Yapraklarını döken bir ağaç gibi, her renk ve büyüklükte not kâğıtları… Bir gece önce, eğer tekrar yazacak olursa bunun önceden tasarlamadan, notsuz, plansız, tıpkı bir yaz güneşinde şarkı söyleyen bir ağustosböceğininki gibi kendiliğinden olmasına karar vermişti.
İkinci Dünya savaşı sonrası. Hayatta kalanlar hikâyenin başladığı yerde yeniden buluşuyor: Hazine avcıları, mistikler, psikanalistler ve eski Naziler yüzyıllar önce Tapınak Şövalyeleri tarafından Güney Fransa’da bir yere gömülen hazineyi bulmak için birbirleriyle yarışıyor. Bu sırada bazı eski ilişkiler çözülüyor ve geçmişin bazı karanlık sırları açığa çıkıyor.
Avignon Beşlisi’ni bu kitapla tamamlayan Durrell muzip oyunbazlığını ve uçsuz bucaksız hayal gücünü Quinx’te de sergiliyor.
“Durrell felsefi bir kelime oyunuyla bize ‘kozmik’ ile ‘komik’ olanın ne kadar birbirine yakın olduğunu gösteriyor…”
Los Angeles Times
1
Yeniden Provence
İnsanın uykusunu getirecek kadar tekdüze ovada tren, onları Rhône’un tüm coşkunluğunu barındıran setler ve bentler arasından, çelimsiz bir ilkbahar güneşi altında, güvercinlerin konfeti gibi pır pır ettiği ve çan kulelerinin suçlarını kutsal çan tangırtılarında akladığı Papaların Şehri’ne1 doğru yokuş aşağı götürüyordu. Gülkurusu ve kök kırmızısına bürünmüş gökyüzü, çiçeğe durmuş erguvan ve küpeçiçekleri ve Valence’den sonra dut ağaçları ile bilge zeytinler vardı. Onları “Canavarlar” dedikleri, uzun zamandır ortada görünmeyen çocuklarla onlara eşlik eden sadık Drexel karşıladı. İki kardeşe miras kalan ücra şatoya uzun zamandır umutla bekledikleri emeklilik planlarını gerçekleştirmek için gelmişlerdi. Bir zamanlar Blanford’un ilgisini çekip onu üçlü aşkın tek vücutta birleşmesi fikrinin etrafında bir roman yaratma çabasına iten bu üç köşeli aşkın içine gömüldükleri yer, işte burasıydı. Ne yazık ki gerçekleşmemişti! Fikrin kendisi de tıpkı gerçeği gibi aşırı gnostikti ve gerçekte de başarısız olacaktı. Ama şimdi bu güzel canavarlar mutlu ve inanç doluydu. Blan onları sevecen bir şekilde selamladı. Kendi paylarına, daha ziyade popüler bir oyunun turnesindeki üçüncü sınıf bir tiyatro kumpanyasının üyelerine benziyorlardı – iki alımlı kadın ve çocuk, Lord Galen, Cade, Sutcliffe, Toby falan filan. Hepiniz birbirinizin parçaları olmalısınız, diye düşündü Blan. Eğer her birinin oyunda bir rolü olsaydı, belki de topu bir araya geldiğinde tek bir kişilik oluşturacak aktörler olabilirlerdi. Güneşin ışıkları güllerin arasından tembelce sızıyordu ve bir bülbül bir yerlerde tek başına şakıyordu. Bunun hayatına yeni bir başlangıç olacağını bir el işaretiyle açıkça ifade etti. Evrak çantasının kapağını açıp trenin penceresinden sallayarak yeni kitabı için aldığı tüm notları atmış ve yaprakların aşağıya Rhône Vadisi’ne doğru uçuştuğunu izlemişti. Yapraklarını döken bir ağaç gibi, her renk ve büyüklükte not kâğıtları… Bir gece önce, eğer tekrar yazacak olursa bunun önceden tasarlamadan, notsuz, plansız, tıpkı bir yaz güneşinde şarkı söyleyen bir ağustosböceğininki gibi kendiliğinden olmasına karar vermişti. Öteki benliği olan şişman adam, bunu yaparken onu izlemiş ve kasabanın üzerinde güvercinler gibi büyük bir girdap misali dönenerek süzülen yapraklara bakarken, bu yaptığıyla ilgili belli bir çekincesi olduğunu tedirginlikle başını sallayarak belli etmişti. Atom patlamasından sonra da aynı böyle olurdu, diye düşündü –havayı dolduran not bulutları– insan elinden çıkma notlar. Parçaların tümü tarihin ölüm girdabına sürüklenirlerdi – uçsuz bucaksız güneş ışığında zerrecikler gibi. Cade aniden gülüp eliyle kalçasına vurdu; ama neye güldüğünü diğerlerine söylemedi. Kim bilir, belki de komik bir şey değildi. Sutcliffe umutsuzca, “Canavarların size büyük destanınızın konusu olan korkunç tarihî hatayı – masalsı üçlü aşkı, tekrarlatmalarına izin vermeyeceğiz herhalde? Hadi ama! Bunun gerçek hayatta da romanda olduğundan daha iyi yürümediğini kabul et,” dedi. Aubrey istemeyerek de olsa kabul etti. “Üçü bir arada olmaz.” Öteki benliği peşini bırakmadı: “Neden olmaz orasını da Tanrı bilir ya – Constance’a sormalıyız, belki eski tüfek Freud’cu bize sebebini söyleyebilir. Her neyse, eğer Shakespeare için yeterince iyiyse benim için de yeterince iyidir.” “Ne demek istiyorsun?” dedi Blanford. “Soneler. Soneler’de anlattıklarıyla belki de en iyi oyununu yazabilirdi ama buna kalkışmadı; çünkü sezgisel olarak pek de iyi olmayacağını düşündü. Zavallı canavarları aynı yazgıdan gerçekten korumaya çalışmalı ve tarihin dönme dolabında bahtsız Drexel’le beraber tekrar başa dönmelerine izin vermemeliyiz. Onları korumalıyız! Tarih, anılar – bütün bu tuzaklardan uzak duracağına söz vermiştin: Aksi takdirde yalnızca sıradan romanların caveau de famille’ine1 yeni bir baskı eklemekle kalacaksın ve Sylvie sonsuza kadar akıl hastanesinde kalacak, kendi kabuğuna çekilip yazacak…” “O benim kitabımı yazmaya çalışıyor; herkesin itişip kakışmadan ve telaşsızca yolunu bulabileceği, karmakarışık gerçekleri anlaşılabilir, düzgün bir dille sıralayarak başlamaya çalıştığım kitabı. Ancak şimdi anlıyorum ki insanın içinde Epikuros’un sözünü ettiği doğuştan yetenek kırıntıları yoksa, sonunda aşırı bağnaz bir ahlakçı olması ve bu yetenek eksikliğini aşırı duygusallıkla örtülmüş türlü vicdansızlıklar, hatta düpedüz kana susamışlıkla fazlasıyla gidermeye çalışması kaçınılmazdır. Ama aynı zamanda insan ayaklarının ucuna basa basa ihtiyatla ve dikkatle ve au pifomètre ‘tahminen’ ilerlemeli.” Her ikisi de peşinde oldukları türden kitabın, Piers ve Sylvie’nin başına gelen talihsizlikleri tekrar etmemesi gerektiğinin farkındaydı; çünkü onların tazelemek ve yeniden canlandırmak istedikleri şey, artık modası geçmiş olan eylem yoluyla zarafeti yaratacak çift kavramıydı. Aslında bu olmuştu bile; Constance’ın sayesinde, onun masajı ve fiziksel yakarışları sayesinde, belkemiği ve onunla beraber bütün sinir hücreleri aniden uyanmış ve bütün çiftleşme kuvvetini diriltip güçlendirmişti. Mucizelerin ilmi! Kutsal orgazmın bir somonbalığına benzer ölüm sıçramaları;1 iki kişinin, çok derin ama yine de erişilebilen ve giderek düzelip bilinçli hale gelen bir bellek kaybı sayesinde tek vücut olması. Gözleri kör ettiği yerde, neredeyse meditasyon noktasında onu sabit tutmak ve hiç sezdirmeden tutkuyla birbirinin içinde erimek. Aşkta feragat eden kazanır. Hesperid’lerin2 bahçesine ancak onlar ulaşabilir… Öpüşme, sınırsız düşünce paylaşımının saf cinsel birleşmesidir. “Seni seviyorum,” dedi Blanford şaşkınlıkla, gerçek şaşkınlıkla. “Aman Tanrım!” dedi. “Sayende ilk kez uyandım. Uyuyan iğrenç kukla diriliyor. Kimleri görüyorum, Lady Utterly!3 Hangi rüzgâr attı sizi buraya?” Constance sokularak koluna ilişti ama konuşmadı. Aktardığı bilgilerin ölen sevgilisi Affad’dan geldiğini biliyordu. O her zaman, “Aşırı kusursuz açıklanan şeyler işlevsizdir, ölüdür, gerçekleştirmesi olanaksız hale gelir. Aşk hakkında konuşurken gözün başka yerde değilse asla aşk hakkında konuşma. Aksi takdirde uyku müziği, uykunu engelleyip seni baştan çıkarır,” derdi. Blanford, “Sevgilim, muayenehanenin hemen dışında beni ‘öbür dünyadan gelen adam – iki ayağı üzerinde duran maymun’ olarak camdan bir kafeste sergileyebileceksin,” dedi. Ah! Bilimin mutlu sonlarla ilgilenmediğini, bunun sanata tanınan bir ayrıcalık olduğunu biliyordu. Sutcliffe’in bazen mırıldandığı gibi: Sözlerle anlatılamaz inandığı Ondandır fikirlerinin kısmen çıplaklığı İçgörü, dogmalara dönüşüp katılaşırsa ölür; bu nedenle her şeyi esnek tuttular ama yine de kalbi giderek daha fazla kontrol altında tutacak içgörü için dua ettiler. Uygunsuz arzuları ve kırık dökük bağlantılarıyla öncenin dünyası şimdi ne kadar da sıkıcı görünüyordu. Camargue’ da sessizce oturup çöken geceyi ve yok olmadan önce bir an için kendinin farkına varan fikirler gibi titrek titrek ışıldayan ateşböceklerini izlediler. Bu sırada Constance okurken onları çok eğlendirmiş olan (aşk sahnelerinin katıksız saflığı, komik derecede pornografikti) o unutulmuş roman Gynacocrasy1 üzerine yazdığı psikanalitik metinle ilgili notlar alıyordu. Bir kadın tarafından yazıldığı apaçık ortadaydı ve Constance (hiçbir yerde yazılı olmayan) bu gerçeği tamamen psikanalitik-cinsel nitelikte iç delillerle kanıtlamaya çalışıyordu. Blanford, onun kendisine fiziksel olarak bile ne kadar çok şey öğrettiğini düşündükçe şaşırdı. Priapik2 birleşmenin, insan yavrusu örneğindeki gibi, geleceğin, gerçekler üzerine sağlam basmasını sağlayacak bir güç donanımı olduğunu öğrenmişti. Yarı şaka yarı ciddi, “Artık benimle eşleşmenin ne demek olduğunu, benden bir daha ayrılamayacağını biliyorsun – bu içgörün için tehlike yaratabilir. Senin sanatın için, soluğun esas maddesi, oksijen! Sevgilim, biz bunu başardık! Orgazm, şayet bu şekilde paylaşılırsa, insanın geçmişinin ve geleceğinin atölyesi olan ölüm ve yeniden doğum arasında kalan diyara girişini sağlar. Anahtar, bu eşzamanlılığı kavramaktadır. Bu arada doğumlar arasında –ki orgazm bu koza evresinin bir gölge oyunudur– biz beş skandha1 şeklinde var oluruz, madde, kümeler, takımlar, topluluklar, yığınlar. Bir araya gelip güç alanı quinx yaratılınca, bunlar birleşip insanı oluşturur, iki bacak, iki kol ve kundalini2 özellikleri ile kenarları beşe tamamlanan bir varlık,” diyebildi Constance. “Peki,” dedi Blanford hafif alaycı bir şekilde, “Yeniçağ’da uyuyan güzel erkek, onu öpüp uyandıran da kadın olacak! Yolları doğanın emri doğrultusunda birleşip kesişir. Kahrolası mucizenin gerçekleşmesi için insan gerçeğinin, doğanın temel umursamazlığıyla eşzamanlı olması gerekir. Sanki insanın umursamayı bırakıp doğaçlama yapmaya başlaması gerekmiş gibi. Tabii ki aşk hoş bir eğlence haline indirgenebilir; ama o zaman dalga boyu veya ölçeği çok düşük olur ve ne kalbi ne de içgörüyü bereketlendirir. Basit bir boşalma, öğretici olamaz!” “Benden bir süre uzak durmalısın. Ama çok da fazla değil. Ancak yapmak istediğin şeye doğru odaklanmanı sağlayacak kadar.” “Biliyorum,” dedi Blanford. “İstediğim şekilde yapmak için gerçekten bir çaba göstermeden mutlu olmayacağım – kasvetli olmadan ciddi olmak için. (Aşırı iyiliğin kötülüğünden korkmak gerek!) Böylesine büyük bir yapı oluşturabilirsem bu, soyut kimlik kavramının sorgulanmasına işaret eder – ‘birbirinizin parçaları olmalısınız’ veya ‘yedek parçalar’ pièces détachées!” “Daha başka?” dedi Constance mutlu bir zafer edasıyla. “İnsanın hayalinde bir arada bulunan zaman dilimlerinin bir plaidoyer’ini1 yap. En sonunda, yogik bir düşünce şekli olan insani aşkla ciddi olarak ilgilen, aptal insanlarla dolu olan geminin dümeni: Çünkü az önce paylaştığımız bu mutlu hafıza kaybının içinde, insanın kişiliğiyle ilgili beş kenarlı gerçek gizlidir. Bu sırada metin hem üst düzeyde ustalık göstermeli hem de bir sanat nesnesi olarak mutluluk istekleri mırıldanmalı. Saçmalıyor muyum? Öyleyse bu öforidir!” Fakat aslında kronolojinin bozulduğu konusundaki fikrinde haklıydı – tarih geçmiş değil, hep olmak üzere olan bir şeydi. Gerçeğin harekete hazır kısmıydı. Constance’ın varlığının vazgeçilmez güzelliği ve yalnızlığı olmasaydı, gerçeğin farklı biçiminin bütün bu belirsiz görüntüleriyle kafayı üşütebilirdi. Şöyle demişti: “Ahlak dersi vermeden iyilik yapmak istiyorsan, şiir yaz,” ve yakın zamanda bunu becerebileceğini hissetmeye başladı. “Yakında kadının plasebo olduğu bir çalışma yazmak durumunda olacaksın – tedavi, bir tanrıça yerine sıradan bir kadınla da gerçekleşir!” (Sutcliffe’in sesi kıskançlık kokuyordu, belki de gerçekten kıskanıyordu.) Constance, “Aslında haklısın,” dedi. “Kadının rolü de bu. Her orgazm daha derin bir şeyin kostümlü provası, yani gerçekleşip bir vuruşta içimizdeki evreni yerle bir edene …..
Bu kitabı en uygun fiyata Amazon'dan satın alın
Diğerlerini GösterBurada yer almak ister misiniz?
Satın alma bağlantılarını web sitenize yönlendirin.
- Kategori(ler) Roman (Yabancı)
- Kitap AdıAvignon Beşlisi 5: Quinx ya da Kusursuz Adamın Öyküsü
- Sayfa Sayısı232
- YazarLawrence Durrell
- ISBN9789750760402
- Boyutlar, Kapak12,5x19,5 cm, Karton Kapak
- YayıneviCan Yayınları / 2023
Yazarın Diğer Kitapları
Aynı Kategoriden
- Veba ~ Albert Camus
Veba
Albert Camus
Camus adı çoğu okur için Yabancı romanıyla özdeşleşir. Ancak yazarın en önemli yapıtı aslında "Veba"dır. Keskin bir gözlem gücünün desteklediği arı bir bilinçle Veba, yalnızca çağımızın değil, tüm insanlık tarihinin ortak bir sorununa değinir: Felaketin yazgıya dönüşmesi. Camus'nün hiçbir yapıtında böyle acı bir yazgı, böylesine şiirsel bir dille ele alınmamıştır.
- Ezilmiş ve Aşağılanmışlar ~ Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Ezilmiş ve Aşağılanmışlar
Fyodor Mihayloviç Dostoyevski
Dostoyevski’nin duygusal bir melodram ile kendi kişisel hikâyesini birleştirdiği ilk büyük romanı.Ezilmiş ve Aşağılanmışlar`ı diğer melodramatik-duygusal-tefrika romanlardan bambaşka bir yere yerleştiren şey, anlatıcı kahramanı...
- Korku ~ Stefan Zweig
Korku
Stefan Zweig
Burjuva ahlakının gereklerini üstünkörü yerine getiren otuz yaşındaki, evli ve iki çocuk annesi Irene Wagner, sekiz yıllık evliliğindeki tekdüzelikten bunalıp kocasını genç bir piyanistle...