Derin mi derin bir değişim yas. İnsanı hiç tahmin etmediği biçimde şekillendiren bir yolculuk. Düz bir yol değil yasın yolculuğu. Yaslıyı tutup tutup savuran bir kasırga, bir anafor, bir tsunami. Şimdi senin yasın kâh saçlarımdan tutup sürüklüyor beni kâh bir bulutun tepesinden aşağıya bırakıveriyor, canım benim. Bazen anıların güzelliğinde yumuşacık iniyorum yere, bazen paramparça oluyorum. Her “ilk sensiz”i yaşadığımda darmadağınım.
Yas tutarken sadece acı çekmiyorum, bambaşka bir insan oluyorum, farkındayım. Yasın yüreğimde derin bir boşluk açtı ama aşkımıza dokunamadı sevgilim. Yarabbim, nasıl bir âlemdir bu kâlp? Sırça sırça parçalanıyor, kanıyor, yarısını kaybetti. Yanıyor, üşüyor, bıçaklanıyor, boğuluyor, nefes alamıyor ama aşkına hiçbir şey olmuyor. Kâlbin anılarındaki kahkahalar gözyaşlarına, buluşmalar ayrılığa, sevişmeler hasrete, sarılışlar boşluğa, o güzel yüzün, aşkla bakan gözlerin, aşk konuşan sesin hayâli görüntülere dönüşürken, aşk sinmiş, tutunmuş sımsıkı yüreğimin çeperine, “Ben sende kaldım, gitmedim bir yere” diyor. Nasıl güzel bir şey bu aşk! Yalnız bırakmıyor beni. Aşkımızla beraber yas tutuyoruz, canım kocam.
Konuşuyoruz, anıyoruz, bazen de gülümsüyoruz seninle yaşadıklarımıza, paylaştıklarımıza. Daha çok da ağlıyoruz beraber. Gelip ikimize de sımsıkı sarılmanı, kucaklayıp öpmeni, teselli etmeni bekliyoruz. Aşkımız da benim gibi; yapayalnız kalıverdi, yarım kaldı sensiz. Kendisini böyle güzel yaşatan erkeğini özlüyor. Hıçkırıklarımız, gözyaşlarımız birbirine karışıyor geceleri. Ne benim onu teselli etmeye gücüm yetiyor ne de onun beni. Darmadağınız ikimiz de.
*
Sevgilim, ikinci baharım, arkadaşım, sırdaşım, kocam, dev yürekli sevdiceğim, erken kayan yıldızım, Tolgam, bu kitabım sana.
Sen bana bu boyutta “Hediyem” derdin. Bu kitap da benim sana, sonsuzluğuna hediyem.
Son yolculuğuna çıktığından bu yana sana duyduğum çaresiz hasretimi, derin hüznümü, yüreğimi yakan sensizliğimi, acımı; benzersiz aşkımız, sevdamız ve rüya gibi anılarımızla sarmalayıp ikiz ruhlarımızın arasındaki kırmızı kordonla bağlayıp sana armağan ediyorum.
“Kötü hatırlanmaktansa iyi unutulmayı tercih ederim” derdin canım Tolgacığım benim. Bilmez miydin, senin ne kötü hatırlanman ne de unutulman mümkün.
Teşekkür
Canım Tolgacığımın gidişinden sonra, hâlâ devam eden, çok ağır yas sürecimde yüreğimden dökülen bu mektupları basmak konusunda beni motive eden ve destek olan Doğan Kitap Genel Müdürü ve güzel dost sevgili Gülgün Çarkoğlu ve Genel Yayın Direktörümüz Cem Erciyes yönetiminde emeği geçen tüm Doğan Kitap aileme teşekkür ederim. Tolgama Hasret Mektupları’nın kitap olarak hayata geçişinde özel yeri olan arkadaşlar: Yaşadığım acılı zaman diliminin ve hüznümün getirdiği tekrarlara hassasiyetle yaklaşarak titizlikle çalışan editörüm sevgili Aslı Güneş’e; kitabımın gönlümden geçen duygusuna paralel kapak tasarımını hazırlayan ve uygulayan Taylan Polat’a; sayfa tasarımını yapan Gökçen Yanlı’ya; tasarım ve pazarlamayla ilgili iletişim süreçlerini yürüten Özlem Çağımma’ya; beni, programladığı imza günleri, söyleşilerle okurlarımla buluşturan sevgili Tuba Seven ve Deniz Altunay’a; teknik sorunumuzu gece yarısına kadar uğraşarak çözen Ayhan Aydın’a çok teşekkürler! Beni hiç yalnız bırakmayan sevgili arkadaşlarım, dostlarım, okurlarım, Tolgacığımın hayranları 25 Şubat’tan bu yana mesajla, telefonla, sosyal medya kanalıyla paylaştığınız dualarınız, içten, şefkât dolu sevginizle bana büyük güç oldunuz. Teşekkürler! Canım yavrularım Pamiram, Cazımaçim, Ariellacığım ve sevgili Shawn, melek torunlarım Piam, Shayam ve Lunam, med cezirlerle sürüklendiğim aylar boyunca, o ihtimamlı sevginiz, desteğiniz, bana, sizlere sahip olmakla ne kadar şanslı olduğumu bir kez daha hatırlattı. Yaradan sizlerin acısını göstermesin bana! Her şey için teşekkürler! Sevgilim, sevdiceğim, canım Tolgacığım, seninle beraber çok az rastlanacak bir aşk masalı yaşadık. Hayatıma geldiğin, bu dünyada on dört yıl, iki ay, on üç gün, son nefesine kadar, beni sınırsız bir aşkla sevdiğin ve yaşamını bana açtığın için çok teşekkürler, canım kocam!
Önsöz
Sevgili Okurlarım,
Tolgama Hasret Mektupları çoğunuzun yakından takip ettiği çok ağır yas sürecimin yaşattığı duyguların günlüklerde kelimelere dökülüp kitaplaşmış hali. Ancak bu bir roman değil. Onun için, o hayranlıkla okuduğunuz romanlarımı yazarken olduğu gibi akıp gidemedim satırlardan satırlara, sayfalardan sayfalara. Çünkü yas buna izin vermiyor.
Yas yaslıyı esir alan ve kendini dikte ettiren bir güç. Kendine ait bir şahsiyeti var ve yası çekenden daha güçlü. Bu sebepten, hele ki, acımın hakkını vererek yaşamaktan yana olduğum için, anbean, günbegün sadece yasımın bana hisettirdikleri döküldü kalemimden. Bu duyguları son derece doğal, sansürsüz, yüreğimden, ruhumdan, zihnimden nasıl geçiyorsa öyle dillendirdim. Hiçbir gün, geçen gün de aynı şeyi hissetmiştim, bunu tekrarlamayayım demedim. Zira o tekrarlanan sözcüklerle o güzel duygular tekrar canlanıyor ve bana bir günü daha aşmam için yardımcı oluyordu.
Yas yaşarken hayatınız çok fazla değişmiyor. Öyle coşkulara, gökkuşağı renklere, çılgın hayâllere falan yer yok yas zincirinde. Gözyaşlarınızı pınarlarında tutabilmekle hıçkırıklara boğulmak, med cezirlerde dibe vurmakla karaya savrulmak arasında bir pandülde gidip geliyorsunuz. Duygular hüznün, hasretin, acının kendi içlerindeki yelpazesi kadar ifade buluyor ve duygular eşliğinde sözcükler de tekrarlanıyor.
Bu sebepten; size defalarca yazılmış gibi gelecek, özellikle sevgi, aşk üzerine tanımlamalar, diyaloglar, benim o günkü yasımı bir güzel anıda tedavi etme ihtiyacımdan. Özellikle Tolgacığımın, yaşamı boyunca çok sık tekrarladığı ve son nefesinden önce de söylediği aşk sözcükleri, benim kulağımda sevdiceğimden en son kalan ve yankılanarak devam eden bir melodi gibi. Her hatırlayışımda, yazışımda onu yakına, yanıma, o son konuşmamızın anına getiriyorum hissi veriyor bana. İyi de geliyor…
Diğer taraftan, lütfen bu kitaptaki hüzün sizi yanıltmasın. Tolgacığım da, ben de, hayatı büyük keyifle yaşardık. Ne var ki, Tolgama Hasret Mektupları, ismi üzerinde, bir yas sürecinde yazıldı. Yer yer, eski anılara geri dönüşlerimde de tanıştığımız zamanın realitesi yer almakta. İkimiz de ayrı hüzünlerden gelip buluşmuştuk. Kısacası bu, tüm hayatımızın kitabı değil. O destanı ayrıca roman diliyle yazacağım.
Şimdi, sessiz gemiye binip giden Tolgacığımın ardından benim yas yolculuğumu paylaşmak üzeresiniz. Beni yalnız bırakmadığınız için teşekkür ederim.
Sevgiyle kalın, huzurla kalın, umutla kalın ve hâtta mümkünse aşkla kalın!
Sensiz kaldığım gün: 25 Şubat 2024, Pazar
Yüreğim kanıyor! Kanıyor! Kaybettim, dev yürekli sevdiceğimi. Ansızın çıktı sonsuz yolculuğuna. Ben yer ile gök, yangın ile buz arasında kayıplarda. Canım Sibel, Zeynep Savacı, Atillacığım, canım evlatlarım Pamira, Cazım, Ariella, Shawn; canım melek torunlarım Pia, Shaya, Luna derin acımızı yaşıyoruz.
Tanrım! İnanamıyorum. Ben miyim bu haberi paylaşan? Benim Tolgam mı giden? Nereye? Nasıl? Neden? İsyandayım, inkârdayım ama Tolgamın ancak Tanrı’nın izniyle bu yolculuğa çıkabileceğinin bilinciyle kavuştuğum tevekkül beni sakinleştiriyor. Fakat bu tevekkül sadece çığlık atmamı, avaz avaz haykırmamı engelliyor. Ateş düşen yüreğimden çıkamayan avazlar kâlbimi genişleterek ağırlaştırmaya devam ediyor. İçimde kıyametler kopuyor. Acım, hüznüm tsunamiye kapılmış, vuracak, yıkacak, yayılacak kıyıları arıyor.
Canım, dev yürekli sevdiceğim Tolgacığım, ikinci baharımın sebebi, hayat arkadaşım, yakışıklım, mert, dürüst, onurlu, haysiyetli, savaşçı şövalyem benim; sırdaşım, arkadaşım, gönülden seven, şefkâtli, tutkulu sevgilim, sadık kocam, henüz gittin ama o kadar derin ki sana hasretim, sana her gün yazdığım mektuplarla iyileşmeye çalışacağım. Cevaplarını alacağım, eminim. Belki postadan çıkmayacak ama belki rüyamda, belki bir kuşun, kelebeğin kanadında, bir bulutta, yağmur damlasında, gözümün yaşında, bir tomurcukta, bir yaprağın damarlarında bulacağım cevaplarını. Belki esen rüzgârla tenimi okşayacak, yağmur damlalarıyla gözyaşlarıma eşlik edecek, güneş doğarken gecenin içinden bedenime sarılacaksın. Sevdiğimiz melodide kulağımdan içime akacak ve yüreğimde sana ait nişi beslemeye devam edeceksin. Nasıl açmıştın kendine ait o yeri kırgın kâlbimde, yine böyle acılı bir zamanımda gelip hayatıma. Nasıl bir ironidir bu?
Otuz dört senelik sevdiğimi, hayat arkadaşım, çocuklarımın babası Pamirciğimi kaybetmiştim. Yine böylesi yangınlardaydı yüreğim. Sonra sürpriz, plânsız sen geliverdin hayatıma. Beni o tertemiz, hesapsız, nazik aşkınla, şefkâtinle tedavi ettin. Hayatının hediyesi olduğumu söylerdin. Ama sen de bana armağandın, Yaradanımdan. “Sürprizim benim” derdin, senin de bana gelişin sürprizdi. Hüzünlü, yaralı kâlbimde kendi yerini açtın, içine o kadar çok aşk ve şefkât doldurdun ki, büyüdün. Benim de senin eski yaralarına, acılarına merhem olduğumu söylerdin, “Meleğim” derdin bana.
Sıcacık, duygusal, romantik, dürüst, sadık, egodan uzak, verici kişiliğinle ancak âşık olunabilirdi sana ve ben de âşık oldum. Ne güzeldin canım sevdiceğim, ne güzeldik beraber.
Şimdi sen de uçup gittin. Şayet seni bu kadar çok sevmeseydim, senin tarafından sevilmeseydim bu kadar, ortalama bir sevgi olsaydı yaşadığımız, çoğu çiftin yaşadığı gibi, hiçbir zaman affetmezdim bu gidişini. Kızabilirdim sana. Ne var ki hayatımızda her şeyin bir zamanı olduğunu biliyorum. Sevmenin zamanı, paylaşmanın, vedalaşıp Yaradan’ına dönmenin zamanı. Gülmenin ve ağlamanın zamanı. Şimdi ikimiz için de yeni zamanlar gelmiş aşkım; senin sonsuza yolculuk etme ve benim gözyaşı zamanım. Dayanılmaz, tarifsiz bir acı bu; delice bir hasret. Ama Yaradan’ımın izniyle bu gidiş. Tevekkül göstermeli, saygı duymalıyım.
Seninle bu şartlar altında konuşacağım hiç aklıma gelmezdi, canım kocacığım. Gel gör ki, ilk “merhaba”mızdan on dört, “Evet! Evet!”lerimizden dokuz sene sonra, pazar gününden beri yüreğim ateşlerde, tenim buzlarda, bedenim uzak bir yerlerde süzülmekte. Nerede bilmiyorum. Öyle bir yer var mı, onu da bilmiyorum. Ne yerde ne gökte ne toprakta ne denizde. Uçsuz bucaksız, sınırsız bir acı, hüzün ve hasret evreni. Yas evreni bulunduğum yer. Onun için bedenime dar geliyor her yer, sığamıyorum hiçbir mekâna, çünkü ruhum o yas evreninin sınırsızlığında sana ulaşmaya çalışıyor. Fiziki alanla sınırlı bu dünyadan, yerçekiminden kurtulup sökülüp gitmek istiyorum. Ruhum ve zihnim kanatlanmak istiyor ama bedenim buraya ait, dünyanın merkezine doğru çekiliyor. Beynim bu kâbustan her an uyanacağımı düşünüyor. Çok iyi biliyorum ki, şimdi Yaradan’a geri döndün ve o seni cennetin muhteşem ışığıyla şefkâtli kollarına aldı. Aynı zamanda senin burada bizlerle olduğunu da hissediyorum. Çünkü artık ışınlanmanın sınırının olmadığı bir yerdesin.
Canım Tolgacığım, şu an o kadar kırılganım ki. Sana, beni kucaklayıp öpmene, teselli etmene en çok ihtiyacım olduğu zamandayım. Son on dört sene, iki ay, on üç gündür ve en son sabahımızda olduğu gibi beni kucaklamanı özlüyorum. O son gün beni âşık kollarına alıp “Seni seviyorum Nerminciğim” demiştin, “hayatımda seni sevdiğim kadar hiç kimseyi sevmedim. Ben mutluluğu seninle buldum. Mutluluksun sen. Sana tapıyorum. Sana ilk gün âşık olmuştum. Hâlâ aynı âşığım.” Ben de “Benim kıymetimi bildiğin için çok teşekkür ederim aşkım, ben de seni seviyorum, hem de çok” demiştim. Nereden bilebilirdim ki, son sözlerimizmiş bunlar. İyi ki. İyi ki son sözlerimiz bunlarmış canım benim.
Aşkım ne kadar tutkuluydun, ne kadar sevgi dolu, ne kadar vericiydin. Nazik, ilgili, şefkâtliydin. Sen bir Rönesans erkeğiydin. Yanlış, adaletsiz, haksız, acımasız, küstah, yalan dolan her şeye karşı savaşan cesur bir şövalyeydin, bunlar yakınlarından, çevrenden gelmiş bile olsa.
Mağdur, yardıma ihtiyacı olan, korumasız kim varsa, tanıyıp tanımamanı hesaba katmadan, sana ne zararı olacağını hiç düşünmeden koruyup kollamak için mücadeleye girerdin. Benim yakışıklı şövalyem, seni bu sebepten çok sevdim.
Yalan konuşanı, doğruyu saklayanı, kontrolcü ve içten pazarlıklı olanı katiyen tolere etmezdin. O kadar dürüst, o kadar doğrucuydun ki, bu sebepten seni çok sevdim. “Basiretim bağlandı, düştüğüm tuzaklar oldu. Cezasını da çekiyorum” derdin, karşı taraf kadar kendine de kızardın.
O kadar haysiyetli, o kadar doğru sözlü ve güvenilirdin ki. Bu sebepten seni çok sevdim.
Tabiatı, bitkileri, hayvanları severdin. Küçük balkonumuzun manzarasını ve oraya misafir olan kuşları beraber izlerken ne kadar mutlu olurdun. Senin o “küçücük” şeylerden büyük sevgiler yaratmanı severdim. Bazen mavi alakargaları, serçeleri (bazen bana da serçem derdin, koşturarak dolaşmam çok hoşuna giderdi) beslerken izlerdim seni, keyifle. Bazen sen sarmaşık ortancasını bağlarken gözlerime yaş gelirdi. Çünkü içindeki yumuşacık, cömert, sevecen, naif oğlan çocuğunu görürdüm. O çocuğu kucaklayıp öpmek isterdim ve aklımdan geçtiği anda da sarılıp öperdim.
Birbirimizle olmaktan, sohbet etmekten, bir diğerimizi izlemekten o kadar keyif alırdık ki, karşılıklı hayranlığımız gerçeküstü bir dünyada yaşadığımız duygusunu verirdi bana. Bu duyguyu yaşattığın için severdim seni.
Bütün bunların üstüne öyle yakışıklıydın ki aşkım! Yüreğim erirdi sen bana bakarken. Fakat sadece fiziksel güzelliğin değildi içimi eriten. Ben senin içinin mücevher güzelliğini de görmüştüm. Zarif yüzün muhteşem ruhunun yansımasıydı sadece. İşte bunun için çok sevdim seni.
…
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Mektup
- Kitap AdıErken Kayan Yıldızım Tolgama Hasret Mektupları
- Sayfa Sayısı448
- YazarNermin Bezmen
- ISBN9786256162099
- Boyutlar, Kapak13.5 x 19.5 cm, Karton Kapak
- YayıneviDoğan Kitap / 2024
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Ölümden Kalıma & Diyarbakır Cezaevi’nden Mektuplar ~ Orhan Miroğlu
Ölümden Kalıma & Diyarbakır Cezaevi’nden Mektuplar
Orhan Miroğlu
Zor zamanlardan geçmiştik hep beraber. Anneler, babalar, kardeşler, eşler ve çocuklar dışarıda, bizler içeride, zor zamanlardan geçmiştik. ‘Ölümden kalıma’ bir hayattı söz konusu olan....
- Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları 1935-1946 ~ Erich Neumann
Mektuplarla Köy Enstitüsü Yılları 1935-1946
Erich Neumann
“Mektup şeklindeki yazılar, insanların fikirlerini birbirine bütün çıplaklıklarıyla duyurmalarına en elverişli yazılardır. Diğer yazı şekilleriyle bu amaca kolay kolay ulaşılmaz. Bunun en iyi ve...
- Makam Odası – Linç ~ Barbaros Şansal
Makam Odası – Linç
Barbaros Şansal
Yer paspasım verildi ama kovam yok Bu gece de bir döşeğim var ya artık bana gam yok Pijama yerine sırtımda linçte yırtılan fanila Göğsümde...