Yapı Kredi Yayınları edebiyat dizisinden çıkan yeni öykü kitabı “Gömleği Yalnız”da Mustafa Şahin, aşınmış duygularını, bozulmuş rüyalarını gözden geçiren bireyin kederini öyküleştiriyor.
“Öznem, nesnem, yüklemim belli değil. Ders kitaplarına girecek sağlam bir cümle olacağıma, tamamlanmış bir söz olarak yağacağıma, kendime, rüyalarıma sarkan bir bulut oluyorum. Yağamıyorum, ama daha önemlisi gürleyemiyorum.”
Hiçbir Nisan, Kapandım, Refüj, Gömleği Yalnız, Kördüğüm, Önce Söz Yandı, Sayın Efendim, Emret Toprak, Düzelü, Benzinsiz, Gönül, Buradan Gidiyorum adlı öykülerden oluşan kitap, geçmiş günler üstüne bir uyumsuzun notları biçiminde yazılmış. Çoğu kent yaşamının yarattığı çaresizlik, bürokrasinin tükettiği idealler, yabancılaşma, insani erdemlerin yitimi gibi bir dizi mesele etrafında dönüyor. Giderek denemeye, günlüğe, yer yer şiire kayan kitapta alaycı bir neşe, çelişkilere ince bir çerçeve atan ironi öne çıkıyor.
*
Hiçbir Nisan
Şimdi uzaklarda segâh bir kadın
Bir adam Yağmur bir nisan Kadıköy Bilmediği dilden bir şarkıya tutulmuş. Mırıldanamıyor.
Bir adı Yağmur bir adı Nisan.
Hangisi Yağmur hangisi Nisan.
Bunun ne önemi var, sahi bunun ne önemi var. İkisi bir dilemma.
Biri anılarını yakmış, birinin hatıraları kanıyor. Birinin adresi yanmış, diğeri sılasını yitirmiş. Ağır yenilgilerini cümle âlem görmüş.
At görmüş, meydan görmüş, zaman görmüş.
Yağmur korkuyor. Nedensiz korkuyor. Oracıkta ölmekten korkuyor. Ölmekten değil de ölümüyle Nisan’ı korkutmaktan korkuyor. Nisan da titriyor. Bir kuş tüyü kadar, bir yarım damla kadar. Elinde cetvel, güya yeni bir yol çiziyor kendine. Uzun bir yol. Uzak, ufuksuz. Öteki, görüyor ama yetmiyor, yetişemiyor. Dolduramayınca boşluğu, başka şeyler düşünmek istiyor. Kendinden uzaklaşmak, kendini uzaklaştırmak, bile isteye aklını karıştırmak, bulutları delmek, kümülüsü dağıtmak istiyor.
Yağmur, öyküsünü, şehrini düşünüyor. Şimdi ne yapsam diyor. Adresini hatırlamaya, kimliğini sökmeye çalışıyor. Baş edemediği o hengâmeden, o uğultudan kaçmak, kendini kaçamayacağı bu öyküden, kaçamayacağı kendi öyküsünden kaçırmak istiyor. Eski yaralı zamanlardan beriye gelmek istiyor. Yeni zamanlar düşüyor aklına. Yeni fena zamanlar. Yeni zamanları da aklından derhal düşürmek istiyor. Bu gelgitten de kurtulmak istiyor. Akıl, sarpa sarıyor. Akıl, öyledir zaten. Ne vakit gereğini hissetsen, ne zaman bir düğüme el atmasını rica etsen oracıkta sarpa sarar. Sana demedim mi der, düğüm çözmez akıl verir. Her şeyi yerinde zamanında söylediğini iddia etmekle övünür. Senin aklın bile tepende tökezlemeni bekler, seni seyreder. Düşersen, bir ayağın öbürüne dolanırsa hata payını düşmez. O yüzden ona güvenmeyeceksin. İyi ama işte ona güvenmeyince kime güveneceksin.
Akılla cebelleşmeyi bırakınca eski devirler düşüyor aklına: Gül devri, yediveren devri, lale devri. Bütün devirleri deviriyor. Biri hariç. Kendi Üsküdar’ı geliyor mendil içinde; Mihrimâh’ı, ilkyazı. Sonra güzergâh geliyor, sonra minyatür, sonra küçük harfle cumhuriyet. Güzergâhın minyatürün, Mihrimâh’ın cellâttan nasıl kurtuldukları sorusu zihninde beliriyor. Tutunduğu bu soruyu güçlükle büyütüyor ki, onunla meşgul olsun da şu bulut dağılsın. Dağılmıyor. Yelkovana mı, akrebe mi tutunsun, bilemiyor. Ne yapsin, hangi yöne baksın. Yer Nisan gök Nisan.
Ah… Güzergâh.
Yağmur telaşlanıyor. Başka zaman, her zaman, hiçbir zaman, istese de telaşını gizleyemez. Güzergâhın şekillendiğini görünce, telaşından kaçamayacağını da anlayınca pürtelaş halini ele vermek istiyor. “Nedir bu” diyemeden “Güzergâhım” diyor Nisan. “Hayır” demek, engel olmak istiyor. Diyemiyor, olamıyor. Denize, siluete, uzak anılara dalmış, olduğu yere mıhlanmış, şimdiki zamana mühürlenmiş görünmeye çalışıyor. Dağılmadan, çabuk toparlanarak kendine yeni bir güzergâh çizmek istiyor. Cetvelsiz: “Güzergâhımız” demek istiyor: Güzergâhımız….. İnsanın bir güzergâhı olmalı. Lakin işte lakin… Bir yol çizilebilir, bir nehir tutulabilir, bir dağ delinebilir ama bir güzergâh çizilemiyor.
Sol yanına alıyor Nisan’ı. Sağ dirseğiyle istifini bozuyor, dikkatini dağıtmak istiyor ama ne mümkün, dikkati dağılmıyor. Harita ikiye bölünüyor, güzergâhıyla kendisi dağılıyor. Bir şeyler, bir mucize, olağanüstü bir iyileşme, Nisan’dan kendine tam yöneliş umuyor bu eyleminden. Olmayacak, olmayacak şeyler umuyor. Sözle onu yörüngesinden çıkarmak istiyor. Ondan elini çekiyor, kendine yöneliyor. Bilmeden kendini kanatıyor. Petrol kuyusuna bir sigara yakıyor. Mendilim kâğıt mendil değildi diyor. Sevgim sahiciydi diyor. Kâğıt mendille yanan bir evi nasıl söndürseydim diyor. Şehri söndürebilirse sonsuz Nisan olacağına dair umut taşıyor. Değil mi diye Nisan’ı daldığı kuyudan çıkarmaya çalışıyor. Bilmiyor ki, burası ne ahşap yangınlardan arka kalmış ve şu iskele yüzyıllar boyu ne yangınlar temaşa etmiş. Yine yanıyor, yanılıyor.
Hem ne yangın ne yanılgı… Gökten bir sızı düşüyor. Bin oluyor. Kötü bir şeyler seziyor. “Yanlış yaptım, yanlış” diyor. Özür diliyor. Özür üstüne özür. Özür dilemeni istemiyorum diyor Nisan. Denizden, gökyüzünden, yeryüzünden özür diliyor. Hayıflanıyor. “Bir yol bozulabilir, bir köprü yıkılabilir ama bir güzergâh bozulamaz. Bir güzergâhın bozulabileceği düşünülemez. Düşünemedim” diyor.
Nisan sadece bedeniyle orada. Oradaymış gibi duruyor ama başka yerde. Olan bitenden haberdar değil. Kendini toplamaya çalışıyor ve doğru-yanlış ekseninde düşünmen yanlış, kendini saliver, diyor. Yağmur tam da bunu kendisinin söylemek istediğini, bunu duyması gerekenin Nisan olduğunu söylüyor. Her sözü ışık hızıyla kana karışır Nisan’ın. Bu sözü de öyle oluyor. Yağmur bu, nasıl salıversin kendini. Bir ömür kendini tutmuş. Öyleyken, bir cümle bile umut atının ayaklarını yerden kesiyor. Kalp ritmi yükseliyor. Yüreği ritme aldanıyor. Gönlü dünden razı zaten… Daha gün görmemiş sayılır, daha usul-erkân, yol-yordam bilmiyor. Bilmiyor ki, hiçbir Nisan ebedî değildir.
Ve Yağmur, nihayet felaketi görüyor. Taammüden yol açtığı asıl felaketi. Eyvah, Güneyli çocuklar, diyor. Eyvah güzergâh, eyvah güneyli çocuklar, güneyli çocuklar. Derin bir oyuk açılıyor oracıkta. Yüreği oyuğa damlıyor. Bin pişmanlık genzini yakıyor, göz pınarlarını harekete geçiriyor, saçlarını tutuşturuyor. Güneyliler için, yüreği dünyanın bütün güneylileri için eziliyor ama çok geç. Şili, ah Şili… Derkenar gibi. Ters dönmüş Şili. Çırpınan bir boğa yılanı gibi. Yay çiziyor, kıvrılıyor. Kök damarları görünüyor okyanusun üzerinde. Köklerini yeryüzüne çarpa çarpa, çırpına çırpına sulara gömülecek. Dünyanın kıyısındaki bütün insancıkları, bütün kadınları, bütün bebeleri dökülmüş atlasa. Yazık ki, ne yazık. Dünya gözüyle göremeden. Çok yazık.
Meksika’yı, Bolivya’yı görmek isterdi öteden beri Yağmur. Meksika, Bolivya da bunu çok arzulardı. Güneyli bütün yazarlara, istisnasız bütün yazarlara akrabalık duydu. Hepsinin hüznü, hepsinin öyküleri yüreğine döküldü. Bütün eserlerinde kendi ruhundan üflenmiş parçalar buldu. Márquez’den Borges’e, Isabel Allende’den Cortázar’a dünyanın kıyısını anlatan yazarlar ile Aragon’dan Octavio Paz’a Latin şairler ne kadar da beni, ruhumu, ne kadar da burayı anlatıyor. O soluk insan yüzlerinin hepsi ben diyor. Ama hayır,
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap AdıGömleği Yalnız
- Sayfa Sayısı128
- YazarMustafa Şahin
- ISBN9789750847191
- Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
- YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Geceleri, Sokaklarda – Öyküler (1925-1930) ~ Cesare Pavese
Geceleri, Sokaklarda – Öyküler (1925-1930)
Cesare Pavese
Geceleri, Sokaklarda, Cesare Pavese’nin henüz on yedi yaşındayken kaleme almaya başladığı ve ölümünün ardından yayımlanan öykülerini ve öykü taslaklarını içeriyor. Öykülerin başkişileri, hayatın kıyısında...
- Umut Bahçesi ~ Dilara Keskin
Umut Bahçesi
Dilara Keskin
Yirmi bir yaşındaki Öykü Çelik, mutlu olması için neredeyse her şeye sahipti ancak bir türlü içten gülümseyemiyor, kalbini saran karanlık sarmaşıklardan kurtulamıyordu. Kendisiyle ilgili...
- Son Emel ~ Mehmet Rauf
Son Emel
Mehmet Rauf
Aman Yarabbi, Köprü, Köprü… Bunu şimdi birdenbire ne kadar, ne kadar sevdi. O üzerinden binlerce defa geçmiş olduğu yer; bu serilmiş, ölmüş hayatıyla, elini...