Doli bir delikanlı. Doli Akdeniz’li. Doli bir kedi. Hayrettin Amca, Dolores, Gizem, Paçavra, Çikin, Güzel Romedyos, Lale, Viyan, Adsız, Kılark ve diğer kedilerle ve biraz da insanlarla birlikte hayatın küçük, ama büyük sırlarını çözmeye çalışıyor. Elimizde Doli’nin günlüğü, arkamızda Kaş güneşi, önümüzde Akdeniz mavisi hayat detektifliğine doğru sessiz, sıcak ve mavi bir yolculuğa çıkıyoruz. Bu yolculukta hareket var, aşk var, hüzün var, huzur var, arkadaşlık var, dostluk var, yalnızlık var, kıskançlık var, merak var. Kısaca, hayatın kendisi var.
*
25 Mart 1994
“Düşünüyorum, o halde varım,” diyen o adamın ne kadar inkâr etmeye çalışırsa çalışsın, bu sözleri aslında bir kediye bakarak, onu anlatmak isterken söylediğine, içinden gelen “kedi sum ergo bummm”u zar zor bastırdığına kalıbını basıyor Hayrettin Amca. Peki o zaman Anıl neden günlerdir mütemadiyen şu şarkıyı çalıp da bütün dünyaya atın, koyunun, ineğin ve hatta bir köpeğin düşündüğünü bas bas ilan edip benim âsâbımı bozuyor? Bu, adımın bir kez bile düşünen yaratıklar arasında anılmadığı “Arizona Rüyası” denen şey aslında bir karabasan değildir de nedir? Hayrettin Amca’nın “Yaşamın Trajik Duygusu” dediği şey de böyle bir şey mi acaba? Bu duygu mu beni gün batımlarında terasımın en uç noktasına getirip birakan şey? Bu duygu mu Anıl❜a kış gelince masasını pencerenin önüne çektiren? Bu duygu mu bana, sırtımı eve, yüzümü limana çevirdiğim şu eşsiz kızıllıktaki saatlerde, tüm yaşadıklarımı arkamda bıraktığım hissini verip, daha bu sabah yaşadıklarımı bir anı parçası haline getiren duygu? Böyle zamanlarda her şeyden, en baştan emin olmak istiyorum ve diyorum ki Anıl’ın “Arizona Rüyası” devam ederken:
Benim adım Doli. Adım artık kimsenin hatırlamadığı ya da hatırlamak istemediği nedenlerden ötürü bir kadın adı, ama ben bir erkeğim. Sıcak ama çok sıcak bir yaz günüydü annemin ılık nefesini ilk kez yüzümde hissettiğimde. Annem Dafo’nun aynı yıl içindeki ikinci doğumundan olan üç yavrudan biriyim ben. Annemin o yıl yaptığı ilk doğumdan geriye sadece Daki Ağbim kalmıştı, ikinci doğumdan ise bir ben kaldım bu evde.
Bugün erkenden uyandım ama havalar yeterince ısınmadığı için hâlâ evde uyuyorum. Bu evde mutlu sayılırım, gerçi bazen konuşmaları çok uzun tutuyorlar, boş konuştukları da oluyor ama burası benim, benim evim! Bahçeye çıkıyorum, terasta uzanıyorum, hayaller kuruyorum, Aşağı Mahalle’ye gidiyorum, bazen iyi oluyorum, bazen kötü. İşte zaman böyle biraz önceyle, biraz sonra arasında bir yerde akıp gidiyor.
Yaşadığım evdeki gayrı resmi kedi nüfusu devamlı değişiyor. Çok göç alan bir ev bu! Burada ailemden ilk yaşamaya başlayan annem olmuş. Güneşli bir kış sabahı, daha birkaç saat önce Ankara’nın karanlık kışından dönen Anil, esintiye aldırmadan bahçede mutlu mutlu kahvaltı ediyormuş. Annem Dafo onu görünce yanına gitmiş, peynir, bir parça peynirmiş aklındaki. Ama annemin gözleri! Benim sokak kadını annem o gün bir anda bir temiz aile kedisi olmuş çıkmış. Şimdi yine eski hayatına döndü ya, o ayrı mesele… Hani ne diyorlar buraya gelenler: “its e looooong, sed sitori.”
Annem ben doğmadan önce evin etrafında dolaşan Sapık’la romantik bir ilişki yaşamaya başlamış, bu ilişkinin nedense Hayrettin Amca tarafından hep abartılan “tensel” boyutunun ilk meyvelerinden sadece Daki Ağbimi tanıyabildim. Yavruların ikisi doğumun hemen ertesinde ya ölmüşler ya da Sapık tarafından… Neyse… Bilmiyorum artık, günahı boynuna… Anıl, kafesinin sandalyeleri arasında saklanan Daki Ağbimi eve almış ve annemle birlikte orada bakmaya başlamış, ama annem bir süre sonra yine aşkının derdine düşmüş. İşte annem ile Sapık’ın aşklarının bu son dönemi Kara’nın, Pamuk’un ve bütün dünyanın beklediği benim doğumumla sonuçlanmış. Doğumumdan hemen sonraki iki ay sanırım hepimiz için en mutlu zamanlardı. Yaz olduğu için ortalık biraz kalabalıktı ama annem Dafo, ağbim Daki, Kara, Pamuk, ben ve zaman zaman da Hayrettin Amca, hep birlikte yaşıyor ve bu kadar nüfusa yine de aç kalmıyorduk. Tabii Hayrettin Amca hiçbir zaman bizim statümüzde değildi. Hayatını sürdürebilmek için yakınlardaki bir iki lokantaya gider gelirdi. Bizden tamamen farklı bir fiziğe ve geçmişe sahip olduğu için onun bir Balkan ülkesinden geldiği iddia olunur; halbuki Hayrettin Amca bize köklerinin ta Mısır’a kadar uzandığını anlatır hep. En büyük büyük büyük büyük dedesi… Evet, en büyük büyük dedesi genç yaşına rağmen, saraydaki mebeyincibaşının yâkıniymiş. Daha sonra bu genç ve ailesi, muhtemelen talihsiz bir iftiranın sonucunda Patara’ya göçmüşler. Patara o zamanlar buralarda en gözde kentmiş. Aile zamanın en güzel tiyatrolarından birinde yaşayan Likya’lı aristokrat bir aile ile karışmış. Fakaaat ırmağın kıyıya taşıdığı kumlar o kadar huzurlarını bozmuş ki, kurulmasına çok önemli katkıları olan bu kentten sekiz yüz yıl sonra ayrılmak zorunda kalmışlar. Annem Hayrettin Amca’yı kırmak istediği zamanlar hep “Apollon’u gören bir kentten gelen bu ailenin neden bu kadar kaba olduğunu bir türlü anlayamıyorum,” der. Hayrettin Amca ise bu sözleri duyduğu zaman her ne yiyorsa, oracıkta bırakıp gider.
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Çağdaş Türkiye Edebiyatı
- Kitap AdıBir Akdeniz Kedisinin Hatıraları "Doli'yi Hatırlıyor musun?"
- Sayfa Sayısı159
- YazarŞükran Yiğit
- ISBN9789750502880
- Boyutlar, Kapak13.5x21 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Leventname – Çocukluğumla Buluşmalar ~ Gündüz Vassaf
Leventname – Çocukluğumla Buluşmalar
Gündüz Vassaf
“İş kuleleriyle, bahçeli evlerin ayrı dünyalarının Levent’teki yan yanalığı karikatür gibi. Topraktan kopup yükseldikçe değerlerimiz uçuşur oldu. Dinler, katedraller ve minarelerle havada aradıkları Tanrı’ya...
- Karınca Yuvasını Dağıtmamak ~ İlhan Sami Çomak
Karınca Yuvasını Dağıtmamak
İlhan Sami Çomak
“... adalet hayatıma çelme taktı, yere düştüm, yere çok kötü düştüm ve doğrulup kalkmak yıllarımı aldı ama beni zehirleyecek hislerden, insan olmanın güzel yönlerini hatırımdan çıkarmayarak, bir şekilde sakınmayı bildim.”
- Kötü Adamın On Günü ~ Mehmet Eroğlu
Kötü Adamın On Günü
Mehmet Eroğlu
Hayatta sahip olduğu her şeyi kaybettikten sonra artık kötü bir adam olmaya karar veren eski avukat Sadık’ın, gizemli bir köşk etrafında ve burada işlenen...