Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Mavi Gezi – Pirî Reis’in İzinde
Mavi Gezi – Pirî Reis’in İzinde

Mavi Gezi – Pirî Reis’in İzinde

Orhan Duru

Orhan Duru’nun Piri Reisin’in ünlü çalışması “Kitab-ı Bahriye”nin izinden giderek yazdığı bu rehber kitap Küçük Asya’yı kıyı kıyı, kent kent, denizden ve karadan dalaşıyor,…

Orhan Duru’nun Piri Reisin’in ünlü çalışması “Kitab-ı Bahriye”nin izinden giderek yazdığı bu rehber kitap Küçük Asya’yı kıyı kıyı, kent kent, denizden ve karadan dalaşıyor, bölgenin güzelliğini, değişkenliğini, ev sahipliği yaptığı medeniyetleri bir kere daha hatırlatarak bizleri yaşadığımız coğrafyanın zenginliğini yeniden düşünmeye davet ediyor.

Görmeye, bilmek ve tanımak ekleniyor bu “Mavi Gezi”de. Coğrafyaya tarih ekleniyor. Homeros’tan Evliya Çelebi’ye uzanan alıntılar, bir zamanlar Toroslar’da gezen kaplanlar, el değiştiren kaleler ve onların içine inşa edilen iç kaleler ekleniyor, devran döndükçe ve medeniyetler sürdükçe yeniden yazılacak, tekrar okunacak bir eser çıkıyor ortaya.

Piri Reis’in deyimiyle “böyle biline vesselam.”

İçindekiler
Mavilikler ve Yolculuklar • 9
Pirî Reis’in İzinde • 17
Anamur • 19
Kaledran ve Gazipaşa • 20
Alanya • 21
Şarapsa ve Alara Han • 27
Belge • 28
Alanya Beyi • 29
Manavgat • 31
Belge • 33
Side • 34
Belge • 40
Aspendos • 41
Belge • 44
Silyon • 45
Perge • 47
Belge • 52
Antalya • 53
Belge • 62
Telmessos • 64
Faselis • 67
Olimpos ve Khimera • 72
Khimera (Yanartaş): • 74
Porto Ceneviz, Adrasan ve Gelidonya Burnu • 77
Adrasan • 77
Gelidonya Burnu • 78
Finike • 80
Demre • 82
Andriake: Bir Liman Kenti. • 87
Kekova’nın Gizemli Sularında • 89
Şarkı Söyleyen Kayalar Kenti: Kyaneai • 90
Başka Yerleşme Yerleri • 92
Belge • 93
Kaş • 94
Meis Adası • 96
Yaylada Bir Yitik Kent: Phellos • 97
Kalkan ve Patara • 99
Düşler Ülkesi Patara • 99
Letoon • 103
Bir Uzay ve Aşk Kenti: Pınara • 103
Kartal Yuvası Gibi Bir Kent: Kadyanda • 105
Xanthos • 108
Belge • 112
Yediburunlar ve Ölüdeniz • 114
Fethiye • 115
Fethiye Körfezi • 118
Kaunos • 120
Köyceğiz • 122
Belge • 123
Marmaris • 126
Belge • 129
Amos • 130
Serçe Bükü • 130
Bozuk Kale • 131
Bozburun • 131
Datça • 131
Knidos • 133
Belge • 137
Gökova • 139
Şehir Adaları (Kedreai) • 140
Çökertme • 141
Bodrum • 142
Eski Çağlarda Bodrum • 142
Bir Karşılıklı Konuşma • 145
Mausoleum’un Öyküsü • 147
İskender Nasıl Aldı Bodrum’u? • 148
Türkler ve Şövalyeler • 148
Bodrum Yarımadası • 152
Mandalya Körfezi • 154
Bargylia • 154
Iassos • 155
Adalar Denizinde • 158
Kıbrıs Adası • 159
Rodos • 160
Girit • 167
Santorini • 170
Sakız Adası ve Anadolu Kıyıları • 172
Foça Kaleleri, İzmir ve Karaburun Kıyıları • 173
Midilli Adası, Edremit ve Ayvalık Kıyıları • 174
Çanakkale Boğazı • 176
Sonsöz • 178
Kaynakça • 179

Hazırlayanın Notu

Orhan Duru, yaşamı boyunca gezi yazıları yazdı. Bunlardan bazılarını Kıyı Kıyı, Kent Kent başlığıyla 1977’de kitaplaştırdı. (Koza Yayınları). On yıl sonra yeni eklerle ve değişikliklerle Mavi Gezi’yi yayımladı. (Ada Yayınları, 1987). Gezip gördüğü Ege ve Akdeniz kıyılarını dile getirmekten usanmıyordu Duru. Yaşamının sonuna kadar hayranlık duyduğu Pirî Reis’in izinden gitti. Büyük denizcinin haritasına ilgiyle baktı, Kitab-ı Bahriye’deki yazılarını okudu, onlardan esinlendi. İşte elinizdeki bu kitap, her yayınlanışında değişen, zenginleşen bir kitaptır. Yaşasaydı, yeni yeni sayfalar da ekleyecekti. Sevgili Orhan Duru’nun ardında bıraktığı ilgili metinleri, notları titizlikle koruduk. Kitabın bu son baskısında, bir önceki baskı Mavi Gezi’nin seyir haritasına sadık kaldık. Duru’nun, bu seyir haritasında, yıllar sonra yeniden gezdiği, yazdığı yerlere ilgili bölümler eklendi. Kıbrıs Adası, Rodos, Santorini, Sakız adası ve Anadolu kıyıları, Foça kaleleri, İzmir ve Karaburun kıyıları, Midilli adası, Edremit ve Ayvalık kıyılarından Çanakkale Boğazına, bir çeşit zikzak çizerek, kitaba yeni bir seyir haritası eklemiş olduk. Pirî Reis de böyle yapmıştı.

Mavilikler ve Yolculuklar

Yoğun maviliklerle karşılaşmam “Mavi Yolculuk”larla oldu. Düşünün karşınızda ufuk çizgisine kadar uzanan deniz, oradan yükselen ve üzerimizi örten gökyüzü. İkisi de ayrı tonlarda mavi. Biri biraz koyu mavi, öteki daha açık mavi. Gökyüzü kimi kızgın ortamlarda galvaniz parlaklığını alıyor. Denizin mavisi ise kimi zaman dalgaların uçlarında oluşan köpüklerle süsleniyor. Ama gene de “Mavi Yolculuk”a çıkınca yoğun bir mavi etkisindeyiz. Yolculuklar da, geziler de sakıncalıydı bir zamanlar. Niye gidenlerin ardından su döküyoruz? Belki güvenlerini sağlamak için. Niye gidenlere güle güle diyoruz? Sağlıcakla gidip dönmeleri için. Belki “mavi” için de aynı çağrışımı yapabiliriz. Bayrağımızın “al”ı dururken, “mavi” ile uğraşmayı ters bulanlar olabilir. Çoğunluk bu ülkede yaşayanların daha çok kırmızıyı sevdiğini söyler. Oysa IV. İstanbul Bienaline katılan Moskova doğumlu, Musevi ama Amerikan vatandaşı iki ressam, Vitaly Komar ve Alexander Melamid, Türklerin sevdiği bir tablo yapmak için düzenledikleri araştırmada “mavi”nin ağır bastığını görmüşlerdi. Sabahattin Eyuboğlu ve arkadaşlarının öncülük ettikleri yolculuklara “mavi” adını eklemeleri bu açıdan son derece uygun düşüyor. Ama yolculuk kavramının daha başlangıçta baş ağrısı yarattığı da kesin. Eyuboğlu ve arkadaşları ilk geziyi 1945-46 yıllarında düzenlediler. İzmir Limanı’ndan başlayan bu yolculuğa çıkanlar arasında Bedri Rahmi Eyuboğlu ile Sabahattin Ali de vardı. Sabahattin Eyuboğlu Ankara’da “Tercüme Bürosu”nda çalışıyor ve klasiklerin yayınlanmasına katkıda bulunuyordu. Bir tekne tuttular. Teknede harita bile yoktu. Zaten İzmir Limanı’nda bir tek harita tomarı bulunuyordu. Yola çıkan tekneler bu haritaları kiralıyor, denetlemede gösterip limandan çıkış izni aldıktan sonra ayrılırken uygun bir yerde haritaları geri veriyorlardı. Eyuboğlu ve arkadaşları da aynı yöntemi izlediler. Ama liman yöneticileri Eyuboğlu ve arkadaşlarından huylandılar. Bildikleri denizcilere benzemiyorlardı onlar. “Amacınız ne? Ne diye denize açılıyorsunuz?” diye sordular. Onlar da “Gezi yapacağız. Bu kıyıları gezip göreceğiz,” dediler. Liman yöneticileri hiç hoşlanmamış olmalı ki bu yanıttan hemen sonra Ankara’ya durumu jurnallediler. “Burada birtakım garip adamlar var, denizde geziye çıkıyor,” dediler. Kaçakçılık ya da korsanlık yapıyor olsalardı doğal karşılayacaklardı belki. Açılan soruşturma epey sürdü. Ama görüldüğü gibi gezi yapmak, hele denizde ve maviliklerde gezi yapmak sakıncalıydı. Liman yöneticileri gözünde ya yük taşımalıydınız ya da belirli bir iş yapmalıydınız, ama salt çevreyi görmek için gezi yapmak soruşturmayı gerektiriyordu. Eyuboğlu ve arkadaşları yaptıkları bu ilk gezide İzmir Limanı’ndan çıkıp güneye doğru kıyıları izlediler, buradaki tarih kalıntılarını gördüler. Fırtınaya kapıldıkları bile oldu. Böyle fırtınalı havalardan birinde korkuya kapılan Bedri Rahmi Eyuboğlu panikledi ve hemen karaya çıkılmasını istedi. Ama teknenin bu havada kıyıya yanaşmasının daha tehlikeli olduğu anlatıldı ve saatlerce denizde sallanıp durdular. Teknede tuvalet bile yoktu, yolcular doğal gereksinimlerini küpeşteden sarkıp gideriyorlardı. Bu yolculuk sırasında Sabahattin, denizde karşılaştıkları bir Yunan teknesinden balık karşılığı bir tabanca satın aldı. Yazdığı bir yazı nedeniyle Bodrum’a sürgün edildikten sonra oradan ayrılmayan Halikarnas Balıkçısı da o dönemde maviye tutkun olarak patlayan bir ateş gibi yakıcı ve coşkulu bir biçimde “Aganta, Burina, Burinata” diye bağırıyordu. İlk romanının adıydı bu. Onu aynı duyarlıkta ve coşkuda Merhaba Akdeniz, Ege’nin Dibi, Yaşasın Deniz gibi öykü kitapları izledi. Tüm bunlarda unuttuğumuz deniz yaşamını, süngercileri, Akdeniz’in insanlarını, eski ve yeni söylenceleri, kendi deyimi ile Arşipel’i ya da adalar denizini anlatarak bizi bambaşka maviliklerle dolu bir dünyaya sürükledi. Böylece okurun bilincinde gerilere itilmiş özlemler de birdenbire elle tutulur ve gerçekleşir gibi oldu. Unutulmuş kıyıları anımsamaya başladık Halikarnas Balıkçısı sayesinde. Balıkçı bir yazısında “Deniz mavi mavi yanıyordu.” diyor. Ozan yaklaşımıyla bakıldığında bu insanı ürperten eğretileme ne çok şey anlatıyor. Maviler cayır cayır yanıyor bu denizlerde. Doğrudur. Halikarnas Balıkçısı’yla Sabahattin Eyuboğlu nasıl karşılaştılar, nasıl buluştular, bilmiyorum. Yalnız bildiğim bir şey var, bu ülke için, Anadolu için düşündükleri birbirine uyuyordu. Her ikisi de tarihimizin sadece yatay değil, bu topraklar üzerindeki geçmişimizin derinliklerine inen tüm uygarlıkları kapsayan dikey bir yanı olduğuna inanıyordu. Sabahattin Eyuboğlu daha 1956 yılında yayımladığı bir yazısında (Mavi ve Kara adlı kitabındadır bu yazı) “Bu memleket niçin bizim?” sorusuna yanıt ararken şöyle diyordu: “Bu memleket bizim olduğu için bizim, fethettiğimiz için değil. Fetheden de biziz artık, fethedilen de. Eriten biziz, eriyen de. Biz bu toprakları yoğurmuşuz, bu topraklar da bizi.” Bu felsefeden yola çıkınca Hititlerden başlayarak bu topraklarda kurulan tüm uygarlıkların sahibi ve mirasçısı oluyorduk. Bunun içine Likyalılar, Karialılar, İyonyalılar, Romalılar, Bizanslılar, Selçuklu ve Osmanlılar, hepsi giriyordu. Halikarnas Balıkçısı daha da ileri giderek Antik Çağ uygarlığının kaynağının Anadolu’da olduğunu söylüyordu kanıtlarıyla. Homeros bile bu toprakların insanı değil miydi? İlk filozoflar bu topraklarda yetişmemiş miydi? İlyada ve Odyssea çevirmeni Azra Erhat başlangıçta bu görüşleri eleştirmiş, ancak Halikarnas Balıkçısı’yla yaptığı yazışmalar sonunda o da katılmıştı bu görüşlere. Bugün ise Halikarnas Balıkçısı ve Sabahattin Eyuboğlu’nun görüşleri, yapılan kazılarda elde edilen sonuçlarla her gün bir kez daha kanıtlanıyor. Gerçekten de başlangıçta küçük arkadaş topluluklarıyla ve güç koşullarda gerçekleştirilen “Mavi Yolculuklar” temelinde yeni yorumlar ve görüşlerin tartışıldığı, tarih ve doğa tünelinden geçen birer gezi gibiydi. Azra Erhat 1962 yılında Vedat Günyol’un yönettiği Çan Yayınları arasında yayımlanan Mavi Yolculuk adlı kitabında böyle bir yolculuğu derin bilgisinden gelen ayrıntılar da katarak anlatır. Kimler vardır bu yolculukta? Sabahattin Eyuboğlu ve Halikarnas Balıkçısı bu yolculuktadır. Mavi Yolculukların demirbaşlarından Sabahattin Batur da. Bunlara Melih Cevdet Anday’ı da ekleyebiliriz. Sanıyorum “Mavi Yolculuk” adını ilk bu kitapta gördük. Ondan sonra iyice yaygınlaştı. Azra Erhat bu kitabında sadece Bodrum ve çevresini, Gökova’yı Tekir Burnu ve Knidos’u anlatmıyor. Gezisine tüm Ege bölgesini Ayvalık ve Edremit çevresini, Kaz Dağı’nı, Asos’u ve Troya’yı da katıyordu. Daha sonraki “Mavi Yolculuk”lar Bodrum’la Antalya arasını kapsadı daha çok.

Sabahattin Eyuboğlu’nun düzenlediği “Mavi Yolculuk”lara ilk kez 1965 yılında katıldım. Daha sonra birçok kez bu yolculuklarda bulundum. Birlikte yaptığımız gezilerde Macit Gökberk’i, Füreya Koral’ı, Sabahattin Batur’u, Robert Anhegger’i ve başkalarını anımsıyorum. Eyuboğlu’suz gezilere de çıktım. Dostum Ferit Edgü’yle de dingin geziler yaptım daha sonraki yıllarda. Eyuboğlu ve arkadaşlarıyla yapılan geziler birer şölendi gerçek anlamda. En çok Marmaris’e bağlı “Hürriyet” teknesiyle geziye çıkılırdı. Ali Kaptan eski bir korsana ya da bir Hitit heykeline benzerdi. Dümen başından ayrılmaz ve hiç konuşmazdı. Bir iki sözcük ettiğinde hepimiz “Konuştu… Konuştu…” diye gösteri yapardık. Onun için korsan öyküleri uydururduk. Aslında denizciliği yanında “naccar”dı, yani marangoz. Biz karada dolaşırken ya da denize girerken bir köşede oturur teknenin tahta bölümlerini onarırdı. O dönemde “Mavi Yolculuk” oldukça zahmetliydi ve bir ölçüde özveri gerekiyordu. Tuvaletler teknenin önündeydi. Çoğunluk geceleri, güvertede serilen şiltelerde battaniye altında yatardı. Kimi taşınabilir, açılır kapanır şezlonglar getirirdi, kimi de uyku tulumlarıyla gelirdi… Yemekleri kendimiz yapar, bulaşıkları kendimiz yıkardık. Doğa güçleri de ayrı zorluklar çıkarırdı önümüze. Kimi yerde sivrisineklerin, kimi yerde arıların saldırısına uğrardık. Sivrisineklere karşı rüzgâra açık demir yerleri arardık. Arılara karşı en iyi yöntemin hiç aldırmamak olduğunu öğrendik. Ama bir kez Eyuboğlu’nun Marmaris’ten bir arı kapanı getirdiğini anımsıyorum. Sepete benzeyen kapanın içine bir parça balık konuluyor, arılar sepetin içine girince bir daha çıkamıyordu. Deniz ürünleriyle ilgili bilgimiz ise tutulan balıklarla artıyordu. Bir ara Eyuboğlu’nun getirdiği bir cam kavanoz içine konulan ahtapotu incelemiştik uzun boylu. Eyuboğlu bizi şaşırtacak olaylar yaşatırdı çoğu kez. Onun yaptığı fırdöndüleri ve esen yelle sallanan mobilleri anımsıyorum. Bizlerin asıl amacı Anadolu’nun az bilinen bu kıyılarını tanımaktı. Üzerinde ayakta durduğumuz toprağın bilincine varmaktı. Bölge, Antalya’dan başlarsak, eski Pamphylia, Likya ve Karia’yı kapsıyordu. Antalya çok eski tarihlere dayanan kalıntılarıyla bir kültür merkeziydi. Oradan Antalya Körfezi’nin güneye inen kıyılarını izlersek Phaselis kenti kalıntılarına geliyorduk önce. Üç limanlı bir kentti burası. Büyük İskender ordularıyla geldiğinde kucağını açmıştı. Daha sonra İskender askerlerini bellerine kadar suyun içine batmış olarak karadan yürüterek geçirmişti doğuya doğru. Ama dağların tepesinde bugünkü kalıntıları bile insanın içine korku salan görünümüyle Termesos kentini ele geçirememişti bir türlü. Kıyıya inersek bir zamanlar korsan yuvası olan Olimpos adı verilen kenti görüyorduk. Burada da Tanrıların oturduğu bir Olimpos Dağı var. Belki asıl Olimpos Dağı burası. Çıralı Dağı’nda yüzyıllar boyunca topraktan fışkıran alevler ise Homeros’ta Chimera canavarını kanatlı atla öldüren Bellerophontes söylencesine götürüyor bizi ve Homeros’la Anadolu arasında bugün bile somut bir bağlantı kuruyor. Bu alevler bugün de orada hiç sönmeden yanıyor. Körfezden çıkabilmek için güneye inip Gelidonya Burnu’na ve oradan uzanan adalar zincirine varıyoruz. Sonra kayalık olduğu halde tepesine tatlı su çıkan “Sulu Ada”ya uğramadan edemiyoruz. Fenike Körfezi ve onun gerisindeki ova ve dağ yamaçları Lamyra ve Arykanda gibi başka el değmemiş eski uygarlık merkezlerinin yıkıntılarıyla dolu. Daha batıdaki Demre ise Noel Baba’nın kilisesinin bulunduğu eski bir yerleşim alanı. Tiyatrosu ve Likya tipi kabartmalı kaya mezarlarıyla görkemli Myra kentinin kalıntıları da burada. Ardından denize paralel uzanan Kekova Adası, onun karşısındaki Kale ve Üçağız Köyü. Denize batmış bir kentin duvarlarını çıplak gözle izleyebileceğiniz bir gizemli yöre. Daha sonra Kaş (Eski adıyla Antiphellos), Kalkan, nerdeyse Efes büyüklüğünde bir kent kalıntısı ile kilometrelerce uzanan bir kumsal: Patara. Gerideki ovada eski tarihlerde adı çokça geçen Ksanthos kenti. Giderek Yediburunlar ve Ölüdeniz, ardından küçük bir deniz gibi geniş Fethiye Körfezi. Eski Telmessos kenti ve ünlü Likya mezarları. Batıya doğru ilerleyerek Köyceğiz, Köyceğiz Gölü’nün Dalyan denilen ve bir Venedik’i andıran deniz bağlantısı ve Kaunos yıkıntıları, tiyatrosu bile ayakta. Ardından Marmaris, Serçe Bükü, Bozuk Kale, Hisarönü Körfezi’ni geçip doğru Datça Yarımadası. Bu yarımadanın en ucunda antik çağda Afrodit heykeli ve tapınağı ile ünlü Knidos kenti. O heykelin kaidesi duruyor bugün yalnızca. Knidos’tan çıkıp Tekir Burnu’nu dolaşınca Gökova’ya giriyoruz ki, bambaşka bir evren. Karşımızda duvar gibi Kıran Dağları, bu yönde ise, Söğüt Bükü İngiliz Limanı gibi doğa tansıkları. Üstelik üzerinde kent kurulmuş. Ören adaları. Bu adalarda Kleopatra’nın yıkandığı söylenen çok özel küçük deniz kabuklularının oluşturduğu bir kumsal. Karşıda Kıran Dağları’nın dibinde Kerme. Körfeze adını veren Keramos kentinden geliyor. Eski amforaların yapım merkezi. Sonra Şövalyelerden kalma kalesi ve Mausoleum’u ile ünlü Bodrum ya da eski adıyla Halikarnassos. Bir “Mavi Yolculuk”ta görülebilecek yerleri kabaca sıraladık. Ama bu kadarıyla kalamayız, bölge tarihi yapıtlar ve kalıntılar açısından öyle zengin ki, gezmekle bitmeyeceğini söyleyebiliriz kolayca. Kıyılardan iç bölgelere ilerledikçe çok daha şaşırtıcı örneklerle karşılaşırız. Dağların tepelerinde, ormanların gizli köşelerinde eski uygarlık örnekleri hiç beklenmedik anda karşımıza çıkar. Buna kimi yöreleri sedir ormanlıklarıyla kaplı bitki örtüsünü de katabiliriz. Şimdi gelelim “Mavi”nin çeşitli türlerine. Bu noktada bir tartışma konusu geliyor önümüze. Tartışma Homeros’un bir dizesinden kaynaklanıyor: “Şarap rengi denizi allak bullak edince rüzgârlar…” Buradaki “Şarap rengi deniz” benzetmesi sorun yaratıyor. Homeros zamanında şarapların mavi olduğunu sanmıyoruz. Öyleyse ozan niye kullanmış şarap rengini? Burada kızıla çalan bir deniz söz konusu olabilir. Bunu da çok ender olarak görebiliriz, durgun bir denizde güneş batarken ya da doğarken. Mavi yolculuklarda birkaç kez böyle denizleri kısa süre de olsa anımsıyorum. Yoksa ozan denizin kimi zaman insanı esrikletici etkisini düşünüp mü böyle yazmıştı? Bu da olabilir diye düşünüyorum. Bu arada eski çağlarda fırtına patladığı zaman denizcilerin Deniz Tanrısı Poseidon’u yatıştırmak için denize şarap döktüklerini biliyoruz. Ozan buna gönderme mi yapıyor? Bu tartışmayı bir yana bırakırsak Mavi Yolculuklar’da genel olarak mavilerin çeşitli, belki de sonsuz türleriyle karşı karşıyayız. Mavilik denizin derinliğine, sığlığına, tabanın kumlu olup olmadığına, yakında denize karışan bir akarsu bulunup bulunmadığına ve başka özelliklere göre değişiyor. Gökyüzünün yansıması da etkili oluyor bunda. Bulutlu ve kapalı havalar deniz rengini değiştiriyor. Örneğin Gelidonya Burnu açıklarında deniz cam göbeği rengini alıyor. Bunun nedenini buraların kuraklığına ve suyun saydamlığına bağlayabiliriz. Deniz çok derin yerlerde çivit mavisi bir renk alıyor. Bunun bir örneğini Fethiye Körfezi’ni dolaşırken döndüğümüz İblis Burnu’nda görebiliriz. Burası yörenin en derin yerlerinden biri. Aynı maviyi Gökova Körfezi’nin kuzey kıyılarında Kıran Dağları’nın dimdik denize indiği yörede buluyoruz. Buna karşılık denizin sığ, dibinin kumluk olduğu yerlerde deniz rengi biraz yeşile çalarak türkuaz bir renge bürünüyor. Bu rengi Kekova’da Burç denilen küçük körfezde, Gökova’da Söğüt Bükü’nde bulabiliriz. Doğal olarak başka yerlerde de. Nehirlerin denize karıştığı yerlerde ise deniz besinle dolu olduğundan biraz bulanık bir mavi görüntüsü sergiliyor. Mavi yolculukta saydam denizlere alışanlar böylesine bulanık suları hiç sevmiyor haklı olarak. Ayrıca başta türlü maviler, örneğin Prusya mavisi, metilen mavisi, kobalt mavisi, çini mavisi denizler de bulabiliyoruz. Firuze ya da lacivert maviler çıkıyor ortaya. Kimi zaman Yves Klein mavisine rastladığım bile oldu. Önümüzde açılan denize Akdeniz deyişimizi ise fırtına patladığında dalgaların ucunda beliren pamuk gibi köpüklere veriyorum. Uzaktan bakınca deniz aklaşır gibi oluyor. Buralarda Karadeniz hiç yok.

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Hormonlu Kafalar ~ Orhan DuruHormonlu Kafalar

    Hormonlu Kafalar

    Orhan Duru

    “Hormonlu Kafalar”, kendine özgü ironisi, gerçeklik ve olağanüstü anlayışıyla yazınımıza damgasını vurmuş öykücü Orhan Duru’nun öbür deneme kitaplarında da örneklerini verdiği yazılarından oluşuyor. Orhan...

  2. Bırakılmış Biri ~ Orhan DuruBırakılmış Biri

    Bırakılmış Biri

    Orhan Duru

    Orhan Duru’nun ilk öykü kitabı “Bırakılmış Biri” Yapı Kredi Yayınları’ndan çıktı. “Bırakılmış Biri”klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele...

  3. Düşümde ve Dışımda ~ Orhan DuruDüşümde ve Dışımda

    Düşümde ve Dışımda

    Orhan Duru

    “Düşümde ve Dışımda”, klasik öykünün kalıplarını bozarak yeni bir anlatı dili geliştiren 1950 Kuşağı’nın ele avuca sığmaz yazarı Orhan Duru’nun dokuzuncu kitabı. Tıpkı kentin...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Afrika’nın Yeşil Tepeleri ~ Ernest HemingwayAfrika’nın Yeşil Tepeleri

    Afrika’nın Yeşil Tepeleri

    Ernest Hemingway

    Hemingway, Avrupa’da bulunduğu yıllarda sık sık Afrika’ya avlanmaya gitmiştir. Kendi ülkesinde de balıkçılıkla birlikte, avlanmanın her türüne ilgi duymuş; çoğunlukla avlanabileceği yerlerde yaşamış; daha...

  2. Ötüken ~ Hacı İbrahim MUTLUÖtüken

    Ötüken

    Hacı İbrahim MUTLU

    -İYİLİK YOLUNDA MOĞOLİSTAN- At üzerinde dörtnala sonsuz bozkırda gidiyordu. Nereden geldiği ve nereye gideceği belli olmadan ama bunu da umursamayan bir çeri edasıyla. Sonra...

  3. Ben, Malala ~ Chiristina Lamb, Malala YusufzayBen, Malala

    Ben, Malala

    Chiristina Lamb, Malala Yusufzay

    “Malala kim?” diye sordu silahlı adam. Malala benim, bu da benim hikâyem. Haksızlığa maruz kalan ve sonra da susturulan bütün kızlar… Sesimizi birlikte duyuracağız!...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur