Daha sahilden uzaklaşmadan “Abla, abla, beklesenize,” sesine döndüm, baktım plaj tarafından koşarak gelen Ayşe, kardeşim. Osman kürekleri bıraktı, Ayşe de sandala atladı. Üstünde yine benim bikinilerimden biri, indirimi bekleyip aldığım. Hep sormadan alır, bunca zamandır ne desem faydası olmadı. Ben kimseden bir şey istemem. Plajda kalabalık bir grubu gösterdi. “Onlarla geldim ama sandalla gezmek istiyorum, eskiden de gezerdik, değil mi abla?” Ben biliyorum, aklı fikri Osman’da, merak ediyor.
Sessiz öfkeler, küçük sırlar, mor ışıltılar, turuncu şezlonglar, yokuşun dibinde kalan ve yolu tek olan evler. Yanını yöresini ışıtamayan anneler ve babalar, sesler, alışkanlıklar… Bulut bulut fısıltılar… Nemli ve ılık toprak, yağmuru emmiş. Masada çatal bıçak sesleri ve nefeslerimiz. Sedef Betil, uzak ve yakın kederleri anlatıyor Kısa Karanlıklar’da… Kendini hatırlatan yaraları… Uzun ve serin zamanları…
*
Jale Parla ve Murat Gülsoy’a
bu gizemli yolu bana açtıkları için
teşekkür ederim.
İÇİNDEKİLER
“Şen Beach”te Bir Gün……………………………………………………………….9
Öyle Bir Sabah………………………………………………………………………………15
Siyah Kutu ………………………………………………………………………………………..19
Cenaze…………………………………………………………………………………………………..23
Apartman Yöneticisi Suphi Bey……………………………………..29
Acı Portakal Suyu………………………………………………………………………37
Yaz Günü Bir Pazar…………………………………………………………………..43
Son Durakta Bir Gün………………………………………………………………49
Naftalinli Hatıralar…………………………………………………………………….55
Karar………………………………………………………………………………………………………61
Sevgili Nükhet, ……………………………………………………………………………..67
Bir Akşam………………………………………………………………………………………….71
Kış Güneşinde Küçülmüş Bir Adam……………………………75
İki Kadın……………………………………………………………………………………………..79
2. Perde, Son Sahne………………………………………………………………….85
İçimden “Ay” mı Geçti?…………………………………………………………..91
Dülgerbalığından…………………………………………………………………………..95
“Şen Beach”te Bir Gün
Burası Şen Beach; “beach” İngilizce sahil/plaj demek, “biiç” diye okunuyor. Şen ise Türkçe ve eğlenceli gibi bir şey demek ve de aynen şen, diye okunur. Neden yarısı İngilizce yarısı Türkçe, bilmiyorum. Evimizin olduğu site de deniz kenarında ama annem burayı seviyor, herhalde şen olduğu için, haftanın bir çok günü buradayız, hele cumartesi pazar, başka hiç bir yere gidemeyiz. Tahammülü yokmuş hafta sonu kalabalığına, öyle diyor. Eskiden hafta sonları genelde babamın arkadaşının teknesiyle gezerdik. Selim amcanın da benim yaşında oğlu var, Sarp. Devamlı denize atlardık, sonra yine tekneye çıkıp yine yine atlardık. Sonra büyüklerden biri bağırınca biraz durulurduk. Geçen yaz ilk bağıran hep annemdi, “Kes şunu Mert Can, atlama Mert Can, yeter yeme Mert Can.” Bütün yaz hep bana bağırdı. Yazın sonunda da annemle babam ayrıldılar. Bu kış, beşinci sınıfta, ben Sarp’la ders aralarında hiç oynamadım. Kız kardeşim, Nazlı arkadaşlarıyla oynuyor, o küçük altı yaşında. Burada sıkılıyorum. Ipad bile sıkıyor adamı. Şezlongda yat yat, sıkıcı. Hava sıcak. Zaten ben turuncu şezlongların olduğu bölümde oturmak istiyorum, orada hep rüzgâr var, dövmeliler var. Annem bej şezlongda yatınca yanık teni daha güzel gözüküyormuş onun için buradayız. Dün gece çok kızdım ona. Evde olacağım dedi ama sonra bir telefon geldi, hemen süslendi, arabaya atladığı gibi gitti. Nazlı’yla hazırlanırken onu seyrettik, mutlu olunca izin verir. Ben mutsuzdum ama görmedi. Sonra ben de ona kızdım. En sevdiği çakmağı salonda bırakmış, cebime attım, fark edene kadar uzun zaman geçer. Yanımda yatıyor, tüm bedeni pırıl pırıl parlıyor, sırtını da bana yağlattı. Saçları şapkasına saklı, gözleri de gözlüklerine. Elinde yeni telefonu… Tırnakları bu kadar uzun olunca nasıl yazıyor? Geçenlerde sordum, bana baktı, sonra cevap vermeden yazmaya döndü. Bu sabah hep yazıyor, telefonu bırakmadan bekliyor, sonra parmakları hızla cevap veriyor. Yazarken nedense çikletini çiğnemiyor. Üst üste uzattığı bacakları hızlı hızlı hareket ediyor, titriyormuş gibi. Önce müzikten sandım ama baktım temposu başka. Bu bacak hareketleri yazdığıyla aynı tempoda… Siyah bikinisini giymiş, demek birazdan önemli kişiler gelecek. Bari Tayfun Abi gelse, annemi güldürüyor. Girişi, buradan çok rahat görebiliyoruz. Biz havuza bakıyoruz, deniz arkamızda. Nazlı, deniz kenarında kovası küreğiyle oynuyor, tabii dadısı da. Dadısı Türkçe bilmez, galiba Estonyalı, orası çok uzak bir ülke, İngilizcesi onun için anlaşılmaz. Örneğin “beach” için doğrusu “biiç” ya, o “biç” der. Nazlı onun İngilizcesini konuşuyor. Anlamak zor oluyor yani. IPad’imi bara bırakmam gerek, şarjı bitti. Bar taburesine çıktım, mayomun cebinden annemin çakmağını çıkarttım, barmene verdim. Şaşırdı ama cebine attı, bana da bir Ice Tea açtı, önüme iterek, hemen soğuk soğuk içtim. Hazır gelmişken bir sucuklu tost bir de çikolatalı dondurma aldım. Nasıl olsa hesap açık. Hesap açık, her şey bedava demek, ye iç, ye iç fark etmez. Bardan dönerken etrafa da bakarım, zaman geçer.
Turuncu bölüm. Müzik bu bölümde daha güçlü çalar. Yalnız kulaklarında vurmaz müzik, bedeninin içinde bir yerde de, karnına yakın, çok kuvvetli vurur. Bakalım dövmelilerden saçı tokalı kız bu gün gelmiş mi? Uzun saçlı kızlar var, saçlarından bir tutam tutuyorlar üç parmaklarıyla döndürüyorlar, döndürüyorlar aşağıya doğru, sonra o tutamı bırakıp başka bir tutam alıyorlar. Veya saçlarını sağdan sola, soldan sağa atıyorlar. Neden hep saçlarıyla oynuyorlar? Babam da yok, kime sorsam. Sonra bu kızlar erkeklere başka, birbirlerine başka bakıyorlar. Zannedersem ayırmışlar; kız bakışı, erkek bakışı olarak. Çok başarılılar, nasıl da çabuk değiştiriyorlar. Annemin de Nazlı’yla bana bakışı farklı ama bu kızlarınkine benzemiyor. Annemin erkeklere bakışı da hep aynı değil. Tufan Abi’ye baktığı gibi babama hiç bakmadı, ben hiç öyle baktığını hatırlamıyorum. Kadınlara ait bir özellik olmalı. Dövmeli kızların memeleri de anneminkiler gibi değil, yuvarlak, popoları da. Masa tenisi topuyla basket topu arasında her boyutta toplar. Herhalde onun için büyük erkekler kızları seviyor, hep top peşinde koşarız ya. Kızların dövmeleri genellikle memelerinin arasında, kuşlar, çiçekler veya okunmaz yazılar. Kol veya ayak bilekleri de olabiliyor. Erkeklerinki ise kol ve sırtta, bunlar benim anladığım şekiller pek değil, anlaşılması zor, belki yakından baksam anlarım. Anneme dövme istiyorum, dedim kahkahalarla gülmeye başladı, o da yetmedi önüne gelene anlattı. Ben ona gülüyor muyum, anlatıyor muyum ki? Geçen gün boş bir turuncu şezlong buldum, dövmelilerin aralarına oturdum, ama sonra kalabalık oldular yer kalmadı. “Haydi ufaklık yaylan, ananın yanına,” dediler. Önce duymadım gibi yaptım, sonra iri biri koltuklarımdan tuttu, şezlongdan kaldırıp havuzun kenarına bıraktı. Beni kaldırdığına göre bayağı güçlü biri. Yerime saçı kurukafa mandallı bir kız oturdu arkamdan gülerek, güneşte yeşil yeşil parlıyordu tokasının gözleri. Kurukafa da gülüyordu.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı Roman (Yerli)
- Kitap AdıKısa Karanlıklar
- Sayfa Sayısı100
- YazarSedef Betil
- ISBN9789750517754
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2015
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Fedakar Arkadaşlar ~ Oğuz Selim Yazıcı
Fedakar Arkadaşlar
Oğuz Selim Yazıcı
Doğup, büyüdükleri topraklarda geçinemeyip, ekmek parası için büyük şehirlere göç edenler… Bedenleri gurbette, akılları doğup büyüdükleri topraklarda kalan insanların her fırsatta baba ocağına dönmeleri…...
- Kopuk ~ Melih Özeren
Kopuk
Melih Özeren
“Merdivenlerin dibi nefes dolu. Ağlamamak için bir tanesini içime çekip, koşa koşa eve gitmek istiyorum ama doğru dürüst yürüyemiyorum bile… Yalnızca sürükleniyorum. Karanlık koyulaştıkça...
- Korkusuz Hiçkorkmaz’ın Korkunç Anıları ~ Ahmet Zappa
Korkusuz Hiçkorkmaz’ın Korkunç Anıları
Ahmet Zappa
Eğer cesaretiniz varsa kitabın canavar derisi kapağını açın ve Minerva Hiçkorkmaz, kardeşi Max Hiçkorkmaz ve Bay Şeytantaşı adında gizemli bir kır kurdunun, Kötülükler Kralı...