İşçi servisi durağa yanaştı mı sokağın hareketi, evlerin beton duvarları arasına çekilir. O kedersiz curcuna, akşam haberlerinin sevimsiz iklimi altında kaybolup gider. Dip dibe apartmanların aynı boşluğa bakan mutfaklarında yemek kokuları birbirine karışır. Kokuya kediler, kuşlar üşüşür. Her daireyi çekip çeviren aynı fabrikanın maaşı olduğundan, mutfak masasına aşağı yukarı aynı çorba konur, farklı tencerelerde hep aynı yemekler pişer. Hal böyleyken kaygılar, öfkeler, sevinçler de birbiriyle benzeşir.
1990’ların sonları, 2000’lerin başları. Geçmiş, yorgun ve ümitsiz. Gelecek ise belirsiz… Mark almış başını gidiyor, seçimlerle birlikte ülke yeni bir döneme giriyor, kimilerinin zenginlikten başı dönüyor, kimilerinin cebi para görmüyor, Erovizyon’da tarih yazılıyor, teknolojinin hızına yetişilemiyor, Van Gölü Canavarı’ndan da beter yeni canavarlar türüyor…
Deniz Poyraz, Dünya Unutana Kalır’da Y kuşağının büyüme hikâyesini, Trakya’nın otantik atmosferi içinden anlatıyor…
içindekiler
istila
9
zeliş
47
nasip’in günahı
77
canavarın günü
115
istila
I
Balkanlardan gelen soğuk hava dalgasına göğüyle toprağıyla direnen Doğu Trakya, sonunda teslim oldu beyaza. Son şehir de şubat ortasında karlara gömüldü. Caddeler ve köprüler, kent ani bir kararla tahliye edilmiş gibi ıssızlaştı. Evler biraz daha sokuldu birbirine. Sıvası dökük apartmanların beyaz çatılarını buzdan saçaklar sardı. Ağaçların kar tutmuş kuru dalları, bahçe duvarlarından yollara sarktı. Kaldırımlarda yürümek için baş eğmek, bel bükmek gerekti. Eğdi başını Mesut, büktü belini. Cadde boyu yürüdü. Çantası omzunda, eldivensiz elleri cebindeydi. Sırtında birkaç ders kitabı ve altı ortalı defterin ağırlığı, üşüyen yolları geçti adım adım. Kiremitleri soluk binalar bir bitseydi, şu gri apartmanlar… Caddenin sonu evdi. Yemek ateştedir, annesi başında… Babası dönmüştür dükkândan. Parmağının ucuna pamuksu bir yumuşaklık ilişti cebinde. Mine’nin tokası, üstünde taşıdığı ikinci bir kalp gibiydi. Soğuktan kızarmış kulaklarında hiç dinmeyen ses, Mine’nin ezgili sesiydi. Kaşkolünün ardında bir tebessüm belirdi. Hayallendi aklı, içi ılıdı. Zar gibi incecik buzun ortasına bastı dalgınlıkla. Çamurun yüzeyi damar damar çatladı. Sağ ayağının pabucu bileğine kadar ıslandı. Gülüşü taze kar gibi eridi yüzünde, kayboldu. Az ileride gözüktü ev. Kar vurdukça uzayan o cadde sonunda bitti. Her adımı gayret isteyen okul yolu, buz tutan kaldırımlarla beraber eşiğin ötesinde kaldı. Sokağı bitirip bahçeye girdi. Apartmanın bozuk kapısını omzuyla araladı. Ardında ayak izlerini bıraka bıraka çıktı merdivenleri. Babasının giyilmekten biçimsizleşmiş, rengi atmış paltosunun yanına astı montunu. Bir çorabı sırılsıklamdı. Ayakkabısıyla birlikte onu da çıkardı ayağından, bir kenara koydu. Bastığı yer adım adım belli oluyordu hâlâ. Sobanın daha ilk anda yüze vuran sıcağıyla gevşedi bedeni. Tavanı baştan uca dolanan borular, iki oda bir salonu fevkalâde ısıtmaya yetiyordu. Tencereden antreye sızan yemek buharı, çubuk krakerle oyaladığı açlığını uyandırıverdi. Annesi, dizleri eprimiş kadife pijaması ayağında, çekyatın ucuna kıvrılmış, ağalı konaklı bir dizinin tekrar bölümünü izliyordu. Göz ucuyla oğluna baktı: “Sevdiğin yemekten var gene.” Mesut, sobanın üstünde fokurdayıp duran tencerenin kapağını araladı. Kıymalı patates. Kömür sıcağında buğulanan salçanın tatlı kokusu önce burnuna, damağına, sonra tüm varlığına tesir etti. İştahla yutkunduktan sonra, “Babam nerde?” diye sordu. Öteki cevap verdi: “Balkonda, kuşuyla gene. Söyle de kapasın kapıyı artık, buz kesti içerler! Sabri! Sabriii!” “Tamam bağırma, söylerim ben şimdi.” Mesut mutfağın kapısında belirince kuş fırdöndü kafeste. Talaş parçalarıyla birlikte mavi tüyler havalandı, yemlikte kabuklar uçuştu. Sabri kafesin başında iki büklümdü. Öksürdü birkaç sefer. “Baba, balkonun kapısını…”
“Duyduk duyduk,” dedi Sabri yarım ağız, “az işim var, başlayın siz, geliyom şimdi.” İki dudağı arasına sıkıştırdığı sigarayı küllüğe bıraktı. Aynalı tüneği deterjanlı suyla dolu yoğurt kovasına daldırdı önce. Önünü ardını süngerle ovdu bir güzel. Kurulayıp yerine taktı. Kuşu nazikçe avuçladı, öptü sonra. “Babacık, hani babacık!” Minik kafasını okşadı hayvanın. Küçük bir kutuya aldı kuşu. Kafesi temizlemeye koyuldu. Muhabbet kuşu besleme modasının orta direk mahallelere uğradığı vakitler, Sabri işten eve elinde bu kafesle dönmüştü. Kafesin dibinde seyrek tüylü bir yavru vardı. Bedeni bir bebeğin sıkılı yumruğundan hallice bir şey. Tabana serili gazetenin üstünde hızla çarpan yumuşak bir kalp. Bir kürdanın yarısı iki bacak. Pıt pıt dolaşan iki ayak. Cılız, kimliksiz ötüşler… Titrek ayaklar birkaç haftada güçlendi, tırnaklarını çıkardı. Yüzünün ortasında unutulmuş bir doku parçası gibi duran saydam çıkıntı şekillenip sivrildi, kocaman iki deliği bulunan iri bir gagaya dönüştü. Pamuğa sarılı gibi duran sıska beden, mavinin üç tonuyla parlayan göz alıcı bir canlılığa büründü. Maviş dediler ismine başta. Yuvarlak yüzünün ortasında bitiveren turuncu gagası da hesaba katıldığında, kuş, kafesin tepesinden sarkan ufak bir nazar boncuğunu andırıyordu. Maviş’ten cayıp Nazar dediler sonra. Evin kasveti, miskinliği bir kuş ötümüyle silinip yok olmuştu. En karanlık ruhun bile içini şeneltmeye talip ötüşler evden dışarı taştı. Nazar, konu komşunun da ilgisini çekmeye başladı zamanla. “Sevgi Teyze’si, oğlan geceden beri tutturuyor, bir kerecik sevsinmiş kuşu…” Çocuklar bayılıyordu Nazar’a. “Betül resmini yapçakmış Nazar’ın, öğretmeni ödev vermiş…” Anasının eteğine takılan soluğu kuşun kafesinde alıyordu. “Babam bugün makineye film koydurdu da… Fotoğrafını çekebilir miyim Nazar’ın…”İsteklerin ardı sonu yoktu. Sevgi kocasına söyleniyordu bazı bazı: “Elma armut gibi resmi çizilcek, anıt gibi fotoğrafı çekilcek şey mi kuş canım?” Komşuların şu avuç içi kadarcık hayvanda ne bulduğunu anlayamıyordu kadın. Gel zaman git zaman, Sevgi de hoşlanmaya başladı ilgiden. Vaktiyle bir merhabaya üşenen o burnu havada astsubay, polis, öğretmen eşlerinin kapıda sıra oluşu hoşuna gitti. Alakaya sebep kuş olmuş, kedi köpek olmuş… Saikası kime, neye lazımdı? Çoluk çocuğun gönlünü hoş tutmaya gayret etti o da. Ev haliymiş, kir pasakmış demeden açtı kapısını gelene. Bir mevsim geçti geçmedi, coşkunca akan ilgi seli diniverdi. Mahalleli hevesini aldı kuştan. Ayağı kesildi çocukların. Başka eğlenceler, oyalanacak başka meşgaleler bulundu. Bunaltıcı yaz geceleri balkona çıkarılınca, ötüşünden şikâyetçi olmaya başladı komşular. Bir gece alt komşunun karısı kibar dille uyardı Sevgi’yi, “Benimki gece vardiyasına gidecek de…” gibisine. Çaresiz, odaya aldılar Nazar’ı. Dışarlığın ilgisi kesilince Sevgi de soğumaya başladı hayvandan. Ötüşler gelinli kaynanalı gündüz kuşağı programlarının sesini bastıracak oldu mu, oyalı tülbentler attı kafesin üstüne. Mesut da oralı olmayınca Nazar’ın bakımı gene Sabri’ye kaldı. Gerçi Nazar’ın da Sabri’den başka kimseye yüz verdiği yoktu. Ne birinin sözüne ince ötüşlerle karşılık vermişliği ne şunun bunun karşısında çalımlı duruşa geçip kanat germişliği görülmüştü. Yeme düşeli beri “Babacık”ın elinde büyüdüğünü bilir gibi, Sabri’den başkasına paye vermezdi. “Buz ettiniz yemeği, buz!” “Yahu geliyoz dedik ya!” Kalamar kemiğinden yapılma gaga taşını iki tel arasına güzelce sıkıştırdıktan sonra, kafesi alıp oturma odasındaki askısına astı Sabri. Gömleğinin kollarını çemreyip elini yüzünü yıkadı banyoda. Sofraya oturdular. Çorbalar içildi. Çorbadan sonra yemeğe geçildi. Mesut, ekmeğinin ucunu yemeğin suyunda dalgın dalgın gezdirirken Mine’yi düşlüyordu. Okula yarıyıl tatilinin ardından dahil olan bu yeni sınıf arkadaşının suskun mevcudiyetini, yüzünün yuvarlak çehresini ve yemyeşil gözlerini hatırlayıp heyecanlanıyor, korkuyor, seviniyor, dehşete düşüyor; velhasıl içi içine sığmıyordu. Yemek faslı bitince, Sevgi üst üste tepelediği tabakları alıp mutfağa geçti. Bulaşığı lavabonun içine bıraktı, buzdolabının üstündeki kalabalıkta el gezdirip sigarasını buldu. Aspiratörü açtı, Meltem’den bir dal yakıp mentolünü uzun uzun ciğerine çekti. Sabri şeffaf muşambayla sarılı kumandaya uzanıp televizyonun sesini açtı. Gömleğinin cebinden Maltepe paketini çıkardı. Haberler başlamıştı. Başbakanın öfkeli sesiyle ortalığa dökülen sözler dört duvar arasında yayıldı: “Sayın Cumhurbaşkanı söz alarak, son derece de terbiye dışı bir üslupla bana ağır ithamlarda bulundu…” Haberin devamında havalara savrulan bir anayasa kitapçığından bahsediliyordu. Bu tuhaf hadise o an kimse için bir şey ifade etmedi. Az sonra ağalı konaklı dizinin yeni bölümü başladı. Diziyle beraber bir demlik çay içildi, çekirdek çitlendi. Sevgi ekrandaki zenginliğe, şatafata büyülenirken, ağanın oğluyla şehirli kadının imkânsız aşkını içini çeke çeke seyretti. Ertesi gün borsa düştü. Döviz kanat takıp uçtu.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Öykü
- Kitap AdıDünya Unutana Kalır
- Sayfa Sayısı140
- YazarDeniz Poyraz
- ISBN9789750531897
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2022
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- O Sonbahar, O Kış ~ Kâmil Erdem
O Sonbahar, O Kış
Kâmil Erdem
Varışsız yollar, yok yolcular, yarım kalan yarınlar, kırık segâhlar, acı ve kahır dolu bir geçmişten süzülerek gelen zamanın ağır aktığı deltalar… Kâmil Erdem her...
- Dinozorun Ayak Sesleri ~ Elif Yonat Toğay
Dinozorun Ayak Sesleri
Elif Yonat Toğay
Atıştırmalık Öyküler ve Bir Şeyler Yapmam Gerek isimli kitaplarından tanıdığımız ödüllü yazar Elif Yonat Toğay’dan, hayal gücünün sınırsızlığında gezinen, kahkaha garantili on gülmece öykü: Dinozorun Ayak Sesleri. Yetişkinlerin...
- Hoşgör Köftecisi ~ Orhan Veli Kanık
Hoşgör Köftecisi
Orhan Veli Kanık
Orhan Veli’nin hikâyeleri, 1947–50 yılları arasında Tanin gazetesi ile Seçilmiş Hikâyeler ve Yaprak dergilerinde yazarın sağlığında, William Saroyan’dan “serbest” olarak çevirdiği hikâyesi ise ölümünden...