Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Bir Faunun Öğleden Sonrası
Bir Faunun Öğleden Sonrası

Bir Faunun Öğleden Sonrası

James Lasdun

Gençliğinde cesur bir muhabir olarak ünlenen Marco Rosedale eski bir meslektaşı tarafından cinsel saldırıyla suçlanınca hem sönmeye yüz tutmuş kariyerini yeniden canlandırma hayalleri hem…

Gençliğinde cesur bir muhabir olarak ünlenen Marco Rosedale eski bir meslektaşı tarafından cinsel saldırıyla suçlanınca hem sönmeye yüz tutmuş kariyerini yeniden canlandırma hayalleri hem de New York’ta kurduğu düzen yıkılmanın eşiğine gelir. Marco hikâyesini gençliklerinde Londra’da aynı ayrıcalıklı çevreyi paylaştığı bir yazar arkadaşına –romanın isimsiz anlatıcısına– aktarmaya başlar. Anlatıcı bu karanlık hikâyenin içine daha çok çekildikçe, arkadaşına olan sadakati ile iddianın sahibi kadını tanıma ve hakikati keşfetme arzusu arasında kalacak, hikâyenin tarafsız dinleyicisi olarak oynadığı rolden giderek daha fazla huzursuzluk duymaya başlayacaktır.

“Bir Faunun Öğleden Sonrası” erkek iktidarı, arzu ve hakikat gibi günümüzde yeni bir yakıcılık kazanmış konuları irdeleyen, dedektif hikâyelerinin sürükleyiciliğine ulaşırken derinlikten taviz vermeyen usta işi bir kısa roman.

“#MeToo sonrası bir atmosfere Çehov hikâyelerinin özlü psikolojik duyarlılığını taşıyan bir başyapıt.” Johanna Thomas-Corr, Observer

“[Bir Faunun Öğleden Sonrası] kitabı kapattıktan sonra insanın aklında canlılıkla yer ediyor.” Guardian

“[Lasdun] Dostoyevski ve Patricia Highsmith’in soyundan gelen bir edebiyatçı.” Boston Globe

*

Birinci Bölüm

1

“Görünen o ki yaptığı şey şu -herkes kadar hayrete düştüğümü itiraf ediyorumbu seçimi, kadınları nesneleştirmekte ve açıkçası kadınlara saldırmakta bir sorun var mıdır, yok mudur sorusu üzerine bir referanduma dönüştürdü. Saldırıya uğramış pek çok kadının tanımladıkları bir fenomeni insanı ürkütecek derecede iyi resmettiğini fark etmeden yapamıyorum, ki bu da saldırının ikili doğasıdır. Bir fiziksel saldırı vardır, bir de epistemolojik saldırı diyebileceğim şey vardır, epistemolojik saldırı derken, meydana gelmiş istenmeyen her türlü olayın pişkince inkârını kastediyorum. Kadının bedensel özerkliğini ihlal etmek yetmez. Kadının olan bitene dair anlatımı da yakalanıp boyun eğdirilmelidir. Pek çok vakada uzun vadede en travmatik olduğu ortaya çıkan işte bu ikinci saldırı, deyim yerindeyse kadının gerçekliğinin gasp edilmesidir…”

Eflatun tüvit giysili kadın, arkadaşım Marco Rosedale’in beni götürdüğü Irving Vakfı’nın öğle yemeğinde konuşma yapıyordu. Konuşmasının konusu tecavüzdü, özellikle de tecavüz ile hafıza arasındaki ilişki. Otuz yıl önce kendisi de tecavüze uğramıştı (bunu, bizi tepki verme mecburiyetinden kurtarmak için önceden çalışılmış bir kayıtsızlık havası içinde söyledi) ve kısa süre önce, birkaç enstalasyondan oluşan bir gezici serginin küratörlüğünü yapmıştı; bu enstalasyonlarda, kendisinin ve başka kadınların yaşadığı saldırıların gerçekleştiği durumlar, hafızalarının sağlayabildiği ayrıntılarla ve hafızaların o ayrıntılara kattığı çarpıtmalarla yeniden canlandırılmıştı.

Konuşmacının slaytlarından anlaşıldığına göre, sergilenen çoğu mekânın çarpıcı yanı zahirdeki zararsızlığıydı. Ne korkutucu zindanlar, ne tekinsiz arka sokaklar, ne karartma camlı minibüsler, yalnızca insanların yaşadığı alelade yerler vardı. Kül tablaları ile plastik bardakların olduğu bir öğrenci yurdu odası; dışarıdaki havuzda küçücük insanların yüzdüğü havuzlu bir ev; bir işyerinin, dev zarfların bir kutudan şelale gibi akarken donup kaldığı posta odası. Düzgünce katlanmış bir erkek takım elbisesiyle gömleğinin bir sandalyenin üstünde durduğu rahat bir yatak odası vardı.

Adam yatakta uyurken yanında gözleri açık yatan kadın tavandaki çatlağa bakıyordu. İkisinin de yüzük parmaklarında birbirinin eşi alyanslar vardı.

Konuşmacı yakın tarihli bir gazete yazısında terapistlerin yeni bir eğilim bildirdiklerinden söz etti. Tatlı tatlı gülümseyerek, “Tamamen anekdotlara dayalı” dedi, “ama benim çok ilgimi çekti.” Çok sayıda kadın hasta, ya unuttukları ya da söz etmeye değmeyecek kadar önemsiz gördükleri taciz olaylarını terapistleriyle konuşmaya başlamışlardı.

“Bu kendiliğinden ortaya çıkan bir tür kolektif dürtü gibi görünmekte…”

Marco başını tabağından kaldırıp gözlerime baktı. Son zamanlarda taciz, hafıza, mahrem davranışların kamuya aksetmesi gibi konulara merak sarmıştı; başlıca rolleri bu konuların paylaştığı dramına kendini kaptırdığından beri böyleydi. Dram ciddi bir hasar bırakmadan sona ermişti ama Marco bu deneyim yüzünden hâlâ yılgındı ve her türden açıklamaya açtı.

Bakışının ne manaya geldiğini az çok biliyordum. Öykünme onun için özel ilgi konusu haline gelmişti ve konuşmacının anekdotunu, kendisini suçlayan kişiye dair teorilerinin kanıtı olarak değerlendirdiğini tahmin etmek zor değildi. Son haftalarda, “Neden bu kadın durdu durdu da bu meseleyi şimdi ortaya attı?” diye sorar olmuştu. “Neden otuz yıl önce değil? Tanrı aşkına, neden kırk yıl önce, olay olduğu, daha doğrusu olmadığı zaman değil? Herkes birdenbire anlatmaya başladığı için mi? Taklitçi bir kültürel davranışa yenik düştüğü için mi? Herkes aklıma gelirdi de, Julia böyle görünüşte özgün olmayan bir şey yapmaktan kaçınmak için her şeyi yapar sanırdım…”

Çekimser bir ses çıkarırdım. Benden Marco’ya karşılık vermem değil, yalnızca dinlemem ve asırlardır erkeklerin kadınlara yaptıkları haksızlıkları tam anlamıyla kabul etmediğini ima eden yorumlarla onu sinirlendirmemem bekleniyordu, çünkü Marco bunları aslında kabul ediyordu; yalnızca kendini o erkeklerden biri olarak hiç görmemişti ve şimdi, çetin sınavını kazasız belasız atlatmışken bile, bunu hak edecek hiçbir şey yapmadığı halde o erkeklerden biri olarak yaftalanma tehdidi ağırına gidiyordu.

Konuşmacının, ansızın terapistleriyle toplu halde tacizleri konuşmaya başlayan kadınlarla ilgili anekdotu, anlatmaya çalıştığı konu bu olmasa da, belli ki Marco’nun Julia’nın zamanlaması konusundaki şüphelerini tetiklemişti. Konuşmacı kadın aslında bu raporu yeni uyanışa geçen kadın gücünün bir işareti olarak sunuyordu (bunu benim kadar Marco’nun da anladığından eminim): Önümüzdeki başkanlık seçiminde Cumhuriyetçilerin adaylığını kazanmış, kadınları taciz eden bir seri tacizci kılığında ülkeyi tehdit eden şerden gelecek hayır.

Marco da benimle Londra’nın aynı ortamında büyümüştü. Babası avukattı ve ailesi benim ailemle aynı profesyonellerin ve sanatçıların, yani Islington, Holland Park ya da Notting Hill Gate’te büyük evleri olan sol tandanslı bohem burjuvaların camiasına mensuptu. Marco benden birkaç yaş büyüktü, yani çocukken arkadaş değildik ama ben varlığının hep farkındaydım: Kendi yaşıtlarının gözünde izlenecek kişiler olmalarını sağlayan, yakışıklılık ve zahmetsiz özgüvenden kaynaklanan büyülü bir karizma yayan o çocuklardandı. Gözlerine uzak dönemlerin maço film yıldızlarına has bir mira fuerte -“tesirli bakış”— veren ve ok yeleğine benzeyen keskin hatlı kaşlarıyla ve birazcık kısa görünen burnunun iki yanında, katı ama şehvetli ağzının etrafındaki çan kıvrımlı güçlü çizgilerle, şahini andıran ama hoş, çarpıcı bir yüzü vardı. Annesi evlenmeden önce Milano’da mankenmiş, Marco da daha çok annesine benzerdi. Babasından da genel havasına albenili bir rüzgârda kalmışlık zindeliği katan, kan damlayan yanaklarını almıştı. Bir iki yılımız Londra’da aynı okulda denk düştü, daha sonra Marco Cambridge’e gitti ve birkaç sene sonra özgüveni erken gelişmiş genç bir yetenek olarak İngiliz televizyonunda zuhur etti. Önce genellikle siyasi çekişmeleri konu alan uzun haberleriyle ünlendi; bu programlar hemen hep, bilerek ya da değil, ona çekici bir gözü karalık veren bir tehlike havasına bürünmüş olurdu.

İlk büyük başarısını İngiltere’nin Uruguay büyükelçisi Tupamaro gerillaları tarafından kaçırıldığında elde etti. Marco’nun anne babasının büyükelçinin Sussex’teki aile çiftliğine yakın, hafta sonu gittikleri bir kır evleri vardı ve Marco kaçırılma haberinin İngiltere’ye ulaşmasından birkaç saat sonra, şerbetçiotu kurutma ocaklarının önünde şoktan gözlerini kırpıştırıp duran aileyle erken bir röportaj yapmayı başardı. Bunun ardından gerillalar hakkında bir program yapmakla görevlendirildi. Montevideo’nun kenar mahallelerinde çalıntı yiyecek dağıtan Héctor Pérez’in görüntüleri ile çe-

….

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

  • Kategori(ler) Roman (Yabancı)
  • Kitap AdıBir Faunun Öğleden Sonrası
  • Sayfa Sayısı128
  • YazarJames Lasdun
  • ISBN9789750850691
  • Boyutlar, Kapak13,5 x 21 cm, Karton Kapak
  • YayıneviYapı Kredi Yayınları / 2021

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Otuzunda Kadın ~ Honore de BalzacOtuzunda Kadın

    Otuzunda Kadın

    Honore de Balzac

    İLK YANLIŞLIKLAR 1813 yılının nisan ayı başlarıydı. Paris’in semaları bulutsuz, kaldırımları çamursuzdu. Paris’te böyle güzel görüntüler, ender de olsa görünürdü. Saatler öğleden öncesini gösteriyordu....

  2. Kehanet ~ John KilgallonKehanet

    Kehanet

    John Kilgallon

    YAYIMLATILMAYAN BİR KİTAP …KADİM BİR KEHANET…ZAMANA KARŞI BİR YARIŞ Kehanet gerçekleşiyor mu? Saldırıları durdurmak ve bu saldırıların ardındaki gizli güçleri ortaya çıkarmak için zaman...

  3. O Yazın Tanrısı ~ Ralf RothmannO Yazın Tanrısı

    O Yazın Tanrısı

    Ralf Rothmann

    1945 kışı. On iki yaşındaki Luisa ailesiyle birlikte bir Nazi subayı olan eniştesinin çiftliğinde, görece korunmalı koşullarda sona yaklaşan savaşın bitmesini beklemekte, günlerini kitap...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur