Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

John Stuart Mill
John Stuart Mill

John Stuart Mill

Nicholas Capaldi

John Stuart Mill (1806-1873), 19. yüzyılın en etkili İngiliz filozofu ve devrin bütün önemli konuları hakkında ortalama insana bile hitap edecek tarzda yazan örnek…

John Stuart Mill (1806-1873), 19. yüzyılın en etkili İngiliz filozofu ve devrin bütün önemli konuları hakkında ortalama insana bile hitap edecek tarzda yazan örnek bir Victoria dönemi entelektüeli idi. Parlamento üyeliği dahil, yaşadığı dönemin olayları içinde aktif yer alan bir düşünürdü ve bu rol için, babası James Mill tarafından özel olarak eğitilmişti. Metafizik, epistemoloji, ahlak, sosyal felsefe, siyaset felsefesi, din felsefesi ve eğitim felsefesine önemli katkılarda bulundu. Özgürlük Üstüne, System of Logic ve Principles of Political Economy adlı kitaplarıyla etkili oldu ve ün kazandı.

Kişisel bağımsızlık üzerinde durdu. Felsefi açıdan liberal kültürü en geniş şekilde açıklayan düşünürdür. Siyasi açıdan bireysel yararı ortak yararla ilişkilendirmek için bağımsızlık kavramını kullandı. Ekonomik açıdansa girişimciliği evrensel hale getirerek işçi ve işveren arasındaki ayrımı aşmaya çalıştı. Demokrat tutumu nedeniyle kimilerince sosyalist olarak görüldü.

Mill, karaktere ve ertelenmiş hazza verdiği önemle Viktoryen tarzı doğruculuğu simgeliyordu. Babasından sonra en çok etkilendiği kişi olan Harriet Taylor’la ilişkisi, bu erdem anlayışının sadece düşüncede kalmayıp kişisel hayatına aynı tutarlılıkla yansıdığının göstergesidir. Kadınlar için de bağımsızlığı savundu; cinsiyet eşitliğinin, liberal kültür sahibi bağımsız bireylerin hayatlarında tatmine ulaşmalarına nasıl katkıda bulunacağı üzerine kafa yordu.

John Stuart Mill’in liberalizmi ele alış biçimi, ardından gelen tüm tartışmalar için çıkış noktası olmaya devam ediyor.

Önsöz

John Stuart Mill (1806-1873) 19. yüzyılın en etkili İngiliz filozofu idi. Metafizik, epistemoloji, ahlak, sosyal felsefe, siyaset felsefesi, din felsefesi ve eğitim felsefesinin de dahil olduğu başlıca felsefe alanlarının tümüne önemli katkılarda bulundu. System of Logic (1843) kanonik bir kitap statüsünü kazandı. Ayrıca Mill, 1848’de, kendisi daha hayattayken yedi baskı yapan Principles of Political Economy’nin yayımlanmasıyla, bir iktisatçı olarak ün kazandı. Zorlukları bir yana, Mill, felsefenin tamamına yönelik bütünsel bir bakış ortaya koyup, düşüncelerinin kuramsal ve normatif boyutlarını doğrudan ilişkilendiren son büyük İngiliz filozofu idi.

Mill, sadece bir yazar olmaktan öte, herkesçe tanınan bir kişiydi. Felsefe ve iktisattaki teknik çalışmaları daima, toplumsal politikanın ihtilaflı konularındaki tartışmaların hizmetindeydi. Birçok bakımdan, eleştirel yetileriyle, devrin bütün önemli konuları hakkında sokaktaki ortalama bir insana bile hitap edecek tarzda yazan, örnek bir Victoria dönemi entelektüeli idi. Mill, yaşamının erken dönemlerinde, toplumunun vicdanı olma rolünü bir gazetecilik işlevi olarak gördü, ancak hayatının sonlarına doğru bu işlevi giderek artan bir şekilde üniversiteyle özdeşleştirdi. 20. yüzyılda sadece Bertrand Russell, Mill’in 19. yüzyılda elde ettiği türden bir genel toplumsal kabul düzeyine yaklaşabildi.

Mill’in, bir dönem Parlamento üyeliği de dahil, dönemin olayları içinde aktif olarak yer alması hiç de tesadüfi değildi. Aslında bu rol için, 19. yüzyılın ilk bölümünün en önde gelen iki felsefi radikali olan babası James Mill ile Jeremy Bentham tarafından özel olarak eğitilmişti. Onlardan, toplumsal çözümlemeye, toplumsal eleştiriye ve belli bir toplumsal teknolojiye temel oluşturacak bir sosyal bilim modeli olarak ampirik bilimi kullanma çabası olan Aydınlama Projesi’nin yöntem ve hedeflerini özümsedi. Mill’i İngiliz ampirik felsefesinin başlıca yapıtları ile Condillac ve Helvetius gibi Aydınlanma Projesi’nin entelektüel ve pratik boyutlarının şekillendirilmesinde etkili olan Fransız yazarlarıyla tanıştıran onlardı.

Mill’in, sadece düşüncelerini net olarak ifade eden bir ulak değil, aynı zamanda Aydınlanma Projesi’nin bir bireyin hayatında yapabileceği şeylerin bizzat kendisi olması bekleniyordu. Bu tasarıdan daha da dikkate değer olanı, Mill’in buna karşı isyanı idi. Asıl olarak 1826 ile 1830 arasındaki zihinsel bunalımın yol açtığı isyan, Mill miras olarak devraldıklarından farklı entelektüel geleneklerin arayışına girip onlarla karşı karşıya geldikçe, entelektüel bir biçim almaya başladı. Mill özellikle, kendisini romantik ve muhafazakâr hareketlerle tanıştıran Thomas Carlyle ve Samuel Taylor Coleridge ile arkadaşlıklar kurdu. Mill’in bunalım ve isyanı, Aydınlanma’ya karşı ortaya çıkan yoğun 19. yüzyıl tepkisini mikrokozmos düzeyinde yansıtıyordu.

Mill’in zihinsel bunalımının iyileşmesiyle Harriet Taylor ile ilişkisinin başlaması aynı sıralardadır. Babası bir yana bırakılırsa, hiç kimse Mill’in hayatını ondan daha fazla etkilememiştir. Mill’in, nihayetinde evleneceği kadınla ilişkisinin doğası her ne kadar birtakım spekülasyonlara ve kadının etkisinin gerçek boyutları tartışmalara konu olsa da, bu etkinin inkâr edilemez olduğu bir alan vardır. O alan da, Mill açısından ve Mill’i anlamamız açısından çok büyük bir önemi olan kadınların kurtuluşudur. Ait olduğu kültürün vicdanı olma rolüyle Mill, kadınların rolü ve cinsiyetler arasındaki ilişkiyi, liberal kültürün tüm tartışmalı sorunlarını bir araya getiren bir odak noktası olarak kullandı. Mill özel olarak sadece oy hakkı, temsil, “toplumsal cinsiyet”, cinsiyet ve kadınların tali rolünün yoksulluğa katkıda bulunma biçimi konularıyla değil, aynı zamanda cinsiyet eşitliğinin, o çok değer verdiği liberal kültürde, bağımsız bireylerin kişisel yaşamlarındaki tatmine nasıl katkıda bulunduğuyla da ilgileniyordu.

Bugün J. S. Mill’in ünü toplumsal ve politik bir felsefeci olarak sürüyor. Geçmişe bakarak, onun 19. yüzyılın en önemli İngiliz siyaset felsefecisi olduğunu söylemek doğru olacaktır. Liberalizmi, en belirgin özellik ve sorunlarını teşhis etmesi de dahil olmak üzere, yeniden ele alış biçimi, liberal gelenek içinde ardı sıra gelen tüm tartışmalar için çıkış noktası olmaya devam ediyor.

Mill’i entelektüel açıdan ele alan bir biyografinin özellikle yararlı olmasının beş nedeni var. İlki, bir entelektüel biyografi, çeşitli çalışmaların birbiriyle bağlantılı olduğu bütün yolların açığa çıkarılmasına yardımcı olur. Mill üzerine çok geniş bir ikincil literatür bulunmasına rağmen, hiçbir zaman düşüncelerindeki karşılıklı bağlantıları çözmeye dönük ciddi bir girişim olmadı. Tam da Mill, bugün her biri farklı akademik disiplin oluşturan şeylerin birçoğunu bir arada kucakladığındandır ki külliyatı genellikle bölük pörçük okunuyor. Felsefi ele alış tarzları genellikle çalışmalarının birbirinden bağımsız yönleri üzerinde yoğunlaşıyor. Skorupski’nin güzel kitabı gibi istisnalar epistemolojiyi ahlak felsefesi ve sosyal felsefe ile bağlamaya çalışıyor. Ne var ki Skorupski’nin kitabı sadece Mill’in dört çalışması (System of Logic, Examination of Sir William Hamilton’s Philosophy, Utilitarianism ve Özgürlük Üstüne [On Liberty]) üzerinde yoğunlaşıyor, o yüzden de hem Considerations on Representative Government hem de ekonomik ve dinsel yazılar gibi bazı siyasi çalışmaları hesaba katmıyor. Sir John Hicks, Mill’i “19. yüzyılın en hafife alınan iktisatçısı” olarak görür.1 O yüzden düşüncesinin bu boyutunu görmezden gelmek yakışık almaz. Felsefe -özellikle de metafizik, epistemoloji ve ahlakçok özel bir anlamda tüm düşüncenin çıkış noktası olmakla beraber, teknik felsefi çalışmalarını siyaset ve ekonomi üzerine çalışmalarından soyutladığımız takdirde Mill’in felsefesini anlamamız hiç de kolay değildir. Mill’in kendisinin de 1865’te Examination of Sir William Hamilton’s Philosophy’de söylediği üzere, bir yazarı değerlendirmek, ancak onun tüm çalışmaları okunmuşsa ve külliyatının bir bütün olarak oluşturduğu bağlam içinde anlaşılmaya çalışılmışsa mümkündür.

Siyaset kuramcıları Özgürlük Üstüne ve bazen de Utilitarianism üzerinde yoğunlaşıyorlar, ama bunları ne epistemolojik ne de metafizik öğretilerle ilintilendiriyorlar. Hem felsefeciler hem de siyaset kuramcıları (C. L. Ten bunun istisnasıdır) Özgürlük Üstüne’yi, önce yazılmasına rağmen, hep Utilitarianism’in ışığında okuyorlar. İktisatçılar, Mill’i çok daha geniş bir açıdan ele almalarıyla, bu konuda istisna görünüyorlar. Mill’in iktisadı üzerine saygı duyulan, geniş kapsamlı tartışmasında, Samuel Hollander, Mill’in epistemolojisi ile metodoloji anlayışını inceler ve aynı zamanda devletin ekonomideki rolüne ilişkin sorunlara yönelik kapsamlı sosyal ve siyasi felsefesini sorgular. Fakat Hollander, gerçek anlamda ne Mill’in düşüncesinin metafiziğini ne de evrimini ele alır. Öte yandan Pedro Schwartz, Mill’in iktisat anlayışının evrimini -özellikle de Mill’in babasıyla Harriet’in etkileriniele alır. Ama Schwartz da Hollander’ın getirdiği metodolojik boyutu getirmez. Entelektüel biyografinin yapabileceği bir şey de Hollander ile Schwartz’ın meziyetlerini birleştirmektir. Özetle, oldukça fazla sayıda değerli ikincil literatür bulunmaktadır ama bunlar henüz kapsamlı bir bakış açısına dönüştürülmüş değildir.

Entelektüel bir biyografinin faydalı oluşunun ikinci nedeni, Mill’in kaynaklarının karmaşıklığının daha iyi anlaşılmasını sağlamasıdır. Çoğu araştırmacı Mill’in gençliğinde depoladığı uçsuz bucaksız bilginin varlığını peşinen kabul eder ve Mill, körü körüne, farklı geleneklerin anlayışlarını birleştirmeye çalışan sentezci bir düşünür olarak tanınır. Her zaman anlaşılamayan şey ise, kaynaklarını ne denli birleştirip dönüştürdüğüdür. Bunun birçok örneği var ama ikisi göze çarpıyor. Bir örnek, Humboldt okumasından çıkardığı Kantçı ahlaki kavrayışların birleştirilmesidir. Araştırmacılar (örn. Bernard Semmel, Charles Taylor ve John Skorupski) Özgürlük Üstüne’nin Humboldt ve Tocqueville tarafından tam olarak nasıl şekillendirildiğini ancak son zamanlarda ciddiye almaya başlamışlardır. İkinci örnek ise Mill’in Comte ile ilişkisidir. Comte’un, Mill’in toplumsal yapının tarihsel dinamiğine ilişkin anlayışını genişlettiği kesindir ve Mill’in Comte pozitivizmini reddedişi de iyice belgelenmiştir. Bununla beraber Mill’in Comte’tan aldıklarını dönüştürmesi onu büyük ölçüde Hegel’e yaklaştırır.

Üçüncü neden, Mill’in kendi düşünüşündeki evrimin aynı zamanda düşüncesinin bir nesnesi olması ve dolayısıyla da Hegel’i anıştırma eğilimidir. Mill, özgeçmişini neden yazdığını açıklarken, “fikirlerin değişim çağında, daima hızla ileri giden, ya kendi düşüncelerinden ya da başkalarınınkinden öğrenmeye ve öğrendiklerini unutmaya eşit ölçüde hazır olan bir aklın birbirini izleyen evrelerini kaydetmekte hem kazanç hem de fayda olabileceğini”2 ifade etmişti. Özel olarak da Mill, babasının ve Bentham’ın Aydınlanma Projesi’ni reddederken, toplumsal anlayışı toplumsal reformla ilişkilendirme hedefini reddetmemiştir. Onun yerine, sadece kendi kuramsal ve pratik girişimini değil, aynı zamanda ikisi arasındaki ilişkiyi de yeniden formüle etmişti. Mill, hakiki bir toplumsal reformun, kendi kendini ıslah eden aktörlerde, yani özbilinçleri bir bütün olarak toplum için esas model oluşturan bireylerde ortaya çıktığına

inanmıştı. Özgürlük Üstüne’de sansüre karşı görüşlerin nihai olarak, bir tartışmanın her yanındaki tezleri yeniden inşa eden bireylerin ahlaki dönüşümüne dayanmasının nedeni de budur. Kalıcı siyasi reform doğrudan partizan faaliyetle değil, dolaylı olarak, kültür reformuyla başarılır.

Dördüncü neden, paradoksal biçimde, Autobiography’nin (Otobiyografi) bizatihi varlığının entelektüel bir biyografi yazmaya engel oluşturmasıdır. Packe’in Life of John Stuart Mill’e yazdığı önsözde F. A. Hayek şu yorumu yapıyor:

19. yüzyılın entelektüel hayatında, John Stuart Mill’den başka, hakkındaki bazı sıradışı gerçekler bu kadar yaygın şekilde bilindiği halde genel karakterini ve kişiliğini bu kadar az tanıdığımız çok az seçkin isim vardır. En içten otobiyografinin dahi nasıl yanlış izlenimler verebildiğinin herhalde başka bir örneği daha yoktur. Mill’in anlattığı kendi yaşamöyküsü psikolojik boyutları açısından o kadar önemli bir belge niteliği taşır ki bizatihi popüler oluşu, başkalarını kapsamlı bir resim ortaya koymaktan caydırır. Tabii tek başına bu, ölümünün üzerinden seksen yıl geçmesine rağmen, Mill üzerine hâlâ tatmin edici bir biyografinin bulunmayışını yeterince açıklamaz. Kendi entelektüel gelişimini bizzat anlatmış olmasının eşsiz değeri, birçok bakımdan, bu gelişimle birlikte ele alınması gereken ortamın daha kapsamlı bir tasvirine olan ihtiyacı azaltmak yerine artırmıştır.3

Mill’in kendi otobiyografisi, birçok yönden Mill’in entelektüel bir biyografisini yazmanın önündeki en büyük engeldir. Autobiography geniş ölçüde entelektüel bir biyografidir ve bizatihi okunmaya değer bir klasiktir; kuşkusuz her ikincil kaynaktan da daha uzun ömürlü olacaktır. Ancak 21. yüzyılın başlarında bize, edebiyat eleştirmenleriyle başka kuramcılar tarafından, hiçbir yazarı dış görünüşüyle ele almamak gerektiği öğretildi. Mill’in, hayatının bazı yönlerini gizlediğini veya çarpıttığını iddia etmek istemiyorum. Benim dikkat çekmek istediğim konu, onun otobiyografisinde hayatı ile entelektüel gelişimi üzerine “lafı çevirmesi” dir. Collini’nin de vurguladığı üzere, Mill birtakım sonuçlar elde etmek için yazmıştı. Viktoryen bir toplumda Harriet Taylor Mill ile ilişkisini meşrulaştırmak, çoğunluğu kuşkulu bir kitlenin önünde anmak ve onun kendisi için ne kadar çok şey ifade ettiğini açıklamak gündemindeki başliklardan sadece birkaçıydı. Otobiyografisinde yaratmaya çalıştığı izlenimi yakalayacaksak bu başlıkların da göz önünde bulundurulması gerekiyor. Özetle, Mill’in otobiyografiyi yazarken itiraf ettiği veya etmediği kaygıları ille de, onu 19. yüzyılın sosyal, ahlaki, ekonomik, dinsel, kültürel ve felsefi entelektüel gelişmelerinin oluşturduğu fonda anlamaya çalışan bir okuyucunun veya biyografi yazarının kaygıları değildir. Diğer taraftan, Mill’in otobiyografisi, Almanların bildungsroman dediği, bir kişinin sürekli olarak kendini kavraması yoluyla, kendi kendini yeniden yaratmaya dönük bilinçli bir çabadır. Bu otobiyografi anlayışı, yanıltıcı bir kişisel kurgulama olmaktan çok, 19. yüzyıl düşüncesinin önemli akımlarını yansıtan bir bireyin görüşüdür.

Entelektüel bir biyografi için beşinci ve son neden, bizzat Mill’in de takdir edeceği bir nedendir. 1846 tarihli bir makalesinde dediği gibi, “Karakteri şekillendiren şey, amaçlı olarak öğretilen şey değildir. Kurumlar ve toplumsal ilişkilerin kendiliğinden öğretileri bile bunda daha etkilidir.” Mill yerden göğe kadar zamanının insanıydı, hem onun tarafından şekillendirilmişti hem de onun şekillenmesine katkıda bulunmuştu. Tam anlamıyla mükemmel bir Victoria dönemi liberali idi. Son çalışmalarda Victoria dönemi Britanya’sına, onun hem dünyamız üzerindeki etkisine hem de dünya ile süregelen bağıntısına dair daha dengeli değerlendirmeler yapılmaya başlanmıştır. Mill’in entelektüel biyografisi bu geniş tasarıma bir katkı oluşturduğu gibi, onun daha geniş çerçevede ele alınmasından da faydalanır.

Ben, Mill’in Harriet’le ilgili iddialarını ciddiye aldım ve bunların Mill’in yaşamına ve düşüncesine nasıl ışık tuttuğunu anlamaya çalıştım. Harriet’in sadece büyük bir etkide bulunduğu değil, aynı zamanda bu etkinin genelde olumlu bir etki olduğu sonucuna vardım. İlişkilerinin açıklığa kavuşturulmasının, Mill’in düşüncelerinin evrimini izah etmede epeyce önemi bulunuyor. Bu aynı zamanda onun düşüncelerinin geniş kültürel arkaplanını da önemli açılardan ve bazen beklenmedik yollarla ortaya koyuyor. Mill’in hayat ve düşüncelerinde temel bir kavram varsa o da kişisel bağımsızlık kavramıdır. Bu kavramın Mill’in yazılarının merkezinde yer almasına katkı sağlayan da Harriet idi.

Her ikisi de Mill araştırmacıları için uzun zaman başlıca bilgi kaynağı olmaya devam edecek olan Bain ve Packe’in biyografilerinin elimin

Başkahramanın gençlikten erişkinlik dönemine kadar yaşadığı psikolojik ve ahlaki gelişme üzerinde duran roman türü-ç.n.

altında bulunması benim için bir şanstı. Bain’in yaklaşımının getirdiği sınırlamalar, Harriet’in önemini reddetmesinde, Mill üzerindeki romantik etkiyi anlamamasında (örneğin Coleridge’tan hiç söz edilmemektedir) ve Bain’in Mill’inkiyle aynı olmayan kendi felsefi gündeminde kendini göstermektedir. Packe’in kitabı ise bilgi bakımından bir altın madenidir, fakat vurgu düşünceden çok hayat üzerindedir. Packe Harriet’in etkisini kabul etse de, bu etki sistematik veya tamamen olumlu bir ışık altında ele alınmamaktadır.

Packe’in biyografisinden bu yana muazzam miktarda çalışma üretilmiştir. Ancak Mill’in hayatı hakkında çok az yeni veya önemli ayrıntı ortaya çıkarılmıştır. Ayrıca bu çalışmalar ışığında bakıldığında bu gerçeklerin yorumlanış biçimleri de birbirinden çok farklıdır. Mill’in John Robson tarafından hazırlanan yaşam kronolojisine sahip olduğum için şanslıydım ve bunun Packe’de görülen, zaman zaman da kafa karıştıran kronolojinin netleştirilmesine yardımı oldu. Robson’ın derlediği Mill’in toplu çalışmaları araştırmacılar için bulunmaz nimettir, fakat bu yapıtlara hâkim olmak biraz göz korkutucu olagelmiştir. Her halükârda, Packe’in biyografisinin yayımlanmasından bu yana Mill üstüne yapılan görkemli bilimsel çalışmalar, Mill’in hayatına, çalışmalarına ve bunların birbiriyle bağlantısına taze bir bakış gerektirmektedir kesinlikle. Eldeki yeni bilgilerin, beklenenin tersine, Mill’in yaşam ve düşüncesine öyle çok yeni bir bakış açısı getirmediğini yeniden ifade etmek isterim.

Asıl sorun bir zamandır var olan malzemenin muazzam hacmidir. Benim iddiam şu ki henüz hiç kimse Mill’le bütünüyle boğuşmamış ve onu kolay anlaşılır bir şekle sokmamıştır. Bu “hacim sorunu” iki boyutta ortaya çıkıyor. İlk boyutta, Mill o kadar fazla dalda yazmıştır ki çok az yorumcu bilmedikleri veya aşina olmadıkları alanları umursamıştır. Mill’i “faydacı” veya “sosyalist” olarak niteleyen ders kitabı karikatürleri bolca mevcuttur ama bu terimlerin Mill için ya da onun tarihsel bağlamında ne ifade ettiğinin çok az bilincinde olarak.

Birincinin aksine, ikinci boyut doğrudan biyografiyle ilgilidir. Bir süredir elde korkunç miktarda malzeme bulunsa da bunlar görmezden gelinmektedir. Örneğin Mill, romantik hareketten pek çok açıdan muazzam ölçüde etkilenmiştir (Austin Almanya’da kaldı ve birçok fikirle geri döndü; Sarah Austin, Mill’e Almanca okumayı öğretti, vs.). Bunu Bain’in biyografisinden asla öğrenemezsiniz. Packe, Carlyle’ın etkisi üzerinde durur fakat Coleridge’ın Mill üzerindeki etkisinin derinliğini neredeyse hiç anlayamaz. “Romantizm” sözcüğü Packe’in lügatinde görünmez ve Humboldt’tan da yalnızca bir kez söz edilir. Genel olarak Packe çok değerli ayrıntılar sağlar, fakat onda da işe yarar, nispeten önemli gerçek bir ilke bulunmaz. Felsefe ve entelektüel tarih bilgisi, özellikle de 19. yüzyıla ilişkin bilgisi, en hafif deyişle yarım yamalaktır. Bütün bunlar biyografisinin Mill’in entelektüel boyutunu ve gelişimini aydınlatma gücünü sınırlamaktadır. Romantik etkiyi anlayan ciddi araştırmacılara tek tük rastlanabilmekte fakat onlar da bunu özel olarak Mill’in entelektüel gelişimine uygulamamaktadır.

Mill ile Harriet arasındaki ilişkiyi yeni ve pozitif bir perspektiften görme dışında, bu entelektüel biyografide öteki önemli vurgu, romantizmin Mill’in düşüncesine etkisini anlamak üzerinedir. Çok az farkına varılan bu husus üzerinde uzun uzadıya düşünülmemiştir. Ben bunun hayati önemde olduğunu iddia ediyorum. Bazı yorumcular Mill’in birbirine rahatça uyar görünmeyen fikir veya düşünce sistemlerini birleştirmeye çalıştığını söylemiştir. Ben bunu, Mill’in düşünce bulanıklığının değil, babasının pratik liberal reform programına sadık kalma ve aynı zamanda bu programı babasının gerçekten anlamadığı (ve anlasaydı belki de reddedeceği) 19. yüzyıl romantik felsefi fikirlerine başvurarak savunup anlatma çabasının bir sonucu olarak açıklıyorum. Bu sistemler uyumlu bir şekilde birleştirilebilir mi? Birleştirilebileceklerini düşünüyorum. Fakat bu, okuyucuların, metinleri bu tarzda okuyabilmeleri için olağanüstü bir çaba harcamalarını gerektirmektedir en başta. Mill’in kişisel mücadelelerinden ve alternatif romantik sistem ve bunun Mill üzerindeki etkilerinden habersiz oldukları takdirde muhtemelen göstermeyecekleri bir çabadır bu. Mill böyle bir uzlaştırmaya kalkışmasa ve babasından devraldığı felsefi çerçeveden uzaklaşsaydı okuyucular için daha mı iyi olacaktı? Şüphesiz bu, yayınlanmış çalışmaların okunmasını kolaylaştıracak ve bunların bütünlüğünü daha görünür kılacaktı. Fakat bu Mill’in iç psikolojik mücadelesini açıklamayacaktı. İşte bu da entelektüel bir biyografinin neden faydalı olabileceğinin altını çizmektedir.

Benim amacım büyük resmi -Mill’e ilişkin tutarlı bir bakış açısını— ve düşüncesinin nasıl bir evrim geçirdiğini ortaya koymaya çalışmaktır. Getirdiğimi düşündüğüm yeni bakış açısı, Mill’in aslında bir romantik olduğuna ve 1830’dan 1840’a kadarki dönemde babasından devraldığı

radikal programı -ama romantik ve muhafazakâr bir çerçeve içinde– korumaya çalıştığına dair derinlemesine bir tartışma yaratma noktasındadı. “Muhafazakâr” derken bir Tory’yi veya statüko yanlısını değil, kurumların tarihsel yapılarını, evrimlerini takdir eden ve bunların bizi nasıl şekillendirdiğini anlayanları (örneğin Coleridge ve aynı zamanda Macaulay) kastediyorum. Bunu anlamadan Logic’i okumak kesinlikle mümkün olmazdı. Felsefecilerin VI. Kitap’taki bilim-sanat ilişkisine dair tartışmayı görmezden gelmesi belki de bu yüzdendir.

Mill’i anlamanın önündeki diğer bir engel, tarzının berraklığıdır. Mill’in yazıları o kadar saydam görünür ki güçlü noktaları ve zaafları açıkça yüzeyde duruyor gibidir. Daha ileriye bakamayacak kadar uyuşuruz. Fakat ifadelerin bu rahatlığı hem çok basitmiş gibi gösterdiğikorkunç entelektüel sentez kapasitesini hem de arkaplanda süregiden sancılı ruhsal dramı maskeler. Son olarak, düşüncesinin evriminin izini sürmek ondaki büyük sürekliliği ve bütünlüğü ortaya serer. Bu bakımdan, entelektüel bir biyografi, bir yazarın çalışmasındaki mimariyi ve bütünselliği görmemize her şeyden çok yardımcı olur.

Belki de en büyük zorluk, yazar ve entelektüel ikon Mill’e odaklanmanın tersine, birey Mill’i görmeye çalışmaktır. Mill o kadar baskın bir kişiliktir ki onun özel bir hayatının da var olabileceğini keşfetmek, bir okul çocuğunun, öğretmeninin süpermarkette alışveriş yaptığını keşfetmesine benzer. Bizzat Mill bu konularda ketumdu. Nedir ki bizzat bu ketumluk, onun önemli bir özelliğidir ve düşüncesine ışık tutar. En önemlisi de, Mill’in özel yaşamı, yayımlanmış çalışmalarında görünen fikir ve değerlerin büyük ölçüde bir yansıması ve örneğiydi. Hayatla düşüncenin bu bütünleşmesi, onun sadece benimsediği bir şey değil, aynı zamanda kendini içinde bulduğu dünyanın kendi anladığı şekliyle bir yansımasıydı. Özetle Mill, romantik bir sanat eseri olmaya çabalayan bir yaşam inşa etti.

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Bir Kurt Cobain Biyografisi: Cennetten de Ağır ~ Charles R. CrossBir Kurt Cobain Biyografisi: Cennetten de Ağır

    Bir Kurt Cobain Biyografisi: Cennetten de Ağır

    Charles R. Cross

    Eşsiz, şahane bir portre. Cross, Cobain’in son saatlerini harikulade bir dille, nefis bir sürükleyicilikle betimliyor. […] Bölümün sonuna geldiğimde ellerimi yüzüme gömmüştüm, gözyaşlarıma hâkim...

  2. evveli nokta ahiri nokta ~ lütfi filizevveli nokta ahiri nokta

    evveli nokta ahiri nokta

    lütfi filiz

    Önsöz Şunca yafl yaşadım, “kendini bilmek”ten daha çetin bir meseleyle karşılaşmadım. Varın siz düşünün şimdi, şu yaşına kadar en çok “kendini bilmek”te zorlanmış biri...

  3. Son Deha Theodor W. Adorno ~ Detlev ClaussenSon Deha Theodor W. Adorno

    Son Deha Theodor W. Adorno

    Detlev Claussen

    Frankfurt Okulu ya da Eleştirel Kuram olarak bilinen düşünce hareketinin ilk akla gelen isimlerinden olan Theodor W. Adorno, iki Dünya Savaşı, Stalin Diktatörlüğü, Soğuk...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur