yazara göre, 18. yüzyılda değişim temayülünün diğer dönemlere kıyasla daha fazla belirgin olduğunu öne sürmek de devre “sistemin gerçek manada sorgulandığı”, insicam bozukluğu şeklinde kendini göstermiş bir değişim isnadında bulunmak da pek mümkün değildir.24 Kemal Beydilli’ye göre ise “yeni bir devrin ve idrakin tam bir teslimiyet ile kabul edildiği dönemecin başlangıcı” olarak, 1774 Küçük Kaynarca Antlaşması sonrasındaki süreç öne çıkarılmalıdır.25 Sözün özü, Osmanlı tarihi çalışmalarında kısa bir “kesitin”, içinden çıkarıldığı “bütün”ün genel hususiyetleriyle birlikte değerlendirildiği daha geniş bakış açılarına duyulan ihtiyaç ortadadır.26 Bu da ancak, bir Osmanlı kurum ve müessesesinin -kastedilen illa mücessem bir yapı değildir- uzun zaman aralıklarında geçirdiği devinime vakıf olmakla mümkündür. Böyle bir biliş halinin gerektirdiği bütüncül bakış becerisi, tarihçinin uzmanlaştığı döneme/ çağa ait olgularla yetinmeyip üzerinde kalem oynatacağı mevzunun önceki asırlardaki durumu ve sonrasında aldığı hale dair kafa yorma ameliyesi ile gelişecektir. Aksi halde, yani kısa “kesit” incelemeleriyle varılan sonuçlarda, hata payının artması kaçınılmazdır. Bu arada, tam tersi bir yöntemsel yaklaşım da aynı derecede sorunludur. Yani tarihsel olgulara bütüncül bakma telaşıyla insanlığın doğasındaki değişim ve dönüşüm temayülü gözden kaçırılır, “bütün” tamamen yekpare sayılırsa, yukarıda belirtilen “sıçrayan vakıaların”, “atlama taşlarının” ıskalanması ve beraberinde gelen “aşırı genelleştirme” hali de yanlış çıkarım riskini aynı şekilde artırır.

Tüm bu hususlar muvacehesinde, bu çalışmanın hem “Lale Devri”nin Osmanlı tarihi içinde yerleştirildiği fazlasıyla ayrıksı pozisyondan hem de 18. yüzyılın, kuşatıldığı paradigmaların etkisinden çekip çıkarılması sürecinde önemli işlevler göreceği söylenebilir. Nitekim III. Ahmed’in tüm saltanatı, hatta şehzadelik yılları da araştırmaya dâhil edildiği için kabaca 17. yüzyılın son ve 18. yüzyılın ilk 30 yılı olmak üzere yarım asrı aşan bir zaman diliminde Osmanlı sarayındaki padişah merkezli günlük hayat ve patronaj ilişkileri konu edilip değişim ve devamlılık unsurlarının peşine düşüleceğinden -çalışmanın temel amacı bu olmamakla birlikte- Damad İbrahim Paşa’nın sadrazamlık yıllarına has addedilen pek çok hususun hakikaten “nev-zuhûr” olup olmadığı kendiliğinden ortaya çıkacaktır. Yani, Emecen’in önerisi doğrultusunda matruşka oyuncağının küçük parçası, önce bir büyüğünün, III. Ahmed döneminin kendi gerçekleri içine ve ardından daha da büyüğününkine yerleştirilmiş olacaktır. Böylece “Lale Devri”nde Osmanlı sarayında günlük hayatı tanzim eden dinamikler, “klâsik hanedan sistemi” algısında 17. yüzyıl başında meydana gelen kırılmayla27 eş zamanlı olarak bir yandan saray çevresindeki güç ve iktidar odaklarının etkisine daha açık hale gelen ve diğer yandan günlük faaliyetlerini gittikçe fazlalaşan oranlarda saray dışına taşıyan Osmanlı padişahlarının yaşam tarzlarına kıyasla bir değerlendirmeye tabi tutulmuş olacaktır.28 Çalışmanın ana kaynağını oluşturan arşiv belgeleri, İstanbul’daki Cumhurbaşkanlığı Devlet Arşivleri Başkanlığı Osmanlı Arşivi (BOA) ve Topkapı Sarayı Müzesi Arşivi (TSMA) ile Londra’daki İngiliz milli arşivi (The National Archives) ve milli kütüphanesinden (British Library) temin edildi. Bu şekilde istifade edilen sayısız belgenin bilgisi dipnotlarda verilecektir; ancak hacimsel genişlik, kıymetli içerik ve kullanım sıklığı açısından diğerlerinden ayrışan 3 grup belgeden burada bahsetmek gerekebilir. İlk ikisi, metnin ana iskeletini oluşturmadaki önemlerine yukarıda vurgu yapılan, hatt-ı hümâyunlar ile Ceyb-i hümâyun ve Harc-ı hassa defterleridir. Üçüncüsü, İstanbul’daki İngiliz elçilerinin devrin gelişmelerini düzenli olarak ülkelerine rapor ettikleri mektuplardan oluşan geniş külliyattır. Hatt-ı hümâyunlar, Osmanlı padişahlarının kendi el yazılarıyla verdikleri emirleri veya yaptıkları değerlendirmeleri içeren arşiv belgeleridir. İyi bir hattat olarak III. Ahmed, okunaklı ve güzel bir hat ile devlet işleri ve kendi şahsî yaşamıyla ilgili hususlarda, bilhassa sadrazamlarıyla mütemadiyen yazışmıştır. Bu yazışmaların büyük bir yekûnunu, telhîs üzerine hatt-ı hümâyunlar, yani sadrazamı tarafından herhangi bir konuda bilgilendirildiği ya da onayının istendiği telhis kâğıdının üst kısmına yazdığı cevaplar teşkil eder. Yine de beyaz üzerine olanlar, yani doğrudan muhatabına hitapla boş bir kâğıda yazdıkları da azımsanmayacak kadar çoktur. III. Ahmed’e ait tespit edilen 2.000’i aşkın hatt-ı hümâyundaki konu ve olay çeşitliliği araştırmacıya, siyasetten ekonomiye, dış politikadan askerî meselelere, toplumsal düzenden şehir ve saray yaşantısına kadar çok farklı konularda padişah ve dönemine ilişkin orijinal tespitlerde bulunma imkânı verir. Dîvân-ı Hümâyun’da görüşülen meseleler, elçi kabulleri, devletler arası münasebetler, hudut konuları, sefer hazırlıkları, asker ve iaşe sarfiyatı, lojistik, Yeniçeri Ocağı ve Tersane-i Âmire gibi kurumlara dair meseleler, merkez ve taşrada ortaya çıkan asayiş problemleri, devlet hazinesinin gelirleri, hac yolları, hacıların güvenliği, doğal afetler, yangınlar, imar çalışmaları, yalancı şahitlik, kalpazanlık, define arayıcıları gibi sosyal yaşama dair meseleler, kitaplar ve kütüphanelerin durumu, bayram tebrikleri, padişahın çocuk ve kadınlarının gelirleri, sağlık durumları, şehzade ve sultan doğumları ve düğünleri, fetih haberleri, önemli günlerde düzenlenen şenlik, merasim ve alaylar, hediyeleşmeler, padişahın ilgi alanları, boş zaman aktiviteleri, günü birlik gezintileri ve mevsimlik taşınmaları, akla ilk gelen konu başlıklarındandır. Araştırmacının iştahını kabartacak tüm bu özelliklerine karşın en büyük dezavantajları, kahir ekseriyetinin tarihsiz oluşu ve hangi bağlamda yazıldığının yahut muhatabının belirsizliğidir. O yüzden arşiv tasnifçisinin kurşun kalemle belge üzerine parantez içinde attığı tahmini tarihe ihtiyatla yaklaşılması, doğruluğu denetlenmeden bunları kullanmanın büyük yanılgıları beraberinde getireceğinin farkında olunması önemlidir. Nitekim alana ait çalışmalarda, bu türden hatalarla sıkça karşılaşılmaktadır. Bir başka mesele, aynı olay üzerine yazılan bir dizi hatt-ı hümâyunu kendi içinde yazılış sırasına sokma zorluğudur. Öyle ki muhtevalarının elverişsizliği nedeniyle bazı belgeler için bu işlem imkansıza yakın bir hal alır. Muhtevasındaki kişi ve olaylardan hareketle mümkün mertebe her belgeye, devrin kronikleri veya mühimme defterleri gibi diğer arşiv belgelerinin yardımıyla tahmini tarihlendirme işlemi yapıldı. Bu işlemin ortaya koyduğu önemli bir bulgu, yazışmaların büyük çoğunluğunun III. Ahmed ile 13. ve son sadrazamı olan Nevşehirli Damad İbrahim Paşa arasında geçtiğidir.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur