Birazoku.com sitesinde de kitapların ilk sayfalarından biraz okuyabilir, satın almadan önce fikir sahibi olabilirsiniz. Devamı »

Yazar ya da yayınevi iseniz kitaplarınızı ücretsiz yükleyin!

Beethoven
Beethoven

Beethoven

Lewis Lockwood

Genç yaşından itibaren işitme duyusunu yitirmeye başlayan ve ömrünün son on yılında hemen hemen tamamen kaybeden Ludwig van Beethoven (1770-1827), bize armağan ettiği bestelerin…

Genç yaşından itibaren işitme duyusunu yitirmeye başlayan ve ömrünün son on yılında hemen hemen tamamen kaybeden Ludwig van Beethoven (1770-1827), bize armağan ettiği bestelerin bir kısmını, örneğin Dokuzuncu Senfoni’yi kendisi dinleyememiştir. Eserin ilk icrasının salonda yol açtığı alkış tufanını sahneden duyamamış, ancak birisi onu kolundan tutup arkasına döndürdüğünde görebilmiştir. Bu durumuyla bile insanlık tarihinin en güzel bestelerinden bazılarını üreten ve müzikte büyük bir değişim yaratan büyük devrimci, dehanın beden bulmuş halidir.

Düşünülebilecek en pis ve dağınık evlerde yaşayan, ömrünü huysuz, kaba, savruk, pasaklı bir adam olarak geçiren Beethoven’ın beste çalışmalarınaysa büyük bir titizlik, kesinlik ve ayrıntıcılık hakimdir. Bu açıdan bireyin dünya üzerindeki süfli varlığıyla çağların ötesinden insanın ruhuna uzanan dehanın ulvi sanatsal varoluşu arasındaki karşıtlığın en dokunaklı örneğidir.

Sitemkâr olduğu kaderini en az dehası kadar büyük irade gücü sayesinde kabullenmiş ama kurulu düzenin kendini konumlandırdığı yere hayatı boyunca razı olmamıştır. Nobranlık sınırını zorlayan bir gerçekçilikle, üstelik yıllarca kendisine maddi destek sağlayan Prens Lichnowsky’e, “Siz doğumunuzdaki rastlantıyla bugünkü siz oldunuz. Binlerce prens olmuştur ve olacaktır oysa yalnızca bir tek Beethoven vardır” der. Kraliyet arabasını gördüğünde eğilip selam veren Goethe’nin tersine, sırtını dönüp uzaklaşır. Bir eserini ithaf ettiği kralın karşılık olarak gönderdiği mücevher sahte çıkınca iade etmesine etrafındakiler zor engel olur. Sadece aristokrasiye değil, sanatının ticarileşmesine, yayıncıların iznini almadan ve yeterince telif ödemeden eserlerini basmasına da itiraz eder: “İnsan beyni satılabilir bir mal değildir.”

1958’den itibaren Princeton, Harvard ve Boston üniversitelerinde ders veren ABD’li müzikolog ve Beethoven uzmanı Lewis Lockwood’un kaleminden çıkma elinizdeki biyografi, Beethoven’ın hayatının ve müziğinin, istenirse beraber, istenirse ayrı ayrı izlenebileceği bir şekilde bölümlendirilmiştir. Özelikle 9. Senfoni’yle ilgili bölüm, bir yandan tüm hareketlerin, serimlerin, ölçülerin kitaptan izlenirken bir yandan da bu harika müziğin tadının çıkarılabileceği ölçüde uzun, ayrıntılı ve açıklayıcıdır.

Önsöz

Elinizdeki kitap Beethoven’ı, esasen müziğine odaklanarak ama hayatına, kariyerine ve yaşadığı çevreye de büyük bir dikkat göstererek, bir insan ve sanatçı olarak resmetme girişiminde bulunuyor. Amacım Beethoven’in hayatını, kitaptaki bölümlerin her birini sanatsal gelişimine kısmen göz atan bir biyografik anlatıya vakfetmek yerine, esasen bir besteci olarak gelişimi üzerinden sunmak oldu. Müzikal ve biyografik bu iki boyutun nasıl örülmesi gerektiği, ne ölçüde örülebilecekleri sorusu, kitapta tartışılan, ilerleyen sayfalar boyunca varlığını sürdüren bir mesele olmuştur.

Biyografiye ve müziğin eleştirel olarak tartışılmasına ayrı bölümler vakfedildiyse de daha çok Beethoven’ın hayatını önemseyen okurların, eserler ve janrlarla ilgili bölümleri de okumasını; esasen müziğine ilgi duyan okurların da biyografiye uzanan köprüyü aşmasını umuyorum. Beethoven’ın yaşadığı dönemin tarihsel, siyasal ve kültürel çerçevesine -Fransız Devrimi döneminin çalkantılı Avrupası, Terör Dönemi, Napoléon’un hükümranlığı öncesi ve sırasındaki savaş yılları ile tarihin çarkının Sanayi Devrimi’ni, Romantik devri getiren büyük dönüşü daha çok ilgi duyan okurlara gelince… Bu kitap bu tür okurların, Beethoven’ın eserlerine dış etkilerin birer yansıması, zengin donanıma sahip bir müzikal zihnin hayal gücünden çıkmış ürünler olarak erişmesini sağlamayı amaçlıyor.

Bu yaklaşımın örneklerini iki biyografide buldum: Abraham Pais’nin kaleme aldığı “Subtle is the Lord:” The Science and the Life of Albert Einstein [“Kurnaz olan Tanrı’dır:” Albert Einstein’ın Bilimi ve Hayatı] (1982) ile Nicholas Boyle’un kaleme aldığı Goethe: The Poet and the Age [Goethe: Şair ve Çağı] (1992-2000). Pais’nin biyografisinde başlıkları italik olan bölümler “Einstein’ın neredeyse hiç bilimsel olmayan bir biyografisi”ni sunarken, başlıkları italik olmayan bölümler (çoğu) bilimsel bir biyografinin eşdeğeridir. Boyle’un Goethe hakkındaki kitabında, biyografik meseleler ile şiir ve drama eleştirisi sırayla, kimi zaman bölümler içinde ayrı başlıklar halinde yer alır. Ben italik kullanmadım ya da bölüm başlıklarını belirginleştirmek için başka bir yola başvurmadım; onun yerine Beethoven’ın eserleri hakkında yazarken, konunun uzmanı olmayan okuru da aklımda tutarak, son derece anlaşılabilir olduğunu umduğum betimleyici bir seviye tutturmaya çalıştım.

Bazı bölümler, benim Beethoven’ın yaratıcı süreciyle ilgili incelemelere duyduğum ilgiyi yansıtsa da kitaptaki müzikal tartışmaların çok büyük bir bölümü, bestecinin her janrda verdiği en önemli eserler de dahil olmak üzere, çok sayıda eserin kısa eleştirel değerlendirmelerinden oluşmaktadır. Bu yorumlar, ortalama uzunluktaki bir kitapta olması gerektiği üzere, kaçınılmaz olarak kısadır, fakat eserlerin en göze batan önemli yönlerini öne çıkarmaya, yorumlarımı Beethoven’ın ömrü boyunca sergilediği tarz değişiklikleri ile geniş çaplı müzikal kompozisyonları şekillendirme biçimindeki değişiklikler bağlamında bir çerçeveye oturtmaya çalıştım. İlk bölümler, çağdaşlarının “ikinci bir Mozart” olmasını umduğu genç ve yetenekli bir sanatçı olarak Beethoven’ın karşı karşıya kaldığı sorunu yansıtır; sadece öğretmenleri ve bilgili hamilerinin ona biçtiği bir rol değildir bu, kendisi de ilk yıllarında gönüllü olarak bu rolü üstlenmiştir. Genç Beethoven’ın gerçekten isyankâr, orijinal bir kişilik olmakta ve kaderinin Mozart’ın -müzik tarihindeki gelmiş geçmiş en ağır rol modeli başlıca halefi olduğunu kabul etmekte çektiği güçlük, gelişiminin ilk yıllarının önemli bir vechesini oluşturmuş, kariyeri boyunca kendini göstermiştir. Bu izleğe kısmen paralellik gösteren sonraki bölümlerde ise Beethoven’ı son yıllarında görürüz; ardında büyük başarılar bırakmış, izleyebileceği yeni bir sanatsal yol bulma krizini artık atlatmış, birkaç kuşak öteye uzanıp Händel’in, özellikle de Bach’ın müziğinde yeni modeller bulmuştur.

Her uzmanın içinde, dışarıya çıkmak için can atan bir genellemecil yatar; daha önce bunu, hiç bu kitabı yazarken olduğu kadar kuvvetli hissetmemiştim. Dolayısıyla bu geniş kapsamlı araştırma, birçoğu çoktan yazılmış, bazıları hâlâ yazılmamış uzmanlık işi birçok monografinin özeti olarak okunabilir. Kitap boyunca, metinde de notlarda da Beethoven hakkında mevcut uzman işi akademik literatürü dikkate almaya

çalıştım. Beethoven’ın eserleriyle ilgili tartışmaları olabildiğince anlaşılır kılmak amacıyla, kitapta verilen müzikal örnekler mümkün mertebe en az düzeyde tutulmuştur ama çok sayıda örnek müzik, yayıncının bu kitap için açtığı özel internet sitesinde bulunabilir: www.wwnorton.com/ trade/lockwood. İnternet sitesindeki örneklere yapılan göndermeler *W ile işaretlenmiş ve metinde numaralandırılmıştır.

1940’larda New York City’de büyüyen biri olarak, Beethoven’ın orkestra için yazılmış çalışmalarını ve başka birçok müzik eserini, Carnegie Hall’daki Gençlik Konserleri’nde New York Filarmoni Orkestrası’ndan dinledim. Genç bir çellist olarak çello sonatlarını, triolarını, yaylı çalgı kuartetlerini ve senfonilerini önce High School of Music and Art’ın rakipsiz derecede ilham verici atmosferinde, sonra Queens College’da çaldım. O sıralarda Queens College öğretim üyeleri arasında Edward Lowinsky, Karol Rathaus, Leo Kraft, Sol Berkowitz, John Castellini ve tarih, felsefe, edebiyat alanlarında başka önde gelen hocalar bulunuyordu. Uzun yıllar sonra, Princeton Üniversitesi ile Harvard Üniversitesi’nde lisans ve yüksek lisans düzeylerinde Beethoven öğretmemin ardından hâlâ Beethoven’ın oda müziğini çalıyorum; Beethoven hakkında düşünüp yazmak da başlıca mesleki faaliyetim haline geldi. Gençlik yıllarımda, Bronx’ta Bainbridge Avenue Halk Kütüphanesi’nin raflarında keşfettiğim Donald Francis Tovey’nin denemelerinden başlayarak, Beethoven hakkında ciddi bir eleştirel literatür olduğunu görmüştüm. Hatırladığım kadarıyla o aralar, Opus 69 La Majör Çello Sonatı’nı çalarken, ilk hareketin seriminde ve tekrarında bazı paralel pasajların, başka bütün paralel çiftler birinin aynı olsa da aralıkları itibarıyla neden uyuşmadığını merak ediyordum. Uzun yıllar sonra Beethoven’in besteleme yöntemlerini eskizleri ve elyazısı eserleri üzerinden incelerken, cevap hiç beklenmedik bir biçimde elime geliverdi; Beethoven’in elyazısından bu çello sonatının ilk hareketini inceleme fırsatı buldum. O sıralarda bu elyazmasının sahibi merhum Felix Salzer’di; Heinrich Schenker’in eski öğrencilerinden önde gelen bir kuramcı olan Salzer, elyazmasını incelemem ve karmaşık yenilemeleri, değişiklikleri çözmem için beni New York’taki evine davet etti. Bu tecrübe bana, huzursuz, araştırmacı müzikal düşünme biçiminin doğrudan bir kanıtı olarak Beethoven’in notasyonunun karmaşıklığını ve gelişkinliğini izlemenin ne anlama geldiğini ilk elden öğretti.

Princeton’da 1950’lerde yüksek lisans eğitimi yaparken, Oliver Strunk, Arthur Mendel ve Nino Pirrotta’yla birlikte aldığım müzik tarihi seminerleri arasında, o sıralarda Princeton’ın öğretim üyeleri arasında yer alan Elliot Forbes’un Beethoven’in biyografisi üzerine bir yüksek lisans dersi vardı. O sıralarda Forbes, Alexander Wheelock Thayer’ın on dokuzuncu yüzyılda kaleme aldığı o büyük eserin, Life of Beethoven’in [Beethoven’ın Hayatı] yeni bir basımı üzerindeki çalışmasında epeyce ilerlemişti; kitabı 1964’te yayınlanmasından önce müsvedde halinden okuyacak kadar şanslıydım. Daha sonra Harvard’da meslektaşım olan Elliot Forbes’a birçok bakımdan borçluyum. 1977’de gençlik arkadaşım Maynard Solomon’la dostluğumu tazeledim; Solomon’un aynı yıl yayınlanan parlak Beethoven biyografisi, Beethoven’ın hayatıyla ilgili akademik tartışmalara yakından bakışı, Solomon’un psikanalizle ilgili birikiminden beslenen yeni kavrayışlarla harmanlaması bakımından bir çığır açıyordu.

Okurların sorabileceği sorulardan biri de bu kitabın Solomon, William Kinderman, David Wyn Jones, Barry Cooper ve başkalarınınkiler de dahil olmak üzere, Beethoven hakkındaki mevcut eserler yelpazesine nasıl yerleştiğidir. Yapabileceğim en iyi benzetme, birkaç ressamın aynı konunun portresini yapmasıdır. Belirgin benzerliklere karşın, farklılıklar benzerlikleri aşacaktır. Ressamlar konularını sunmaya ne kadar sadık kalırlarsa kalsınlar, kendilerini de ortaya koyarlar. Her birinin bireysel bir bakış açısı, konunun esas oranlarının, renklerinin ve dokularının ne olacağını, hangi yönlerin öne çıkarılıp hangilerinin gölgede kalacağını ya da tümüyle es geçileceğini belirleyen bir görüşü vardır. Bu kitap, esasen benim müzik tecrübemden kaynaklandığı için kaçınılmaz olarak benim bakış açımı ve ilgilerimi yansıtacaktır. Aynı zamanda Beethoven’ın, müziğin hayattan daha ağır bastığı, bestecinin insana egemen olduğu, ama her ikisinin de bir yere sahip olduğu bir portresini yapma yönündeki tercihimi ortaya koyar.

Büyük bir sanatçının hayatı ile eserleri arasındaki ilişkinin niteliği nedir? Bu gizemli soru kitabın ilk bölümlerinde tartışmaya açılır ve hiçbir zaman yeterince derinlere götürülemez. Sanatçının hayatındaki olayların eserlerine ne ölçüde bağlanabileceği ya da bağlanamayacağı, Beethoven’in hayatının çeşitli dönemlerinde, tek tek kompozisyonların karakterine ve anlamına bağlı olarak farklılık gösterir. Beethoven’ın büyük eserleri genellikle, döneminin en derin estetik, felsefi ve zaman zaman siyasi akımlarını yansıtıyormuş izlenimi verir, fakat güçlü sanatsal bireysellikleri içinde bütün dış nedenleri de aşar. Öte yandan o kadar önemli olmayan bazı eserlerinin gelir elde etmek, müzik piyasasının o dönemdeki zevkini paraya tahvil etmek ya da bazı durumlarda doğrudan siyasi olaylara karşılık vermek için yazıldığı açıktır. Bu gruba verilebilecek en belirgin örneklerden biri Wellington’ın Zaferi’dir; Beethoven’in bu eseri, Wellington’ın 1813’te Fransızları yenmesini kutlamak için vatansever bir hareket olarak yazılmıştır.

Bu gibi her türden dış etki, sanatçının ilk ve son dönemlerinde, orta dönemine nazaran daha izlenebilir niteliktedir; kısmen bu yüzden, orta dönem için farklı bir strateji benimsedim. 1802’den 1812’ye dek süren, benim “İkinci Olgunluk” dönemi dediğim, en meşhur eserlerinin birçoğunu verdiği bu döneme yaklaşımım janrlar üzerinden oldu: yani önce senfonileri, sonra konçertoları, sonra sahne müziklerini, vokal müziğini, klavyeli oda müziğini, son olarak da yaylı çalgı kuartetlerini ele aldım. Bu planı seçtim, çünkü bu dönemdeki başlıca janrları tek tek ele almak bana daha mantıklı göründü. Öte yandan ilk ve son dönemlerde, daha çok neredeyse kronolojik diyebileceğimiz bir yaklaşım, müziğe İkinci Olgunluk döneminde olduğundan daha iyi uyuyordu, çünkü Beethoven gençliğinde ve yaşlı bir üstat olduğunda başlıca janrlarında besteler yapma eğilimini daha tutarlı bir biçimde göstermişti.

Kitaba giriş niteliğindeki bu satırları çeşitli meslektaşlarımın ve kitabın yazımı sırasında faydasını gördüğüm başkalarının yardımlarını teslim etmeden bitiremem. Öncelikle Maynard Solomon, Charles Rosen, Mark Kroll ve Robert Marshall’a içtenlikle teşekkür ediyorum. Bu dört meslektaşım da kitabı taslak halindeyken okuyup bana irili ufaklı birçok meseleyle ilgili olarak sağlam ve samimi tavsiyelerde bulundular. Daha geniş bir anlamda, geniş bir meslektaşlar yelpazesine minnettarım, bazılarını profesyonel olarak yıllardır tanıyorum, bazıları Princeton ve Harvard’da yüksek lisans düzeyinde öğrencim olmuştu, içlerinden 48’i de (12’li gruplar halinde) 1980’ler ve 1990’larda Ulusal Beşeri İlimler Vakfı’nın [The National Endowment for the Humanities] sponsorluğunda Beethoven hakkında kolej öğretmenlerine verdiğim yaz seminerlerine katılmıştır.

Özellikle de Harvard’da eskiden Fransız Müziği Kitaplığı’nın yöneticisi olan, daha sonra W.W. Norton’da müzik editörü olarak görev yapan Michael Ochs’a borçluyum. Kendisi beni bu kitabı yazmaya davet etti; düşünceli, kılı kırk yaran düzeltileri ve eleştirileriyle bana örnek oldu. Bütün hatalar ve eksikliklerdense yalnızca ben sorumluyum.

Son olarak karım Ava Bry Penman’a teşekkürlerimi ve aşkımı sunuyorum. Onun müzik ve şifa sanatı bilgisi, son on yıldır benim için derin bir anlama sahip.

Brookline, Massachusetts

 

Ludwig van Beethoven

(1770-1827)

 

Prolog

Gençlik, Olgunluk, İhtiyarlık: Üç Mektup

1787: Beethoven’ın Annesinin Ölümü

 

Eylül 1787’nin ortalarında on altı yaşındaki Ludwig van Beethoven, Augsburg daki Dr. Joseph Wilhelm Freiherr von Schaden’a bir özür mektubu yazdı. Dört ayı aşkın bir süre önce nisan sonlarında, Viyana’dan Bonn’a dönüş yolculuğu sırasında von Schaden’ın evinde kalmıştı. Genç piyanist-besteci Mozart’la temas kurabilme ümidiyle Viyana’ya gitmiş, fakat orada kısa süre kalabilmiş, babasından annesinin ciddi biçimde rahatsızlandığını bildiren mektuplar alınca apar topar Bonn’a geri dönmüştü. Şimdi, annesinin 17 Temmuz’da vefatının ardından, eylül ayı ortasında von Schaden’a yazıyordu:

Hakkımda neler düşünüyor olmalısınız, tahayyül etmekte güçlük çekmiyorum, benim için olumsuz düşünmek için iyi sebepleriniz olduğunu da reddedemem. Fakat özür dilemeden önce, özürlerimin kabul edilmesini umut etmeme yol açan gerekçeleri açıklayayım. Augsburg’dan ayrıldığımdan beri, neşemin, neşemle birlikte sağlığımın da gerilediğini söylemeliyim. Memleketime yaklaştıkça, babamdan gelen, annemin sağlığı pek iyi olmadığı için olağandan hızlı gelmemi söyleyen mektuplar da sıklaştı. Bu yüzden olabildiğince acele ettim, o kadar ki kendim hastalanmaya başladım. Ama hasta annemi bir kez daha görme umudum bütün engelleri aştı ve benim en büyük güçlükleri atlatmamı sağladı. Annemi sağ buldum ama sağlığı berbat durumdaydı. Verem olmuştu, çok fazla acı ve eziyet çektikten sonra nihayet yedi hafta önce öldü. Bana karşı çok iyi, çok sevgi dolu bir anneydi ve benim en iyi dostumdu. Ah, o tatlı ismi hâlâ söyleyebiliyor, anne diyebiliyorken, bu duyuluyorken benden daha mutlu kim vardı ki? Şimdi kime öyle sesleneceğim? Onun tahayyülümdeki sessiz suretlerine mi? Buraya geldiğimden beri mutlulukla geçen pek az vaktim oldu. Bütün bu süre zarfında astımla cebelleşiyordum, korkarım o da vereme çevirebilir. Buna, benim için hastalığımın kendisi kadar büyük bir kötülük olan melankoli de eklendi. Kendinizi…

Eklendi: Yayım tarihi

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Yazarın Diğer Kitapları

Men-e-men Birazoku

Aynı Kategoriden

  1. Hatıralarda ~ Cengiz DağcıHatıralarda

    Hatıralarda

    Cengiz Dağcı

    Yazarın kendi kaleminden hatıraları… Bir bakıma roman kahramanlarıyla kendisi arasında kurulan ilişkiye açıklık getirir. Çocukluğunu, savaşa gidişini, esir düşüşünü, iltica edişini ve yazarlığının merhalelerini...

  2. Bir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ ~ İrem Ela YıldızeliBir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ

    Bir Kültür Savaşçısı: Osman Şevki Uludağ

    İrem Ela Yıldızeli

    Yaprakları sararmış eski bir günlük ortaya çıkıveriyor. Günlüğü bulan İrem Ela Yıldızeli, sahibi ise Dr. Osman Şevki Uludağ… İrem’in büyükdedesi. Babaannenin evinden çıkan günlüğün...

  3. O Ve Ben (kod6) ~ Necip Fazıl KısakürekO Ve Ben (kod6)

    O Ve Ben (kod6)

    Necip Fazıl Kısakürek

    Hayatını, Abdülhakîm Arvasî Hazretleri’ni “Tanıyıncaya Kadar” ve “Tanıdıktan Sonra” diye iki ana bölüme ayıran Necip Fazıl, Efendisine doğru kendisini cezbeden hâdiseleri de mânâlandırdığı otobiyografik...

Haftanın Yayınevi
Yazarlardan Seçmeler
Editörün Seçimi
Kategorilerden Seçmeler

Yeni girilen kitapları kaçırmayın

Şimdi e-bültenimize abone olun.

    Oynat Durdur
    Vimeo Fragman Vimeo Durdur