Toplumsal çatışmaların, kaynaşmaların ve dönüşümlerin ardında hangi güçler bulunuyor? İnsan toplumlarının krize girdiği, çözüldüğü ve yeniden şekillendiği dramatik anlar, toplumların evriminin itici gücü olabilir mi?
Victor Turner, simgesel antropolojinin kurucu eserlerinden biri hâline gelmiş bu kitabında, simgesel eylemlerin, ritüellerin ve metaforların toplumsal yaşamın merkezinde nasıl durduğunu keşfe çıkıyor. Toplumsal çatışmaların yinelenen kalıplarını ve bunları çözmek için simgesel eylemleri ve “alanları” nasıl kullandığımızı inceliyor. Afrika kabilelerinden eski Amerikan uygarlıklarına; Meksika’nın bağımsızlık mücadelesinden İngiltere’de bir döneme damgasını vurmuş II. Henry ile Becket arasındaki emsal çatışmaya; Hindistan’daki kast mücadelelerinden 1960’ların karşıkültür hareketlerine; paganlarda, Hıristiyanlarda ve İslam’da hac yolculuklarının anlamına ve önemine kadar uzanan bir çizgide örnekler üzerinden, toplumsal dramaların kolektif deneyimlerimizi nasıl şekillendirdiğini ortaya koyarak yepyeni bir bakış açısı sunuyor.
Artık klasikleşmiş bu eser, insan yaşamını ve toplumlarını şekillendiren, görünmez ama son derece güçlü süreçleri anlamak isteyen herkes için bir kılavuz görevi görmeye devam ediyor.
İçindekiler
Teşekkür 11
Giriş 13
1
Sosyal Dramalar ve Ritüel Metaforları 20
2
Dinî Paradigmalar ve Siyasi Eylem:
Thomas Becket, Northampton Konsili’nde
60
3
Hidalgo: Sosyal Drama Olarak Tarih 102
4
Dogonların Kelamı 164
5
Sosyal Süreçler Olarak Hac Ziyaretleri 174
6
Geçişler, Sınırlar ve Yoksulluk: Komünitas’ın Dinî
Simgeleri
240
7
Antiyapı Metaforlarının Dinî Kültürdeki Yeri 283
Tablolar ve Haritaların Listesi 312
Kaynakça 313
Dizin 320
Giriş
“Dramalar”, “geçişler”, “eylemler”, “süreçler”: Birazdan okuyacağınız denemeler, bu anahtar kavramlar etrafında dönecektir. Ayrıca “metaforlar” ve “paradigmalar” gibi mefhumların da derinlemesine ele alındığını göreceksiniz. Aslında burada, muhtelif toplumsal eylemlerin, bu eylemlerin aktörlerinin aklındaki (toplumsal deneyimin bir sonucu olarak doğrudan öğretiler ve örtük genellemelerle oluşan) metaforlar ve paradigmalar aracılığıyla biçim kazanan ve bazı çetin koşullarda, tarihe yeni metaforlar ve paradigmalar miras bırakan benzeri görülmemiş biçimler üretme yöntemlerini araştırmaya ve tanımlamaya çalışacağız. Başka bir deyişle başta Yeni Antropologlar1 olmak üzere bazı meslektaşlarımın düşündüğü gibi toplumsal dinamikleri, özgül bir “program”ın ürettiği bir “performanslar” bütünü olarak görmüyorum. İnanın bana söz konusu insan türü ise doğal eylem hiçbir zaman büyük bir tasarının mantıksal sonucu olamaz. Bunun nedeni Dostoyevski, Berdyaev, Şestov ve diğer “yabancılaşmış” Rusların iddia ettiği gibi insanın “özgür iradesi”nin apaçık iyiye ve apaçık akla direnme yönündeki müzmin eğilimi değil, bizzat toplumsal eylemin süreçsel yapısıdır. Van Gennep, geçiş törenleri üzerine yaptığı karşılaştırmalı bir çalışmasında, insan kültürünün uzay-zamanda üç parçadan oluşan bir hareketin ayrımına vardığını göstererek çarpıcı bir keşifte bulunmuştu. Aslına bakarsanız Gennep daha ziyade ritüele odaklansa da meseleyi, ritüel dışı birçok süreci kapsayan bir paradigmayla ele almıştı. Ritüelleşmiş tüm davranışlarda, en azından kültürel bir senaryoya uygun olarak davrananların normatif taleplerden özgürleştikleri –daha doğrusu pozitif hukuka dayalı siyasi sistemlerde birbirini izleyen konumlar arasında gidip geldikleri– bir uğrak olduğu konusunda çok ısrarlıydı. Eh, düzenlenmiş dünyalar arasındaki bu boşlukta, neredeyse her şey gerçekleşebilir.
Bu “liminalite”2 fasılasında kişinin yalnızca kendi sosyal konumundan değil, tüm sosyal konumlardan uzak durma ve potansiyel olarak sınırsız bir dizi alternatif sosyal düzenleme tasarlama olanağı vardır. Son derece intizamlı tüm toplumlarda bu tehlikenin farkına varıldığı, “kabile” toplumlarındaki genişletilmiş kabul törenleri gibi güçlü geçişler sırasında normatif yapının kontrolünden çıkan kişileri koruyan ve kısıtlayan tabuların çoğalması ve sanayi toplumlarında ancien régime’in aksiyomlarını ve standartlarını yıkmak için edebiyat, film ve araştırmacı gazetecilik gibi “liminoid” türleri kullananlara karşı çıkarılan yasalarla –hem genel hem de özel durumlarda– açıkça ortaya konmaktadır.
Doğrusunu söylemek gerekirse program, liminalite olmaksızın da performans üzerinde belirleyici olabilir. Ama liminalite söz konusu olduğunda, saygın programların altı oyulabileceği gibi, birden fazla alternatif program da oluşturulabilir. Yekpare, iktidar destekli programlar ile bunların birçok yıkıcı alternatifi arasındaki çatışmalar, içerisinde sadece program niteliğindeki gestalten değil ayrıca farklı programlar arasında da birçok seçeneğin sunulduğu sosyokültürel bir “alan” yaratırlar. Sanat eleştirmeni meslektaşım Harold Rosenberg’in defaatle belirttiği gibi, herhangi bir toplumun herhangi bir anda sahip olduğu kültür, kendi başına bir sistem, tutarlı bir bütün olmaktan ziyade, geçmiş ideolojik sistemlerin enkazı ya da “serpintisi” gibidir. Tutarlı bütünler var olabilir (ama bunlar bireysel düşüncelerde, bazen de saplantılıların veya paranoyakların düşüncelerinde yer etme eğilimindedir). Bununla birlikte, insanların sosyal grupları, geleceğe açıklıklarını, iyi yaşamın ne olabileceğine dair metaforlarının çeşitliliğinde ve paradigmalarının çekişmesinde bulmaya meyillidir. Eğer bir düzen varsa da nadiren önceden belirlenmiştir (her ne kadar süngüler bazı siyasi şemaları geçici olarak desteklese de); düzen, her biri kendi içinde ikna edici bir paradigmaya sahip, çatışan ya da uyuşan iradelerin ve zekâların ürünüdür.
Sosyal süreçlerin önemli bir bölümü incelendiğinde, sınırlı ve geçici sonuçların neredeyse sonsuz bir çeşitlilik gösterdiği görülür. Bu sonuçlardan bazıları programa daha bağlı görünürken, bazıları da tam yapısal eklemlenmeden kaçınmaktadır. Oysa süreçsel olarak bakıldığında insan toplumunun kuşatıcı niteliği, bireylerin çocukken kabul etmeye koşullandıkları davranış ve düşünce modellerinden, kalıplarından ve paradigmalarından zaman zaman uzak durma ve nadiren de olsa kendileri yeni kalıplar yaratma ya da yenilikleri kabul etme kapasitesidir. Evrimsel biyolojinin tanıklığını kabul edersek, bu kapasitelerde gizemli hiçbir şey yoktur. Evrimleşen türler uyumlu ve esnektir; radikal çevresel değişim karşısında, bir türü yok olmaya mahkûm eden genetik programlama biçiminin kısıtlamalarından kurtulurlar. Bu nedenle insanın simgesel “kültürel” eyleminin evriminde, biyolojik evrimdeki açık uçluluğa karşılık gelen süreçleri aramalıyız. Bana kalırsa böylesi süreçleri, bu liminal ya da “liminoid” (sanayi sonrası devrim) simgesel eylem biçimlerinde, geçmişin tüm standartlarının ve modellerinin eleştiriye tabi tutulduğu ve sosyokültürel deneyimi tanımlamanın ve yorumlamanın yepyeni yollarının geliştirildiği bu serbest zaman etkinliği türlerinde bulabiliriz. Bu formlardan ilki felsefe ve bilimde, ikincisi ise sanatta ve dinde ifadesini bulur.
Elinizdeki çalışmada, bir yandan –Becket ve Hidalgo’nun biraz tezat oluşturan vakalarında olduğu gibi– özgecil bir dava uğruna şehitliğin onanması misali bazı “kök paradigmalar”ın gücünü ve etkinliğini bir yandan da –II. Henry ve Becket ile Hidalgo ve İspanya’nın Meksika üzerindeki hegemonyasını muhtelif nedenlerle destekleyen eski dostları arasındaki çatışmalarda olduğu gibi– çatışan grupların ve önemli şahsiyetlerin kendi paradigmalarını kanıtlayıp hasımlarının paradigmalarını çökertmeye çalıştıkları sosyal dramaları incelemeyi arzuluyorum. Ayrıca, ulusal sınırları aşan uzun yolculukların zorluklarını ve bu yolculuklar sırasında yaşanan beklenmedik felaketleri makul görmekle yetinmeyip görkemli hâle getirmek için bireyleri belirli bir inancın değerlerine kayıtsız şartsız bağlayan hac yolculukları gibi dinî paradigmalara sürekli olarak yeniden canlılık kazandıran süreçleri de ele aldım. Dinî paradigmaların, belirli şartların sağlanması hâlinde temel ve merkezî paradigmaya yeniden dâhil olan karşıparadigmaların düzenli olarak ortaya çıkmasıyla da desteklendiğinin altını çizmek isterim. Bu süreci, örnekleriyle birlikte “Dinî Kültürde Antiyapı Metaforları” başlıklı bölümde Hint kültürü bağlamında anlatmaya çalıştım. Bunun daha geniş bir uygulama alanı bulduğuna, bu bağlamda Avrupa’da ve Çin’de yaşanan dinin gelişim döngüleri hakkında söyleyecek bir şeyleri olduğuna inanıyorum. Tahmin edebileceğiniz gibi, dün liminal olan bugün kararlı hâle gelir, bugün çevre olan yarın merkez olur. Hayır, hayır, burada insanın tarihsel sürecinin döngüsel ve tekrarlayan bir süreç olduğu yaklaşımını savunmuyorum elbette. Daha ziyade bu döngüsel ve tekrarlayan tarihsel süreç yaklaşımının kendisinin bir dizi olanaklı süreçsel alternatiften yalnızca biri olduğunu iddia ediyorum. Öte yandan tarihin, tüm ileri hareketlerin geçmişe hiçbir şey borçlu olmayan parlak fikirlerin sonucu olduğu benzersiz, tekrarlanmayan evreler silsilesi olarak kabul edildiğini de görebiliriz. Bu zıt görüşler arasında birçok düzeyde karşılıklı uyum mümkündür. Bu anlamda simgesel eylemin “önemli” kabul edilen türlerinin –(“doğdukları dönemde”) ritüel, mit, tragedya ve komedyanın–, toplumsal sürecin döngüsel ve tekrarlayan bir süreç olduğunu iddia eden yaklaşımlara derinlemesine nüfuz ettiğini, (modern sanatlar ve doğa bilimleri gibi) Sanayi Devrimi’nden bu yana gelişen türlerin (arı araştırma, eğlence, seçkinlerin çıkarları olarak kabul edildiğinden) avamın gözünde daha önemsiz olsa da insanların birbirleriyle ilişki kurma biçimlerini ve bu ilişkilerin içeriğini değiştirme konusunda daha büyük bir potansiyele sahip olduğunu öne sürebilirim. Modern sanatların ve doğa bilimlerinin etkisi bu bakımdan daha sinsi olmuştur. Doğrudan sınai üretim alanlarının dışında oldukları, bu bağlamda kabile ve erken dönem tarım toplumlarındaki liminal süreçlerin ve olguların “liminoid” benzerlerini oluşturdukları için bu “dışında olma” durumu onları bir toplumun üyelerinin zihinleri ve davranışları üzerinde dolaysız bir işlevsel etkide bulunmaktan uzaklaştırır. Onların failleri ya da izleyicileri olmak isteğe bağlı bir faaliyettir; haricî normlardan kaynaklanan bir zorunluluğun ya da kısıtlamanın olmaması, onlara bireysel bilinçler tarafından daha kolay özümsenmelerini sağlayan keyif verici bir nitelik kazandırır. Böylece keyif, inovatif değişim bağlamında ciddi bir mesele hâline gelir. Elinizdeki çalışmada bu nokta değerlendirme dışında bırakılmıştır ama değişim içerisindeki karmaşık toplumlar (12. yüzyılın İngilteresi, 19. yüzyılın Meksikası, Ortaçağ Hindistanı, hac süreçleri için uygun mekânlar olarak Ortaçağda ve modern dönemde Avrupa ve Asya) ile ilgili düşüncelerim, tam da bu formülasyonu işaret etmektedir.
Mevcut bağlamda “alanlar”, paradigmaların kesin bir dille ifade edildiği, pekiştirildiği ve çatıştığı soyut kültürel bölgelerdir. Bu tür paradigmalar, birçok türden sosyal eylem dizisinin üretilmesine olanak tanıyan ama hangi dizilerin hariç tutulması gerektiğini de belirleyen “kurallar” kümesinden oluşurlar. Paradigma çatışması, dışlama kuralları üzerinde ortaya çıkar. “Arenalar”, paradigmaların metaforlara ve simgelere dönüştüğü, siyasi iktidarın harekete geçirildiği ve etkili paradigma taşıyıcıları arasında güç mücadelesinin yaşandığı somut ortamlardır. “Sosyal dramalar” ise bu taşıyıcılar arasındaki mücadelelerin aşamalarını temsil etmektedir. Bu soyut formülasyonlar, elinizdeki çalışmayı meydana getiren yazıların temelini oluşturmaktadır. Hindistan, Afrika, Avrupa, Çin ve Mezoamerika’yı, antik toplumdan Ortaçağa ve oradan da modern devrimci zamanlara kadar didik didik etmeye çalıştım; bunu yaparken coğrafyanın ve tarihin dehlizlerinde yol aldım. Laf aramızda, bu disiplinlerdeki yetkinliğimin sınırlarını birçok kez aştığımı itiraf ediyorum. İnsanlığın özü itibarıyla yekpare olduğunu fakat bunu ifade ederken çeşitlilik gösterdiğini, çeşitliliği içinde uyarlanıcı olmanın da ötesinde yaratıcı olduğunu düşünüyorum. İnsan üzerine yapılacak herhangi bir ciddi çalışma, onu gittiği her yerde takip etmeli ve Florian Znaniecki’nin “hümanistik katsayı” olarak adlandırdığı, sosyokültürel sistemlerin sadece anlamları için değil, varoluşları için de bilinçli insan faillerin katılımına ve insanların birbirleriyle kurdukları ilişkiye bağlı olduğu hususunu dikkate almalıdır. Antropologları, değerlerin en bilinçli seslerinin “liminoid” şairler, filozoflar, tiyatro yazarları, romancılar, ressamlar vs. olduğu karmaşık eğitimli kültürler üzerinde geniş çaplı çalışmalar yapmaya yönlendirmesi gereken de işte bu “bilinç” faktörüdür.
Bu kitap, disiplinin sınırlarının ötesine geçtiği için zorunlu olarak bir program niteliği taşımaktadır. Başlıca kusurları da işte bu tür bir istilacı göçebelikten kaynaklanır. Öte yandan meslektaşlarımdan, insan düşüncesinin ve sanatının ustalarının uzun zamandır yaşadığı bu topraklarda daha rahat yaşamalarını sağlayacak hümanistik becerileri edinmelerini rica ediyorum. Eğer birleşik bir insan bilimi, özgün bir antropoloji mümkün olacaksa bu zorunludur. Bu nedenle, davranış biliminin yöntemlerini terk etmek bir yana, bu yöntemleri yenilikçi, liminal bir yaratığın davranışlarına, bireysel üyeleri arasında Homeros, Dante ve Shakespeare’in yanı sıra Galileo, Newton ve Einstein’ın da bulunduğu bir türe uygulamanın gerekliliğini vurguluyorum.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Antropoloji İnsan ve Toplum
- Kitap Adıİnsan Toplumlarında Simgesel Eylem - Dramalar, Alanlar ve Metaforlar
- Sayfa Sayısı328
- YazarVictor Turner
- ISBN9786256584594
- Boyutlar, Kapak13.5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviFol Kitap / 2024