Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Albayım Beni Nezahat İle Evlendir
Albayım Beni Nezahat İle Evlendir

Albayım Beni Nezahat İle Evlendir

İlhami Algör

Sende bu ad oldukça istersen sıfır numara kel, istersen at kuyruklu olurum. İnce bıyıklı, tek dişi altın olurum. Meftun olurum, meczup olurum. Uzaklara bakarım,…

Sende bu ad oldukça istersen sıfır numara kel, istersen at kuyruklu olurum. İnce bıyıklı, tek dişi altın olurum. Meftun olurum, meczup olurum. Uzaklara bakarım, çıtımı çıkarmam. Nasıl söyleyeceğimi bilmem, susarım. Susmak üzerine konuşmak gerekse, beni çağırırlar, oturur susarım. Dolmabahçe saat kulesiyle, Çırağan Sarayı ile konuşurum.

Duvarlara yazılar yazarım gizli gizli: ‘Albayım beni Nezahat ile evlendir’. Bahtının rüzgârına kapılmış giden bir adam, Kahraman’ın El Kitabı’nda denenmiş ama foslamış olanı başarmaya takıyor kafayı. Kalbini dinliyor, yönünü seçiyor ve yürüyor…

İlhami Algör, küçük ve meraklı adımlarla dolaşıyor edebiyat şehrinde. Ateş böceklerini kozasından çıkarıyor, bir kadere bir romana. Albayım Beni Nezahat ile Evlendir, hayat hakkında fikri olmayanlara yazılmış kafası karışık bir hikâye. “Mesele nedir?”

*

Kapıldım Gidiyorum,

Bahtımın Rüzgârına

Bir zamanlar, yolunda giderken tıkanmış ve yarım kalmış bir hikâyenin figüranıydım. Hikâyenin kahramanları işi gücü bırakıp kafayı yazmaya takan, fakat ne yazacağına karar veremeyen bir adam, adamın her hareketini gidip annesine yetiştiren küçük kız ve birkaç sayfa sonra kızı alıp evi terk eden Müzeyyen adlı kadın idi. Bana sorulmamıştı ama, kadının evi terk edişine hak vermiştim.

Adam, rüzgârı kendinden menkul, esintili tipin tekiydi. Hikâyeye göre, matematiği kuvvetli bir kadını çok seviyordum. Sevdikçe ruhum büyüyor, ruh eve sığmıyor, sabahları kadından önce uyanıp evden çıkarak elleri kıçında şehri dolaşıyor, her akşam kadından önce eve dönüp, günün hikâyesini yazıp, görülebilecek bir yere iliştirip, yine arazi olup, ta ki gece yarısı, uyumakta olan kadının yanına sokulup, birbirimizi bir güzel sevip… İşin aslı bu değildi. Geceleri koynuna girdiğim iddia olunan kadın ile aynı yatakta yatmazdık. Başlangıçta iki figüran olarak bir araya getirildiğimizde, birbirlerini yeni tanıyan kişiler olarak, karşılıklı kibardık. O daha kibardı ve hikâyeyi kibarca terk ediyordu. Yazar rolündeki kazma, kendisinden başkasını görebiliyor olsa idi, ortağımdaki mesafeli duruşun sıçramak için gerilemek olduğunu fark edebilirdi. Gözlerine baksa anlardı. Kadın bir metre ötemde, kurşun geçirmez cam rengi bakıyordu.

Gidip Müzeyyen’e dert yanmıştım: “Burnunun ucundan geçsem beni görmüyor.” “Sen de açıktan geç,” demişti, “belki yakını görmüyordur ya da bir derdi vardır, alınganlık yapacağına sorsaydın ya.” Haklıydı. Dediğini yaptım ve bir gün, “Affedersiniz,” dedim, “bir mesele mi var? Sizi dalgın görüyorum.” “Sorun yok,” dedi ortağım, “sadece düşünüyorum.” “Hikâye ile mi ilgili?” Gülümsedi. Aramızda bir mesafe varmış, sorduğum soru mesafeyi açığa çıkarıp görünür kılmış, bu açıklık ne yaparsam yapayım kapanamazmış, durumun dil ile izahı yokmuş da ancak ima ile belirtilebilirmiş bakışıyla, “Hayır,” dedi, “kişisel.” Döndü ve perdelerini kapattı.

“Eğer ortak bir hikâyenin içinde isek,” dedim, başka kimse olmadığı için kendime, “o nasıl şahsi kalabiliyor ya da bende eksik olan nedir? Yani nedir, mesele nedir?” Yine de ortağıma, şehirden birtakım hikâyeler getiriyordum: Vaktiyle Bizans çöplüğü olduğu söylenen semtlerde, acil bir sebepten durmak zorunda kalan ve sıcak nedeniyle kapılarını açan turist otobüsüne dalarak, çantaları kapıp kaçan mahalle veletleri ve tam da o esnada, otobüsün tepesi üstünde, caddenin bir ucundan diğer ucuna gerili halde tabak gibi asılı duran “Su akar iz bırakır, turist döviz bırakır” pankartı hikâyesini; gece yarıları rakıları alıp oğluyla birlikte Karacaahmet Mezarlığı’nda demlenen kocakarının hikâyesini; Yugoslavya iç savaşında Alman yanlısı savaşıp İstanbul’a kaçarak gizlenen ihtiyar ile tek gözlü karısının hikâyesini; eski meyve-sebze halinde sabahtan akşama kadar birbirlerini parmaklayan esnafların hikâyesini…

Ortağım bunların içinde tek bir hikâye ile; evliliğinin ilk haftası kocasını bahçıvanla basınca, “Britanya Kraliçesi’nin taç giyme törenine gidiyorum,” diyerek evden çıkıp, oradan Amerika’ya geçen kadının hikâyesiyle ilgilenecekti. Kadın, Amerika’nın en kalın adamının evinde aşçılık yapmış, yıllar sonra sıkılıp başka bir şehre geçerek, üç günlük ömrü kalmış yaşlı bir kadına çok güzel bakıp, kadını fazladan birkaç yıl yaşatmıştı. Yaşlı kadın yüzünde bir gülümsemeyle çekip giderken malını mülkünü bizimkine bırakmış, o da artık yetmişlerinde olan kız kardeşlerine, “Güney Afrika’ya geçiyorum. Geliyorsanız gelin,” yazılı bir kart atıp, postaneden çıkıp “Şanslı Bahçıvan” adlı bir filme gitmişti. Şüphesiz bunlar şehirden çalınmış hikâyelerdi ve yeterli olduklarına inanıyordum.

Ortağım, uzaklara bakıp düşünüyor, yazarkazma ise olup bitenden habersiz, üfürüp ipe diziyordu. Bu, “al birini vur öbürüne” ikilisi için daha fazla yorulmaya gerek yoktu. Ayrıca ben yorulmayı sevmez, gerekliliğine inanmaz, inanan ve yorulanlar ile karşılaştığımda bunu belli etmez, fakat bir yandan da onlarda eksik ya da fazla olanın ne olduğunu düşünürdüm.

Bir süre sonra ortağım, akşama kadar elleri kıçında gezip abuk sabuk şeyler sayıklayan biri ile takılmak yerine, daha anlamlı bir ilişki arayıp, evdeki kitapları karıştırmış ve Madam Bovary adlı bir kitabın bilmem kaçıncı sayfasında, Kugelmass adında Amerikalı bir edebiyat profesörü bulup uzamıştı. Hikâyenin esas oğlanı yazarkazma, kadının profesörü de ekip Şaman kılıklı bir Kızılderili’yle uzadığından ve artık her gece boş bir eve dönüp, günün hikâyesini yazmak yerine, kâğıdı kalemi alıp kırmızı taçlı, uzun kirpikli bir kuş çiziktirdiğimden habersizdi.

Müzeyyen, etrafta bir tuhaflık olduğunu sezmiş ve ne olup bittiğini sormuştu. İkinci evliliğinden de mustarip Amerikalının, yaş haddinden kuş ötmemesi paniğinde olduğunu, gişeler kapanmadan önce koşarak bir aşk yaşamak istediğini, bu yüzden bir yolunu bulup Emma Bovary adlı hanımın yanı başında bittiğini anlatmıştım.

“Vay!” demişti Müzeyyen, “Ben-Hur filminde İndiyana Cons’un belirmesi gibi bir şey.” “Belki de,” demiştim, “Amerikalılık böyle bir şeydir.” “Sanmam,” demişti, “onlar saftırlar. Ne zaman nerede olacaklarını karıştırırlar.” Amerikalıları tanımazdım. Tanıdığım tek Amerikalı, sigara işinde çalışan iyi giyimli, kibar görünümlü, yakışıklı bir adamdı. Geceleri, Boğaz Köprüsü’ne benzer bir köprünün önünde iki dirhem bir çekirdek belirir, gökdelenli şehrin ışıkları, gecenin karanlık mavileriyle cilveleşirken, elinde yanmaya hazır fakat asla yakılmayan bir sigara, gecenin tuzu kuru efendisi, asude ve doymuş erkek edasıyla belirsiz uzaklara bakardı. Yanında, ince askılı gece elbisesi içinde alımlı hoş bir kadın, aksesuar rolünde adamın omzuna tünerdi. Kadın, aksesuar mesaisi dışında, kıçına bir kot çekip

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yerli)
  • Kitap AdıAlbayım Beni Nezahat İle Evlendir
  • Sayfa Sayısı108
  • Yazarİlhami Algör
  • ISBN9789750516993
  • Boyutlar, Kapak13x19,5 cm, Karton Kapak
  • Yayıneviİletişim Yayınları / 2020

Yazarın Diğer Kitapları

  1. Müzeyyen ile Nezahat ~ İlhami AlgörMüzeyyen ile Nezahat

    Müzeyyen ile Nezahat

    İlhami Algör

    İlhami Algör, sokağın sesiyle mahallenin ablaları Müzeyen ve Nezahat’in kırık hikâyelerini anlatıyor! İronik dilinin gücüyle bir dönemin kültleşen iki romanı Fakat Müzeyyen Bu Derin...

  2. Jül Vern Seyahat Acentesi ~ İlhami AlgörJül Vern Seyahat Acentesi

    Jül Vern Seyahat Acentesi

    İlhami Algör

    “Bence Dedektif Fix figürü, monotonlaşma ihtimali olan bir hikâyeye kaç-kovala dinamizmi getirmesi için düşünülmüştü. Monotonlaşması kaçınılmazdı çünkü hikâyenin kahramanı Bay Fogg oturduğu yerden kalkmayan,...

  3. Kalfa ile Kıralıça ~ İlhami AlgörKalfa ile Kıralıça

    Kalfa ile Kıralıça

    İlhami Algör

    “Melo Abla, aslen Çanakkaleli, Frig-Aiol melezi idi. Melezliğinden ötürü Melo namıyla anılırdı. Kalemle çizilmiş ince güzel bir yüzü, göreni sakinleştiren bir gülümseyişi vardı. Gözleri...

Bebhome Kahve

Aynı Kategoriden

  1. Ötanazi Okulu – 4 ~ Maral AtmacaÖtanazi Okulu – 4

    Ötanazi Okulu – 4

    Maral Atmaca

    ATILACAK SON ADIM SADECE BANA AİTTİ. YA YENİ BİR BAŞLANGICA OLACAKTI BU ADIM YA DA ÖLÜME… SON ADIM, SON SAVAŞ VE SON BİR DİRENİŞ....

  2. Beni Yuvada Unuttular ~ Raşit AnaralBeni Yuvada Unuttular

    Beni Yuvada Unuttular

    Raşit Anaral

    Yönetmen ve senarist Raşit Anaral’ın ilk kitabı olan Beni Yuvada Unuttular, gerçek bir hayat hikâyesidir. Bu ilginç ve akıcı roman, Malatya Çocuk Esirgeme Kurumu’nda...

  3. Sihirli Yüzük ~ Zehra TapunçSihirli Yüzük

    Sihirli Yüzük

    Zehra Tapunç

    Özge çekingen, Özge ezik, Özge en doğal haklarını bile savunmaktan aciz… Herkes Özge için bir şeyler söylüyor. Oysa onun tüm bu söylenenlere karşı kulak...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur