“Yeni beliren taze gün ışığı bu mevsimde bile kuru dallara çiçek bastırmıştı. Bakışları çiçeklerle bezeli tek tük ağaçtan öteye uzandı. Evlerinin olduğu sokak ne kadar sakin ve ıssızsa, kesiştiği sokak da bir o kadar canlıydı. İnsanlar durmadan yürüyor, geçip gidiyordu. Sevinç kendini de o kalabalığın içinde hayal ederken yanağını yavaşça serinlikten çekip kocasına döndü, ‘Ihlamur yaptım. İç, boğazını yumuşatır,’ dedi.”
Dilek Türker’in öykülerinde karakterler kendilerine birer zırh örüyorlar, ne yaşarlarsa yaşasınlar, neyle sınanırlarsa sınansınlar dış dünyanın özlerini değiştirmesine müsaade etmiyorlar. Ama çelik zırhlara bürünen katı ve soğuk insanlardan da olamıyorlar, hep hayattan yana ve umutlular.
İpekten Örer Zırhını’da herkesten birer parça taşıyan, yaşayan karakterler, bir an dönüp yüzümüze bakıveriyorlar. Bir milattan geçer gibiler, başlarında oldukları hayatın telaşı ve geride kalan günlerin hüznüyle…
İÇİNDEKİLER
Kendi ıslığında……………………………………………………….9
Robotlar bile…………………………………………………………..17
Bir yabancı gibi………………………………………………….27
Yeni bir yıl………………………………………………………………37
Okulun ilk günü………………………………………………..43
Kumpanya……………………………………………………………… 51
Çerçeveler…………………………………………………………………61
Uçurtma rüzgârı…………………………………………….. 71
Hayatımın ışığı………………………………………………….79
Dışarısı………………………………………………………………………87
Patika………………………………………………………………………….93
Güneyde bir yer………………………………………………105
Kendi ıslığında
Bazen gecenin ortasında yağda yumurta pişiriyorum
Dünyanın en ıssız cızırtıları bunlar Işıl,
Duyuyor musun?
– DİDEM MADAK, “Cevşenü’l-Kebir”
Çiçekli perdelerini seviyordu. Sabah erken uyandığında dışarısı hâlâ karanlık olduğundan şehrin ışıkları yanmaya devam ederdi. Köpeklerin açlıktan uluduğu taş toprak yolun ortasında dikilen sokak lambasından odasına çiğ bir ışık vururdu. Perdeleri sayesinde çiğlik yumuşar, sabahı gündüz yapardı. Güneş tam doğmadan, evin o sessizliğinde buzdolabı guruldar ve borular uğultuya benzer sesler çıkartırdı. Mutfağa geçip hemen bir kahve koyardı ocağa. Yanında aç karna bir sigara içip, geç kalmamak için aceleyle evden çıkardı. Yola bakan bodrum kattaki pencereler gökyüzünü görmezdi. Yine de evden çıkmadan önce bütün perdeleri açık bırakırdı. O yokken evin içinde hayat olsun isterdi. Camlara vuran yağmur taneleri, öğle vakti içeriyi ısıtan gün ışığı, nereden geldiği belli olmayan kuş sesleri, öncesinde acı bir korna ve sonrasında gelen bağırış çağırışlar, pencereden pencereye karşılıklı konuşan kadınlar, okul sonrası sokakta top oynayan çocuklar, yoldan geçen birinin telefonla görüşmesi… Isınmayan rutubetli duvarları bilsin isterdi, dışarıda bir yerlerde hayatın aktığını. Durakta otobüsün gelmesini beklerken başlardı müzik dinlemeye ve işyerine adım atana kadar devam ederdi. O yolculuktaki her şey düşlerle ilgiliydi. Konuşmayı sevmezdi Filiz. Ne sessiz kız derlerdi arkasından, belli belirsiz bir bıkkınlıkla. Dedikodusu, fettanlığı, boşboğazlığı yoktu, konuşmaya dair hangi kusur varsa onlardan arınmış bir dilsiz gibiydi. Sabahtan akşama soluksuz çalıştığı atölyedeki herkes bu yüzden bir fırsatını bulup ona anlatmak isterdi derdini. En çok Ayşe anlatır, çocuklarından konuşurdu sık sık. Kolundan hiç çıkartmadığı iki altın bilezik gibi şıkırdatırdı onlarla ilgili her şeyi. Gururla anlatırken soluk benzi bir an ışıldar, bakışları yerli yersiz meydan okurdu herkese. Gülüşünde bir çıban gibi belirirdi fesatlığı. O sabah her zamankinin aksine bulutluydu yüzü, bu sefer sessizliği bozmaya pek gönüllü olmasa da sıkışık bir zamanda yine dayanamayıp başlamıştı anlatmaya. “Evlilik nasıl rezil bir şey, bilemezsin. Sanki yan yana duran, yatan, koklaşan biz değilmişiz. Başlarda her şey güllük gülistanlıktı tabii. Benim de hatalarım olmuştur ama ağır söz söylendi mi yüz yüze bakamam ben, içim almaz. Çocuklarım için katlanıyorum her şeye. Onlar için bu kadar çalışıp didiniyorum. Kolay mı Allah’ın her günü buraya gelmek? Değerimi bilen yok gerçi. İkisi de aynı babaları. Ondan yüz buluyorlar tabii. Yanlarında dursam öte yana kay derler. Güzel bir şey söylesem hiç oralı olmazlar. Komşunun oğlu var, nasıl sever anasını, bir görsen nasıl saygılı. Beni de öyle sevsinler, saysınlar istiyorum ama nerde. Küsmeyi de beceremiyorum ki! Hemen yumuşarım. Kalbimde gram kötülük yoktur. Çok safım kız ben. Hiç küfür bilmem mesela.” Puslu, pis bir havaya bürünmüştü yine yüzü. Her ihtimale karşı sesini biraz daha alçaltıp devam etti.
“Bir de Hacer cadısına bak. Sabah duydun değil mi olanları? Nasıl ağzı bozuk ayol onun. Öyle olmak lazım ama, o zaman bilirler değerini. Ya da kırıtarak yürüyeceksin Demet gibi. Kimsenin günahını almak istemem ama öyle yani. Biri yollu diğeri hacıana. Bak sinirlerim bozuldu yine, sigaran var mı? Almayı unutmuşum. Ver hızlı hızlı bir tane daha içelim de geçeriz sonra. Laf etmesinler şimdi.” İstemediği bir kiri silker gibi üstüne dökülen külleri çırptı. Filiz’e değil de boşluğa konuştu sanki. “Hiç heves etme evliliğe, çoluk çocuğa karışmaya falan. Hayat sana güzel arkadaşım, inan bak.” Zoraki içtiği ikinci sigarasını bir an önce bitirip makinenın başına geçti Filiz. Ara sıra çalışırken de şarkılar dinlerdi, birkaç kez şefi görüp uyarmıştı ama bugün hava içini aydınlatan bir ferahlıktaydı. Pencereleri açılmayan atölyede dışarıyı düşlemek istedi. İçten içe duyduğu telaşla taktı kulaklığı ve hayaller kurmaya başladı. Yalnızca geleceği düşlemiyordu, bazen geçmişten bir an çıkıp geliyor ve usulca sarmalıyordu onu. Her zaman açıp bakmadığı bir örtünün altındakiler gibi saklıyordu geçmişini. Özenle ve eskitmeden. Köşedeki fırından sıcak bir ekmek alıp sofraya koymuş gibi, özlemle kaldırıyordu bazen o örtüyü. O gün de Hacer omzuna dokunup öğle arasının geldiğini söyleyene kadar örtünün altına saklanıp, durmadan çalıştı. Hacer atölyedeki en kıdemli kadındı. Küfürbazlığı bazen başına dert olsa da ustalığı iyi olduğundan ona pek ses etmezlerdi. Diğer kadınlar da çekinirdi ondan. Arkadan konuşmaz, doğrudan insanın yüzüne söylerdi her şeyi. Sabah kopan gürültünün öfkesi vardı hâlâ yüzünde. Bluzunun ense kısmına uzanmış, söve söve asılıyordu bir şeye. Son bir çabayla çekip koparttı arkadaki etiketi. “İnsan olayım diyorum ama insanlıktan çıkartıyorlar. Puşt! Üç kuruşluk şefsin sen, önce bir işi öğren, sonra patronluk tasla. Diğerleri de nasıl sıçan, zerre güvenim yok hiçbirine. Bak üzerine alınma sakın. Sen ayrısın kızım. Neyse ama az kaldı, kurtulacağım buradan. Zabıta müdürü bir tabla ayarladı pazarda, içli köfte yapıp satacağım. Haftada iki kez yüzer tane satsam, tanesi dört liraya ama üçünü on liraya bırakırım. Milletin ayağı bir alışsın önce. Dur bakalım haber bekliyorum, kesinleşsin hemen burayı da bırakacağım. İşleri büyütürsem seni de alırım yanıma. İster misin? Yanlış anlama, çalışanım gibi değil, ne bileyim yakın görüyorum seni. Evladım gibisin. Bak hayalimi bile bir tek sana anlattım.” Az önce koparttığı etiketin değdiği yeri kanatana kadar sertçe kaşıdı, sonra da hiç oralı olmadan devam etti. “Biraz para kazanayım, bizim köyde bir ev yaptıracağım, eski ahşap köy evleri var ya onlardan, bahçeye de elma, limon, kayısı, şeftali dikeceğim. Hayatta en sevdiğim şeydir dalından meyve kopartmak; bazısını çalıyoruz, bazısında helallik istiyoruz. Heves işte. Bostan da yaparım, ne bulursam ekerim. Kümesim olsun istiyorum bir de. İnsandan uzakta, tek başıma yaşar giderim.” Filiz cebinden paketini çıkarınca o da hemen bir sigara aldı ondan. Hacer’in bu teklifsizliğine alışamamıştı bir türlü ama çok takmamaya çalıştı. “Kaç yıl oldu bunlara katlanıyorum. Bir zaafını görseler madara ederler seni. Hepsi kancık. Kimseden korkum yok. Sıkar biraz, bana bulaşmak göt ister. Aman boş ver Hacer Abla mı diyorsun. Sen bakma böyle heyheylendiğime, beni tekken göreceksin asıl. Radyoda güzel bir şarkı çıktı mı dayanamam oynamaya başlarım hemen.” Sigarayı dudaklarının arasına sıkıştırıp, parmaklarını üst üste getirip şaklattı, koca gövdesini sevdiği bir şarkı çalıyormuş gibi sağa sola salladı. Bu hali güldürmüştü ikisini de. Hacer bitirmeden yere attı yarım sigarasını, ezerek söndürdükten sonra içeri geçmeden önce Filiz’e söylendi. “Nasıl içiyorsunuz bunu. Aynı sinek siki gibi incecik. Üstelik naneli!” Yemekten sonra çalışmak hep daha zor geliyordu. Bazı günler dakikada bir saate bakıyor, işten çıkmaya ne kadar kaldığını hesaplıyordu Filiz. Boynu, beli ağrırken çekilmez oluyordu aynı şeyleri yapmak. Bazen de gözlerini kapatsa uyuyakalacak gibi hissediyor, hemen tuvalete gidip elini yüzünü yıkıyordu. Böyle günlerden sonra geceleri daha erken uyumak istiyordu her defasında ama eve gider gitmez uykusu kaçıyordu. O yokken pencereden evin içine neler dolduğunu anlamaya çalışıyordu. Belki ince bir yağmur yağmış, sonra güneş çıkıp etrafı ısıtmıştı. Kuşlar buna sevinmiş, hiç kimse kavga etmemişti. Kadınlardan biri oğlunun yakında askerden döneceğini müjdelemişti pencereden diğerine, diğer kadının divanda oturan kızı da bunu duyup heyecanlanmıştı. Çocuklar top oynamaya ara verip, sokağın yeni sakini yavru kediye süt ve ekmek almaya gitmişlerdi bakkala. Telefonda konuşan adam karşıdakine onu sevdiğini söylemişti… Bir eskici durmuştu sonra belki de tam evin baktığı sokakta. Bir sağa bir sola dönen kararsız adımlardan sonra tezgâhını dalgın ve ağır ağır çekerken, yıllar içinde söylenmekten anlamını yitiren başka bir dilde bağırmıştı, eskici, diye. Evde olsaydı, ardından boş sokağa bakarken eskicilerin nasıl hayaller kurduğunu düşünürdü Filiz de. Şefleri o akşam biraz erken ayrılınca herkes paydos havasına girmişti. O da bir gözü saatte çıkacağı zamanın gelmesini bekliyordu. Demet yanından geçerken mutfağa, kahve içmeye çağırdı. İlk kararsız kaldı, sonra kalkıp o da arkasından gitti. Demet’le olduğu sürece sorun yoktu, kimse kolay kolay ilişemezdi ona. Patronla arasında bir şeyler olduğu konuşulsa da hiçbiri yüzüne bir şey demeye cesaret edemezdi. “Kalbin kabarmış, bir şeye mi sıkıldın sen? Sıkılmadıysan da o zaman yakında canını sıkacak bir olay yaşayacaksın.” Fincanı açar açmaz ilk bunları söylemişti Demet, başkalarının dertlerine tanık olmak biraz olsun hafifletiyordu kendi yükünü; içten içe sevinerek gördüğü fareyi de düşmana yordu. Filiz’in içi kararmıştı, pişman oldu akşam akşam bunları dinlediğine. “Kanat çırpan bir kuş mu desem, kafası at gövdesi balık bir yaratık mı, büyük kısmet geliyor sana.” Tek kaşını kaldırıp daha bir dikkatle baktı Demet, elindeki fincanı evirdi çevirdi, düşünceli bir şekilde kaşının kavisini kaşıdı ve bulunacağı kehanetin önemini vurgulamak için tırnağının ucuyla masayı tıklattı. “Demedi deme, yakın zamanda bir mülk edineceksin sen. Piyango falan al, loto oyna bu ara. Çıkarsa bizi de görürsün artık. Ah bir yerlerden bana da para çıksa keşke.” Gözünü kısıp kirpiğinin ucundaki topak rimeli aldı, yere doğru ufaladı. “Alıp başımı gideyim diyorum, sonra nereye kızım diye durduruyor içimdeki ses. Bir kitap vardı, Yüreğinin Götürdüğü Yere Git, gideceğim ben de bir gün ama kimbilir ne zaman. Bak burada bir adam görünüyor, nasıl desem, uzunca boylu, alnı geniş, adının içinde T harfi var. Bir düşün bakayım, var mı çevrende?” Filiz’den ses gelmeyince başını faldan kaldırıp yüzüne baktı. Abartılı bir kahkaha atıp hafif alaycı sordu. “Aa şuna bak sen, yere bakan yürek yakan, sevgili mi yaptın yoksa? Ha ne bileyim kızarınca öyle. Adında dedim ama soyadında da olabilir yani, T harfi? Hımm, yaz bir kenara, karşına çıkacak o zaman. Bu senin muradın, gelinlik giymişsin, el ele tutuşmuşsunuz. Aşk güzel şey tabii. Evlenmek, çoluk çocuk sahibi olmak her genç kızın hayali. Beni Gülşen Bubikoğlu’na benzetti sabah otobüsteki bir teyze biliyor musun?” Filiz başını hak verir gibi sallarken gözlerini Demet’ten kaçırdı, bu karga burunla biraz zor ona benzemen, diye geçirdi içinden. “Bir hoşuma gitti sorma. Ama işte Allah çirkin şansı versin bize be gülüm. Dipte bir göz var, onu da patlatayım, gözü olanın gözü çıksın inşallah.” Gözlerinden yaş gelene kadar birkaç kez esnedi Demet, bunların hep nazardan olduğunu söyledi. “Bak nasıl esniyorum, çok nazar var sende, buradakilere dikkat et, fazla samimi olma, yüzüne güler sonra ciğerini sökerler. Sevgilin olunca gel bana anlat ama, iyinin değmez nazarı. Çok güzel, aydınlıklı ferah her şey. Dilek tut şimdi. Telveyi de çok koymuşuz ya ondan akmadı ama yavaş da olsa gerçekleşecek dileğin. Bak o adam var ya tabakta da çıkmış.” Fincanı yıkaması için Filiz’e uzattıktan sonra, saçlarını omzunun bir yanında topladı Demet, birkaç kez okşadı, uçlarından eline gelen telleri hafifçe yere bırakırken kendi kendine söylendi. “Hava da ne kasvetli değil mi bugün? Eve gideyim kafayı vurup hemen yatacağım.” İşten çıkıp koşar adım durağa yürüdü Filiz. Gündüz hafifçe esen rüzgâr akşam ayazında git gide sertleşmiş, şimdi yüzüne ve kulaklarına vuruyordu. Yarı karanlık yolda içi su dolu oyuklara basmamaya çalıştı. Yerler kırılıp atılmış şemsiyelerle doluydu. Evdeki pencereleri kapatıp kapatmadığını düşünüp telaşlandı, açık kaldıysa yağmurlu günlerde yola bakan pencereden duvarlara su sızıyor, evdeki rutubet kokusu günlerce gitmiyordu. Karanlık ve kirli akşam trafiğinde saatler sonra evin yakınındaki bir durağa vardı. Akan kalabalıkla birlikte caddeye indi. Denk gelen şarkının sesini biraz daha açtı ve eve varıncaya kadar yol boyu aynı şarkıyı dinledi. Kapıyı açtığında evi su basma ihtimali aklından çıkmıştı. Perdeleri çekti ilk iş, loş ışıktaki solgun ev çiçek bahçesine dönüşünce duvardan yeni sızmaya başlayan rutubeti fark etmedi. Havalansın diye kot montunu astı sandalyenin arkalığına. Bir eşofman altı geçirip hemen mutfağa gitti. Yemek yapmaya hali yoktu, dolaptan kahvaltılık bir şeyler çıkardı, domatesleri salatalıkları soydu, ekmek ve peyniri dilimledi, biraz zeytin koydu tabağa. Ocağın başına geçip aspiratörün ışığını yaktı sonra, iki yumurta kırdı ve kısık ateşte pişmelerini bekledi. Karnını doyurduktan sonra sofrayı kaldırmadı hemen, biraz oyalandı. Duvara yasladığı küçük bir masa ve sandalye mutfağa sığdı diye sevinmişti buraya ilk taşındığında. Bluzunun kollarını ellerinin yarısına kadar çekiştirdi, dirseğine yapışan günün artığı birkaç ipliği ayıklayıp ekmek kırıntılarını toparladığı birikintiye bıraktı. Kalan son sigarasını içerken biten paketin jelatininde küçük delikler açtı. Ayın beşine daha vardı. Ne uzun ay, geçmedi bir türlü diye düşündü. Bir daha isterlerse yok diyebilmek için ertesi gün içtiği kadar sigarayı yanına almaya karar verdi. Yorgundu ama uykusu yoktu hâlâ. Yolda dinlediği son şarkıyı mırıldanırken falda çıkan adam geldi aklına, şöyle bir düşündü, etrafında uyan kimse yoktu, belki henüz tanımıyorum diye içinde bir an beliren umuda da kayıtsız kalınca kısa sürede geriye hiçbir ihtimal kalmadı. Sutyeninin askısının gün içinde omzunda bıraktığı izi ovaladı. Diğer yanı ovmadan kalktı, masadakileri toplayıp tezgâha yığdı. İçeri geçtiğinde yine geç olmuştu. Sabahı düşünmek istemedi şimdiden. Televizyonu açıp kanepeye boylu boyunca uzandı. Kanalları gezinirken sevdiği eski bir dizinin tekrarına denk geldi. Çoktandır görüşmediği bir dostuna rastlamış gibi şaşırdı, incecik bir sızı yokladı içini, saate aldırmadan diziyi izlemeye başladı. Uykuya dirense de çok geçmeden gözleri kapandı; sarındığı battaniyenin altında solukları belli belirsiz bir fısıltıya dönüşünce kendi ıslığında yorgunluktan uyuyakaldı.
Robotlar bile
Günler önce dalından kopartıp bir bardak suya koyduğum iğde masada duruyordu. Onun dışında her yer darmadağındı. Sevgilimden ayrıldıktan sonra ilk kez yataktan kalkabilmiş, yazlıkları çıkartmaya karar vermiştim. Kışlıkları kaldırmadan önce tek tek kokluyor, ondan bir iz arıyordum. Ne o ne de tam ben kokuyordu kazaklar, ikimize ait bir şeyler sinmişti üzerlerine. Karlı günlerde ıslanıp evin ısısıyla kuruyan montlar, sinemaya gidilen bir akşam giyildikten sonra kış boyu unutulan gömlek, yün hırkamın zamanla tüylenen hali, en çok da soluğumuzla buğulanan atkıların yıllanmış hali canımı sıktı. Büyük bir valiz getirip katlıları altlara dizdim, diğerlerini de hiç uğraşmadan gelişigüzel tıktım. En üste koymadan önce ceketlerin ceplerini yokladım, yeşil kadife olandan bir not çıktı:
….
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Öykü
- Kitap Adıİpekten Örer Zırhını
- Sayfa Sayısı108
- YazarDilek Türker
- ISBN9789750530715
- Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
- Yayıneviİletişim Yayınları / 2021
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Herr Sommer’in Öyküsü ~ Patrick Süskind
Herr Sommer’in Öyküsü
Patrick Süskind
Çağdaş Alman edebiyatının önde gelen yazarlarından Patrick Süskind, bu kitabında, büyümekte olan bir çocuğun gözüyle dünyanın ve insanlığın fotoğrafını çekiyor sanki. Bir çocuk, dünyayı...
- İncir Çekirdeği Yanığı ~ Şiir Erkök Yılmaz
İncir Çekirdeği Yanığı
Şiir Erkök Yılmaz
Şiir Erkök Yılmaz, altıncı öykü kitabı İncir Çekirdeği Yanığı’nda kimi zaman sürreel kimi zaman somut öykülerinde, özgün anlatım dilini yine koruyor, sadece öykü tadını...
- Kalıntı 2 ~ Ceren Melek
Kalıntı 2
Ceren Melek
Karanlığın kanlı kalbi, bir elmas gibi parlamaktadır sonsuz döngünün içinde. Haris’in lanetinden kurtulmasıyla birlikte dünyayaemsalsiz bir sis çökmüştür. Özgürlüğüne kavuşan Haris,daha da güçlenmiş ve...